İslamcı siyasetin kırkıncı yılı
Avni Özgürel
Merkez sağ, sesini yükseltmemesi şartıyla dindarlara kapılarını açık tutmuştu. Gelenek 1969 yılında bozuldu. Necmettin Erbakan milletvekilliği için başvurup Süleyman Demirel tarafından veto edilince partisini kurdu.
Türkiye geride bıraktığı beş yıldan sonra tercihini bir kez daha AKP'den yana kullandı... AKP altı sene önce kurulmuş bir parti. Ancak gerisindeki kırk yıllık siyasi mücadele ve Necmettin Erbakan'ın açtığı yol var...
Elbette tarihte dine vurgu yapan, hatta daha ötesi siyasete İslam penceresinden bakarak yaklaşan ilk hareket değil Necmettin Erbakan'ın liderliğinde gelişen... Osmanlı İmparatorluğu'nun son asrında İslamcılık ' tarz-ı siyaset' olarak gündemden hiç düşmedi. Yeni Osmanlılar dediğimiz veya Jön Türk diye anılan guruptan başlayarak siyasi partilerin ortaya çıktığı dönemde İslamcı çözüm öneren yaklaşımlar kâh ana rengi din olmayan örgütlenmelerin bünyesinde yer aldılar; kâh müstakil parti olarak sahneye çıktılar. Kurucuları arasında Said-i Nursi'nin de bulunduğu İttihad-ı Muhammedi Fırkası bunların ilki. Ve kolayca düşünülebileceği gibi en kısa ömürlüsü. 31 Mart Vak'ası olarak bilinen şiddet dalgasının ardından bu parti öylesine sert suçlamalara muhatap oldu ki kapandı...
1919'da İskilipli Atıf Hoca'nın liderliğinde parti değil dernek statüsünde kurulan Teali-i İslam Cemiyeti'ni de bu sürecin parçası olarak görmek lazım.
Milli Mücadele'ye muhalif tavrı dolayısıyla kuşkulu bakılan bir cemiyetti bu. Kuvayı Milliye hareketini İttihad Terakki'nin devamı gördüklerinden kandırmaca hatta maskaralık olarak niteliyordu. Ama hemen ifade etmek gerekiyor ki 1920'de Mustafa Kemal BMM seçimi için davet gönderdiğinde örneğin Konya şubesi 'intihaba' katılmak istediğini bildirdi ve Atatürk de bunda sakınca görmedi... Siyasi ömrü üç yıl olan bu cemiyet 'devrimler süreci'nde İskilipli Atıf Hoca'ya yüklenen suçlamalar ve onun İstiklal Mahkemesi'nde yargılanıp idama mahkûm edilmesiyle sahneden çekildi...
İslam adına dolandırıcılık
Bu satırları yazarken aklıma Kiraz Hamdi Paşa adında birinin İslam'ın bayrağı olma iddiasıyla ortaya çıkıp her türlü karışık işe bulaştığı hareket geldi... Gerçi ayrı bir yazı, belki de kitap konusudur bu cemiyet, ama 1920 senesinin toz duman içindeki ortamında ilginç olması bakımından anmak gerekiyor.
Kiraz Hamdi Paşa aslında siyasi bir fikri ve iddiası olmayan hatta zihninin bir kenarında kargaşa ortamında ne yapar da durumdan menfaat sağlarım diye düşünceler taşıyan bir kişidir. Herkesin kurtuluş çaresi aradığı ortamda gizli bir dernek olarak Tarikat-ı Selahiye'yi kurmak gelir aklına. Kiraz Hamdi Paşa bir deftere padişahın önemseyeceği kişilerin adlarını onlara danışmaksızın yazarak hepsine 'Hadim', 'Mürşid', 'Sai' gibi ünvanlar dağıtıp bunu randevu alıp görüştüğü padişaha arz etme imkanını bulmuştur. Daha önemlisi bu topluluğun gerçek olduğuna padişahı inandırarak yaver ünvanını aldıktan başka onun özel tahsisatından maddi imkân sağlamayı da başarmıştır. 'İslam dünyasının kurtuluşuna çalışacak siyasi İslam masonluğu' diye açıklar Kiraz Paşa bu cemiyetin amacını. Ve 'Cemiyet şubeleri, üyeleri, yönetimi bakımından gizlidir; benim görevim bu gizliliği korumaktır...' der.
