|
Sponsor |
|
||||
Phrasal verbs
Phrasal verbs çoğunlukla bir edat ve birden daha fazla sözcük veya sözcük grubunun bir araya gelmesinden oluşan eylemlerdir. Phrasal verbs’ ler çoğu kez dilin güncel kullanımlarından ortaya çıkar ve sık kullanıldığı için zamanla dilin ana yapısını oluşturur. Phrasal verbs hem geçişsiz hem de geçişli fiil olarak kullanılabilir.
GEÇİŞSİZ FİLLERE ÖRNEK (The children were sitting around, doing nothing (Çocuklar hiçbir şey yapmıyorlar, öylece oturuyorlardı.) The witness finally broke down on the stand. (Tanık sonunda durumu değiştirdi) GEÇİŞLİ FİİLLERE ÖRNEK Our boss called off the meeting. (Patronumuz toplantıyı erteledi) She looked up her old boyfriend. (Eski erkek arkadaşını aradı.) Bu yapıdaki bir fiil ile birleşmiş kelimeye (çoğu kez bir edat ile) takı denir. Phrasal verbs ‘ler ile ilgili yaşanan problem, öncelikle anlamlarındaki belirsizliktir ve çoğunlukla P.V’ler birkaç farklı anlamı ifade ederler. Örneğin; To make out: bir şeyin farkına varmak veya görmek, Bu sözcük grubu aynı sevişmek anlamına da gelebilir. If someone chooses to turn up the street (Eğer biri caddeden yukarı doğru gitmeyi tercih ederse) Yukarıdaki örnekte kullanılan "Turn up" bir edat ile bir fiilin birleşmesidir ama bir P.V değildir. Yani gerçek anlamında kullanılmışlardır. Ama aşağıdaki örnekte "turn up" phrasal verb olarak kullanılmakta ve tamamen farklı anlamlar vermektedir. if your neighbors unexpectedly turn up (appear) at a party or your brother turns up his radio, ( Eğer komşularınız beklenmedik bir anda bir partiye gelirse veya erkek kardeşiniz radyonun sesini yükseltirse) Ayrıca P.V ‘ ü oluşturan fiil, edat veya sözcük grupları her zaman yan yana yazılmazlar. "Fill this out," (Bunu doldurun) diyebiliriz ya da "Fill out this form." diyebiliriz. Her ikisi de doğrudur. Phrasal verblerin geniş listesini; ayrılabilir-ayrılamaz, geçişli-geçişsiz phrasal verbs’lerin listesi aşağıda verilmiştir. Fiillerin listesi kısa tanımlarla ve örneklemelerle bir araya getirilmiştir. Liste basıldığı takdirde kullandığınız yazı tipi veya tarayıcınıza göre beş veya altı sayfadır. Öncelikle bu dili öğrenenlerin P.V konusunda başarılı olmak için yapmaları gereken şey, çok fazla okumak ve dinlemektir. Bir de iyi bir sözlük edinmek, oldukça yararlı olacaktır. |
|
||||
Seperable (Ayrılabilir) Phrasal Verbs
Nesne, phrasal verbs ‘ den sonra gelebilir, veya cümleyi iki kısma ayırabilir. · You have to do this paint job over. (Bu boyamayı tekrar yapman gerekir.) · You have to do over this paint job. Aşağıdaki Phrasal verbs’lerin nesnesi zamir olduğunda, bu iki kısmın ayrılması gerekir Fiil Anlam Örnek blow up Patlamak, havaya uçurmak The terrorists tried to blow up the railroad station. “Teröristler demiryolu istasyonunu havaya uçurmaya çalıştılar.” bring up Bir konudan bahsetmek My mother brought up that little matter of my prison record again. “Annem, o kadar da önemli olmayan sabıka kaydımdan bahsetti.” bring up Çocuk yetiştirmek. It isn't easy to bring up children nowadays. “Bu günlerde çocuk yetiştirmek kolay değil.” call off İptal etmek They called off this afternoon's meeting “Öğleden sonraki toplantıyı iptal ettiler.” do over Bir işi tekrar etmek Do this homework over. “Bu ödevi tekrar yap.” fill out Bir formu doldurmak Fill out this application form and mail it in. “Bu başvuru formunu doldur ve postala.”<!--[if !supportLineBreakNewLine]--> <!--[endif]--> fill up Tamamen-ağzına kadar doldurmak She filled up the grocery cart with free food. “Sepeti tamamen, bedava yiyecekle doldurdu.” find out öğrenmek My sister found out that her husband had been planning a surprise party for her. “Kız kardeşim kocasının onun için sürpriz bir parti düzenlediğini öğrendi.” give away Birisine bir şeyi bedava vermek The filling station was giving away free gas. “Benzin istasyonu bedava gaz veriyordu.” give back Bir şeyi geri vermek My brother borrowed my car. I have a feeling he's not about to give it back. “Erkek kardeşim arabamı ödünç aldı.Arabayı geri vermeyeceğini düşünüyorum.” hand in Bir şeyi onaylamak (ödev yapmak) The students handed in their papers and left the