Vampir Günlükleri SEverleri mest edecek bir kısa öykü...
Arkadaşlar az sonra buraya kopyala yapıştır yapacağım yazı çok uzun gözükse de gerçekten bu diziyi sevenlere çerez gibi gelecektir , bir solukta okuyacağınıza eminim , bu arada ALINTIDIR
Natalie;
Evde oturmuş son zamanlarda yaptığım gibi bir şeyler karalıyordum. Ne olduğundan emin değildim, sadece oyalanmak içindi. Burada daha ne kadar kalabilirdim bilmiyorum. İnternet yok... Telefon yok... Tanrım, burada insan bile yok. Lanet olsun! Akılları sıra beni adam edecekler... Hah! Onlardan da nefret ediyorum zaten, bu bana ceza değil bir ödül oldu. Ne var yani bir-iki defa Marihuanna içtiysem. Sanki keşmişim gibi davrandılar bana. Tabii, bir de eski erkek arkadaşımın bana anlattığı korkunç şeyleri onlara söylememin de etkisi var. -Ben ne çeşit bir aptalım böyle? Ah, keşke bir vampir görsem... Eğer Brad ve Tom kadar seksilerse, mutlaka tanışmalıyım! Burada kaldığım sürece, kim bilir daha ne kadar saçmalayacaktım. Gerçekten çok sıkılmıştım...
Birden çalan kapıyla yerinden sıçradım. -Buraya kim gelebilir ki? Hemde bu saatte? Korkak adımlarla yerimden kalktım ve kapıya yöneldim. Hala çalıyordu... -Kim o? Ses vermedi, kapıdaki her kimse. Daha da korkmuştum ama merakım da giderek artıyordu. Elimi kapıya uzattım, açmak ile açmamak arasında korkunç bir ikilemdeydim. Hani hem ister, hem de istemezsiniz ya... Ya da önce yapar, sonra pişman olursunuz. İşte öyle bir şey. -Aman ne olacak ki, her türlü kendimi koruyabilirim. Kilidi çevirip kapyı açtığımda, öylece kalakaldım. Üstü başı kan içinde bir adam, kapıya dayanmış gri-mavi kocaman güzel gözleriyle bana bakıyordu. Ama rengi biraz soluktu, biraz değil fazla soluktu. Ölü gibi sanki... Bir anda aklıma üşüşen düşünce bütün vücudumun ürpermesine neden oldu. Yine de anlamanın bir yolu vardı.
-Lütfen yardım et.
-Aman Tanrım. Size ne oldu böyle?
*İçeri doğru ilerledim, arkamdan gelmiyordu. Bu biraz garipti... Kapıda, eli yarasında öylece duruyordu. Geri döndüm.
-Neden gelmiyorsun?
-Davet etmezsen gelemem.
-Aman Tanrım! Yoksa sen bir-
-Evet, ben bir vampirim ve yardıma ihtiyacım var. Beni içeri al.
-Yapamam.
-Kim olduğunu bilmiyorum, ama verdiğin tepkiye bakılırsa vampir dünyasına ilgilisin. Yardıma ihtiyacım var, peşimdeler. Lütfen...
*Ne yapacağımı şaşırmıştım. O gerçek bir vampir olabilir miydi? Korkmuştum ama öyle çaresiz bakıyordu ki gözleri, gerçekten yardıma ihtiyacı vardı.
-Pekala içeri gel.
-Teşekkürler. Hemen kapıyı kilitle ve ışıkları söndür. Ses çıkarma...
-Neden? Neler oluyor?
*Elini ağzıma kapattı, ışıkları bir çırpıda söndürüp kapının arkasına çöktük birlikte. Dışarıdan gelen sesleri duyabiliyordum. Titriyordum... Nefes alış verişim sıklaşmıştı, kan kokusu da midemi bulandırmıştı. Ama kıpırdayamıyordum, onu eve almakla bir hata yaptığımı o zaman anladım. Dakikalar geçmek bilmiyordu ama, adamlar hala dışarıdaydılar. Korkuyordum... Neredeyse 15 dakika sonra gittiler. Yavaşça elini ağzımdan çekti, hemen ayağa kalkıp ona döndüm. Vampir olmasına rağmen acınacak bir haldeydi.