İleride Kiraz Paşa'nın isim listesini havi defter ele geçecek, hiç b ir şeyden haberi olmayan onlarca insan boş yere yargılanacaktır. Paşa'nın Cumhuriyet döneminde de boş durmadığı özellikle Kürt toplumu üzerinde etkin olacağı vaadiyle İngiltere'yle ilişkiye girip 'Distol' adlı bir hayvan ilacının tanıtıcıları kisvesi altında topladığı insanları ellerine bildirler verip dağıtmaları için yolladığı vs. bilinir...
Cumhuriyet yılları ve Erbakan
Tek parti dönemi, Terakkiperver Fırka, Serbest Fırka denemeleri konusunda muhtelif vesilelerle yazdığım için benzer hususları tekrarlamak istemiyorum. Ancak 1946 ve sonrasında belirgin olarak ortaya çıkan durum şudur ki, dindar kitleler yaklaşık yirmi yıl boyunca siyasetteki iddialarını 'merkez sağ' olarak nitelenebilecek partilerin çatısı altında sürdürdüler. Önce Demokrat Parti'de daha sonra Adalet Partisi'nde... Gerek DP gerek AP muhatap olarak dini cemaatlerin liderlerini aldıkları için, söz konusu toplulukların gücüne, ağırlığına göre bir ya da birkaç milletvekilliği kontenjanı ayırmayı yeterli saydılar.
Bu durum 1966'da Necmettin Erbakan'ın Odalar Birliği girişimine kadar aksama olmaksızın devam etti. İstanbul Erkek Lisesi'ni birincilikle bitirmiş, İTÜ Makine Fakültesi'ne ikinci sınıftan başlatılmış mezun olduğu sene motor bölümüne asistan olarak alınmış, doktorasını Aachen Teknik Ünüversitesi'nde yapıp 27 yaşında doçent olmuş, Deutz fabrikalarında başmühendis olarak çalıştıktan sonra ülkeye gelmiş bir isimdi Erbakan. Ve İTÜ'de öğrenciyken kampuste mescit açılmasını isteyen gruba liderlik yapmasıyla temayüz etmişti...
1965'te profesör olduktan sonra Odalar Birliği'nin Sanayi Dairesi Başkanı olan Necmettin Erbakan 1966'da, "Bankalarda toplanan mevduatın yüzde sekseni kredi olarak büyük sermayenin kasasına gidiyor, Anadolu'daki orta-küçük üretici destekten yoksun kalıyor" söylemiyle TOB Genel Sekreteri seçildi. Bu tırmanıştan iktidardaki Adalet Partisi'nin rahatsız olduğunu söylemeye gerek yok... Ama ipler Erbakan Odalar Birliği başkanlığına aday olacağını açıkladığında koptu.. İktidar ve muhalefet yani AP ve CHP Necmettin Erbakan'ı seçtirmemek için ittifak yaptılar...
Buna rağmen seçimi Erbakan'ın kazanacağı anlaşılınca da Bakanlar Kurulu kararıyla kongre gündeminden seçim maddesi çıkarıldı... Anadolu'dan gelen delegeleri çileden çıkaran bu kararın aksi tesir yaptığını genel kurulun gündemi yeniden düzenleme kararı alıp delegelerin üçte ikisinin oyuyla Necmettin Erbakan'ı başkanlığa seçtiğini söylemem gereksiz herhalde... Erbakan kazandı kazanmasına ama Süleyman Demirel de kararlıydı... Hoca oturduğu koltuktan polis zoruyla kaldırıldı...
