Güneşin arsız ışıkları, çoktandır Jack’in bedenini kavuruyordu. Uzun zamandır kadınının tenine hasret yaşayan esmer teni daha da kararmıştı. Ağzındaki küçük bir ot parçasını geveleyerek, verandadaki sallanan sandalyede ritmik bir şekilde sallanmaya başladı. Baktığı her yer, eski filmler gibi siyah beyazdı ve hüzünlüydü. Kadın giderken, bütün renkleri götürmüştü. Gündüzler daha kolay geçiyordu, ya geceler? Yalnızlık bir örümcek gibi hissettirmeden her yere ağ yapmıştı. Jack’in ruhu, kalbi, mutluluğu, umutları kısacası her şeyi, bu ağlara takılmıştı ve yalnızlık denilen örümcek tarafından kemiriliyordu. Elini göğsüne koydu. Acı çeken kalbi, yardım diliyordu ondan. Kadının güzel elleri hala oradaydı sanki. Oradaydı ve hissediyordu onun sıcak tenini. Gözlerini kapattı. Uyumak, hayır hayır ölmek istiyordu. Kadının elini daha çok hissetmeye başladı. Kalbinin atışları hızlanmıştı. İçinden bir ses gözlerini açmasını söylemesine rağmen, korkuyordu. İçeriden gelen piyano sesiyle, irkilerek gözünü açtı. Biraz önce hissettiği korkunun yerinde şimdi merak vardı. Yavaşça ayağa kalktı ve ağzındaki otu tükürdükten sonra, içeri girdi. Hüzünlü bir şarkı çalınıyordu. Daha önce duymadığı, bilmediği, bilmese de ruhunu derinden sarsan bir şarkı. Piyanonun olduğu odanın önündeydi şimdi. Eli merakla tokmağa gidiyor, ardından gelen korku ise elini geri çekmesini sağlıyordu. Merak, korkuyu yenmişti. Hızla kapıyı açtı. Öldüğü gün üzerinde olan beyaz elbiseyi giymişti yine. Sarı, iri bukleli saçları omuzlarına dökülüyordu. Bir kuğununki kadar ince olan boynundaki ip izi uzaktan bile kendini belli ediyordu. Yüzünde hiçbir ifade olmaksızın, çalıyordu. Bütün benliğini parmaklarına vermişti sanki. Adeta dans ediyordu parmakları tuşların üzerinde. Jack öylece izliyordu kadını. Olduğu yerde kilitlenip kalmıştı. Ne konuşabiliyor, ne de kadının yanına gidebiliyordu. Piyanodan çıkan sesler onu ipnotize etmişti. Kadın çalmayı bıraktığı zaman, kendine gelebildi. Bunca zamanın özlemi öyle birikmişti ki içinde, şimdi dışarı çıkmak istiyor, yerinde duramıyordu. Özgür kalmış bir kuş gibi, sevinçle ve biraz da korkuyla yaklaştı kadına.
“Emily!”
Kadın başını kaldırıp, ona baktığı zaman, Jack ruhunun titrediğini hissetti. Bunlar Emily’nin bakışları değildi. Ancak bir ifritin böyle kötülükle dolu bakışları olabilirdi. Geri geri yürüyüp, uzaklaşmaya başladı kadından. Buna rağmen, o bakışlar hala üzerindeydi. Bakmasa bile hissedebiliyordu bunu. Kapıyı açmaya çalıştı. İfrit bütün odayı büyülemişti sanki. Arkasını döndüğü zaman yine onu gördü.
“Sen kimsin?”
“Benim, Emily. Tanımadın mı beni sevgilim?”
“Emily öldü.”
“Ölmüş olsam, beni nasıl görebilirsin?”
“Sen Emily değilsin. Emily intihar etti. Sen ifritsin. Defol evimden.”
İfrit kollarını Jack’in boynuna doladı. Üzerine karabasan çökmüş gibi, parmağını bile oynatamıyordu. İçinden bildiği bütün duaları okumaya başladı. İfrit canı yanmış gibi hızla ellerini Jack’in boynundan çekti. Duvarda asılı olan haçı almasına fırsat kalmadan, gözden kaybolmuştu. Jack yine de duvardan haçı aldı ve elinden alacaklarmış gibi sımsıkı tutarak odadan çıktı.
