Oyundan Düşünceye; Ermişler Ya da Günahkarlar, Yeri Gelmişken
Oyun Atölyesi!!!
"Ermişler Ya Da Günahkarlar"
OYA YAĞCI
Yazan: Anthony Horowitz / Çev: Zeynep Avcı / Yön: Işıl Kasaboğlu Dekor: Gürel Yontan / Kostüm: Gürel Yontan / Işık: İrfan Varlı / Müzik: Selim Atakan / Oyuncular: Haluk Bilginer, Bülent Emin Yarar, Şenay Gürler Oyun Atölyesi sahneye taşıdığı oyunlarla tiyatrolarımızın repertuar tartışmalarına kendiliğinden bir yanıt verir gibi. Gücünün,aklının ve yaratıcılığının sınırlarını zorlamanın seyirciyi pışpışlamadan ya da küstürmeden de olanaklı olduğunu anımsamamızı sağlayan ve en önemlisi kendi oyun oynama keyfini sonuna dek savunan, seyircisinden kopuk olmayan, entelektüel bir yaklaşım söz konusu. Seyirciye direnme hakkını kendine tanıyan ama onu alımlama sürecinde yalnız bırakmayan bir tiyatro yaklaşımı. Özlediğimiz ve ilgiyi hak eden bir yaklaşım.
"Ermişler ya da Günahkarlar" oyununa anlaşılabilir bir beklenti içinde gittim. Beklentim, oyunlarını olanak buldukça izleyebildiğim ama tiyatro serüvenlerini yakından izlediğim Oyun Atölyesi'nin farklı metinleri arayıp bulmaları ve bu metinleri büyüleyici bir yalınlıkla sahnelemeleri açısından yeni bir sürprizle karşılaşmak doğrultusundaydı. İstanbul'un sıcak ve keyifli bir cumartesi öğleden sonrasını (Oyunu Mayıs ayında izledim) Boğaz'da gezinerek geçirmektense kapalı bir mekanda oyun izleyerek geçirme çılgınlığımın asıl nedeni ise tiyatrocu kimliğime eşlik eden kıskanç bir merakla , tam da ekonomik krizin ortasında ve tiyatrosunun her daim krizle anıldığı bir ülkede her şeye rağmen ama sakin sakin sürdürülen bir tiyatro yaşantısını ve bununla da yetinmeyip bir de tiyatro binası inşa eden çılgınları yerinde incelemek gibi bilimsel bir kaygı idi. Gittim gördüm, gerçekten yapmışlar. Üstelik fuayeden de yansıyan büyük bir mizah duygusuyla yapılan işin oyunlaştırılarak seyirciyle paylaşıldığına da tanık oldum. Kimse ortalıkta "Ben kahramanım" diye bağırmıyordu üstelik. Sakinlik, sadelik ve profesyonellik,işte beklediğim sürpriz buydu. Tiyatro yaşantımız içinde görmeye alıştığım fotoğrafın aksine kendini değil ama yaptığı işi önemseyen bir enerji varlığını hissettiriyordu.
Üretimin kısır ve ilişkilerin kasıtlı olduğu bir ortamda usul usul ama keyifle, hayatı unutmadan kendini sanatla yenileyen, kavga değil tartışma yaratan ve en önemlisi şok etmek yerine şaşırtmayı seçen, dingin ama konuşkan bir dünya. Geveze değil ama konuşkan.Kendi adıma Tiyatroda aradığım bu. Oyun Atölyesi, bu tür özlemleri hem oluşturduğu mekanla hem de repertuarı ve sahne performansı ile karşılayan bir serüven içinde. Farklı olmayı göze alabilmek ve "korku"nun kıymetini bilmek ne de olsa pek yaygın bir alışkanlık değil. Devletten, çoğunluğun daraltan etkisinden, popülizmden , kaale alınmamaktan korkmak kıymetlidir ve korkunun ecele faydasının eceli yakınlaştırmak olduğunu bilmek de. Ecele karşı direnmek için bir araya gelemeyen insanlar tek tek kendilerini yok ederken, bir yaşam direnişi, bir hayır ve yadsıma eylemi olarak kendi "boş alanını" yaratma cesareti bana göre en değerlisidir. Salt bu nedenle olsa bile Oyun Atölyesi'ni canı gönülden ve tüm hücrelerimle kutluyorum. (Yıllardır bir sevinci, bir başarıyı kutlamak ve yapılanlar üzerine yapıcı bir eleştiri getirebilmek konusundaki özlemimi de hesaba katarak).
