ABD'li iki uzmanın kaleminden çıkan "İsrail Lobisi ve Amerikan Dış Politikası" hemen düşman buldu!
“ABD’li iki uzman bir rapor hazırladı ve Yahudi lobisinin hedefi haline geldi... Peki ne yazmışlardı ve benzeri binlerce kitap varken neden onlara kızılmıştı?”
Chicago Üniversitesi profesörü John Mearsheimer ile Harvard’dan meslektaşı Stephen Walt’ın kaleme aldığı “İsrail Lobisi ve ABD Dış Politikası” adlı kitap, bugün ABD’de piyasaya çıktı. ABD’nin Ortadoğu politikasını eleştiren eser, daha raflara çıkmadan tartışma yarattı. Geçen yıl tartışma yaratan benzer içerikli bir makaledeki görüşlerin genişletildiği kitapta, İsrail’e verilen tam desteğin ABD çıkarlarıyla çeliştiği iddia ediliyor.
Yazarlara göre İsrail’e verilen desteği “stratejik ve ahlaki nedenlerle” açıklamak mümkün değil. Bu desteğin, Yahudi lobisi, fanatik Hıristiyanlar ve Siyonizm’e sempatiyle bakan yeni muhafazakârların baskıları sonucu geldiğini belirten yazarlar, sonuç olarak ABD’nin dengesiz bir Ortadoğu politikasına sahip olduğunu ifade ediyor. Bu politikanın da, Irak işgali ve İran ile Suriye’ye yönelik savaş tehditleriyle sonuçlandığı, son tahlilde tüm Batı dünyası için hassas bir güvenlik durumunun oluştuğu bildiriliyor.
“İsrail, birçoklarına göre ABD için stratejik bir değer değil. Soğuk Savaş sırasında öyle sayılabilirdi, ama giderek büyüyen bir engel haline geldi” diye yazan Mearsheimer ve Walt, İsrail’e Filistinliler'e yönelik sert tavrı konusunda verilen koşulsuz desteğin dünya çapında Amerikan karşıtlığını desteklediğini, terör sorununu büyüttüğünü ve Avrupa, Asya ve Ortadoğu’daki diğer müttefiklerle ilişkileri bozduğunu belirtti. Yazarların önerisi, ABD’nin mevcut politikasını değiştirerek İsrail’e desteği “şartlı” hale getirmesi.
Gerek Amerika´da gerekse dünya üzerinde buna benzer binlerce kitap yayınlandığı halde (Yahudi düşmanlarının hislerini sömürerek satış garantisi olduğu için bu tarzda işkembe kaynaklı pek çok kitap bizim ülkemizde de ard arda yayınlanıyor) hiçbiri ABD yönetimi ve İsrail lobisinin bu kadar öfkesini çekmemişti. (Aslında ne İsrail ne de ABD kendilerine söven ve okuyanı kendisine sövdüren bu tarz sözde araştırma kitaplarından çok da rahatsız değiller. Hatta memnun bile sayılabilirler. Çünkü bu tarz kitaplar toplumda düşüncenin yerini öfkenin almasını sağladığı ve kitlelerin küçük provokasyonlarla topyekun yönledirilebilmesini kolaylaştırdığından onların emperyalist emellerini gerçekleştirmelerine de yarar sağlayabiliyor...)
İşte söz konusu kitaptan ABD´nin İsrail´e desteğini haklı göstermek için kamuoyuna sunduğu gerekçeler ve bu gerekçelerin tutarsızlığını gözler önüne seren uzun bir pasaj...
ÖNEMİNİ YİTİREN AHLÂKİ GEREKÇE
Sözde stratejik değerinin yanı sıra İsrail’in destekçileri onun koşulsuz ABD desteğini hak ettiğini de savunuyorlar, bunun için de gerekçeleri:
1) İsrail zayıf ve etrafı düşmanlarla çevrili bir ülkedir;
2) demokrasiyle yönetilmektedir ve bu ahlâken tercih edilen bir yönetim biçimidir;
3) Yahudi halkı geçmişte kendisine karşı işlenen suçlardan dolayı çok acı çekmiştir ve bu nedenle özel muamele görmeyi hak etmektedir ve;
4) İsrail’in davranışları ahlâki açıdan muhaliflerinkinden daha üstündür.
Oysa ki yakından incelendiğinde bu iddiaların hiçbiri ikna edici değildir. İsrail’in varlığını desteklemek için güçlü bir ahlâki gerekçe vardır, fakat onun varlığı tehlike altında değildir. Objektif bir şekilde ele alınırsa İsrail’in geçmişte ve günümüzde sergilediği davranışlar ona Filistinliler’e göre daha çok ayrıcalık tanımamız için hiçbir ahlâki temel sunmaz.
