SİVİL TOPLUM Düşünsel Temelleri ve Türkiye Perspektifi
Sivil toplum, devletin idarî teşkilatlanmasının dışında, özerk, gönüllü, bir hukuk düzenine tabi olmakla birlikte kendi iç düzenini kendisi belirleyen, toplumsal yaşamın organize bir bölümü olarak tanımlanabilir. Demokrasiye geçiş ve demokrasinin pekişmesi süreçlerindeki rolü, sivil toplumu, Türkiye açısından da üzerinde önemle durulması gereken bir kavram durumuna getirmektedir. Kavramın demokratikleşmedeki kaçınılmaz etkisi vurgulanmakla kalmamış, "Türkiye'nin neden her on yılda bir, bir askerî darbeye sahne olduğu" sorusunun yanıtının, ülkede "yeterince gelişmiş bir sivil toplum"un bulunmaması olabileceği belirtilmiştir. Sivil toplumun Türkiye'deki durumu konusunda bir tespit yapabilmek, öncelikle, kavramın Batı siyasî düşünce ve toplumsal tarihindeki evrimi üzerinde bir incelemeyi zorunlu kılar. Zira, sivil toplum, kökenleri itibariyle, Batılı bir kavramdır. Bu nedenle, bu çalışmanın ilk bölümü, sivil toplum kavramının Batı siyasî düşünce tarihindeki gelişimine ayrılmıştır. Bu bağlamda, sivil toplum kavramının geçirdiği evrimi karakterize eden teorilere yer verilmiştir. Teorik çerçevesi birinci bölümde çizilen sivil toplum, aynı zamanda Batı toplumsal tarihinin bir aşamasına da işaret etmekteydi.
Çalışmanın ikinci bölümünde, Batı düşüncesi ve tarihindeki veriler ışığında, Türkiye'de sivil toplumun gelişimi konu edilmektedir. Kuşkusuz Türkiye'de sivil toplum konusunda bir saptama yapabilmek, Osmanlı toplumu üzerine bir incelemeyi zorunlu kılar .Bugün bizim sivil toplum unsuru sayabileceğimiz örgütlenmelerin veya oluşumların Osmanlı'da nasıl şekillendiği noktası üzerinde durulmaktadır .Osmanlı'daki modernleşme hareketleri, Cumhuriyet döneminde gelişerek asıl ifadesini bulmuş, Cumhuriyet Dönemi Türkiye'si tek parti döneminden bugüne, Türk siyasi hayatının bir özeti yapılmaktadır.
I.BÖLÜM
SIVIL TOPLUM KAVRAMI VE DÜŞÜNCE TARİHİNDEKİ EVRİMİ
I.GENEL OLARAK
Sivil toplumu anlamak, onun siyasal düşünce tarihindeki farklı anlamları ve içerikleri üzerine bir incelemeyi zorunlu kılar .Kavramın düşünce tarihindeki dönüşümü meselesinde, onun öncelikle sosyal sözleşmeci düşünürler tarafından, doğa halinin karşıtı olarak ele alındığı ve siyasi toplumla özdeş kılındığı görülmektedir .Kapitalist uygulamaların yoğunluk kazanması, mülk sahipleri arasındaki ilişkilerin artması ve pazar mekanizmasının gelişmesi
sonucu, bu özdeşlik yerini sivil toplum-devlet düalizmine bırakmıştır.
