|
Sponsor |
|
||||
GÖZLERİN
Gözlerin gözlerin gözlerin, ister hapisaneme, ister hastaneme gel, gözlerin gözlerin gözlerin hep güneşte, şu Mayıs ayı sonlarında öyledir işte Antalya tarafında ekinler seher vakti. Gözlerin gözlerin gözlerin, kaç defa karşımda ağladılar çırılçıplak kaldı gözlerin altı aylık çocuk gözleri gibi kocaman ve çırılçıplak, fakat bir gün bile güneşsiz kalmadılar. Gözlerin gözlerin gözlerin, gözlerin bir mahmurlaşmayagörsün sevinçli bahtiyar alabildiğine akıllı ve mükemmel dillere destan bir şeyler olur dünyaya sevdası insanın. Gözlerin gözlerin gözlerin, sonbaharda öyledir işte kestanelikleri Bursa'nın ve yaz yağmurundan sonra yapraklar ve her mevsim ve her saat İstanbul. Gözlerin gözlerin gözlerin, gün gelecek gülüm, gün gelecek, kardeş insanlar birbirine senin gözlerinle bakacaklar gülüm, senin gözlerinle bakacaklar. 1956 bu da süper bence |
|
||||
yanılmassam bu şiir savaş zamanının bi şiiri
HABER Onlardan haber geldi. Oradan onlardan. Gömlekleri kirli değil çatık değilmiş kaşları. Yalnız biraz uzamış tıraşları. "Yandık!" dememişler. Dayanmışlar biliyorum. "Dayandık!" dememişler. Gözleri gülerek bakıyorlarmış adama. Şakaklarında taze bir yara varmış ama, çatık değilmiş kaşları. Yalnız biraz uzamış tıraşları.... |
|
||||
HİCİV VADİSİNDE BİR TECRÜBEİ KALEMİYE
Bir varmış bir yokmuş. Develer tellallık edip satarken develeri, bir benim babam varmış, bir de bir zatımuhteremin pederi. Benim babam, dazlak kafalı ufak tefek bir adam. O bir zatımuhteremin pederi İkinci Sultan Hamidin meşhur hırsız seraskeri. Benim babam, dolu koymuş boş çıkmış, bütün ömrünce çevirmiş simsiyah defterleri. O, bir zatımuhteremin pederi - Yemen çölünde açlıktan ölenlerin suyundan, ekmeğinden çalarak, kumun üstüne akan kandan yüzde yüz komisyon alarak han, hamam, apartıman yapmış... Ey zatımuhterem! Şaire, "Kısa kes, diyelim, sözlerini!" Ölmüş sizin serasker peder. Benim de babam öldü. Ve dünyaya yummadan evvel ışıklı çocuk gözlerini siz onun yanındaydınız. Son beş papelin hesabını vermeden ölmesin, diye kalbinin atışını saydınız. Tutmuyordu babamın öpülesi elleri. O eller.. Babamın gözleri artık simsiyah defterleri göremiyordu... Fakat yine siz haklısınız: o gündü hesap günü. Taktınız tenezzülen kendi elinizle siz bir ölünün burnuna gözlüğünü, beş papelin hesabını istediniz. İşte o hesabı şimdi ben veriyorum. Size bir tokat borcum vardı. Dikkat! Kolumu geriyorum. İkimiz karşı karşıyayız. Sizin peder ölmüş. Öldü benim babam. Karşı karşıya kaldık iki meşhur adam. Benim şöhretim nerden gelir, ben neyimle meşhurum - -MALUM!. Size gelince: sizi meşhur eden şey: hırsız bir babanın kanlı altınlarını çalan hırsız bir oğlun parasıdır. Sizin şöhretiniz: lanetle dolu bir yükün çuval darasıdır. Şöhretiniz: kıvrak çengiler, büyük kemancılar veren çingene çadırlarının yüz karasıdır. İnanmazsanız eğer, karıştırsın alim efendiler kalın yapraklı kitaplar gibi seneleri: anlarsınız ki, Edirne boyu çingeneleri, görmemiştir soyunuz gibi bir soyu... Bir varmış bir yokmuş. Develer tellallık edip satarken develeri, bir benim babam varmış, bir de bir zatımuhteremin pederi. Ey zatımuhterem! Ölmüş sizin serasker peder. Öldü benim babam. Karşı karşıya kaldık iki meşhur adam... hikaye gibi çok güsel yaa babalara gitsin |
|
||||
KEREM GİBİ
Hava kurşun gibi ağır!! Bağır bağır bağır bağırıyorum. Koşun kurşun eritmeğe çağırıyorum... O diyor ki bana: — Sen kendi sesinle kül olursun ey! Kerem gibi yana yana... «Deeeert çok, hemdert yok» Yüreklerin kulakları sağır... Hava kurşun gibi ağır... Ben diyorum ki ona: — Kül olayım Kerem gibi yana yana. Ben yanmasam sen yanmasan biz yanmasak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa.. Hava toprak gibi gebe. Hava kurşun gibi ağır. Bağır bağır bağır bağırıyorum. Koşun kurşun eritmeğe çağırıyorum..... çoooooooooook güsell |
|
||||
Nazim hikmet ran
JAPON BALIKÇISI Denizde bir bulutun öldürdüğü Japon balıkçısı genç bir adamdı. Dostlarından dinledim bu türküyü Pasifik'te sapsarı bir akşamdı. Balık tuttuk yiyen ölür. Elimize değen ölür. Bu gemi bir kara tabut, lumbarından giren ölür. Balık tuttuk yiyen ölür, birden değil, ağır ağır, etleri çürür, dağılır. Balık tuttuk yiyen ölür. Elimize değen ölür. Tuzla, güneşle yıkanan bu vefalı, bu çalışkan elimize değen ölür. Birden değil, ağır ağır, etleri çürür, dağılır. Elimize değen ölür... Badem gözlüm beni unut. Bu gemi bir kara tabut, lumbarından giren ölür. Üstümüzden geçti bulut. Badem gözlüm beni unut. Boynuma sarılma, gülüm, benden sana geçer ölüm. Badem gözlüm beni unut. Bu gemi bir kara tabut. Badem gözlüm beni unut. Çürük yumurtadan çürük, benden yapacağın çocuk. Bu gemi bir kara tabut. Bu deniz bir ölü deniz. İnsanlar ey, nerdesiniz? Nerdesiniz? [1956] |