Devletin zirvesindeki istihbarat bu... PKK, haziran saldırılarıyla askeri hedefleri peş peşe vurmaya başladı.
Can Dündar / Milliyet
İstediğinde devleti ve toplumu nasıl huzursuz edebileceğini kanıtlamaya çalışıyor. Nitekim 20 günde, 20 yıl öncesinin ruh halini yaratabildi; sivilleşme eğilimine giren sorunu yeniden askeri alana çekiverdi.
Ancak bu yetmeyecek.
"En üst düzeyde" alınan istihbarata göre bundan böyle sivil hedefler (de) vurulacak.
Amaç ayrıştırmaksa, bunun için gerekli kışkırtma yapılacak.
* * *
TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner'in açıklamasındaki bir cümle, kaygının sadece devlette olmadığını kanıtlıyor:
"Türkiye'nin giderek zihinlerde etnik temelde bölündüğü, böyle bir ruh halinin sinsice toplumun kılcal damarlarına nüfuz etmeye başladığı kaygısını yüreğimizde taşıyoruz."
İşadamları satır arasında "iç savaş uyarısı" yapıyor.
Şehit cenazeleriyle ateşlenen öfkenin dalga dalga topluma yayıldığını ve daha önce işaretleri verilen bir büyük yangını hazırladığını hissetmemek için saf olmak lazım.
Yolun sonunu görmek içinse Lübnan'ı hatırlamak yeter.
* * *
Elimizdeki yegâne güvence, toplumun bugüne dek sergilediği inanılmaz sağduyu...
Birkaç korkutucu gerilim dışında insanlar, öfkelerini komşularına, farklı etnik kökenlilere yöneltmeme dirayetini gösterdi.
"Kardeşlik bağları"nın lafta kalmadığını, derinlere kök saldığını kanıtladı.
Ama bu sağduyuya nereye kadar güvenebiliriz?
Karakollardan sonra çarşılar da hedef alınmaya başlarsa doğacak öfke selini nasıl yatıştırabiliriz?
* * *
Hükümet, medyayı yani aynayı taşlayacağına, terör haberlerini gizlemeye çalışacağına acilen buna çare aramalıdır.
Güvenlik tedbirlerinin derde deva olamayacağı ortada...
Etnik düşmanlığın azgınlaşmasına karşı hazırlıksızız. Yaklaşan tehlikeyi önlemek için kışkırtılan nefreti bertaraf edecek, "mozaik"i bütün renkleriyle dağılmadan koruyacak bir seferberliğe ihtiyaç var.
Galiba bunun için her şeyden önce Başbakan'ın toplumu hepten geren, partisini iyice yalnızlaştıran, öfkeli diline sahip olup kucaklayıcı, yatıştırıcı bir üslubu benimsemesi gerekiyor.
Muhalefeti dövüp durmak yerine tersine, özellikle CHP'nin yeni lideriyle diyalog kapılarını aralamalı.
"Akil adamlar"la bir danışma zemini kurmalı.
Kabinedeki her bakanı, kendi alanında "bir arada yaşama"nın restorasyonuyla görevlendirmeli:
Milli Eğitim'de müfredatın elden geçirilmesinden, Diyanet'te barış temalı cami hutbelerine...
Ortak kültürel etkinliklerin çeşitlendirilmesinden, futbol tribünlerinin etnik sloganlardan temizlenmesine...
"Nefret suçları"na ilişkin yasal hazırlıktan, mahalle bazında tansiyon düşürücü sosyal çalışmalara kadar bir dizi önlem gündeme gelebilir.
* * *
Türkiye ne yazık ki, 30 yıllık başarısızlıktan hiç ders almamış gibi, hâlâ "terörle mücadele" deyince asayiş tedbirlerini, istihbarat zafiyetini, Olağanüstü Hal'i vs. konuşuyor.
Oysa karşımızda toplumsal bir sorun var.
Çözüm de toplumsal olmalı...