room. “Öğrenciler, ödevlerini tamamladılar ve sınıftan çıktılar.” hang up Telefonu kapatmak She hung up the phone before she hung up her clothes. “Kıyafetini asmadan önce telefonu kapadı.” hold up Geciktirmek I hate to hold up the meeting, but I have to go to the bathroom. “Toplantıyı geciktirmekten hiç hoşlanmıyorum ama lavaboya gitmem gerekiyor.” hold up (2) soymak Three masked gunmen held up the Security Bank this afternoon. “Üç maskeli ve silahlı adam Güvenlik Bankasını bu öğleden sonra soydular.” leave out Atlamak, çıkarmak, savsaklamak You left out the part about the police chase down. (Polisin kovalamasıyla ilgili bölümü atladın.) look over incelemek, kontrol etmek The lawyers looked over the papers carefully before questioning the witness. (They looked them over carefully.) “Avukatlar tanıkları sorgulamadan önce evrakları dikkatlice incelediler.” look up Bir listenin içinde aramak You've misspelled this word again. You'd better look it up. “Bu kelimeyi yine yanlış yazdın.Doğru yazılımına baksan iyi olacak.” make up Bir hikaye veya yalan uydurmak She knew she was in trouble, so she made up a story about going to the movies with her friends. “Başının belada olduğunun farkındaydı bu yüzden arkadaşlarıyla sinemaya gittiğini uydurdu.” make out Duymak, algılamak He was so far away, we really couldn't make out what he was saying. “O kadar uzaktaydı ki onun ne söylediğini duyamadık.” pick out Seçmek There were three men in the line-up. She picked out the guy she thought had stolen her purse. “Sırada üç adam vardı.Cüzdanını çaldığını düşündüğü adamı seçti.” pick up Bir şeyi kaldırmak The crane picked up the entire house. (Watch them pick it up.) “Vinç bütün evi havaya kaldırdı.” point out Dikkat çekmek, belirtmek As we drove through Paris, Francoise pointed out the major historical sites. “Paris’ten arabayla geçerken, Francoise başlıca tarihi yerlere dikkatimizi çekti.” put away Saklamak We put away money for our retirement. She put away the cereal boxes. “Paramızı emekliliğimiz için saklıyoruz.” put off Ertelemek We asked the boss to put off the meeting until tomorrow. (Please put it off for another day.) “Patrondan toplantıyı yarına kadar ertelemesini rica ettik.” put on Giyinmek I put on a sweater and a jacket. (I put them on quickly.) “Bir süveter ve ceket giydim.” put out Söndürmek The firefighters put out the house fire before it could spread. (They put it out quickly.) “İtfaiyeciler yangını, bütün evi sarmadan söndürdüler.” read over Dikkatli okumak I read over the homework, but couldn't make any sense of it. “Ödevi dikkatli okudum ama hiçbir şey anlamadım.” set up Düzenlemek, kurmak My wife set up the living room exactly the way she wanted it. She set it up. “Karım sofrayı tam istediği gibi hazırladı.” take down Not etmek These are your instructions. Write them down before you forget. “Unutmadan bu bilgileri bir yere not et.” take off Kıyafet çıkarmak It was so hot that I had to take off my shirt. “Hava öyle sıcaktı ki tişörtümü çıkartmak zorunda kaldım.” talk over tartışmak We have serious problems here. Let's talk them over like adults. “Yaşadığımız ciddi problemleri tıpkı bir yetişkin gibi tartışmalıyız.” throw away atmak That's a lot of money! Don't just throw it away. “Pahalı bir şey o! Sakın atma.” try on Kıyafet denemek She tried on fifteen dresses before she found one she liked. “Beğendiği elbiseyi bulana kadar on beş tane kıyafet denedi.” try out denemek I tried out four cars before I could find one that pleased me. “İstediğim arabayı bulana kadar dört tane araba denedim.” turn down Bir şeyin sesini kısmak Your radio is driving me crazy! Please turn it down. “Radyonun yüksek sesi beni rahatsız ediyor.Lütfen biraz sesini kıs.” turn down (2) Reddetmek, geri çevirmek He applied for a promotion twice this year, but he was turned down both times. “Bu yıl iki kez terfi etmek için talepte bulundu ama her defasında geri çevrildi.” turn up Bir şeyin sesini yükseltmek Grandpa couldn't hear, so he turned up his hearing aid. “Büyük babam duyamadığı için kulaklığının sesini açtı.” turn off Elektriği kapamak We turned off the lights before anyone could see us. “Kimse bizi görmeden ışığı söndürdük.” turn off (2) Mide bulandırmak, tiksindirmek It was a disgusting movie. It really turned me off. “O kadar kötü filmdi ki midem bulandı.” turn on Elektriği açmak Turn on the CD player so we can dance. “CD çaları açta dans edelim.” use up boşaltmak The gang members used up all the money and went out to rob some more banks. “Gangsterler bütün parayı boşalttılar ve birkaç banka daha soymak için gittiler.” |