Uykuya dalalı ne kadar olduğunu bilmiyordu. Derinlerden gelen piyano sesiyle, uyandı. Titremeye başladığını hissetti. Elini yastığının altına sokarak haçın orada olup, olmadığını kontrol etti. Rahatlamıştı. Haçı eline alıp, yataktan kalktı. Piyanonun olduğu odaya gidecekti yine. Odanın önüne geldiğinde bu sefer duraksamadan kapıyı açtı. İfrit Emily’nin kılığında, piyanonun üzerine çıkmış, bir köpek gibi dört ayağı üzerinde durarak, ona dişlerini gösteriyordu. Bakışları şimdi daha da kötüydü. Gözleri, uzun, sipsivri ve içi pislik dolu tırnaklarına kaydı. Üzerindeki tutukluğu atıp, haçı ifrite doğru tuttu. İfrit homurdanarak hızla kapıdan tarafa doğru gitti. Jack’in arkasındaydı şimdi. Çığlıklar atarak, boynuna atladı. Birlikte yere yuvarlanmışlar, Jack’in elindeki haç, odanın diğer köşesine fırlamıştı. Jack, ifritin bakışlarını görmemek için gözlerini kapatıyor, bakışlarından kurtulsa bile, onun pis nefesinin yüzünde gezinmesine engel olamıyordu. İfritin elleri şimdi tam kalbinin üzerindeydi. Jack’in kulağına doğru yaklaştı.
“Bir bedene ihtiyacım var.”
Şimdiye kadar duyduğu en korkunç ses tonuydu bu. İliklerine kadar ürperdiğini hissetti.
“Defol, defol evimden.”
Cesaretle konuşuyor gibiydi ama korkuyordu. Korktuğunu hissetmişti ifrit. Kahkahalarla gülmeye başladı. Ancak bu kahkahalar, bir kadının kahkahasıydı.
“Sevgilim, neden gözlerin kapalı?”
Jack yavaşça araladı göz kapaklarını. Emily en tatlı gülümsemesiyle ona bakıyordu. Yumuşacık ellerini, yüzünde, boynunda gezdiriyordu. Jack gözlerini tamamen açtı. Böyle tatlı bakan birisi ifrit olamazdı.
“Emily” diyerek kadına sarıldı.
Kadın, adamı geriye doğru ittikten sonra, birden hızla dudaklarına yapıştı. Adamın üzerindeki atleti yırtarcasına çıkardı.
“Yavaş ol biraz” diyerek güldü Jack.
“Seni çok özledim.”
Jack kendini Emily’e bıraktı. Bir rüyada gibiydi. Kadının sıcacık bedenine kavuşmuştu artık. Hiç bu kadar mutlu olduğunu hatırlamıyordu. Kadının dudakları vücudunun her yerine ufak öpücükler bırakıyordu şimdi. Tırnakları sırtına batınca, acıyla gözlerini açtı. Odada kimse yoktu. Şaşkınlığını üzerinden attıktan sonra, şortunu eline aldı. Giymek için ayağını kaldırdığı sırada, görünmeyen bir el, Jack’i yere düşürdü. Odadaki nefes alış verişleri duyabiliyordu. Ne olacaksa olsun diyerek, olduğu yerde kımıldamadan durdu. İfritin kendine yaklaştığını hissedebiliyordu. Yaklaştı, yaklaştı ve yaralarla dolu olan dudaklarını, Jack’in dudaklarına bastırdı. İfritin ağzından, iğrenç tadı olan, acı bir sıvı aktı, Jack’in ağzına. Sıvı ağzına akarken, ifritin gözlerindeki kötülükte, Jack’in gözlerine geçiyordu.
Kendine geldiğinde, yatağındaydı.
“Şükürler olsun” deyip derin bir soluk aldı. Kötü bir kabus görmüştü. Tuvalete gitmek için, odadan çıktı. Öyle gerçekçi bir kabustu ki, bir süre uyuyamayacağını düşündü. Tuvalet aynasında yüzüne baktığı zaman, ağzının kenarından akan, siyah bir sıvı gördü. Anlamıyordu, Bütün bunlar, rüya değil miydi? Sırtını döndüğünde, tırnak izlerini gördü. Bayılmamak için zor dayanıyordu. Sırtını kapıya yaslayıp, bir süre durdu. Gidip tekrar aynaya baktı. İzler hala sırtındaydı. Hızla tuvaletten çıkıp, odasına gitti. Yastığını fırlatıp, altındaki haçı eline aldı. Almasıyla fırlatması bir olmuştu. Acıyla, elini yumruk yapıp sıktı. Acısı bir süre sonra geçince, yavaşça elini açtı. Haçın değdiği yerlerde, yanık izleri vardı.