II. SIVİL TOPLUM KAVRAMININ EVRİMİ
A. DOĞA HALİNİN KARŞITI OLARAK SİVİL TOPLUM
1.GENEL OLARAK
18. yüzyıl sosyal sözleşmeci filozofları sivil toplumu doğa halinin karşıtı olarak tasvir etmişlerdir. Bu bakış açısı, kaçınılmaz bir biçimde, devlet (siyasî toplum)-sivil toplum özdeşliğini gündeme getirmiştir .Doğa halinin terki sonucu kabul edilebilecek düzenlerle ilgili çok sayıda niteleme vardır .Aristoteles'in kullandığı, Latince'ye "societas civilis" olarak çevrilen, "politike koinonia" ibaresinin sivil toplum kavramının ilk versiyonu olduğu da kabul edilmektedir .Sivil toplum-devlet özdeşliğinin en tipik örneklerinden biri Hobbes'un fikirlerinde ifadesini bulur. Hobbes'un sivil toplumu (=siyasal toplum) doğa durumunun tam karşısına yerleştiren anlayışından bir adım daha ilerlediğimizde, kavramın konumunun artık doğa halinin "tam" karşıtı olmadığını, onun dönüşüm geçirmiş ve insanlık için daha elverişli kılınmış bir devamı konumuna geldiğini fark ederiz.
2. Devlet- Sivil Toplum Özdeşliği: Hobbes'un "Leviathan"ı
Devlet-sivil toplum özdeşliği Hobbes'un teorisinde açıkça ortaya konmakta ve bu konuda çarpıcı bir örnek teşkil etmektedir.Doğa insanları eşit yaratmıştır; bu eşitlik insanlar arasında güvensizliklerin doğmasının baş sebebidir. İki kişi aynı anda sahip olamayacakları bir şeyi arzu ederlerse birbirlerine düşman olurlar; bu birbirlerini yok etme veya egemenlik altına alma arzusuna dek uzanan bir süreci başlatır.
3. Özdeşliğin Bulanıklaşması: Locke'un Sivil Toplum Teorisi
Klasik liberal anlayışın önemli temsilcilerinden biri olan J. Locke, teorisinde "siyasi toplum" (devlet) ile "sivil toplum" ibarelerini birbirlerinin yerine kullanılabilen anlamdaş kavramlar olarak görse de, aslında teorisinin tümü göz önüne alındığında, sivil toplum-devlet özdeşliğinin netliğini kaybetmeye başladığının delililerini ortaya koymaktadır.Ona göre doğa hali bir "özgürlük durumu"dur. Bu özgürlüğün tek sınırı, moral bağlayıcılığı olan doğal hukuktur.
4. Adam Ferguson: Bir "Sivil Toplum Tarihçisi"
Ferguson "sivil toplum" terimini, bir yandan (teknik ya da dar anlamda) "doğa hali"ne zıt, düzenli yönetim ve siyasî tâbiyeti olan bir toplum durumuna ya da kısaca "devlet"e işaret etmek için kullanırken, diğer yandan (geniş anlamda) "medenileşmeyi" kast ederek kullanmıştır; yani, ilkel ya da vahşi toplumun karşıtı olarak "rafine", "medeni" bir toplum halinden söz etmektedir.
B. DEVLET - SİVİL TOPLUM DÜALİZMİNİN DOĞUŞU
1. İlk İşaretler: Paine ve "İnsan Hakları"
Paine göre, doğa insanı toplumsal bir varlık olarak yaratmış ve onu toplum içinde varlığını sürdürebilmesi için gerekli yetilerle donatmıştır.Bu bir arada yaşayan insanların bir düzen içinde bulunmalarının da anahtarıdır.Görüldüğü gibi, Paine'nin fikirleri ile Locke'un fikirleri arasında bir paralellik bulunmaktadır.
2. Hegel'de Sivil Toplum
a) Sivil Toplum : "Bürgerliche Gesellschaft"
Sivil toplum kavramını devletten büyük ölçüde ayrılmış, karmaşık bir sosyal düzen olarak ele alan ilk ve en başarılı düşünürün Hegel olduğu söylenebilir.Hegel, burjuva toplumu ve sivil toplum olarak çevrilebilecek olan, "bürgerliche Gesellschaft" terimini kullanmıştır.Düşünür iki temel nokta üzerinde durur:
1) Bireyle içerisinde yaşamını sürdürdüğü toplumsal ve ekonomik kurumlar arasındaki ilişki, 2)Bu kurumlarla, eşsiz olarak nitelendirdiği, devlet arasındaki ilişki . Hegel'in sivil toplum kuramı bu iki temel ilişki bağlamında düşünülmelidir.Bu haliyle sivil toplum, Hegel'e göre, bir "ihtiyaçlar sistemi"dir.
