Fransız Kalmak ...
Bu günlerde nedense Fransızların geçmişleri ! ile ilgilenmekteyim. Hani şu aç halka "Ekmek bulamadılarsa pasta yesinler canım" deyip sonra "Kaşıkçı Elması" ile süslü boynunu giyotine armağan eden kraliçeleri ile ünlü Fransızları… Demek olaya "Fransız kalmak" böyle bir şey. Yani 16. Louis ve sevgili karısı Marie Antoinette halkın ne durumda olduğundan ve gerçek hayattan o kadar bîhaberler ve konuya öyle Fransızlar ki, bu deyim oradan gelmiş anlaşılan. Gerçi sonradan gerçekleri gördüler ama bu arada olan 10 yaşındaki minik 17.Louis’e oldu ve küçücük yaşında bir manastır hücresinde anasız babasız vereme yenik düşerek hayattan ayrıldı. Ana baba zaten giyotinlere gelmişti. 19.yüzyılda *"Özgürlük, eşitlik ve kardeşlik"* sloganlarıyla ülkeyi ayağa kaldıran ve Bastille Hapishanesi’ni ele geçiren Fransız Devrimi aslında özgürlük ve eşitlikler için değil; daha çok , soylu olmayan burjuvanın krala ödediği vergilerin çokluğu yüzünden çıkmış ve yıllarca kan akıtmıştı. İlginçtir adını, mucidi olan _Joseph-Ignace Guillotin'den_ alan, _Avrupa'da _ve özellikle _Fransız İhtilali_ döneminde Fransa'da 15 binin üzerinde kişiyi i_dam_ etmek için kullanılan "giyotin", sahibinin, yani Guillotin’in de boynunu urmuştur. Üstüne üstlük giyotin idamları, o son derece özgürlükçü Fransa’da 1977 yılına kadar devam etmiştir- bir tek farkla, artık idamlar Paris’in orta yerinde değil de daha kenarda köşede icra edilerek... Peki bu halk nasıl bir halktı ve nasıl yönetiliyordu ki günün birinde canına tak etmiş ve "Yürüyün aslanlarım bu gün özgürlük günüdür" deyip Versaille sakinlerini toz duman etmiştir ? Efendim öncelikle çok pasaklı bir toplumdu Fransızlar. Daha doğrusu Ortaçağ Avrupası külliyen yıkanmıyordu. Oysa bizler o zamanlarda elimizde tas, ayağımızda nalın, dilimizde "kadifeden kesesi" ile geniş kubbeli hamamlarımızda göbek taşına uzanır, yattığımız yerden iplik gibi süzülen güneş ışığı huzmelerini seyre dalardık.( Yaşasın temizlik!) Neyse işte bu pis Paris sokakları 1666 yılında temizlenmeye karar verilmiş. Bu Parisliler için öylesine önemli olmuş ki o güne mahsus şiirler yazılmış. 1697 yılında, bir polis raporuna rağmen, Paris halkı bütün kirli suları, -idrar dahil- her çeşit pisliği gece gündüz pencerelerden sokağa boşaltırlarmış. Böyle yapmayıp bir hela sahibi olanlar, helâ diye içine her şeyi attıkları bir çukurdan faydalanıyorlarmış. Arada bir de bu çukuru bahçelerine boşlatıyorlarmış(Iyyyy! ) Geniş Paris sokaklarında ancak ortadan yürürseniz başınıza bir şey gelmezmiş. Her an bir pencere açılır "gare I’eau" ihtarını işitmezseniz bir oturak ya da kirli bir kova muhteviyatını baştan aşağı giymeniz işten bile değilmiş. Sokaklarda helâ bulunmadığı için sokak köşeleri, kilise civarları, hatta sarayların etrafı bu iş için kullanılırmış. Adalet Sarayı’nın her yerinde insan pislikleri varmış: Beyaz peruklu hakimleri düşünsenize. Önemli bir davayı dinlerken birden adam sıkışıyor ve "siz