Toplumsal Yaşayışın Düzenlenmesi
Sosyal alandaki inkılâblarımızı baltalayan safsata ve hurafeleri kafalardan çıkarmak , açık ve hür zihniyeti kafalara yerleştirmek bir mecburiyetti.
Memlekette , ölmüş bazı kimselerin sonradan yarı peygamber sayılmasından kuvvet alan inanışın doğurduğu türbeler , onlarla geçinenleri besleyen bir kaynak , bir vasıta idi. Türbeler çok yerlerde batıl inanışların tatmin yeri olmuştu. Halk türbelerden mucizeler bekleyen bir ruh haletine yönelmişti.
Tekkeler , tarikat mensuplarının oturdukları , tarikat ilke ve geleneklerinin öğretildiği dini ve kültürel merkezlerdi. Kuruluşunda özellikle din , dil ve felsefe gibi konularda halkı yetiştiren halk odaları niteliğinde kuruluşlardı. Tekkelerin küçüklerine de zaviye denilirdi. Zamanla soysuzlaşan ve amacından uzaklaşan bu kuruluşlar , zengin müslümanların fakirlere yardım edilsin diye vakfettiği servetlere dayanarak bedavadan yaşamak , tembellikle her türlü zevkten istifa etmek, başkalarının çalışması ile geçinmek ve din perdesi altında her türlü fenalığı yapmak gayesini güden müesseseler haline geldi.
Tarikatçılık ise , mensupları arasında dayanışma ve sevgi yaratmakla birlikte , başka tarikat mensuplarına karşıda kin ve husumete varan ayrılıklar yaratıyor ve bu sebeple de bir huzursuzluk kaynağı idi.
Medeni bir millet olma yolunda görülen bu engeller akılcı batı medeniyetine girmek isteyen toplumumuz için kaldırılması gerekli idi. Atatürk , Kastamonu’ da 30.8.1925 ‘ de söylediği bir nutukta türbelerin , tekkelerin ve zaviyelerin kapatılmasının ve tarikatların kaldırılmasının işaretini vermiştir:
“Ölülerden medet ummak , medeni bir cemiyet için şindir (lekedir).
Bugün ilmin , fennin bütün şumulile medeniyetin parlak ışıkları karşısında filân veya falan şeyhin irşadile , maddi ve manevi saadet arayacak kadar iptidai insanların , Türkiye medeni camiasında mevcudiyetini asla kabul etmiyorum.
Efendiler ve ey millet , biliniz ki , Türkiye Cumhuriyeti şeyhler , dervişler , müritler ve meczuplar memleketi olamaz. En doğru , en hakiki tarikat medeniyet tarikatıdır.”
30 Kasım 1925 tarihli bir kanunla Tekke , Zaviye ve Türbelerin kapatılması ve bir takım ünvanların kullanılması yasaklanmıştır. 30 Kasım 1925 tarihli kanun bütün tarikatlarla birlikte, şeyhlik, çelebilik, babalık, emirlik, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürücülük ve gaipten haber vermek ve murada kavuşturmak maksadı ile muskacılık gibi unvan ve sıfatların kullanılması, bunlara ait hizmetlerin yapılması ve bu ünvanlarla ilgili elbise giyilmesini yasaklamıştır.
2. Kıyafette değişiklik
Doğu medeniyetini Batı medeniyetinden ayıran dış özelliklerin en önemlisini kıyafet teşkil ediyordu. 18. yüzyıldan beri Osmanlı İmparatorluğunda bir kıyafet , bir serpuş anarşisi mevcuttu. II. Mahmut devrinde askerlere , memurlara kavuk yerine fes giydirilmesi kabul edildiği zaman , o zaman başta Şeyhülislâm olduğu halde bütün ulema , fes giymenin şer’ an caiz olmadığını ileri sürerek itiraz etmişlerdi. Halkın her sınıfı istediğini giymekte serbestti. 1903 yılında II. Abdülhamit devrinde , askerlere kalpak giydirilmek istendiğinde ulema sınıfı bu defa da kalpak giyilmesine itiraz etti. Gerçekten ne fesin , ne diğer kıyafet unsurlarının din ile , milliyetle hiçbir ilgisi yoktu. Ulema , halkın dini inancını da istismar ederek yenilikten korktuğundan , kıyafet değişimini dini menfaatlerine âlet ediyorlardı.
Batı medeniyetinin bir bütün olarak ele alınması , dünyanın kabul ettiği medeni kıyafetin de benimsenmesini gerekli kılıyordu. Büyük kurtarıcı , 24 Ağustos 1925 de Kastamonu ve İnebolu’ ya yaptığı seyahatlerde şapka inkılâbının ilk parolasını başında panama şapkayı da halka göstererek verdi.
“Biz her nokta-i nazardan medeni insan olmalıyız.
Fikrimiz , zihniyetimiz , tepeden tırnağa kadar medeni olacaktır.
Medeni ve beynelmilel kıyafet milletimiz için lâyık bir kıyafettir. Onu giyeceğiz.”
Büyük Atatürk’ ün 27 Ağustos 1925 ‘ de İnebolu’ da “Turan kıyafetini araştırıp ihya eylemeye mahal yoktur. Medeni ve beynelmilel kıyafet bizim için , çok cevherli milletimiz için lâyık bir kıyafettir” diyerek , medeni yaşayışa uyan kıyafetin kabulü gerekliliğini de açıkça belirtmiştir. Büyük insanın uyarması üzerine daha 25 Kasım 1925 tarihli şapka kanunu çıkmadan önce vatandaş şapkayı giymiş ve bu yenilik medeni kıyafet değişimi halk arasında iyi karşılanmıştı. Bundan sonra , cüppe ile sarık giymek yasak edilmiş ve bu kıyafet yalnız din adamlarına hasredilmişti.