GÜÇSÜZÜ MÜ DESTEKLİYOR?
İsrail genellikle düşmanca davranışlar sergileyen Arap Goliath tarafından köşeye kıstırılan, zayıf ve mahsur Yahudi Davut olarak betimlenmektedir. Bu portre İsrailli liderler ve İsrail sempatizanı yazarlar tarafından dikkatlice beslendi, fakat bunun tam tersi bir görüntü gerçeğe daha yakındır. Genel kanaatin aksine, Siyonistler 1947-49 bağımsızlık savaşı esnasında daha büyük, daha iyi donanıtılmış ve daha iyi komuta edilen kuvvetlere sahipti ve İsrail Savunma Güçleri(IDF) 1956′da Mısır’a karşı, 1967′da ise Mısır, Ürdün ve Suriye’ye karşı çabuk ve kolay zaferler elde ettiler. Ve bütün bunlar büyük ölçüdeki ABD yardımı akmaya başlamadan gerçekleşti. Bu zaferler İsraillilerin vatanseverliğinin, organize olma yeteneklerinin ve de askeri cesaretlerinin güzel bir kanıtıdır, ama aynı zamanda da İsrail’in kuruluşunun ilk yıllarında bile yardıma muhtaç olmadığını gösterir.
Günümüzde İsrail, Ortadoğu’daki en büyük askeri güçtür. Klasik kuvvetleri komşularından çok daha üstündür ve bölgede nükleer silaha sahip tek devlettir. Mısır ve Ürdün İsrail’le barış antlaşmaları imzaladılar ve Suudi Arabistan da barış teklifinde bulundu. Suriye bağlı bulunduğu Sovyetler Birliği’ni kaybetti, Irak üç yıkıcı savaşın ardından büyük ölçüde güç kaybetmişti ve İran da yüzlerce mil uzaktaydı. Filistinliler, İsrail’i tehdit edebilecek güçte bir orduyu bir kenara bırakın, hizmete hazır bir polis kuvvetine bile ancak sahip olmuşlardı. Tel Aviv Üniversitesi’nin Jaffee Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin 2005 yılı değerlendirmelerine göre stratejik denge kesinlikle, kendi askeri kapasitesi ve caydırıcı güçleriyle komşularınınkiler arasındaki niteliksel mesafeyi büyütmeye devam eden İsrail’den yanadır.
Eğer zorunlu gerekçe güçsüzü desteklemek olsaydı ABD, İsrail’in düşmanlarını destekliyor olurdu.
GEÇMİŞTEKİ SUÇLARIN TELAFİSİ
İsrail’e verilen desteği haklı çıkarmak için kullanılan üçüncü gerekçe ise özellikle Holocaust esnasında Yahudilerin Hıristıyan Batı’da çektikleri acı tarihtir. Yahudiler’in yüzyıllarca zulme uğramış olması ve sadece Yahudilere ait bir vatanda güvende olabilecekleri gerekçesiyle birçok kişi İsrail’in ABD’den özel bir muamele görmeyi hakettiğine inanmaktadır.
İsrail’in Yahudi Düşmanlığının rezil kalıtından dolayı çok fazla acı çektiğine dair hiç şüphe yoktur ve İsrail’in kuruluşu tarih boyunca işlenen suçlara verilen yerinde bir cevaptı. Geçmişte yaşanan bu olaylar İsrail’in kuruluşunu destekleyen güçlü bir ahlâki gerekçe sunar, fakat kendisinin kuruluşu da büyük ölçüde masum olan üçüncü bir tarafa, Filistinliler’e, karşı yeni suçlar işlenmesine neden olmuştur.
Tarihte yaşanan bu olaylar kolaylıkla anlaşılabilir. 19. yüzyılın sonlarında politik Siyonizm başladığında Filistin’de sadece 15000 civarında Yahudi vardı. Mesela 1893’te Araplar nüfusun aşağı yukarı yüzde 95’ini oluşturuyorlardı ve Osmanlı egemenliği altında olmalarına rağmen 1300 yıldır bölgenin devamlı sahibiydiler. Hatta İsrail kurulduğu zaman bile Yahudilerin sayısı Filistin nüfusunun yaklaşık olarak sadece yüzde 35’i kadardı ve onlar toprakların yüzde 7’sine sahiptiler.