Oyuna gelince... Anthony Horowitz'in "Ermişler Ya da Günahkarlar"ı son yıllarda izlediğim iyi metinlerden biriydi ve taşıdığı iddia, reji ve özellikle Haluk Bilginer'in bıçak sırtı yorumuyla buluşan sağlam bir deneyimdi. Deneyim daha çok seyirci için kullandığım bir terim. Zira oyun süresince anımsatılan ve reji ile de algımızı sürekli sınayarak bizleri yadırgatan bir durum; "hiçbir şey göründüğü gibi değildir", Haluk Bilginer tarafından ete kemiğe bürünmüş bir gerçeklik olarak bıçak sırtı bir ortamda seyirciyi de dozu iyi ayarlanmış bir kuşkuculukla oyuna dahil etti.Öyle ki anlamlandıramadığınız bir ortamda bir türlü ele geçmeyen ve üstün bir zekaya işaret eden mantık oyunlarının izini sürerken, bir anda içine çekildiğiniz ortamın siz hiç farkına varmadan bambaşka bir boyut kazandığını görmek ve gördüklerinize alışmadan algınızdan şüphe duyacak denli görünenin sizle sürekli bir biçimde oynadığı oyuna mesafeli durabilmek ya da en azından çaba sarfetmek gerçek yaşam ve bizleri çevreleyen gerçeklik hakkında tedirginlik yaratıcı bir deneyime sürüklüyor izleyiciyi.Oyunun sürprizli finaline mantıksal olarak seyirciyi hazırlayan (çünkü metni rejinin sağladığı bütünlükle de seyirciye tüm olasılıkları sezdirecek denli iyi aktaran) ama ikna gücünü sonuna dek kullanarak duygusal açıdan kendine inandıran bir oyunculuk finalde çifte sürprize yol açıyor kanımca. İlk sürpriz oyun içinde oyun ile zaten hedeflenen sürprizken, ikincisi seyircinin en gelişkin polisiye kurgu yeteneği ile olası sürprizi tahmin etmesine rağmen Haluk Bilginer tarafından bu tahminin gerçekleşme anına yine de hazırlıksız yakalanması. Ki, bence oldukça keyifli ve estetik bir oyuna gelme deneyimi idi. Tabii finali hiç ama hiç tahmin etmeyen seyirci açısından da ayrı bir keyif katmanı söz konusu. Gidişat ne olursa olsun oyunun son 5 dakikasını bütün oyunu yeniden gözden geçirmemizi sağlayacak bir yoğunluğa taşımak hele fiziksel şiddetin sahnelenmesinin çok zor olduğu oyun-seyir yeri mesafesinde gerçekten zor bir iş.Ayrıca Haluk Bilginer'in yorumunda ortaya çıkan bu ikna yoğunluğu finalde meslekdaşı ile girdiği iddialaşma açısından da tutarlı. Yani bıçak sırtılık, oyunculuk hünerine bağlı teknik bir mesele değil, metne eleştirel bir mesafeden bakılarak çıkarılan keyfin de kanıtı gibi. Rolün katmanlarının oyuncu ile buluşabilme koşulu sanırım oyuncunun sahnede oyuncu olarak değil yaşayan bir insan olarak varolma deneyimidir. Kendi adıma "Ermişler ve Günahkarlar" da son yılların en popüler insanlarından biri olarak Haluk Bilginer'i oyunun ikinci dakikasında unuttuğumu görmek beni sevindirdi. Dr. Farguhar üzerinden sahnede tanık olduğumuz intim şiddeti ve buna eşlik eden üstün akıl yürütme gücünü Styler rolünde Bülent Emin Yarar ve Hemşire Plimpton ile Şenay Gürler'in zaman zaman kendini fazla hırpalayan yorumları tehlikeye soksa da gerilimin ve akıl oyunlarının yarattığı temponun keyfi eksilmedi oyun süresince. Hemşire Plimpton'un üzerinde "fazla" çalışılmış kostümünü oyunun gerilim dokusu içinde biraz erken ve fazla açıklayıcı bulduğumu belirtmeden geçemeyeceğim.Müzik, ışık ve dekor tasarımını ve realizasyonunu,reji tercihlerini bütünleyen ve asla öne çıkmayan dozları nedeniyle kutlamak gerekiyor. Sezdirmeyen ama etkin bir varlık oyunun iddiası açısından çok önemli ve başarılmış bir gizil güç sanırım. Işıl Kasapoğlu oluşturduğu kompozisyonla bu gizil gücü korumayı başarmış.