-Bu nasıl mümkün olabilir? O adamlar kimler?
-Avcılar... İçimden bir ses senin de öyle olduğunu söylüyor.
-Hayır değilim. Ama olan birileriyle takılmıştım.
-Harika! Teşekkürler...
-Bence bunu sonraya sakla. Eğer bir şey yapmaya kalkarsan, kazığı saplarım.
-Anlaştık.
*Yanına eğilip durumuna baktım. Gerçekten kötüydü. -İşkence mi edilmişti ona böyle? Acımasızlık... Kalkmaya çalışırken yardım ettim, o anda göz göze geldik. Öyle derindi ki! Gittiklerinden emin olduktan sonra ışıkları açtım ve etrafı kontrol ettim. Gerçekten gitmişlerdi. Ve ben kelimenin tam anlamıyla kana susamış bir canavarla aynı evde tek başıma kalmıştım. Pişmanlığın bir anlamı yoktu artık!
-Beni bile bile içeri aldın. Bu resmen intihar... Nasıl biriyim bilmiyorsun.
-Vampirsin işte, kana susamış bir canavarsın.
-Bu çok açık oldu. Kırıldım... Eee, ne yapıyoruz?
-Ben yaralarına bakacağım, sen de uslu duracaksın.
-Başka kimse yok sanırım?
-Doğru.
-Tehlikeli bir yoldasın...
-Daha önce de böyle yollardan geçtim.
*Kanepede halsizce oturuyordu. Günlerdir beslenmediği belliydi... Rengi solgundu, gözleri de öyle. Ama bu haliyle bile çekiciliği karşı konulmazdı. -Tanrım ne diyorum ben böyle? Lanet olsun...
-Adın ne?
-Natalie... Senin?
-Damon. Memnun oldum Natalie...
*Çekinerek yanına oturdum, gri gömleği kandan renk değiştirmişti.
-Bu kadar kan akması normal mi? Yani sen vampirsin, çabuk iyileşmesi gerekmez mi?
-Vay canına, çok şey biliyorsun... Evet öyle olmalıydı ama çok fazla yara aldım. 3 gündür ellerindeydim. Mine çiçeği verdiler, beslenmediğim için de zayıf düştüm.
-Anladım.
*İlk yardım setini bulmuştum uzun arayışlarım sonunda. Bu çok garipti, bir vampire pansuman yapıyordum. Sesini çıkartmıyordu ama canının acıdığı belliydi. Hiç konuşmadım, ne konuşacağımı bilmiyordum çünkü. Kan bütün ellerimi kaplamıştı, ama aklımda çok farklı şeyler vardı. Eski erkek arkadaşım! Ona inanmamıştım...Bana bir avcı olduğunu söyledi, filmlerde izlediğim her şeyin gerçek olduğunu söylemişti. Bense ona inanmadım. Ne aptalım!
-Ne düşünüyorsun?
-Efendim?
-Ne düşünüyorsun? Çok derinlere daldın...
-Boşver.
*Gözlerimin içine bakıyordu şimdi. Boğazımda bir şeylerin düğümlendiğini hissettim.
-Kaç gündür buradasın? Ve neden buradasın?
-Uzun hikaye.
-Zamanımız var sanırım.
-Burası ailemin. Beni ceza için yolladılar.
-Suçun ne ki?
-Marihuanna içerken yakalandım. Bir de oldukça garip bir erkek arkadaşım vardı. Onun bana anlattıklarını aptal gibi onlara söyleyince kendimi burada buldum.
-O bir avcı mıydı?
-Evet. Dinlenmene bak.
*Seti toplayıp yanından ayrıldım. Ellerimi yıkamak oldu ilk işim... Sonra yatak odalarından birine girdim ve ona giyecek bir şeyler aradım. Burasını, avcılar kullanırdı yılın belirli zamanları. Normal avcılar... Onlara kiralardık yani... Birkaç gömlek bulmuştum, iki tanesini alıp aşağı indim. Ayaklanmış, viski içiyordu.
-Nereden buldun o viskiyi? Günlerce aradım her yeri...
-Ben bulurum. İster misin?
-Kesinlikle.