devam edin" der gibi bir işaret yaparak salonun köşesine gidip hacetini yapıyor sonra elini bile yıkamadan gidip yerine oturuyor. "Nerde kalmıştık? Üzerinize afiyet akşam kuru fasülyeyi çok kaçırmışım da… " O caaanım yüksek tavanları güllerle bezeli Louvre de bu tür kirlenmelerden nasibini alıyordu kuşkusuz. Avlularda, merdivenlerde, balkonlarda, kapı arkalarında nerede sıkışmışsa orada adam güpegündüz yükünü boşaltır, saray halkı oralı bile olmazmış. III. Henry bu hususta biraz titiz davranmış! 1578 Ağustos’unda çıkardığı bir kanunla her sabah kendisi kalkmadan önce avlu ve salonlardaki bütün pisliklerin temizlenmesini emretmiş. Yani hiç değilse kralın yanında bu işi yapmayın demeye getirmiş. Ama Fransa sarayları 14.Louis’in zamanında bile iğrenç bir şekilde kokmaktan geri kalmamış. 17.yüzyılın sonuna doğru bir Fransız nasıl olduysa lâzımlığı keşfetmiş ve kral saraylarında lâzımlık kullanılmaya başlanmış. 1780’de devrime 9 kala polis, oturak vesair kapların pencerelerden sokağa dökülmesini yasak etmiş! Oturakla ilgili daha da ilginç bilgilere rastladım sevgili okurlar. Hani aydın olmanın, düşüncenin ve evrensel bilginin önemini vurgulayan, özgürlüklerin babası düşünür Jean J. Rousseau var ya , o düşünceleri nerede geliştirmiş sizce ? Evet tahmin ettiğiniz gibi oturakta… Saatlerce lazımlıkta oturur ve öyle düşünürmüş. Orlean Dükü her daim misafirlerini lâzımlığa kurulmuş bir vaziyette karşılarmış. Bu arada hizmetkârları yemek ve içmek için bir şeyler getirirlermiş. İnsanda böyle bir durumda iştah kalır mı ki? Fransız adamlar konuklarını bu şekilde ağırlarken kadınlar ise bir kabul salonu yaptırmayı akıl edemediklerinden konuklarını yatak odalarında, yataklarında kabul ederlermiş. O yatakların nasıl kirli, nasıl bitli olduklarını anlatmaya, ne benim yüreğim ne de sizin mideniz dayanır. Tek şunu söylemeliyim ki o büyük yatakların tepesine yaptırdıkları cibinliklerin nedeni, tavandan düşecek böcek ve farelerden korunmak içinmiş. Evin teklifsiz konukları bu yataklara oturabilir hatta uzanabilirlermiş ama çok aşina olmayanların görgü kuralları gereği yatağa oturmamaları daha münasipmiş. Ama mesela asilzadenin silah arkadaşı dostluk nişanesi olarak bu yatakta istediği kadar kalabilirmiş hem de eşinin tarafında! Zaten o devirde kadınlara çok mesafeli davranmak onlara hakaret anlamına geldiğinden, kadının güzel olmadığı için uzak durulduğu çıkarsaması yapılırmış bu hareketten! 17.yüzyılda Fransa’da kibarlar arasında mendil kullanmak gerekli olmadığından 1600’lerde Mareşal Turenne’nin hazır bulunduğu bir sofrada yüksek rütbeli bir asilzade olan Hauterive de I’Aubespine, yemek sırasında bir parmağıyla bir burun deliğini kapatarak, öbür deliğin içindekileri bir ok hızıyla şömineye doğru püskütüvermiş. Bir tabanca sesine benzeyen bu infilâk karşısında Ravigny oradakilerin pek hoşuna giden şu cümleyi kullanmış : "Azizim yaralanmadınız ya!" ...
Kaynak: Tarihte Garip Olaylar - Max Kemmerich
|