|
||||
Inseperable (ayrılmaz) Phrasal Verbs
Transitive (Geçişli) Aşağıdaki phrasal verbs ‘ ler ile asıl eylem cümlede birlikte yer aldığı edatlardan (veya diğer kısımlardan) ayrılamaz :"Who will look after my estate when I'm gone" "Ben yokken evime kim bakacak?" Fiil Anlam Örnek call on Ezbere okumak The teacher called on students in the back row. <!--[if !supportLineBreakNewLine]-->(Öğretmen arka sıradaki öğrencilerin isimlerini ezbere söyledi.) <!--[endif]--> call on (2) Ziyaret etmek The old minister continued to call on his sick parishioners. “Eski başkan, hasta kilise cemiyeti üyelerini ziyaret etmeye devam etti.” get over Bir hastalığı atlatmak veya bir hayal kırıklığının üstesinden gelmek I got over the flu, but I don't know if I'll ever get over my broken heart. “Nezleyi atlattım ama kırılan kalbimi onarabilecek miyim, hiç bilmiyorum.” go over Yeniden incelemek, gözden geçirmek The students went over the material before the exam. They should have gone over it twice. “Öğrenciler sınavdan önce konuları tekrar gözden geçirdiler. İki kez bakmalıydılar..” go through tüketmek They country went through most of its coal reserves in one year. Did he go through all his money already? “Ülkeleri, bir yıl içinde en çok, kömür rezervlerini tüketti. Bütün parasını şimdiden harcadı mı?” look after İlgilenmek, bakmak My mother promised to look after my dog while I was gone. “Annem ben yokken köpeğime bakacağına söz verdi.” look into Araştırmak, incelemek The police will look into the possibilities of embezzlement. “Polis zimmete para geçirme olasılıklarını araştıracak.” run across rastlamak I ran across my old roommate at the college reunion. “Eski oda arkadaşımla kolej yemeğinde karşılaştım.” run into Karşılaşmak, rast gelmek Carlos ran into his English professor in the hallway. “Carlos İngilizce profesörüyle koridorda karşılaştı.” take after benzemek My second son seems to take after his mother. “Ortanca oğlum annesine benziyor.” wait on Servis yapmak It seemed strange to see my old boss wait on tables. “Eski patronumu masalara servis yaparken görmek çok tuhaftı.” |
|
||||
Üç Kelimeden Oluşan Phrasal Verbs (Geçişli)
Aşağıdaki phrasal verbs ‘ ler de üç kısım göreceksiniz : "My brother dropped out of school before he could graduate." “ Erkek kardeşim mezun olamadan okulu bıraktı.” Fiil Anlam Örnek break in on Bir sohbeti bölmek I was talking to Mom on the phone when the operator broke in on our call. “Operatör konuşmamızı kestiği zaman telefonda annemle konuşuyordum.” catch up with Yakın olmak After our month-long trip, it was time to catch up with the neighbors and the news around town. “Aylar süren yolculuğumuzdan sonra, komşulara ve kasaba çevresine yakın olup onlardan haber almanın vakti gelmişti.” check up on İncelemek, kontrol etmek The boys promised to check up on the condition of the summer house from time to time. “Çocuklar yazlığa zaman, zaman bakmak için söz verdiler.” come up with Bağışta bulunmak After years of giving nothing, the old parishioner was able to come up with a thousand-dollar donation. “Eski kilise cemiyeti üyesi bin dolarlık bir bağış yaptı. Yıllardır hiçbir bağışta bulunmamıştı.” cut down on Kesmek, azaltmak We tried to cut down on the money we were spending on entertainment. “Eğlenceye harcadığımız parayı azaltmaya çalıştık.” drop out of Sınıfta kalmak I hope none of my students drop out of school this semester. “Umarım öğrencilerimin hiç biri bu sömestr sınıfta kalmaz.” get along with İyi anlaşmak I found it very hard to get along with my brother when we were young. “Erkek kardeşimle anlaşmak, küçükken daha zordu.” get away with Bir işten sıyrılmak Janik cheated on