Sivil toplum içerisinde bireylerin kendi başlarına değil (aile dışında) bir grubun üyesi durumunda bulunmaları, sınıf farklarını ortaya çıkarır. Hegel'e göre, bu sınıflar; çiftçi sınıfı, sanayici (endüstriyel) sınıf ve evrensel sınıf (devlet görevlileri)dır.
b) Devlet- Sivil Toplum İlişkisi
Hegel'e göre, menfaatlerin gerçekleşmesi için bir araç olan sivil toplum, aynı zamanda, bireyleri korporasyonlar vasıtasıyla bir araya getirmekte ve tam olarak devlette gerçekleşen bir ortak bilincin yaratılması konusunda yönlendirmektedir.
c) Değerlendirme
Hegel'in teorisi bireycilik karşıtlığının (anti-bireyciliğin) ağına düşmeden, liberal bireyciliğin bazı olumsuzluklarının üstesinden gelme çabasının bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
C. DEVLET- SİVİL TOPLUM DÜALİZMİNİ AŞMA ÇABALARI
1. Marx'ın Eleştirel Sivil Toplum Yaklaşımı
Marx, kendinden önceki yaklaşımlara sadık kalmış ve sivil toplumu, diğeri devlet olan, kavram çiftinden biri olarak ele almıştır.Marx'a göre, sivil toplum, somut olarak, tarihte karşımıza çıkan toplumsal bir aşamayı anlatır ve insanlar arasındaki maddi ilişkilerin organizasyonunun belli bir formuna (şekline) atıfta bulunur.
2. Alexis de Tocqueville: Demokrasi ve Sivil Toplum
Tocqueville sivil toplum - devlet ikilemini, bunlara siyasî toplumu da ekleyerek, farklı bir yapıya dönüştürmüştür.Tocqueville'ye göre, günlük hayatta insanları bir araya getirecek
amaçlar bulmak zordur; ama onları siyasi hedefler çevresinde toplamak nispeten daha kolaydır.
3. Gramsci ve Sivil Toplum
Bir Marx takipçisi olmasına karşın, A. Gramsci'nin sivil toplum teorisinin kökleri Hegel'e dayanmaktadır.Gramsci sivil toplumu, devlet mekanizmasına hakim olan sınıfın, aydınların (entellektüellerin) da yardımıyla, değerlerini empoze edip, hegemonya tesis ettiği bir alan olarak algılar.
III. GÜNÜMÜZDE SİVİL TOPLUM KAVRAMI
A. GENEL OLARAK
Günümüzde sivil toplumun devlet-dışı bir alan olduğunu hiçbir teorisyen inkâr edememektedir.Bu da, bu noktaya kadar üzerinde durulan yaklaşımların, "modern" sivil toplum kavramının geçirdiği dönüşümün aşamaları olarak görülebileceğini ortaya koymaktadır.
B. MODERN SİVİL TOPLUMUN NİTELİKLERİ
Sivil toplum devletten tamamen kopamaz.O halde, sivil toplum devletten özerktir; ama ondan kopuk bir alan değildir, onun varlığı ön şartına dayanır.Sivil toplum, siyasî toplumun dışında olmakla birlikte, onun tabanını oluşturma yönünde faaliyet gösterir.Sivil toplum geniş bir organizasyonlar dizisini içine alır: Bunlar:
1. Ekonomik (üretici ve ticari birlikler ve şebekeler)
2. Kültürel (dînî, etnik, komünal ve diğer ortak hakları, değerleri, inançları, görüşleri, sembolleri savunan birlikler)
3. Bilgi edinmeye ve eğitime yönelik (kamuya bilgi, fikir, haber vermeye ve bunları yaymaya hasredilmiş -kâr amaçlı olan ya da olmayan - örgütler)
4. Menfaat merkezli (üyelerinin ortak işlevsel ya da maddi menfaatlerini savunmak ve geliştirmek için örgütlenmiş işçiler, emekliler, mahkûmlar, profesyoneller ya da benzerleri için)
5. Geliştirici (alt yapı tesislerini, kurumlarını geliştirmek ve toplumsal yaşam kalitesini yükseltmek için bireysel kaynaklar oluşturma organizasyonları)
