Kırmızı elbisesini giymişti Nina. Sokak lambasının ışığı vurdukça, elbisenin altında, ince vücudunun tüm hatları belli oluyordu. Her zaman tepede topladığı saçlarını, bu gece açık bırakmıştı. Bir kuzgunun tüyleri kadar siyah ve parlak saçları, hafif hafif esen rüzgarın ritmine uygun olarak, hafifçe dalgalanıyordu. Beyaz, solgun yüzündeki tek renk,elbisesiyle aynı renk ruj sürdüğü dudaklarındaydı. Sırtını, erkek köpeklerin işaret bırakmak, insan türünden erkeklerin ise eve kadar dayanamadıkları için çişini yaptığı ve bu yüzden sidik kokusunun sindiği sokak lambasının direğine yasladı. Dizinin bir karış üzerinde biten elbisesinin eteğini biraz daha yukarı çekti çünkü ileriden siyah bir mercedes geliyordu. Gecenin ilk müşterisi olabilirdi bu. Avının kokusunu almış bir aslan gibi, araba Nina’nın yanında durdu. Nina gülümseyerek arabanın açık camına doğru eğildi. Elbisesinin geniş yakasından vücudu göbeğine kadar gözüküyordu. Müşteri bir yandan Nina’yla pazarlık yapıyor, bir yandan da kızın vücudunu incelemeye çalışıyordu. Pazarlıkta anlaştılar ve Nina arabaya bindi.
Araba gözden kaybolduktan sonra, Edward saklandığı duvarın arkasından çıktı. Nina, hiçbir zaman sahip olamayacağı Nina, yine bir başkasının olacaktı bu gece. Tam iki yıl, üç ay dokuz gündür, yani Nina oturduğu sokağa taşındığından bu yana deli gibi aşıktı ona.Ellerini ceketinin cebine sokup, Nina’nın az önce yaslandığı sokak lambasına doğru yürüdü. Lambanın yanına gelince durup, ellerini cebinden çıkardı ve az önce kızın yaslandığı lambanın direğini okşamaya başladı. Dokunduğu soğuk direk değildi, Nina’nın solgun, pürüzsüz teniydi. Parmakları yüzünde, dudaklarında, saçlarında, Nina’nın tüm vücudundaydı. Biraz daha yaklaştı ve belki de uzun zamandır kendini bekleyen dudakları öptü. Omzuna dokunan bir el, daldığı hayal aleminden çıkmasını sağladı. Nina’nın ince narin bedeninin aksine oldukça iri bir bedene sahip, sarışın bir fahişe, sigara içmekten sararan dişlerini göstererek sırıtıyordu. Edward fahişeyi hiç görmemiş gibi yaparak tekrar ellerini cebine sokup, geldiği yöne doğru yürüdü. Fahişe bu işten memnun değildi. Hem Edward’ın peşi sıra yürüyor, hem de onunla konuşmaya çalışıyordu.
“Seni bambaşka bir dünya götürmemi ister misin?”
“Hayır. Git başımdan.”
“Hadi, yapma! Çok güzel olacak.”
“Git başımdan, beni takip etmeyi bırak.”
Edward kadını tersledikçe, o daha da hırslanıyor, Edward’ı takip etmeye devam ediyordu.
“Sen erkek değil misin yoksa?”
“…”
“Cevap versene, bir bozukluk mu var? Varsa ben düzeltirim.”
“Hiçbir bozukluğum yok. Git başımdan.”
“Bak, sana ilk görüşte kanım ısındı. Fiyatta bir kolaylık…”
Daha sözünü bitiremeden, Edward kadının boynunu tek eliyle tutmuş, sıkıyordu.
Kadın boynunu Edward’ın elinden kurtardıktan sonra, küfürler savurarak gecenin karanlığına karıştı. Nina’yı kendilerinden biri yaptıkları için, fahişelerden nefret ediyordu. Nina’nın şu anda bir başka erkeğin kollarında olduğu aklına geldi yine. Boğazında canını acıtan bir yumru vardı. Her zaman orda olan ve orada kalacak bir yumru. Kendini ne kadar zorlasa da bu gece de ağlayamamıştı.