Erbakan veto ediliyor
Mağdur edilmiş olmak Necmettin Erbakan'ı Anadolu işadamlarının gözünde yıldızlaştırmıştı adeta... Ama o aralar parti kurmak gibi bir düşünce de yoktu. Ta ki, 1969 seçimlerinden önce aday tespiti yapılırken Necmettin Erbakan'ın Adalet Partisi'ne başvurmasına ve Süleyman Demirel tarafından milletvekili adaylığı veto edilene kadar...
Bunun üzerine Milli Nizam Partisi kuruldu ve Erbakan 1969'da bağımsız aday olarak girdiği Konya'dan milletvekili seçildi... Nizam Partisi TBMM'de bir tek onunla temsil ediliyordu başlangıçta; daha sonra Adalet Partisi'nden ayrılan iki milletvekili katılınca bu sayı üçe çıktı. Daha önemlisi büyüyeceği görülmüştü partinin. Ama 12 Mart muhtırası geldi ve MNP 'laikliğe aykırı eylemlerde' bulunduğu gerekçesiyle kapatıldı. Dikkat çekici olan, bu ağır suçlamaya muhatap olmasına rağmen ne Erbakan ne de diğer MNP yöneticileriyle ilgili dava açılmadı... Bu gelişme üzerine İsviçre'ye gitti Necmettin Erbakan, Zürih'e yerleşti... Siyaset ortamı normale döndüğünde arkadaşları Milli Selamet Partisi'nin kuruluş hazırlıklarını yaparken de fazla ilgilenmedi...
Ama öylesine ısrar, öyhlesine ricalar altında kaldı ki, bir kere daha bağımsız aday olarak seçimlere girip daha sonra partiye katılmak şartıyla Türkiye'ye döndü.
Türkiye siyasetinde Necmettin Erbakan faktörünün ağırlık kazanmaya başladığı dönem böyle başladı. 'Küfre karşı bir cihad söz konusuydu, mücahit de Erbakan'dı'... CHP'yle koalisyon, MC hükümetlerine katılmak taktik niteliğindeki kararlardı Erbakan'a göre. Sistem daha yeni tanışıyordu kendileriyle. Ürküntüleri yatıştırmak gerekliydi...
CHP'yle koalisyonun manası tamamen buydu. MC hükümetlerine ise ' İktidarı sola bırakmaya rıza göstermenin MSP tabanında da tepki doğuracağı' düşüncesiyle katılmıştı Erbakan. Partisinin meşruiyet sorunu olduğunu biliyor, bunun için CHP'yle işbirliğinin sıkıntılarını gidereceğini görüyor ama bunu tabana anlatmanın imkânsız denecek oranda zor olduğundan şüphe etmiyordu... Nitekim 12 Eylül öncesinde Süleyman Demirel'in kurduğu azınlık hükümetine bu nedenle destek oldu...
Ama Erbakan bu süreçte partisini ayakta tutan tabanda da büyük değişiklik olduğunu görmeye başladı... Dindar kitleler kısa sürelerle de olsa iktidarda olmanın sağladığı avantajları görmüşler, siyaset farklı sebeplerle cazibe merkezi olmaya başlamıştı... Refah Partisi bu eğilimin açığa çıktığı ve yansıdığı platform oldu. Gerçi saygıda kusur eden, karşı çıkan yoktu Erbakan'a ama farklı bir dalganın geliştiği de gözden kaçmıyordu.
Farkındaydı Erbakan bunun ama başbakan olarak hükümet kurma sorumluluğunu üstlenmiş olmasının ortalığı yatıştıracağını, dişe dokunur bir şey yapmasa da dindar kesimin duygularına tercüman olan bir söylem benimsemekle gücünü koruyacağını düşünüyordu. Yıllarca sisteme karşı 'taktik' tasarlamış olan Hoca'nın taktik hedefi bu kez kendi tabanıydı... Taksim'e cami, İslam Dinarı, Sincan vs. Aslında ne yapılan bir şey vardı ne de yapılacağı ama siyasi taktiği devlet çekirdeği ciddiye aldı ve 28 Şubat geldi...
Misyonun tamamlandığı noktaydı bu... İslamcı siyaseti sisteme dahil etmiş, sistemle çatışan noktadan uyuşan noktaya getirmeyi başarmıştı Hoca.