6. Sorun merkezli (çevre koruma hareketleri, kadın hakları, toprak reformu ya da tüketiciyi koruma vb.)
7. Vatandaşlıkla bağlantılı örgütlenmeler ( siyasî sistemin partizan olmayan bir biçimde geliştirilmesini isteyen ve onu insan haklarının denetimi, seçmen eğitimi ve mobilizasyonu, seçim gözetmenliği, siyasî yozlaşmayı önleyici çabalar vs. yoluyla daha demokratik hale getirmeyi hedefleyen örgütler).Sivil toplum çok yönlüdür. Üzerinde tartışılan güncel bir kavram olarak, resmî olmayan grupları, gönüllü birlikleri, kültürel ve iletişime ilişkin kurumları, bireysel moral sistemleri, kanunları ve birey haklarını kapsar görünmektedir. Bu haliyle sivil toplum, bir arada yaşamanın test edildiği bir alandır.
C. DEMOKRASİ VE SİVİL TOPLUM
Demokrasinin bir "hedef" değil, bir süreç olduğu kabul edildiğinde, geçiş ve pekişme evrelerine sivil toplumun katkısı gündeme gelmektedir.Sivil toplumun demokrasiye geçiş ve onun pekişmesine katkısı, büyük ölçüde, onun vatandaşların "moral" eğitimi işlevini
üstlenmesinin bir ürünüdür. Zira, sivil toplum bir "sosyal kurumlar" grubu olmanın yanında, aynı zamanda bir "sosyal değerler" grubudur.
II. BÖLÜM
TÜRKİYE'DE SİVİL TOPLUM
I. GENEL OLARAK
Türkiye'de sivil toplumun unsurlarını araştırmak, onun taşıdığı tarihsel mirası da dikkate almayı zorunlu kılar.Düşünsel evrimini yukarıda belirlemeye çalıştığımız sivil toplumun, aynı zamanda Batı toplumsal tarihinde bir aşama olarak ortaya çıkması şaşırtıcı
sayılmamalıdır.
II. BATI TOPLUMSAL TARİHİNDE BİR AŞAMA OLARAK SİVİL TOPLUM
Merkezî iktidarın bulunmadığı, karmaşa ve güvensizliğin hakim olduğu, ticaretin neredeyse durduğu, kent yaşamının önemini yitirdiği bir düzen olarak tasvir edilebilecek olan feodalizmin sonunu hazırlayan gelişmeler, aynı zamanda "sivil toplum"un tarihsel bir aşama olarak tohumlarının atıldığı bir dönemin de başlangıcıdır.
III. OSMANLI IMPARATORLUĞU'NDA SİVİL TOPLUM
A. GENEL OLARAK
Osmanlı İmparatorluğu'nun siyasî yapısı tek bir modelle ifade edilemeyecek kadar karmaşık olsa da, en doğru nitelemenin "patrimonyal bürokrasi" olduğu söylenebilir. Patrimonyal yönetimlerde meşruiyetin kaynağı hükümdardır. Osmanlı İmparatorluğu'nun idarî düzeni içinde somutlaştırırsak, Tanrı evrensel bir düzen yaratmakla kalmamış, o düzeni korumak ve yürütmek için Padişahı seçmiştir.
B. OSMANLI İMPARATORLUĞU'NDA SİVİL TOPLUM UNSURLARI
1. GENEL OLARAK
Osmanlı Devleti'nin fetihler yoluyla genişlediği dönemlerde, tımar sistemi yaygın bir biçimde
uygulanmıştır.Tımarlı sipahilerin, devlet karşısındaki özerklikleri meselesine gelince; her şeyden önce, bir beratla devlet tarafından toprağın yönetimi kendilerine bırakılan sipahilerin, devlet memuru statüleri, onları doğrudan doğruya merkeze bağlamaktadır.