Sabah gün doğmadan açmıştı dükkanını. İki katlı, küçük bir hediyelik eşya dükkanıydı burası. Sattığı ürünlerin çoğunu kendi yapıyordu. Yapmaktan en çok zevk aldığı ürün ise içlerini samanla doldurarak yaptığı, oyuncak bebeklerdi. Dükkanının üst katını hem ev, hem de atölye olarak kullanıyordu. Dükkanın sevdiği bir yanı da Nina’nın oturduğu apartmana yakın olmasıydı. Nina daha önce dükkana gelmemişti ama her sabah gazete ve ekmek almak için markete giderken, mutlaka Edward’ın dükkanının önünden geçerdi. Bu geçiş asla bitmesini istemediği bir filmdi sanki. Elinde olsa filmi sürekli başa sarar, Nina’nın salınarak dükkanın önünden geçişini devamlı izlerdi.
Öğlen on ikiye doğru, dualarının kabul olduğu söylenebilirdi. Edward saman bebeklerden birinin kopmak üzere olan gözünü dikerken, kapı açıldığını haber veren minik zil her zamanki neşesiyle çaldı. Edward gözündeki gözlükleri burnuna doğru indirip, gelenin kim olduğuna baktı. Karşısında Nina’yı görünce, doğru görüp görmediğini anlamak için, bir kez de gözlüklerini takıp baktı. Gördüğü şey doğruydu, Nina gelmişti. Kekeleyerek “Hoş geldiniz” dedi.
Nina, Edward’ın aksine oldukça rahattı. Ağzındaki sakızı çıkarıp, konuşmaya başladı.
“Merhaba. Bir arkadaşım için hediyelik eşya bakıyorum. Yardımcı olur musunuz?”
Edward tezgahın arkasından çıkarak, Nina’nın yanına geldi ve ona alternatifleri sıraladı. Kız saman bebeklerden birini eline alıp incelerken, kendisinin de Edward tarafından incelendiğinin farkında değildi. Beyaz, yakası dantelli ve biraz da dekolte bir bluz, altına da dizleri yırtık bir kot pantolon giymişti. Saçları topuzdu. Yüzünde makyaj yoktu. Edward, Nina’ya doğru biraz daha yaklaştı. Gözleri, kızın nefes alıp verdikçe inip çıkan, dolgun göğüslerindeydi. Ama onu asıl cezbeden kızın daha önce hiçbir yerde duymadığı teninin kokusuydu. Nina adamın kendini incelediğini fark edince bilinçli bir şekilde parmağıyla göğsünü kaşıdı.Edward kıpkırmızı olduğunu hissetmişti.
“Bu bebekler çok güzel.”
“Kendim yapıyorum onları.”
“Sahi mi? Gerçekten çok yeteneklisiniz. Sanırım ben bunu alacağım.”
Aniden Edward’ın içinde bir duygu belirdi. Nina’ya sahip olmak istiyordu. Bedenine sahip olmak isteği değildi bu, farklı bir şeydi. Nina’nın her zaman yanında olmasını, bedeninden bir parça olmasını istiyordu. Bu olursa ancak bugün olabilirdi. Nina bir daha buraya gelmeyebilirdi.
“İsterseniz daha güzel modellerde var, yukarıdaki atölyemde. Birlikte çıkıp bakabiliriz.”
Nina,Edward’ın bu önerisinin altında başka bir istek olduğunu seziyordu. Yine de Edward’ın önerisine “evet” deyip onunla birlikte yukarı çıktı. Edward, yukarı çıktıktan sonra izin isteyip, tekrar aşağı indi ve dükkanının kapısını kilitleyip, açık yazısını ters çevirdi. Yukarı çıkmadan önce hediyelik olarak sattığı aynalardan birinde yüzünü inceledi bir süre. Yakışıklı biri değildi ama çirkinde sayılmazdı. Yüzünü beğenirdi, biraz iri olan burnunun dışında. Sanki kendinin değil de bir başkasının burnuydu bu. O yüzden, yüzüne yakıştıramıyordu burnunu. Yine de çok kötü sayılmazdı. Çoğu arkadaşı burnunun ona karizmatik bir hava verdiğini söylerlerdi. Aynada bir süre daha kendine baktıktan sonra, pek özen göstermediği saçlarını eliyle düzeltip, aynanın karşısından ayrıldı.
Üst kata çıktığında, Nina’nın kendisini üstündeki bluzu çıkarmış, sütyeniyle beklerken buldu. Utangaç bir çocuk gibi başını önüne eğdi.
“Ha…hayır, benim niyetim sizinle…”
Nina, Edward sözünü tamamlamadan bluzünü tekrar giydi.
“Affedersiniz, ben sanmıştım ki…Gerçekten çok aptalım.”
“Hayır, lütfen böyle konuşmayın.”
“Sanırım gitsem iyi olur.”
Nina merdivenlerden inecekken, Edward kızın kolundan tuttu.
“Biraz daha kalamaz mısın?”