the exam and then tried to get away with it. “Janik sınavda kopya çektiği halde bu işten sıyrılmaya çalıştı.” get rid of kurtulmak The citizens tried to get rid of their corrupt mayor in the recent election. “Vatandaşlar son seçimlerde fırsatçı belediye başkanından kurtulmaya çalıştı.” get through with bitirmek When will you ever get through with that program? “Bu programı ne zaman bitiriceksin?” keep up with Geri kalmamak It's hard to keep up with the Joneses when you lose your job! look forward to Dört gözle beklemek I always look forward to the beginning of a new semester. “Yeni sömestrin başlamasını her zaman dört gözle beklerim.” look down on Hor görmek, küçümsemek It's typical of a jingoistic country that the citizens look down on their geographical neighbors. Komşularını, tipik ırkçı ülke vatandaşları küçümserler. look in on Birini ziyaret etmek We were going to look in on my brother-in-law, but he wasn't home. “Kayınbiraderimi ziyaret edecektik ama evde yoktu.” look out for Önce davranmak, tahmin etmek Good instructors will look out for early signs of failure in their students “İyi eğitimciler öğrencilerinin yapacakları hataları önceden görürler.” look up to Saygı göstermek First-graders really look up to their teachers. “Eski nesil, öğretmenlerine gerçekten saygı gösterirler.” make sure of Doğrulamak, emin olmak Make sure of the student's identity before you let him into the classroom. “Öğrencilerinizi sınıfa almadan önce, kimliklerinin doğru olduğundan emin olun.” put up with Hoşgörü göstermek The teacher had to put up with a great deal of nonsense from the new students. “Öğretmen yeni öğrencilerin bütün saçmalıklarını hoş görmek zorunda kaldı.” run out of tükenmek The runners ran out of energy before the end of the race. “Koşucuların dirençleri, yarışın sonuna gelmeden tükenmişti.” take care of İlgilenmek, sorumlu olmak My oldest sister took care of us younger children after Mom died. “Ablam, annem öldükten sonra bize, daha küçük çocuklara baktı.” talk back to Kaba bir şekilde cevap vermek The star player talked back to the coach and was thrown off the team. think back on Yad etmek, anmak I often think back on my childhood with great pleasure. “Çocukluğumu sık, sık büyük bir mutlulukla anarım.” walk out on Terk etmek, başından atmak Her husband walked out on her and their three children. “Kocası onu ve üç çocuğunu terketti.” |
|
||||
Intransitive (Geçişsiz) Phrasal Verbs
Aşağıdaki phrasal verbs ‘ ler nesne almazlar. "Once you leave home, you can never really go back again." “Evden bir kez ayrılırsan, bir daha asla geri dönemezsin.” Fiil Anlam Örnek break down bozulmak That old Jeep had a tendency to break down just when I needed it the most. “Eski cipim, ona en ihtiyacım olduğu zamanda bozuldu.” catch on tutmak Popular songs seem to catch on in California first and then spread eastward. “Popüler şarkılar önce California da tutar daha sonra doğuya doğru yayılır.” come back Geri dönmek Father promised that we would never come back to this horrible place. “Babam, bu berbat yere bir daha dönmeyeceğimize söz verdi.” come in girmek They tried to come in through the back door, but it was locked. “Arka kapıdan girmeyi denediler ama kapı kilitliydi.” come to Şuuru yerine gelmek He was hit on the head very hard, but after several minutes, he started to come to again. “Kafasını çok kötü çarptı ama birkaç dakika sonra bilinci yerine gelmeye başladı.” come over Ziyaret etmek The children promised to come over, but they never do. “Çocuklar ziyaret edeceklerine söz verdiler ama hiç gelmiyorlar.” drop by Habersiz ziyaret etmek We used to just drop by, but they were never home, so we stopped doing that. “Eskiden habersiz uğrardık ama onları hiç evde bulamazdık bu yüzden artık gitmiyoruz.” eat out Yemek için dışarıya çıkmak When we visited Paris, we loved eating out in the sidewalk cafes. “Paris’e gittiğimizde kaldırım kafelerinde yemek yemeye bayılırdık.” get by Hayatını sürdürmek Uncle Heine didn't have much money, but he always seemed to get by without borrowing money from relatives. “Heine amcanın çok fazla parası yoktu ama o, akrabalarından borç