2. Loncalar
Osmanlı İmparatorluğu'nda, tarım dışı üretim açısından önemli merkezler durumunda bulunan kentlerde, çeşitli meslek mensuplarını bir araya getiren loncaların teşkili, kökeni Ortaçağa kadar giden eski bir geleneğin uzantısıdır.Kentlerde lonca hiyerarşisinin en önemli işlevlerinden biri de, devletin loncalardan talep ettiği vergilerin loncalar ve lonca ustaları arasında paylaştırılıp, daha sonra da toplanarak devlet temsilcilerine teslim edilmesiydi. Bu nedenle kentlerdeki ticarî faaliyetlerin vergilendirilmesinde esnaf loncaları çok önemli rol oynuyorlardı.
3. Vakıflar
Belli bir malın sürekli olarak kamu yararına tahsis edilmesi anlamını taşıyan vakıf, Osmanlı hukukunda geniş bir uygulama alanına sahip olmuştur. Devletin yerine getirmekte güçlük çektiği ya da tamamen kendi alanı dışında gördüğü bir takım kamu hizmetleri Osmanlı'da vakıflar eliyle yürütülmüştür.
4. Azınlıklar (Zımmîler)
Osmanlı İmparatorluğu'nda, askerî sınıfa girmeyen kentlerde ve köylerde yaşayan diğer bütün halkın "reaya" sınıfını oluştururdu."Millet" sistemi içinde kendi cemaatlerini oluşturan gayrimüslimler, temel toplumsal yapının dışında bırakılmışlardı. Bu bir yandan kendi örflerinin ve babadan oğula geçen sözlü kültürlerinin sürekliliğini sağlarken, diğer yandan da, merkezî idarenin dışında kalan kapalı bir toplumsal birim oluşturmalarına neden olmuştu.
5. Ayan
Osmanlı toplumunda, kentlerde, köylerde, orduda, aşiretlerde, devlet kademelerinde önem kazanmış olan ileri gelenlere "ayan" denmekteydi.Anadolu'da güçleri ve etkinlikleri artan ayanlar, bir yandan halk ile devlet arasında aracı rolünü üstlenmiş öte yandan da, devletin pek çok konuda başlıca dayanağı olmuşlardır.
C. OSMANLI IMPARATORLUĞU'NDA MODERNLEŞME HAREKETLERI
Osmanlı İmparatorluğu 17. yüzyıl ile 18 yüzyılda gerileme ve çökme dönemine girmiştir.Devletin yeniden eski güçlü konumuna gelmesi, yani merkezi otoritenin güçlendirilmesi amacına hizmet eden reformlar, savaş teknolojisinin ve ordu organizasyonunun yenilenmesi gibi teknik konularla başlayıp, eğitime, kültüre, hukuk sistemine kadar yayılmıştır.
D. DEĞERLENDİRME
Modernleşme süreciyle birlikte, Osmanlı toplumsal yapısında meydana gelen değişmenin , sivil toplum açısından olumlu yönleri bulunduğu kaydedilmelidir.üstün devlet menfaatinden ayrı bir "kamu yararı" kavramının doğuşu da yine bu reform süreciyle birlikte olmuştur. Bu Osmanlı toplumunda ilk kez bir "kamu alanı" düşüncesinin doğması anlamını taşır.
IV. CUMHURİYET DÖNEMİNDE TÜRKİYE'DE SİVİL TOPLUM.
A. YENİ TÜRK DEVLETİNİN DOĞUŞU
Osmanlı İmparatorluğu'nu çöküşün eşiğinden döndürmek ve hatta büyütmek umuduyla girilen I. Dünya Savaşı bittiğinde (Kasım 1918), geriye savaşın yıldırdığı ve yoksul düşürdüğü bir halk kalmıştı.Potansiyel gücü organize etmek, bunu gerçek bir devrimci güç haline getirmek amacıyla, başta Mustafa Kemal olmak üzere birçok subay ve aydın İstanbul'dan Anadolu'ya geçerek, bu mucizeyi gerçekleştirme çabasına giriştiler.