Nina, Edward’ın gözlerine baktı. Bu anlamlı bakan, mavi gözlerin içinde kendini görmüştü. Uzun zamandır orada olmalıydı. Hiçbir şey söylemeden adama sarıldı. Edward kızın vücudunu kendi vücuduna iyice bastırırken, gözü çalışma masasının üstündeki makasa ilişti. Çok yakındı, alabilirdi. Hissettirmeden makası aldı ve kızın sırtına saplandı. Nina acı içinde haykırarak, sırtındaki makasla birlikte yere düştü. Edward, Nina’nın ne olduğunu anlamasına izin vermeden, sırtına saplı makası alıp, bu sefer de, kalbine sapladı. Tek sefer işe yaramıştı, Nina ölüydü artık. Edward, kırılacak bir eşyayı taşıyormuş gibi, yavaşça Nina’yı kucağına alıp, banyoya gitti. Kızı soyduktan sonra, çıplak bedenini küvete koydu.
“Beni affet, bunu yapmazsam asla benden bir parça olmazsın. Sen hep benim yanımda kalmalısın Nina. Güzel bedenin, o iğrenç adamların yatağında olmamalı. Sen bana aitsin Nina ve hep öyle kalacaksın.”
Kızın bedeninden akan kanın bir kısmını, küçük bir pet şişeye doldurdu. Karnını yardı ve iç organlarını çıkarmaya başladı. Çıkardığı her organı, yere serdiği gazetelerin üzerine koyuyordu. Karnından sonra, göğüslerini kesti. Nina’nın hiçbir zaman kendini sevmeyen kalbi avuçlarındaydı. Elinin tersiyle alnındaki terleri sildi ve mutfağa gidip, küçük satırını aldı. Nina’nın kafasının üst kısmını kesip, beynini çıkardı. Tüm bunları yaparken, ellerini yıkayıp aşağı iniyor, gelen müşterilere yardımcı oluyordu. Nina’yı parçalara ayırırken, önlük taktığı için, üzerinde hiçbir kan lekesi yoktu.
Güneş batarken, Nina’nın içini tamamen boşaltmıştı. Yerdeki iç organlarını alıp, büyük bir tencereye koydu. Gözü yerde duran kan dolu şişeye ilişti. Şişeyi alıp, kanın kokusunu içine çektikten sonra, bir iki yudumunu içti.
“Nina, hep içimde olmalısın.”
Karnı acıkmıştı. Yemekte Nina vardı, içkisi de Nina’ydı.Tıpkı saman bebeklere yaptığı gibi, büyük bir itinayla, samanları Nina’nın boş bedenine yerleştirmeye başladı. Yerleştirme işi bittikten sonra, yine itinayla kızın derisini dikti. Artık sabit durmayan boynunu desteklemek için, kalın bir iple sarmıştı. Sıra gözlere ve ağza gelmişti. Önce kırmızı bir iple ağzını dikti. Dikiş aşağı doğru gidiyor, kızın yüzüne hüzünlü bir hava veriyordu. Gözlerini çıkaracağı sırada durdu. Bunu yapamazdı. Sevgili Nina’sının gözleri hep ona bakmalıydı. Gözlerini çıkarmadı ama göz kapaklarının bir daha kapanmaması için onları dikti. Kıyafetlerini de giydirdikten sonra, her şey bitmişti. Nina’yı yatak odasına götürüp, yatağının üzerine koydu. Bir iki adım geri çekilip, şaheserini inceledi.
Nina’nın kaybolmasından üç gün sonra, polisler kızın en son Edward’ın dükkanında görüldüğünü öğrenmişlerdi. Edward polisleri görünce heyecanlanıp, biri diğerini tutmayan bilgiler verdi. Polisler iyice şüphelenip, üst katta dahil dükkanın her yanını didik didik aramaya başladılar.
Polis memuru Catherine girdiği odanın ışığını açtı. Odada büyük bir yatak, yatağın üzerinde de bir bebek vardı. Catherine yavaşça bebeğe doğru yaklaştığında, onun parıldayan gözlerini gördü. Şimdiye kadar böyle bir şeyle karşılaşmamıştı. Heyecanı biraz geçtikten sonra arkadaşlarına seslendi; “Onu buldum sanırım”. Edward alt katta bekleyen polislerden birine doğru yaklaşarak, kelepçeyi takması için kollarını uzattı. Tüm polisler ve elleri kelepçeli Edward dükkandan çıkarken, Catherine geri dönüp, Nina’nın bluzüne kırmızı bir iplikle işlenmiş yazıyı okudu.