almadan da her zaman hayatını sürdürürdü.” get up kalkmak Grandmother tried to get up, but the couch was too low, and she couldn't make it on her own. "Büyükannem ayağa kalkmaya çalıştı ama kanepe çok alçak olduğu için kendi başına kalkamadı." go back Geri dönmek It's hard to imagine that we will ever go back to Lithuania. “Litvanya’ya bir daha geri dönemeyeceğimizi düşünmek çok zor.” go on Devam etmek He would finish one Dickens novel and then just go on to the next. “Dickens romanının birini bitirir, hemen bir sonrakine devam ederdi.” go on (2) Olmak, meydana gelmek The cops heard all the noise and stopped to see what was going on. “Polisler bütün gürültüyü duydu ve neler olduğuna bakmak için durdu.” grow up büyümek Charles grew up to be a lot like his father. “Charles tıpkı babası gibi olmak için büyüdü.” keep away Uzak durmak The judge warned the stalker to keep away from his victim's home. “Yargıç, suçluyu kurbanın evinden uzak durması için ikaz etti.” keep on (with gerund) Devam etmek He tried to keep on singing long after his voice was ruined. “Sesini iyice kaybetmeye başladıktan sonra bile şarkı söylemeye devam etmeye çalıştı.” pass out bayılmak He had drunk too much; he passed out on the sidewalk outside the bar. “Öyle çok içmişti ki barın önündeki kaldırıma düşüp bayıldı.” show off Gösteriş yapmak Whenever he sat down at the piano, we knew he was going to show off. “Piyanonun başına ne zaman otursa, gösteriş yapacağını bilirdik.” show up Varmak, ortaya çıkmak Day after day, Efrain showed up for class twenty minutes late. (Efrain ardı ardına derse yirmi dakika geç kalıyordu.) wake up Uyanmak I woke up when the rooster crowed. “Horoz öttüğünde uyandım.” kaynak: |
|
||||
Some Common Confusing Words
SOME COMMON CONFUSING WORDS
İngilizce'de en çok karıştırılan ve dikkat edilmesi gereken sözcükler bu kategoride yer almaktadır. ADAPT - ADOPT adopt (verb) to take sb into one's family, to raise sb as one's own child, to take as one's own adapt (verb) to change or make suitable for a new situation AFFECT - EFFECT "Affect" is used as a verb and "effect" is used as a noun. Something that affects you will have an effect on you. affect (verb) to have an influence on sb/sth effect (noun) a change, a result; (verb) to make happen, to achieve. Your opinion may affect their decision. Watching television has many effects on children. The government effected a new policy on international issues. AMONG - BETWEEN among is used to indicate a relationship with more than two unspecified items. between is used to indicate a relationship with two or more distinct items. There was a small cottage between many trees. He was between me and you. - The negotiations between the USA, China, Russia, and Japan was on international trade. ASSURE - ENSURE - INSURE assure (verb) to convince, to guarantee ensure (verb) to make sure or certain insure (verb) to provide, to arrange insurance for sth They assured the passengers that the bus would be on time. The precautions of the company ensured passengers' safety. Did you insure your own car for any losses? BESIDE - BESIDES beside: compared with, next to besides: in addition to, moreover, as well as, also There is a river beside our house. Besides being succesful, he is an intelligent and honest one. CITE - SITE -SIGHT A reference is cited. A site is a place. Sight is vision. cite (verb) to acknowledge a source site (noun) a place or location sight (noun) ability to see, what is seen You must cite every reference book you use. This site is one of the best updated websites in the Internet. Sight is one of the important senses. COMPLEMENT - COMPLIMENT complement (verb) to complete compliment (verb) to praise COMPOSE - COMPRISE The whole comprises the parts while the parts compose the whole. compose (verb) to form comprise (verb) to have sb/sth as parts or members, to include Eleven players compose a football team. A football team comprise eleven players. CONTINUAL - CONTINUOUS continual (adjective) repeated at intervals continuous (adjective) without interruption DISCREET - DISCRETE These words are pronounced alike, but they