1993'ün Türkiye'nin en karanlık yıllarından biri olduğunu söyleyen Adalet Bakanı Ergin, Turgut Özal ile Eşref Bitlis'in ölümünün şüpheli olduğunu ileri sürdü.
Güngör Mengi yazdı: Adalet Bakanı şüphe üretmez, ayıptır!..
Abant Platformu'nun "Vesayet ve Demokrasi" konulu toplantısında konuşan Adalet Bakanı Sadullah Ergin, Türkiye'nin yakın tarihine ilişkin ilginç tespitlerde bulundu. Konuşmasına artan terör olaylarıyla başlayan Adalet Bakanı demokrasinin her şeye rağmen güçlendirileceğini söyledi:
ŞİDDETE TESLİM OLMAYIZ: Ne zaman demokrasiyi güçlendirmeye çalışsak terör faaliyetleri artıyor bu ülkede. Ama şunu bilmelidirler, hain emellerine ulaşamayacaklar. Kendi karanlıklarında boğulacaklardır. Şiddet sarmalına teslim olmayacağız. Olağanüstü hal ilan etmek demek, terör örgütünün amacına kapalı da olsa hizmet etmek demektir. Bu milli bir davadır. Bu mücadeleye hizmet etmek boynumuzun borcudur.
GERİ ADIM ATMAYACAĞIZ: Hükümet olarak bütün kirli tezgahlara rağmen demokrasi mücadelesinden birlik ve kardeşlik ülküsünden asla geri adım atmayacağız. Biz bu uğurda sadece elimizi değil, başımızı, yüreğimizi bütün bedenimizi taşın altına koyduk. Şiddet sarmalına teslim olmadık, bundan sonra da olmayacağız. Bununla beraber ısrarla terör yöntemine sarılanlara karşı kararlı bir şekilde mücadelemizden küçük bir sapma olmayacak.
VESAYET VE DEMOKRASİ: Vesayet ve demokrasi konusunun yıllardan beri Türkiye'nin gündeminden düşmüyor. Son dönemde ise 2007 yılında Cumhurbaşkanlığı seçimi üzerindeki tartışmalarla başlayan ve günümüzde de devam etmekte olan Anayasal kriz, vesayetçilik sorununu yeniden gündemin ana maddesi haline getirdi.
SEÇKİN VASİLER: Siyasi olarak baktığımızda ise vesayet; demokrasinin bir eksikliği, ayıbı ya da hastalığının bir ifadesidir. Milletin iradesinin hacir altına alınmasıdır. Bu hastalıklı zihniyete göre, halk cahildir, iyiyi kötüden ayırt edemez, seçeceği kişiyi bilemez, kendi hayatı ve geleceği hakkında karar veremez. Kısacası kendi kendini yönetemez.
Ülkenin yönetimi 'Hasolara, Memolara' emanet edilemez. 'Göbeğini kaşıyan adamların', 'kendini arayan köylülerin' oy verdiği bir parti isterse yüzde 80-90 oranında oy alsın iktidar olamaz. Seçkin vasilerin uygun görmediği onaylamadığı hiçbir adımı atamaz. Yine bu hastalıklı zihniyete göre siyasi partilere de güvenilemez... Bu yüzdendir ki ülkemiz bir siyasi partiler mezarlığına dönmüştür. Bugüne kadar Anayasa Mahkemesi kararı ile kapatılan siyasi parti sayısı 25'tir. Bunun dünyada başka bir örneği yoktur.
BAŞTAN SORUNLU: Başlangıçtan beri Türk demokrasisinin en büyük zaafı, yukarıdan aşağıya doğru yani vesayetçi seçkinlerin bir lütf-u şahanesi olarak kurulmuş olmasıdır. Diğer bir deyişle vasilerin izin verdiği ölçüde kısıtlı, ayıplı, eksik bir demokrasi. Yukarıdan kurulduğu için de yine yukarıdan askıya alınan bir demokrasi. Böyle olunca da demokrasimiz bir türlü kurumsallaşamıyor ve tam demokrasi hedefine ulaşılamıyor. Ancak demokrasiyi aşağıdan yukarıya doğru inşa ettiğimiz gün, demokrasimizin ayağına vurulmuş olan vesayet prangasından kurtulmuş olacağız.
ŞÜPHELİ ÖLÜMLER: 1960, 1970 ve 1980'de yaşananlar günümüz koşullarında bile açıklanamıyor. Özellikle ilk sivil cumhurbaşkanı olan Turgut Özal'ın bu makama seçilmesi "derin güçleri" rahatsız etti. 1993 yılı 90'lı yılların en karanlık yılı olmuştur. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın şüpheli ölümü, Eşref Bitlis'in şüpheli bir kazada hayatını kaybetmesi ve Uğur Mumcu'nun katledilmesi aynı yıla rastlar. Yine Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Çetin Emeç, Ahmet Taner Kışlalı, Hiram Abas, Memduh Ünlütürk, Kemal Kayacan, Hulusi Sayın ve diğerleri bu dönemde suikasta uğradılar.
Tırmandırılan PKK terörü, faili meçhul cinayetler, suikastlar 90'lı yılları yine bir kaos ortamına sürükledi. Ve arkasından tahmin edeceğiniz gibi 28 Şubat 1997 müdahalesi... İstifaya zorlanan bir hükümet, cumhurbaşkanın eşsiz katkılarıyla parçalanan partiler ve demokrasinin bir kez daha askıya alınması.
(Vatan)