*Nasıl bulmuştu gerçekten de? Buralarda bir yerde olduklarını biliyordum ama bir türlü bulamamıştım. Bana uzattığı bardağı aldım. Ellerimin titrediğini de o zaman fark ettim. Korktuğumu ona belli etmiştim... Ölmek istemiyordum, ama ne yapacağımı da bilmiyordum.
-Bak, benden korkma. Sana zarar vermeyeceğim.
-Emin misin?
-Oldukça.
-Teşekkürler. Sanırım... İşte, yukarıda iki gömlek buldum. Bedenleri uyar diye tahmin ediyorum!
*Çarpık bir gülümsemeyle elimden aldı. Gömleğinin düğmelerini açmaya başladı arkasını dönüp. Sonra yavaşça çıkardı üstünden ve attı. O zaman ne kadar mükemmel bir vücudu olduğunu gördüm. Siyah pantolonu tehlikeli bir biçimde aşağıdaydı. Hatları çok düzgündü... -Tanrım, neler düşünüyorum ben böyle? Kahretsin... Vampir cazibesi bu olsa gerek! Gülmeye başladım...
-Neden gülüyorsun?
-Aklıma bir şey geldi... Önemli değil!
-Hadi ama söyle, burada kaldığım sürece öyle bakacak mısın? Isırmam.
-Bu tabir tam da senin için geçerli işte.
-Haklısın sanırım.
*Şimdi o da gülüyordu. Ağlanacak halime gülüyor gibi bir hisse kapılmıştım ama yapacak bir şey yoktu. Öyleyse, tadını çıkarmak gerek. Ne de olsa her gün seksi ve oldukça yakışıklı bir vampirle karşılaşmıyorum.
Damon;
Çok şanslıydım ki, bu lanet yerde bir ev bulabildim. Hayatımı ona borçluyum... Korkusunu gözlerinden okuyabiliyorum, yine de beni içeri aldı. Ama gözlerinde okuduğum başka bir şey daha var. Hayranlık sanki... Bilmiyorum! Onu içmek istiyorum, içmek zorundayım. Çok güçsüz hissediyorum, ama onu incitmek de istemiyorum. -Ne yapacağım şimdi ben seninle?
-Bir şey sorabilirmiyim?
-Tabii...
-Vampir olmak nasıl bir duygu?
-Bilmem. Nasıl anlatabilirim ki bunu?
-O da var. Saçma bir soru oldu, üzgünüm.
-Hayır, önemli değil.
-Peki, vampir olarak mı doğdun?
-Hayır, dönüştürüldüm. Uzun zaman önce.
-Ne zaman?
-Hmm, 1864'te.
-Yani 173 yaşında mısın?
-Evet.
-Oldukça genç görünüyorsun. İnanılmaz....
-Evet öyle. Ama buradayım işte.
-Bir şeyi açıklığa kavuşturmalıyız.
-Nedir?
-Sence?
-Beslenmezsen ne kadar dayanırsın?
-Kısa bir süre daha idare ederim sanırım, ilk kez bu kadar uzun süre kan içmedim. Tam olarak bilemiyorum aslında.
-Anladım.
xxx
Gözlerime öyle bir bakıyordu ki, büyülenmiştim sanki. Söylediği yaşta olduğuna inanamıyordum hala. Aslında bunların olduğuna bile emin değildim ya, hadi neyse. Çok ama çok seksi ve çekiciydi. Hele gözleri... Beslendiği zaman nasıl olacağını düşünüyordum. Eminim ki daha çekici ve capcanlı olacaktı. -Ona kanımı vermeli miydim? Bilmiyorum... Beni öldürmesinden korkuyorum, ama bu şekilde görmek de hiç hoş değil. Ne yapacağım ben şimdi?
-A, ne aptalım. Aç mısın?
*Ne sorduğumun farkına varıp elimi ağzıma götürdüm. Bir vampire aç mısın diye soruyordum. Bu, kuzuyu kötü kurda emanet etmek gibi bir şeydi. Kahkahalar atıyordu karşımda. Şaşırmıştım... Sonra ben de ona eşlik ettim.
-Bu biraz saçma oldu, aslında tehlikeli de oldu.
-Biliyorum. Özür dilerim...
*Hızla yanından ayrılıp mutfağa gittim, saate çarptı gözüm. Gece yarısını geçmişti. Yiyecek bir şeyler alıp yanına geri gittim. Bir şişe şarabı açmaya çalışıyordu. Biraz daha muhabbet ettik ve içtik.
-Benim uykum geldi. Yatacağım...
-Peki.
*Sessizce merdivenleri çıktım, arkamdan bakan derin gözlerini hissedebiliyordum. Ama artık korkmadığımı fark ettim... Onun için yürüyen bir hamburger gibi bir şeydim, ama hala kendini tutuyordu. Yine de bir sınırı olduğuna eminim ve biraz daha durursa bu sınır benim ölümüm olacak. Geceliğimi giyerken, ayak seslerini duydum. Işığı kapatıp kapıya gittim ve dinledim. Hareket etmiyordu, bir süre orada durdu. Kalbimin çok hızlı attığını hissediyordum, bir karar vermeliydim. Ya son sınırına kadar zorlayıp, beni öldüreceği ana kadar bekleyecektim, ya da ona güvenip kendim gidecektim. Beni öldürmeyeceğini hissediyorum sanki. Gözlerimi kapatırken, kararımı çoktan vermiş olduğumu farkettim.
Damon;
O kapının önünde dakikalarca durdum. Tüm bedenim onu içmek için yanıp tutuşuyordu, kanının sesi kafamın içinde yankılanıyordu. Çöldeki bir adam, bir damla suya nasıl hasretse ona öyle açtım. Kanına ihtiyacım vardı... Kendimi daha ne kadar tutabilirdim bilmiyorum. Onu içmek zorundaydım. İçmek ve hayata dönmek... -Ama ya öldürürsem? Bunu istemiyordum. Öyle masum, öyle güzel ki! Gözleri hayat dolu, gülüşü gün ışığı kadar sıcak. Böyle bir tabloyu bozmak istemiyorum. -Acaba rica etsem, izin verir mi? Belki... -Ahh, ne diyorum ben böyle? Kıza gidip, kanını içeceğim ama duramazsam ölürsün. İzin ver mi diyeceğim? Boğazım yanıyordu, susuzluk içimi kaplamıştı. Zor da olsa gözlerimi kapattım... Kanı hala beynimde yankılanıyordu.
xxx
Kalktığım gibi, üstüme sabahlığımı alıp aşağı indim. Kanepede uyuyordu hala. Öyle masumdu ki! Yanına yaklaştım, yavaş yavaş araladı gözlerini. Gördüğüm manzara hiç hoşuma gitmemişti.
-Günaydın Damon.
-Günaydın...
*Sesi çok kısık çıkmıştı. Rengi de daha soluktu. Ölü gibiydi... Dokundum, buza dokunmuştum sanki. Öyle soğuktu ki! Ölüm soğukluğu diye düşündüm. Ona bir şey olmasını istemiyordum, gözümün önünde tükeniyordu resmen. Neden böyle düşündüğümü bilmiyordum, o bir vampirdi. Kim bilir kaç masum insanın hayatına son vermiş, sevdiklerinden ayırmıştı. Ama yine de bu şekilde kalmasına izin veremezdim. Vermemeliydim... Yarı açık gözlerini bana odaklamıştı, ben de ona bakıyordum gözümü kırpmadan. Sanki ne yapacağımı gözlerimden anlamış gibi, yattığı yerden doğruldu.
-Teşekkür ederim.
-Ben sana bir şey olmasını istemiyorum, sanırım bu hayatım boyunca verdiğim en kötü karar ama yine de senin böyle tükenmene izin veremem. Sadece, beni öldürme. Lütfen!!!
-Söz veriyorum...
*Ayağa kalktım ve kendimi acı için hazırladım. Gözlerimi kapatmıştım, açtığımda ise onu karşımda göremedim. Nefesini ensemde hissediyordum şimdi. Bana sarılmıştı... Korkuyordum, ama onun da ötesinde adeta onun için deliriyordum. Onun kana olan ihtiyacı gibi... Her hücremle, tüm benliğimle onu öpmek istiyordum. Tek bir defa bile olsa bunu yapmak istiyordum... Soğuk parmakları boynumda dolaşıyordu, ürpermiştim. Yok sayılacak kadar hafif dokunuşlarıyla hem korkudan titriyor, hem de zevk alıyordum. Derin bir nefes aldım, o an kulağıma fısıldadı.
'' Hazır mısın? ''
Ne cevap verecektim ki?
'' Bilmiyorum... Korkuyorum...'' dedim.
*Ölüp ölmeyeceğimi bilmiyordum, bedenimi ele geçiren korkunun soğukluğu içime işliyordu giderek. Elinin karnımın üstünde olduğunu hissettim, beni daha sıkı sarıyordu artık. Bedeni bedenime değiyordu. Soğuktu, ama sıcaktı da aynı zamanda. Ateş ve buz gibi... İkisi aynı andaydı sanki.
'' Hazırım Damon, iç beni. ''
'' Özür dilerim...''
*Bir anda keskin bir acı kapladı boynumu. O artık damarlarımdan içeri girmişti... Beni damla damla içiyordu. Ellerim uyuşmaya başlamıştı bir süre sonra. Gözyaşlarımın yüzümü ıslattığını anlayabiliyordum. Acı giderek azalıyordu, ama etraf da dönüyordu artık. Karanlık...
Damon;
Kan tutkusu yine beni ele geçirmişti. Ona olan açlığım, damağıma tadı gelen bir damla kanı ile daha da artmıştı. Hiç, birini içerken bu kadar zevk almamıştım. Kollarımın arasında giderek halsizleşiyordu, canının acıdığını biliyordum. -Peki kendimi durdurabilecek miydim? Nefes alış verişi yavaşladı ve ben hala onu içiyorum. Doyamıyorum... Boynu istem dışı öne düştüğünde sivri dişlerimi narin teninden ayırdım. Kendime gelmiştim... Eski, güçlü Damon olmuştum yine. Öylece kollarıma yığılmıştı, dökülen birkaç damla yaş yüzünde iz bırakmıştı. Nazikçe kucakladım ve odaya çıkardım onu. Yatağına yatırırken, saçları yüzüne düştü. Elim istem dışı o ipek tellere gitti, halsizce yatıyordu şimdi. Başarabilmiştim... Kendimi dizginleyip, onu öldürmemiştim. Yanına oturup, loş ışıkta yüzünü izlemeye koyuldum. Saf bir güzelliği vardı. -Ona unutturmalı mıydım? Bundan emin değildim... Unutturmam benim açımdan çok iyi olurdu, ama nedense beni hatırlamasını istiyordum. Bu çok garip bir duyguydu. Nabzı, kalp atışları yavaş yavaş normale dönüyordu. Isırdığım yeri pansuman yapıp bantladım. Onu oldukça kötü ısırmıştım! Her zaman, herkese yaptığım gibi... Gece çöküyordu ama hala uykudaydı, sabaha kadar uyanmayacağından emindim. Titriyordu... İnsan kan kaybedince böyle olur. Halsizleşir, üşür... Üstünü iyice örttüm, saçlarıyla oynamak geldi içimden. Engel olamadım kendime. Parmaklarımı arasına karıştırdım biraz, teni gibi yumuşacıktı. Ben de yanına uzandım. Vampir güçlerimden dolayı hissettiğim o insani kokusunun dışında saçlarının portakal-limon karışımı ferahlatıcı kokusunu da seçebilmiştim bu sefer. Yastığına sinmiş o koku ile çarşafa sinmiş odunsu parfüm kokusu uyumaya çalışırken içime doluyordu.
xxx
Gözlerimi açtığımda odamdaydım. Elim, doğruca boynuma gitti... Acıyordu biraz, üstünde bir şey vardı. Kalkıp banyoya gittim, geniş bir gazlı bez palster ile düzgünce yapıştırılmıştı. Gülümsedim... Mutluydum çünkü, Damon beni öldürmemişti. Başarmıştı. Odaya göz gezdirdim, yoktu. Hızla aşağı indim, gözlerim onu arıyordu. Mutfakta görünce içim rahatladı. Neden bilmiyorum ama, gittiğini düşününce üzülmüştüm.