have entirely different meanings. discreet (adjective) prudent, cautious, careful, trustworthy, circumspect discrete (adjective) separate, distant, apart, detached ECONOMIC - ECONOMICAL Economic applies to material wealth and to business or household enterprise Economical means prudent in management, not wasteful, thrifty "economic resources" - "economical management" EXPAND - EXTEND Expand (verb) to become greater in number, in size or in importance. Extend (verb) to make sth longer or larger, to make sth last longer. FARTHER - FURTHER Farther: distance Further: additional degree, time, or quantity. "As one goes farther away, his/her ability to hear is further decreased." ILLEGIBLE - UNREADABLE illegible (adjective) physically impossible to read unreadable (adjective) not worth reading INTERPOLATE - EXTRAPOLATE interpolate (verb) to insert or introduce between other things or parts extrapolate (verb) to infer or estimate (unknown information) by extending or projecting known information LAY - LIE lay (verb) to put, to place (this verb requires a direct object) lie (verb) to recline, rest, or stay (this verb cannot take an object) MORALE - MORAL morale (noun) willingness or state of mind moral (noun) ethics; (adjective) right and just PRACTICAL - PRACTICABLE practical: useful in actual practice practicable: capable of being put into practice PRINCIPAL - PRINCIPLE principal (noun) head, chief; (adjective) highest, best principle (noun) law, rule RECUR - REOCCUR recur (verb) implies the repetition more than once of an event or experience, sometimes according to a definite pattern. reoccur (verb) suggests a one-time repetition. STATIONARY - STATIONERY stationary: not moving or acting, sth fixed in one place stationery: writing materials such as paper, pens... VOYAGE - JOURNEY voyage: the act of travelling by sea journey: the act of travelling usually by land kaynak: |
|
||||
İNGİLİZCE'DE EN SIK KULLANILAN EDATLAR: PREPOSITIONS
Edatlar (Prepositions) İngilizce'de nesnelerden önce gelerek fiil ve özne/nesne arasında bağlantı kurmaya yarayan kelimelerdir. Örneğin Türkçe'deki ismin -de hali (bulunma), -den hali (ayrılma), -i hali, -e hali (yönelme) gibi durumlar İngilizce'de (Prepositions) denilen edatlarla sağlanır. Belli başlı edatlar nelerdir? ABOUT (hakkında, yaklaşık) We talked about you. (Senin hakkında konuştuk.) There are about ten million people living in Istanbul. (Istanbul'da yaşayan yaklaşık on milyon insan var.) AFTER (-den sonra, ardından) After you (senden sonra) After ten o'clock (saat ondan sonra) AT (-de/da, -e/a) At two o'clock (saat ikide) Look at me (bana bak.) At cinema (sinemada) BEFORE (-den önce) Before him (Ondan önce) Before three o'clock (saat üçten önce) BETWEEN (arasında) Between you and him (senin ve onun arasında) Between February and May (Şubat ve Mayıs arasında) FROM (-den/dan) From Istanbul (İstanbul'dan) IN (-de/da, -in içinde) In Istanbul (İstanbul'da) In the house (evde) INTO (-in içine doğru, -e doğru) Caome into house (eve gir) OF (-ın/in) the front of the house (evin önü) ON (-in üzerinde) The cat is on the table. (Kedi masanın üstündedir.) OVER (üzerinde- dokunma yok) The plane is over the city. (Uçak şehrin üzerinde.) TO (-e/a, -e doğru) To Istanbul (İstanbul'a) I am going to Istanbul. (Ben İstanbul'a gidiyorum.) UNDER (-in altında) He is under the tree. (O, ağacın altında) WITH (ile) Come with me. (Benimle gel) Go with him. (Onunla git) WITHOUT (-siz, -sız) Without you (sensiz) |
|
||||
SINGULAR AND PLURAL
