Adolf Hitler, 1889
Adolf Hitler, 20 Nisan 1889’da Alois (Schicklgruber) Hitler (1837-1903) ve Klara Pölzl’in (1860-1907) üçüncü çocuğu olarak Yukarı Avusturya’da, Almanya sınırına çok yakın küçük bir kasaba olan, Braunau am Inn’de dünyaya geldi.
Gümrük memurluğu yapan babası Alois Hitler’in, 2. eşinden de Alois Jr. ve Angela isimlerinde iki çocuğu vardı. Gayri meşru olarak dünyaya gelen Alois, 39 yaşına kadar annesinin soyadını (Schicklgruber) taşıdı. Ziyaret ettiği doğum kayıtlarından sorumlu bir rahibin, üvey babasının ‘Johann Georg Hiedler’ olduğunu ( bir diğer olasılık ise kardeşi Johann Nepomuk Hiedler’di) kanıtlamasıyla ‘Hiedler’ soyadını kullanmaya başladı. Hiedler, Huetler ve Huettler gibi şekillerde telaffuz edilen soyadı, son olarak Hitler şeklinde yerleşti. (Sonraları Adolf, politik düşmanları tarafından soyadının aslında Hitler olmadığı, Schicklgruber olduğu suçlamalarıyla karşılaştı. Ayrıca 2. Dünya Savaşı sırasında, Alman şehirleri üzerinden ‘Heil Schicklgruber’ (Yaşasın Schicklgruber) ibaresi taşıyan broşürler uçaklardan atılarak müttefik propagandası olarak da kullanıldı.)
Yasal olarak Hitler soyadı ile dünyaya gelen Adolf’un anneannesinin ismi de Johanna Hiedler’di.
1907 yılında başvurduğu Viyana Güzel SanatlarAkademisi (Academy of Fine Arts Vienna) tarafından ressamlığa uygun olmadığı gerekçesi ve yeteneklerini mimarlık alanında geliştirmesi öğüdüyle reddedildi. Adolf, bu öğüdü yerine getirmeyi çok istemesine rağmen bunun için teknik alt yapısı ve lise diploması olması zorunluydu.
Annesinin hastalığı ortaya çıktığında geçim kaynakları neredeyse kurumak üzere olan Adolf, kendisine bağlanan yetim aylığıyla geçiniyordu. Bu yüzden Viyana’ya gitme kararı aldı.
Bir çanta dolusu elbise ve çamaşırla Viyana'nın yolunu tuttum, içimde sarsılmaz bir irade vardı. Babam elli yıl önce kaderini zorlamayı başarmıştı. Babam gibi yapacaktım. Ama ben "adam" olacaktım, memur değil. (Kavgam, Bölüm. 1)
1907’nin 21 Aralık gününde, annesi iyice ilerleyen göğüs kanseri nedeniyle hayatını kaybetti. Hitler, çok büyük bir üzüntüye boğulmuştu. Artık tek isteği Güzel Sanatlar Akademisi’ne girebilmekti.
Babama saygı ile bağlanmıştım, annemi ise sevmiştim. (Kavgam, Bölüm. 1)
1908’de bir kez daha başvurduğu akademinin, onu yeniden reddetmesinin ardından umutlarını da yitirmiş bir şekilde tamamen parasız kaldı. Yetim maaşının kendi payına düşen kısmını da kardeşi Paula’ya veren Adolf, 21 yaşındayken halasından kalan az miktardaki miras parasının da bitmesiyle 1909’da evsizler yurduna yerleşti. Posta kartlarından kopyaladığı manzara resimlerini, dükkanlara ve turistlere satarak geçinmeye çalışan Adolf, 1910 yılında çalışan fakir adamların kaldığı bir eve yerleşti.
Nihayet on dört on beş yaşıma geldiğimde siyasetten bahsedildiği sıralarda Yahudi kelimesini duymaya başladım. Bu sözler ben de az da olsa bir itiraz etme duygusu uyandırıyordu. Mezhepler dolayısıyla çıkan kavga ve çekişmeleri gördüğüm vakit içimde nahoş hisler kabarıyordu.
Almanla Yahudi arasındaki farkın sadece dinler arasında olduğunu zannediyordum. Hatta sürekli zulümlere hedef olmalarını, din (arkına veriyor ve bu yüzden de kendilerine antipati beslemiyordum.”
İşte kafam bu düşüncelerle dolu olarak Viyana'ya geldim. O günlerde Viyana'da iki milyon kişi yaşıyordu ve bu nüfusun iki yüz bini Yahudi idi. İşte ben bunun farkında değildim. İlk günlerde gözlemlerim ve düşüncelerim, yeni değer ve fikirlerin giriştikleri hücuma pek o kadar karşı koyacak kuvvette değildi. Nihayet içimde ağır ağır sükûnet ortaya çıkmaya başladığı ve bu hummalı hayaller açıklığa kavuştuğu sıralarda, Yahudi meselesi ile burun buruna geldiğim an ki, etrafımı çepeçevre saran dünyaya çok daha dikkatli bakmaya başladım.
Yahudi meselesi ile karşılaşmamdaki şekil bana pek hoş gelmedi. Ben o sıralarda Yahudi'yi sadece başka bir dine mensup bir kimse olarak kabul ediyordum. Dini çekişmelerden ve dini inanışlardan çıkan her türlü düşmanlığı, hoşgörü ve insaniyet adına daima kınamaktan da kendimi alamıyordum. Bu arada Viyana'nın Yahudi aleyhtarı basının tutumu da bana medeni bir milletin örf ve geleneklerine yakışmaz gibi geliyordu. (Kavgam, Bölüm. 1)”
Viyana’dayken, ilk kez içinde Doğu Avrupa’daki birçok Ortodoks Yahudi (Hitler’e göre ırkçı teorilerle karışık, geleneksel dinci ve önyargılı, geniş bir yahudi kitlesi) için, anti-semitist düşünceler barındırmaya başladı. Zamanla Lanz von Liebenfels’in ırk ideolojileri ve anti-semitizm hakkındaki yazılarından ve Vienna Belediye Başkanı, aynı zamanda Hıristiyan Sosyal Partisi’nin (Christian Social Party) kurucusu ve tarihin en şiddetli demagoglarından Karl Lueger ve Pan-Germanic Away from Rome! Hareketi’nin (pan-Germanic Away from Rome! Movement) lideri Georg Ritter von Schönerer gibi politikacıların yarattığı polemiklerden etkilendi. Daha sonra yazdığı Kavgam (Mein Kampf) adlı kitabında, dine bağlı anti-semitizm karşıtlığından, nasıl tam tersi bir zemine (anti-semitizmi ırkçı zeminde desteklemeye) geçiş yaptığını anlattı.
Bu mesaj; pilaki tarafından '13.05.10 - 12:02' tarihinde değiştirildi.
|