-Merhaba, benim adım Ege, ve ben fanatik bir Harry Potter hayranı değilim.
-Merhaba Ege!
Bu yazıyı alkol bağımlıları toplantısı benzeri bir itiraf ile açmaya karar verdim, çünkü kanımca her kitabı çıktığı gün okuyan, her filme vizyona girdiği gün giden ve bütün karakterleri, mekanları, hikayeleri ezbere bilen ölümsüz bir Harry Potter hayranı olmadığımı, bu sayede elde bulunan serinin beşinci filmini adı üstünde sadece bir film olarak mikroskop altına alacağımı belirtmek istedim.
Yani sonuçta kitabın en küçük detaylarının bile film versiyonuna nasıl aktarıldığına veya hangi alt konuların ve karakterlerin, kitapta bulunmasına rağmen, ne hakla filmden çıkarıldıklarına dair ardı arkası kesilmez tartışmalar arıyorsanız, kusura bakmayın.
Fakat şimdilik Harry Potter’ın her filmini aşağı yukarı bir-iki kere izlemiş, seriye dışarıdan bakan bir şahsın ağzından okuyacaksınız bu eleştiriyi. İlk olarak belirtmem gerekir ki, hiçbir kitabını henüz okumadığım serinin vizyona giren her sinema macerası, kanımca bir önceki bölümden daha eğlenceli, daha katmanlı, kısacası daha doyurucu birer deneyim benim için. İlk bölümü yere göre sığdıramayan, bu hafta vizyona giren beşinci bölümü ise gayet yavan ve alışagelmiş bir fantazi gösterisi şeklinde bir kenara atan çoğu eleştirmene kıyasla tam tersi bir yolu takip etmekteyim. Konu genç sihirbaz arkadaşımıza geldiğinde...
Fazla çocuksu, renk ve ton bakımından gereğinden fazla parlak, Spielberg’in yeteneksiz kopyası Chris Colombus’un yönettiği ve 'nın ardından, son yılların belki de en saygı değer yönetmeni Alfonso Cuaron’un el attığı 'nın, aynı hikayeyi en azından biraz daha karanlık bir tonla, biraz daha sıkı bir düzen ile ekrana aktarması, Harry Potter’a olan tarafsız ilgisizliğimi biraz da olsa diğer tarafa çekti. Ardından gelen , daha da sıkı kurgulanmış ve heyecan verici hikayesi ve özellikle gayet karanlık ve şaşırtıcı derecede yetişkin sonu ile seriye daha çok saygı duymamı sağladı.
Serinin beşinci çıkartması ise alışık olduğumuz masum, renkli 'çocuk filmi' şablonunun dışına çıkarak olabildiğince karanlık ve yetişkin bir sinema filmini, belki de 'nden beri izlediğimiz en başarılı fantazi yapımını ortaya koyuyor.
Serinin ilerledikçe en çok hoşuma giden özelliği, her bölümün görsel ve dramatik yapısının, Harry ve arkadaşlarının ilerleyen yaşları ile birebir gitmesi. On yaşındaki Harry’nin etrafında geçen Felsefe Taşı'nın, o yaşa ait tipik parlak ve göz boyayan dünya bakışının aynı oranda parlak bir görsel yapıya sahip olması, 15 yaşındaki Harry’nin ise Zümrüanka'da buluğ çağının karmaşası ve büyüme ağrılarının stresinin boğucu ve karanlık bir anlatıma yol açması gibi...
Son yılların en yetişkin ve en ağır kapsamlı polis dizilerinden biri olan State of Play'in yönetmeni İngiliz David Yates’in, bu alışılagelmişin aksine 'büyüklere' odaklanan Potter filminin kamera arkasına geçmesi, izleyiciyi çok da şaşırtmamalı. Zümrüanka Yoldaşlığı, bilindik neşeli, renkli mekanlar olan Hogwarts Okulu'nu ve Weasleyler’in evini gösterirken bile ekranın parlaklık ayarını birkaç derece kısıyor gibi. Seriye yeni katılan mekanlar ise şaşırtıcı biçimde korkutucu ve etkileyici. Özellikle filmin sonunu süsleyen kehanetler koridoru, fantazi sineması tarihinin en yaratıcı mekanları arasında yerini almalı. Filmin Londra’sı bile Harry Potter’dan çok, geçen yılın şaheseri 'un Londra’sını hatırlatıyor.
Serinin en uzun kitaplarından birinin, şimdiye kadarki en kısa sinema uyarlamasına ilham kaynağı olması, Zümrüanka Yoldaşlığı'nın en önemli yoldaşı. Fazla ön plana kaçan ara konular ve karakterler ile ara sıra hikayenin akışını bozan önceki bölümlerin aksine bu sefer kitabın ana macerasına ve ikilemine odaklanan film, kanımca ilk defa elle tutulabilir, bariz bir hedef ortaya koyuyor Potter ve arkadaşları için. Bu da haliyle filmi daha hararetli bir ilgi ile izlememizi kolaylaştırıyor.
Şu günlerde kitaptaki bir sürü sahnenin filme konmadığına dair şikayet eden Potter hayranlarına rastlamak gayet mümkün. Fakat edebiyat ve sinema dünyasının değişik birer anlatım hızına ve yapısına sahip olduğu yeni bir teori değil. Eğer hızla ve heyecanla ilerleyen bir kitap, olduğu gibi ekrana aktarılırsa gayet yavaş ve sıkıcı bir filme dönüşmesi seyirciyi şaşırtmamalı. 'nin film versiyonu gibi... Bu açıdan, serinin başlangıcından beri ilk defa farklı bir senaryo yazarı deneyen Zümrüanka Yoldaşlığı, görsel bir kitap yerine kendi ayakları üzerinde duran bir film olması ile doğru bir yaklaşıma sahip.
Gençliği Harry Potter ile birebir giden Daniel Radcliffe, Emma Watson ve Rupert Grint, Harry, Harmione ve Ron rollerine artık ne kadar aşikar olduklarını ortaya koyarcasına doğal ve etkileyici birer performans sergiliyorlar. Dumbledore Mıchael Gambon ve Voldemort Ralph Fiennes’ın sondaki muhteşem sihir düellosuna şahit olmak lazım. Dört filmdir sadece öğrenciler tarafından yapılan sihirleri, geç de olsa sonunda usta yetişkinlerin elinden izlemek bambaşka bir deneyim.
Son olarak filmin en harikülade buluşu... Hogwarts’ı kara bulut misali depresyona ve monotonluğa boğan Dolores Umbridge, bürokratik pasif-agresif tanımına yeni bir boyut kazandırıyor. Tüyler ürpertici sahte gülümsemesi ile Dolores’i mükemmel bir dikkat ve detay ile canlandıran kıdemli İngiliz aktris Imelda Staunton’un, gelecek sene en iyi yardımcı kadın oyuncu Oscar’ına aday olması, ile hak ettiği altın heykeli Harry Potter ile alması en büyük dileğim.