Kemalizm
Kemalizm’in dayandığı temel ilkeler,bir anlamda Kemalizm’in içeriğini oluşturmaktadır.
Kemalizm,İstiklal Mücadelesi ile başlamıştır. İstiklal Mücadelesi millet gerçeğine inanış ve varışın bir zaferi olmuştur. Kemalizm herşeyden önce,medeni ve insani nitelik bir taşıyan Türk Milliyetçiliğini ifade etmektedir. Kemalizm,önce millet haklarını tanıma ve tanıtmadır. Millet egemenliğinin ifadesidir. Kemalizm bir kurtuluştur,milletçe bağımsızlığa kavuşmadır. Kemalizm aynı zamanda çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmadır,bir diğer anlamda modernleşmedir.,hür fikir ve düşüncedir;hürriyet ve demokrasi anlayışıdır. Kemalizm modern bir toplum hayatı yaşama,Türk toplumuna uygun sosyal siyasal kurumları kurma ve modern toplum olma demektir. Kemalizm önce bir Milli Mücadele gerçeğidir. Milli Mücadelede doğmuş,gelişmiş ve ondan sonra da oluşmuştur. Kemalizm,Türkiye’nin gerçeklerinden doğmuştur,ulusal bir anlayışlada çağdaş uygarlık düzeyinin de üstüne çıkmayı amaç bilmiştir. Kemalizm önce Türkçülük demektir,Türk milletini sevmek,onun yüksek ideallerine bağlı kalmak demektir. Kemalizm,insan şahsiyetine kıymet ve değer verir. Kemalizm,hürriyet,hür düşünce ve duygu demektir. Kemalizm,bir diğer yönden de,Atatürk ilkelerine bağlı kalarak Türk milletini ileri hedeflere yöneltmek ve insanlık ailesi içinde ona en şerefli yeri vermek demektir.
Atatürk fikir ve ideali,insanlık ölçüsünde,insani değerlerin en iyi kıymetlendirilmesidir. İnsanlığın tararına her hizmet,insanı insanlaştıran her moral ve manevi değer Atatürk’ten geçer. Kemalizm,Türk Devrimi ile oluşmuştur;bir yönü ile Türk Devrimi ile eş anlama gelmektedir. Türk Devrimi bir fikir ve ideal olarak doğmuş,ihtilalle birlikte eski düzenle ilgisini kesmiş,Milli Bağımsızlık mücadelesi ile düşmanı Ata yurdundan atmış,asıl amacına varan yolda zafer kazanmıştır. Türk Devrimi,Türk tarihinin derinliklerinden millet şuurunun sezilmesiyle hız ve kuvvet almış,batıcılığı millileştirdikten sonra millet gerçeğinin ihtiyaçlarına cevap vererek yeni kurulan devletin politik hayatını yönetmiştir. Türk devrimi başarıya ulaşırken bir takım temel prensiplere,ilkelere dayanmıştır. