Nerede kalmıştık? Yedi kollu bu ahtapot serinin dördüncü ayağında, çok şükür Lord Voldemort’u vücuda getirmiş ve Harry’i, arkadaşını kaybetmiş olmanın üzüntüsü içinde iki sene sonra görüşmek üzere geride bırakmıştık. Peki bu iki senede ne mi değişmiş?
Yönetmeninden atmosfere kadar yine değişen çok fazla şey var ama en büyük değişim başrollerde! İsim boyutunda değil ama cisim boyutunda ciddi bir değişim olduğunu söylemek gerek. Dünün ‘sihirli’ sevimli çocukları Daniel Radcliffe, Emma Watson, Rupert Grint’in artık şirinlikten yanaklarının sıkılma dönemini çoktan geçmiş oldukları kesin.
Hani bunu zaten biliyorduk da, insan bir de perdede görünce hakikaten daha bir anlıyor doğrusu. Bu anlamda geriye kalan iki filmin de, hiç vakit kaybetmeden bir an evvel bitirilmesinde yarar var. Yine araya seneler girmesi halinde, çoluk çocuk sahibi olmuş bir Harry Potter izlememiz işten bile değil sanırım. Ama yapımcılar da bu 'tehlike'nin farkında olsalar gerek ki, altıncı kitap "Melez Prens"'in çekimleri Eylül ayında başlıyormuş.
Lafı fazla uzatmadan film ile ilgli genel kanımızı söyleyelim. Tipik bir Harry Potter filmi ile karşı karşıyayız. Ama ilk iki film ve ’nı değil de, üçüncü film ’nın o karanlık atmosferini daha çok sevmiş olanların yine daha çok tatmin olacakları bir film . Seri, Alfonso Cuarón ile birlikte en iyi yönetmenine kavuşmuş gibi.
Zümrüdüanka Yoldaşlığı’nın Melez Prens de dahil, serinin ilk altı kitabı arasında ayrı bir noktada durduğunu düşünüyorum. Karakter çatışmalarının ve iç hesaplaşmaların daha çok olduğu, sadece başında ya da sonunda değil bütününden gerilimin hiç eksik olmadığı bir kitaptı Zümrüdüanka Yoldaşlığı. Çok daha sarsıcı finallere sahip olan kitaplar olsa da (Ateş Kadehi ya da Melez Prens gibi), Zümrüdüanka Yoldaşlığı’nda gerilim bütüne yayılıyordu. Harry’nin Dolores Umbridge ile onun odasında geçirdiği işkence dakikalarının, Sihir Bakanlığı ve Dumbledore arasındaki çatışmanın, Lord Voldemort’un kendisi çok fazla görünmese de karanlık varlığının her yerde hissedilişinin yarattığı gizem ve gerilim, okuyucuda da gerilimin hiç eksik olmadığı bir ruh hali yaratıyordu.
Film ise, çekimlerinde ve yarattığı karanlık atmosferinde bunu biraz olsun sağlamış olsa da, kitaptaki o hiç azalmayan gerilimin çok uzağında kalıyor. Örneğin Dolores Umbridge’in tüm okulda estirdiği terör, filmde komikliği de olan bir yön olarak sunulmuş ki, Umbridge’in dehşetengiz ceza yöntemleri, kitabın yaratmış olduğu gerilimin en önemli parçalarından biri idi.
Bu anlamda şunu belirtmeden geçmek istemiyorum. Bir kitabın filme satır satır uyarlanmasını bekleyenlerden değilim, ama en azından duygu ve ruh hali açısından bir filmin, kitabın sunduklarından çok da uzaklara savrulmaması gerektiğini düşünüyorum. Kitap uyarlaması dendiğinde herkesin durup durup verdiği örneği, ne kadar tekrarlansa yeridir aslında. Tolkien’in kitapta anlatmış olduğu bir çok olay ve karakter filmde yer almıyordu. Ama buna rağmen Peter Jackson, kitapların ruhunu ve özünü hiçbir dramatik yapıyı atlamadan filme geçirmeyi öyle eksiksiz başarmıştı ki, seri sinema tarihinde çok başarılı bir uyarlama olarak yerini aldı.
Genel olarak Harry Potter serisi ve özel olarak da bu film, bu anlamda çok başarılı bir örnek oluşturmuyor. Örneğin Harry ve arkadaşlarının gizli örgütlenmeleri, Harry’nin rüyalarının etkisi, bütün bunlar yaşanırken Dumbledore’un ruh hali gibi pek çok olay, filmde pek de etki yaratamayan öylesine olaylar gibi kalıyor. Kitapta önemli bir gerilim öğesi olarak duran bir vakanın, filmde içine bu etkiyi azaltan kimi gülünçlük ya da sakarlıklar katılarak sunulmasını yanlış bir tercih olarak görüyorum. Yoksa kitaptaki bazı karakterlerin ve olayların (ev cinlerinin hikayede oynadıkları rol tıpkı Ateş Kadehi’nde olduğu gibi burda da es geçilmiş) çıkarılmış olmasına takılanlardan değilim. Böylesi kalın bir kitabın her detayını filmde görmeyi beklemek mantıklı değil.
Fakat tüm bu eleştirilere rağmen şunu da belirtmezsem vicdan azabı çekebilirim. Zümrüdüanka Yoldaşlığı, diğer filmler arasında daha özel bir yerde duruyor. Bu eksiklikleri çok daha bariz bir şekilde yapan serinin diğer filmlerine nazaran (bir kere daha Alfonso Cuarón yönetimindeki üçüncü filmi ayırdığımı belirtiyim), David Yates’in daha elle tutulur bir çalışma çıkardığını söylemeliyim.
Aslında David Yates ismi çok bilinmemesine rağmen, hakkında biraz bilgi sahibi olduktan sonra heyecan yaratmıştı. Televizyon için çektiği dizilerle İngiliz televizyon dünyasında bir fenomen haline gelmiş, pek çok kez BAFTA ödülünün sahibi olmuş ve çoğunlukla da politik mevzulara odaklanan bir yönetmen olarak Harry Potter’ı çekmesi istendiğinde, seri ile ilgili hiçbir fikri olmadığını da itiraf etmekten çekinmemişti. Senaryoda olduğunu düşündüğüm bu eksikliklerden kendisini azad edersek genel olarak başarılı bir çalışma çıkardığını düşünüyorum. Bunu sadece ben düşünmüyor olmalıyım ki, altıncı film ’in yönetmen koltuğuna şimdiden kurulmuş bile.
Kitapların müdavimi olup da filmleri, ağızlarında buruk bir tatla izleyen bir çok insan olduğu bir gerçek. Bu nedenle ben Harry Potter’ın yıllar sonra Örümcek Adam ve Batman’in akıbetine uğrayacağını düşünmeden edemiyorum. Yedi filmlik bu serinin eksiklerinden şikayetçi olan bir grup 'gişe canavarı' sinemacının, seriyi yeniden çekmek konusunda kolları sıvayacaklarını tahmin etmek çok da büyük bir kehanet olmasa gerek.
Hatta ve hatta dünyadaki bu Harry Potter fanatizmini gördükçe, bu fanatiklerin arasından sadece Harry Potter’ı çekmek hayaliyle sinemacı olmayı kafaya koyanlar olabileceğini bile düşünüyorum. 20 sene sonra başka bir Harry Potter yazısında görüşmek üzere... (mi acaba?)