B. TEK PARTİ YÖNETİMİ
Kurtuluş Savaşının zaferle sona ermesi ve saltanatın kaldırılmasını (1 Kasım 1922) takip eden aylarda Mustafa Kemal halkçılık esasına dayalı bir siyasi parti kurmuştur. Adı, Halk Partisi'dir (Aralık 1922).Bu parti, belli bir sınıfa değil, bütün sınıflara dayalı bir parti olacaktır.
C. KEMALİZMİN TEMEL İLKELERİ VE SİVİL TOPLUM
"Türk Devleti'nin kuruluşunda ve belli bir süre politikasının yürütülmesinde temel olan fikir ve ilkeler bütününe Kemalizm" diyebiliriz.Çağdaşlaşma süreci sivil topluma bir yöneliş sayılırsa, Batı'da "siyasî toplum"un müdahalesi ile değil, aksine, bu yapıya direnilerek oluşturulmuş, özerk sivil toplum yerine, Türkiye'de sivil toplumun yasa yoluyla ve devlet eliyle yaratılmaya çalışılması gibi bir çelişkiyle karşı karşıya kalınır.
D. ÇOK PARTİLİ SİYASî YAŞAMA GEÇİŞ VE DEMOKRAT PARTİ DÖNEMİ
Cumhuriyet rejimi teorik açıdan insana hak ve özgürlükler tanıyor , ama onu bu hak ve özgürlükleri gerçekleştirmenin araçlarından yoksun bırakıyordu. Bütün erkin Millet Meclisi'nin elinde toplanması, hükümet üzerinde kontrol veya denge yaratacak herhangi bir gücün mevcut olmayışı, insan hak ve özgürlükleri ile ilgili anayasa hükümlerini uygulamada anlamsız kılıyordu.Bu hak ve özgürlükleri hükümet uygun görürse tanır, görmezse tanımazdı.Çok partili siyasî hayata geçilmesi, Türkiye'de demokratikleşme yönünde atılan önemli bir adım sayılsa da, DP iktidarı dönemi Türkiye'de demokratik uygulamaların geliştirildiği bir dönem olmadı.
V.GÜNÜMÜZ TÜRKİYESİ'NDE SİVİL TOPLUM.
A. 1961 ANAYASASI DÖNEMİNDE SİVİL TOPLUM.
DP'nin muhalefet ve basına karşı anayasa hükümlerini etkisiz kılan baskıcı tavrı ve bunlara gösterilen tepkilerin sertleşmesi, İstanbul ve Ankara'da öğrenci olaylarının yoğunlaşması, 1960 askerî darbesini hazırlayan nedenlerdi. Darbe, Milli Birlik Komitesi (MBK) adını taşıyan, genç subaylardan oluşan bir cuntanın eseriydi. Bu darbeyle, Türk siyasal/toplumsal tarihinde, ordunun belirleyici rol oynadığı bir "darbeler dönemi" başlamış oluyordu.1961 Anayasası'nın yarattığı özgürlük atmosferi etkisini göstermekte gecikmemiş, Türk siyasî/ toplumsal yaşamı hareketlenmiş, çoğulcu demokrasiye yöneliş başlamıştır.