"Oyundan Düşünceye" sevgili hocam Sevda Şener'in bir kitabının adı ve ben bu başlığı oyun seçiminden tiyatro alanındaki varoluş biçimine dek Oyun Atölyesi üzerinden gündemi ve realiteyi düşünmek için ödünç aldım.Yıllardır kendi tiyatro serüvenim içinde öğrendiğim en önemli şey, toplumsal tavır ve demokrasi bilincimizin en net açığa çıktığı alanlardan birinin de oyun-seyir yeri olduğu gerçeğidir. Kendi kimliği ve gerçeklik algısı dışında kalan dünya ile ilişki kurma konusunda istekli olmayan insanımız, tiyatro sahnesinde de kendi gündelik gerçekliğini veya düşünce dünyasını aşan farklı durum ve yaşantılara açılmakta da aynı gönülsüz tavrını sürdürüyor genellikle. Belki bu nedenledir ki adaptasyon özellikle küçük kent tiyatrolarında sıkça başvurulan bir yöntem. Yakınlık ve benzerlik aynılıkla yer değiştiriyor böylece. Tanıdık durumlar ancak "tanış olmakla" mümkün hale geliyor. Tiyatro sanatının demokratik içeriği empati (gerçekçi akımın empatisi değil kasdedilen) kurma yeteneği iken, bizde bu durum,kendinin kılma, mülk edinme durumuna dönüşüyor.
Diğer uçta ise özellikle modern sonrası tiyatronun kendi içinde bir senteze ulaşmayan ve ulaşmasına da pek izin verilmeyen laboratuvar içeriği, empati yeteneğini baştan imha eden ve giderek benzerlik dahi kurma olanağını ortadan kaldıran bir anlamsızlığa sürüklüyor izleyiciyi. Bu kez elinde kendinin kılacağı, mülk edineceği bir özdeşlik nesnesi kalmayan seyircinin kendisi dışlanıyor "farklı" olduğu için. Her iki durumda ister izleyici tarafından içeriğin ve biçemin yani teatral bütünün dışlanması, ister sahnede üretilen bu teatral bütünün izleyiciyi dışlaması anti demokratik bir ilişkisizlik zemini inşa ediyor. Her bir alan diğerini "ötekileştirmek" suretiyle geçersiz ve işlevsiz kılıyor.
Ermişler Ya da Günahkarlar' a giderken sahip olduğum beklenti ufku, bu zemini, seyirci cephesinde oyun yeri lehine kırdığına daha önceki oyunlarından tanık olduğum bir tiyatro grubunun seçtiği oyuna dairdi daha çok.
Yani, tiyatronun yenilikçi macerasını salt performans-happening vs. bezdirici deneyselliklerde aramanın dışında da seçenekler olduğunu bizlere anımsatan ya da yaşamın kendisini aşacak denli somutluk kaygısı güden ve tiyatronun özünde olup tiyatro izlememizi sağlayan insana dair çatışma zenginliğini ve kurgusallığı yok sayan iki kutbun ötesinde belki de sıradan, bildiğimiz ama bize sunulduğu biçimiyle ilgimizi hak eden mütevazı bir tiyatro olayı bekliyordum.
Yani gündelik, yani sıradan bulup dikkat etmediğimiz pek çok küçük ama önemli ayrıntıyı araştırıp seçerek sahneye taşımaya "gönül indirmek"ten sakınmayan, yeniliği salt biçemde ve görkemli prodüksiyonlarda aramayan, yalın bir yaklaşım ve yalın bir tiyatro anlayışı. Takdir edersiniz ki yalınlık sahne sanatları için en büyük iddiadır. Sahne yaşantısında derinleşmek, ayrıntıları işlemek, ustalığı ve profesyonelliği insanın gözünün içine sokmayacak bir mütevazılık içinde savaş meydanında ayakta durabilmek. Yani Entelektüel ve profesyonel olmaktan kaçınmamak...
Cesaretin ve çaban için teşekkürler Oyun Atölyesi...
Farklılığın için de... .