İngilizce'de isimler (nouns), countable ve uncountable diye ikiye ayrılır. Yani sayılabilir ve sayılamaz isimler... Sayılabilir isimler singular (tekil) ve plural (çoğul) halde kullanılabilir. Ancak sayılamaz isimler, daima yalın halde tekil olarak kullanılmalıdır. İngilizce'de sayılabilir isimler, sonuna aldıkları -s ve -es ekleriyle çoğul olurlar. 1) Sonu "o" ile biten isimler (-es) alır: potato - potatoes 2) Sonu "x" ile biten isimler (-es) alır: fox - foxes 3) Sonu "s" ile biten isimler (-es) alır: glass - glasses 4) Sonu "f/fe" ile biten isimler (-ves) alır: wolf - wolves 5) Sonu "y" ile biten isimlerde bir önceki harf de sessiz ise "y" düşer ve (-ies) eki gelir: story - stories, city - cities gibi... 6) Sonu "ch/sh" ile biten isimler (-es) alır: dish - watches 7) Bunlar dışında kalan diğer isimler (-s) alır: books, kids, pecils gibi... Ancak -s veya -es eki almayan istisnai durumlar da mevcuttur; bunlardan bazı örnekler: man (adam) - men (adamlar) woman (kadın) - women (kadınlar) person (kişi) - people (insanlar) tooth (diş) - teeth (dişler) foot (ayak) - feet (ayaklar) mouse (fare) - mice (fareler) fish (balık) - fish (balıklar) sheep (koyun) - sheep (koyunlar) ox (öküz) - oxen (öküzler) goose (kaz) - geese (kazlar) this (bu) - these (bunlar) that (şu) - those (şunlar) |
|
||||
Quotations
A wretched soul, bruised with adversity,
We bid be quiet when we hear it cry; But were we burdened with like weight of pain, As much or more we should ourselves complain. William Shakespeare Action is eloquence. William Shakespeare And since you know you cannot see yourself, so well as by reflection, I, your glass, will modestly discover to yourself, that of yourself which you yet know not of. William Shakespeare And thus I clothe my naked villainy With old odd ends, stol'n forth of holy writ; And seem a saint, when most I play the devil. William Shakespeare Assume a virtue, if you have it not. William Shakespeare Be great in act, as you have been in thought. William Shakespeare Blow, blow, thou winter wind Thou art not so unkind, As man's ingratitude. William Shakespeare Conversation should be pleasant without scurrility, witty without affectation, free without indecency, learned without conceitedness, novel without falsehood. William Shakespeare For they are yet ear-kissing arguments. William Shakespeare Free from gross passion or of mirth or anger constant in spirit, not swerving with the blood, garnish'd and deck'd in modest compliment, not working with the eye without the ear, and but in purged judgement trusting neither? Such and so finely bolted didst thou seem. William Shakespeare Glory is like a circle in the water, Which never ceaseth to enlarge itself, Till by broad spreading it disperses to naught. William Shakespeare God bless thee; and put meekness in thy mind, love, charity, obedience, and true duty! William Shakespeare He who has injured thee was either stronger or weaker than thee. If weaker, spare him; if stronger, spare thyself. William Shakespeare His life was gentle; and the elements So mixed in him, that Nature might stand up, And say to all the world, THIS WAS A MAN! William Shakespeare How poor are they who have not patience! What wound did ever heal but by degrees. William Shakespeare How use doth breed a habit in a man. William Shakespeare I am not bound to please thee with my answers. William Shakespeare I did never know so full a voice issue from so empty a heart: but the saying is true 'The empty vessel makes the greatest sound'. William Shakespeare I dote on his very absence. William Shakespeare I feel within me a peace above all earthly dignities, a still and quiet conscience. William Shakespeare I hate ingratitude more in a man than lying, vainness, babbling, drunkenness, or any taint of vice whose strong corruption inhabits our frail blood. William Shakespeare I must be cruel only to be kind; Thus bad begins, and worse remains behind. William Shakespeare I pray thee cease thy counsel, Which falls into mine ears as profitless as water in a sieve. William Shakespeare I pray you bear me henceforth from the noise and rumour of the field, where I may think the remnant of my thoughts in peace, and part of this body and my soul with contemplation and devout desires. William Shakespeare I wasted time, and now doth time waste me. William Shakespeare I wish you well and so I take my leave, I Pray you know me when we meet again. William Shakespeare Ill deeds are doubled with an evil word. William Shakespeare In a false quarrel there is no true valour. William Shakespeare In peace there's nothing so becomes a man as modest stillness and humility. William Shakespeare In time we hate that which we often fear. William Shakespeare |