Şapka bir başlık taklidi değil , hür fikir ve düşüncenin sembolü olarak kabul edilmişti.
3. Soyadı Kanununun Kabulü
1934 tarihli Soyadı Kanununun kabulü ile bizde kişi , asıl adı , küçük adı yanı sıra soyadı diye adlandırılan aile adı ile anılmaya başlamıştır.
Kişinin soyadı bulunmaması toplum hayatında karışıklıklara neden oluyordu. Kişinin soyadı olmaması toplumsal ilişkiler bakımından bir eksiklikti. Soyadı yerine kullanılan baba adı, doğduğu memleketin adı veya kullanılan lâkaplar, soyadının toplumsal ilişkilerde rolünü oynayamıyordu. Soyadı bir bakımdan ailenin toplum hayatındaki rolünü değerlendirmekte aileye güç ve kuvvet vermekte idi. Aile birliğini ve aile içinde de karşılıklı ilişkilere moral (manevi) bakımdan destek olmakta idi.
21 Haziran 1934 ‘ de çıkarılan 2525 sayılı Soyadı Kanunu ile her Türk’ ün öz adından başka soyadı taşıması da zorunlu kılındı. Soyadları Türkçe olacak, rütbe , memurluk , yabancı ırk ve millet adları ile ahlâka aykırı ve gülünç kelimeler soyadı olarak kullanılmayacaktı.
Soyadı Kanununun kabulünden sonra , 1934 yılında 2258 sayılı kanunla, T.B.M.M. Türk Milleti ‘ nin bir şükran ifadesi olarak en büyük şefine , Gazi Mustafa Kemal Paşa’ ya Atatürk soyadını vermiştir.
1934 yılında çıkarılan bir diğer kanunla da “Ağa, Hacı, Hafız, Hoca, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Paşa, Hanım, Hanımefendi” gibi eski toplum zümreleri belirten ünvanlar kaldırılmıştır. Aynı kanunla yurt savunmasında, Milli Mücadelede gösterilen başarılar karşılığı verilen madalyalar dışında eski Osmanlı idarecilerinin verdiği tüm nişan ve rütbeleri taşımak da yasaklanmıştır.
4. Ölçüler ve Takvimde Değişiklik
a) Takvimde Değişiklikler
Ayın hareketlerine göre , ayları ölçen islâmi takvim , saat , rakam ve tatil günleri, gerek memleketin iç hayatında , gerekse dünya ile olan ilişkilerimizde büyük güçlük çıkartıyor , çalışma hayatımızda karışıklıklara neden oluyordu.
26 Aralık 1925 tarihinde kabul edilen kanunlarla Hicrî ve Rumî takvim kaldırılarak yerine Milâdi takvim , alaturka saat yerine de milletler arası saat usulü uygulandı.
20 Mayıs 1928 ‘de de milletlerarası rakamlar kabul edildi.
Hafta tatili olarak kabul edilen Cuma yerine Pazar gününü resmî hafta tatili günü olması ise , ancak 1935 ‘ de çıkarılan bir kanunla sağlandı.
b) Ölçülerde Değişiklikler
1931 yılında çıkarılan 1782 sayılı kanunla , eski ağırlık ve uzunluk ölçüleri değiştirilmiş , arşın, endaze, okka, çeki gibi hem belirli olmayan hem de bölgelere göre değişen eski birimler kaldırılmıştır. Medeni ölçü birimi sayılan onlu yönteme uygun , metre ve kilo gibi uzunluk ve ağırlık ölçüleri kabul edilmiştir. Uzunluk ve ağırlık ölçülerinde yapılan bu değişiklikler , ülkede ağırlık ve uzunluk ölçülerinde tek bir sistemin uygulanmasını sağladığı , uluslar arası ilişkilerde de ticari kolaylıklar elde edilmesinde yararlı olmuştur.
5. Kadın Haklarının Kabulü
İstiklâl Savaşında vatanı kurtarmak için erkeğinin yanı başında vazife alan, sırtında çocuğu ile cepheye koşan Türk kadını ve Türk anası, Türk cemiyetinde müstesna yerini ispat etmişti. Kadınlarımız, medeni, siyasi ve içtimaî haklara kavuşmalı, Türk aile ve cemiyeti ortaçağın köhnemiş fikir ve görenek esaretinden kurtarılmalı idi. Türk İnkılâbı ile beraber kadınlarımız da haklarına kavuşmuşlardır.
Medeni kanunun kabulü ile Türk kadını medeni haklarına kavuşmuş, kadın erkek eşitliği cemiyetimizde yer etmişti. Siyasi hak olarak ilk defa 1930 ‘da Belediye Kanunu ile kadınlarımıza belediye meclisine üye seçmek ve seçilmek hakkı tanındı. Bunu 1934 yılında Anayasa ‘da yapılan bir değişiklikle, milletvekili seçmek ve seçilmek hakkının tanınması izledi.
Modern Türk cemiyetinde kadının tam mânâsıyla yerini alması ve kendisine tanınan haklardan istifadesi için kadın kıyafetinde de değişiklik yapmak icap ediyordu. Türk kadını önce peçeyi , şapka inkılâbından sonra da çarşafı attı.
|