B. 1980 SONRASINDA TÜRKİYE VE SİVİL TOPLUM
12 Eylül 1980 askeri darbesi Türkiye'de siyasî süreci bir kez daha kesintiye uğrattı.12 Eylül darbesini hazırlayan olayların 1961 Anayasası ve onun özgürlükçü hükümlerinin bir sonucu olarak görülmesi, yeni hazırlanan anayasanın bir "tepki anayasası" olması sonucunu doğurdu. Buna göre, 1982 Anayasası, 1961 Anayasası'nın özgürlükler ağırlıklı sisteminden ayrılarak otorite ağırlıklı bir sistem getirdi.1990'lı yıllara gelindiğinde, 1980'lerin ılımlı atmosferinin doğurduğu bir sivil hareketlilik başlamıştır. 1995 yılında, derneklerin , meslek örgütlerinin siyasî faaliyet, siyasî partilerin kadın ve gençlik kolları örgütleyebilme, yasaklarının kaldırıldığı anayasa değişikliği, bu hareketliliğin normatif temelini oluşturmuştur. Sonuç olarak, günümüz Türkiyesi'nde demokrasi arayışları ile başabaş giden bir sivil toplum arayışının var olduğu söylenebilir. Yine de, Türkiye'de sivil toplum yavaş gelişmektedir.Sivil toplum, ancak sosyalleşme, siyasî kültür, özgürlüğe alışkın bir halk ve kültürel geleneğin desteği ile gelişebilir. Bu unsurların yeterli desteği ile Türkiye'de yaygın ve etkili bir sivil toplumun varlık kazanacağını söylemek, iyimser bir tahmin olmanın ötesinde, bir öngörüdür.
4. Kitabın değerlendirilmesi-eleştirisi:
Son zamanlarda, bir yandan sivil toplum kuruluşları ve bunların faaliyetleri yazılı ve görsel basının ilgi odağı haline gelirken, diğer yandan sosyal bilimler literatüründe sivil toplum kavramı ve ülkemizdeki yansımalarına ilişkin çalışmaların sayısı gözle görülür bir biçimde artmıştır.Kitapta yapılan çözümlemelerde, felsefe boyutu ön plana çıkmaktadır. Ancak, bu çalışmayı, sadece bir felsefe metni olarak değerlendirmekte haksızlık olur. Kitabın tümüne yayılan sosyolojik bakış açısı ve Türkiye'ye ilişkin saptamalar bu çalışmayı daha ilgi çekici kılmaktadır.Çalışmanın I. Bölümü geniş sayılabilecek teorik bir giriş niteliğindedir. Yazar, bu bölümde, geçmişten günümüze sivil toplum kavramının felsefi temellerini araştırmaktadır. Yazarın yaptığı çözümlemelerden anlaşılacağı gibi, temelleri İlkçağ düşünürlerinden Aristotelese'e kadar giden bu kavram; Hobbes, Locke, Ferguson, Paine, Hegel, Marx, Tocqueville, Gramsci, vd. düşünürlerin elinde gelişip zenginleşerek bugünkü içeriğine kavuşmaktadır. Yazar bu bölümde, her bir düşünürün sivil topluma ilişkin fikirlerini bir bütünlük içinde ele aldığı için, sadece belli bir düşünürün bu konudaki fikirlerini merak eden okuyuculara da önemli bir kaynak sunmaktadır. Bu niteliğiyle bu kitap bir referans kitap kimliği de taşımaktadır.
"Sivil Toplum, Düşünsel Temelleri ve Türkiye Perspektifi" isimli çalışmanın II. Bölümü, sosyolojik bir yaklaşıma ağırlık vererek "Türkiye'de Sivil Toplum" konusunu ele almaktadır. Bizi daha fazla ilgilendiren bu bölüm, aslında Türkiye örneği çerçevesinde sivil toplum-demokrasi ilişkisini sorgulamaktadır. Bu bölümde yapılan sosyolojik çözümlemeler, sivil toplumun siyasi tarih bağlamında Batı'da (Avrupa'da) toplumsal tarihin bir aşaması olarak ele alındığı saptamasıyla başlamaktadır. Bu saptamanın ardından, yazar kendisine belki de konunun en can alıcı sorusunu yöneltmekte ve Osmanlı İmparatorluğu'nda sivil toplumdan söz etmenin mümkün olup olmadığını araştırmaktadır. Bu soruyu aydınlatmak amacıyla, bugün bizim sivil toplum unsuru sayabileceğimiz örgütlenmelerin veya oluşumların (vakıf, lonca, ulema, ayan, azınlıklar) Osmanlı'da nasıl şekillendiği noktası üzerinde durmakta ve şu sonuca varmaktadır: Osmanlı'da, bugün bizim sivil toplum unsuru olarak algıladığımız yapılar idari mekanizmanın dışında yer almalarına rağmen, bu mekanizmayla sıkı bir ilişki içindedir. Merkezi yönetim toplumu bu örgütler veya oluşumlar vasıtasıyla denetim altında tutar. Bu nedenle, bunların bugün anladığımız anlamda sivil toplum unsurları olarak adlandırılması mümkün değildir. Bu önemli değerlendirmeden sonra yazar, Osmanlı'daki modernleşme hareketlerinin toplumsal yansımalarını sivil toplumla ilişkilendirerek ortaya koymaktadır. Konu, bu noktada Cumhuriyet Dönemi'nin yeni düzenine bağlanır. Aslında yazarın Cumhuriyet Dönemi Türkiye'si sivil toplumu konusundaki saptamaları, büyük ölçüde tek parti döneminden bugüne, Türk siyasi hayatının bir özeti gibidir. Yaklaşık 50 yıllık demokrasi deneyimimiz bize, iniş ve çıkışlarıyla, yanlışlarıyla doğrularıyla oluşum halindeki bir sivil toplumun yaşam grafiğini verir.