-Günaydın.
-Günaydın şeker kız. Nasıl hissediyorsun?
-İyiyim. Ya sen?
-Harikayım.
-Güzel. Bu konuda iyisin sanırım... Harika kokuyor!
-Oldukça. Hadi gel...
*Harika bir masa hazırlamıştı. Omuzundaki mutfak beziyle öyle çekciydi ki! Küçük adımlarla yanına gittim. Kendine gelmşti gerçekten... Teninin rengi, buğday rengine yakındı şimdi. Yanakları hafif kırmızı olmuştu. Ve gözleri... Tanrım! Hayatım boyunca gördüğüm en güzel, en derin mavi gözlere sahipti. Öyle canlıydı ki, bir an bakınca kendimi okyanuslarda kaybolacakmış gibi hissettim. Ona bakarken, aptal bir ifadem olduğuna emindim ama karşı konulmazlığı karşısında ne yapacağımı bilemedim. Adam yürüyen cazibe gibi bir şeydi...
-Beni yeterince yemedin mi? Artık yemek yesek diyorum...
-A, afedersin. Ben çok üzgünüm.
-Sorun değil. Cazibe böyle bir şey işte.
-Doğru söze ne denir!
*Nazikçe sandalyemi çekti oturmam için... Belli ki bu işleri iyi biliyordu. Mest olmuştum resmen! Yemek yerken dudakları ''Gel beni öp! '' diye bağırıyordu resmen.
-Ben kötü biriyim Natalie.
-Bundan pek emin değilim.
-Emin ol... Ben-
-Sen sadece, hislerini dışarıya vurup herkese insanlığını göstermekten kokuyorsun. Kendine bir duvar örmüşsün ve onun arkasına saklanmışsın. Eğer bilirlerse, incineceğinden eminsin çünkü.
-Vay canına. Ya böyle değilse?
-Öyle, biliyorum. Çünkü, insan bir kere yara aldı mı, korkar tekrar acı çekmekten. Bu yüzden bir maske takar yüzüne, bir kale yapar duygularının önüne. Ya da kilitler bir kutuya, en kuytu köşeye saklar. Sonra herkesin karşısına, sahte ve umursamaz bir gülümsemeyle çıkar. İçinin kan ağladığını, canının yandığını bir kendin bilirsin.
*Başımı kaldırdığımda Damon'ın deniz mavisi gözleri bana odaklanmıştı. Bunları neden söylediğimi bile bilmiyordum ama, o güzel gözlerin ardında bir acı vardı. Yıllardır orada sakladığı, taşıdığı, acıtan bir şey. Ne kadar haklı olduğumu yüzünün ifadesi doğruluyordu. Onu üzdüğümü fark ettim, ama yapacak birşey yoktu artık. Söylemiştim bir kere...
-Ben özür dilerim.
-Neden?
-Seni üzdüğüm için.
-Üzülmedim.
-Kötü bir yalancı olmadığına eminim ama şuan pek beceremedin.
-Peki, beni yakaladın.
-Bana unutturacak mısın?
-İstiyor musun?
-Soruma soruyla cevap verme.
-Emredersin. Açıkçası bilmiyorum...
-İstemiyorum. Lütfen yapma bunu!
-Emin misin?
-Eminim... Seni hatırlamak istiyorum.
*Yemeğimiz bitene kadar bir daha konuşmadık. Gidecekti... Biliyordum, ama gitmesini istemiyordum. Kalmasını da isteyemezdim. O da, bende istediğimizi almıştık zaten. Ama ben bir şey daha istiyordum. Emindim bundan, onu öpmek istiyordum. Gülümsediğini fark ettim.
-Neden gülüyorsun?
-Hiç...
Damon;
Söyledikleri çok doğruydu. Bunları birinden duymak garipti. İçimdeki fırtınayı kimsenin anlamadığını sanıyordum. Ama o anlamıştı işte. Her kelimesi doğruydu hem de. Onu öldürmediğim için daha mutluydum şimdi. Bu gizemli karşılaşma iyi gelmişti bana. Ama gitme vaktiydi. Ona unutturmamaya karar verdim. Beni hatırlamasını istiyordum gerçekten ve bende onu hatırlayacaktım. Eminim buna...