"Sivil Toplum, Düşünsel Temelleri ve Türkiye Perspektifi", günümüz Türkiye'sinde demokrasi arayışlarıyla başa baş giden bir sivil toplum arayışının var olduğu saptamasıyla son bulmaktadır. Ünlü Alman Düşünür Jürgen Habermas'ın vurguladığı gibi, sivil toplum ancak sosyalleşme, siyasi kültür ve özgürlüğe alışkın bir toplum ve kültürel geleneğin desteğiyle gelişebilir. Son bir kaç yılda ülkemizde bu konuda olumlu adımların atıldığı bir gerçektir, ancak daha yapılacak pek çok şey olduğunu da kabul etmek gerekir.
5. Sonuç:
Türkiye açısından baktığımızda 80 müdahalesi sonrası, 1982 Anayasası'nın da etkisiyle, yoğun bir sürecinin yaşandığını görüyoruz.Bu sürecin yaşandığı dönem, aynı zamanda Türk toplumsal yaşamının yeniden yapılandığı dönemdir. Özellikle 90'lara gelindiğinde Türk toplumsal yaşamında bir hareketlenme gündeme gelmiş ve bu bağlamda sivil toplum kavramı toplumsal gerçeklikte karşılığını bulmaya başlamıştır. Toplumsal yaşamdaki bu değişme, Anayasa ve yasalarda sivil toplumun önündeki engellerin bir ölçüde kaldırılması sonucunu doğurmuştur. Bunun ulusal olduğu kadar uluslar arası gelişmelerle de ilgisi olduğu açıktır. Bu noktada, ulusal ve uluslararası düzeyde iletişim olanaklarının ve haber akışının, 10-15 yıl önce hayal bile edilemeyecek biçimde artması önemli bir dönüm noktasıdır. Bunun yanında, yine ulusal ve uluslararası platformda, katı ideolojilerin etkinliğini yitirmesi, toplumların siyasi alanın dışında kendilerini ifade edebilecekleri bir alana yönelmelerine neden olmuştur. Bu alan, sivil toplum alanıdır.hem demokrasiye geçiş hem de demokrasinin pekişmesiyle gelişmiş bir sivil toplum arasında doğrudan bir ilişki bulunduğu artık kabul ediliyor. Her şeyden önce vatandaşlar demokratik yönetim ilkelerini sivil toplum içerisinde öğrenirler. Bu alan, onlar için, örgütlenme, konuşma, din ve vicdan özgürlüğü, v.b. ile donatıldıkları bir alandır. Burada bireyler, yalnızca yönetimin siyasi kararlarını etkilemekle kalmaz, kurallarınıkendilerinin belirledikleri yaşamsal hedeflere yönelirler. Kısacası demokrasi kültürü köklerini sivil toplum içinde bulur ve sağlam kökleri olan bir siyasal kültür demokrasinin pekişmesinde anahtardır.
|