Siyah deri ceketimi giyerken, bana verdiği gömlek üstümdeydi hala. Çıkarmayacaktım da... Kapının önündeydim, ona arkam dönüktü ama bakışlarının üzerimde olduğunu hissediyordum. Yüzümü döndüğümde gözlerinin dolmuş olduğunu fark ettim. Yanına gittim, gözlerini benden kaçırıyordu... Zorla yüzünü kendime çevirdim. Bir an ona unutturmak istedim, sırf üzülmemesi için. Ama istemeyen tarafım ağır basıyordu yine, sonucu ne olursa olsun yapmayacaktım bunu. Hatırlayacaktı beni.
-Gidemezsin Damon!
-Ne? Neden?
-Güneş seni öldürmez mi?
-Ah, bu konuyu düşünme lütfen. Ben çıkabiliyorum.
-Nasıl?
-Yüzüğüm var. Büyülü bir yüzük bu, gündüz dolaşmamı sağlıyor.
-Anladım. Sevindim o zaman.
-Sana teşekkür ettim mi?
-Hayır!
*Birkaç adım daha ilerleyip, iyice yaklaştım. Bir tutam saçını nazikçe kulağının arkasına yerleştirdim. Kahve rengi badem gözleri gözlerimle buluştuğunda, büyülenmiş gibi ona bakıyordum ben de. Birkaç saniye sadece baktım, baktım ve toprağa karıştım. Pembe dudakları sadece birkaç santim uzağımdaydı. Gerginlikten kurtarmak için onları sürekli ıslatıyordu. Çok, çok davetkardı gerçektende. Şuan kan tutkumdan daha ağırdı onu öpme isteğim. Gözlerimi gözlerinden ayırıp, dudaklarına kaydırdım. Sonra yine gözlerine... Asice kendime çektim ve kana kana öptüm. Hani, sanki her dakika öpülmek için yaratılmış dudaklar vardır ya, onlardan biriydi işte. Kanından daha tatlıydı dudakları. Islak... Sıcak... Yumuşak... Onu bıraktığımda, nemli dudakları hafifçe kıvrıldı. Sonra, kollarını belime sardığını hissettim, sıcaklığı gömleğin üstünden tenimi yakıyordu sanki. Dudakları tekrar dudaklarıma değdiğinde, yüzünü ellerimin arasına aldım ve soluksuz öpmeye devam ettim.
-Teşekkür ederim leydim.
-Rica ederim lordum, benim için bir zevkti.
-Bil mukavele...
*Kapıya yöneldim. Açıp dışarı çıktığımda, keskin çam kokusu içime doldu. Arkamı döndüğümde yüzünde çekici bir gülümsemeyle kapıya yaslanmıştı.
Natalie;
Kapıya yaslanmış bana dönmesini bekliyordum. Sarhoş olmuştum adeta öpücüğüyle. Rüya gibiydi. Herkesin görmesi gereken bir rüya... Mutlaka yaşaması gereken bir deneyim... Yüzümde aptal bir gülümseme olduğuna emindim, ama umrumda olduğu pek söylenemezdi. Bir elini beline koyup, önümde hafifçe eğildi ve elimi tutup sıcak dudaklarından bir iz daha bıraktı. İçime işlemişti zaten, bu da tuz biber oldu.
-Belki bir gün, başka bir yerde, tekrar karşılaşmak dileğiyle.
-Bunu çok isterim. Bir dakika.
-Evet?
-Bana soy adını bile söylemedin.
-Salvatore, Damon Salvatore.
xxx
Son kez koyu kahve gözlerine bakıp, gülümsedim ve hızla yanından ayrıldım. Sesi bana ulaştığında, durdum...
'' Seni Unutmayacağım Salvatore... Sen de beni unutma! ''
Beni unutmayacağını biliyordum, ama bunu duymak yine de güzeldi. Birinin hatıralarında yer alacak olmak ilk kez bu kadar mutlu etmişti beni. Ama biliyordum ki, ben de onu unutmayacaktım. O, hatıralarım arasında olmayı hak eden nadir insanlardan biriydi artık. Benim bir iz bıraktığım ve bende iz bırakan...
|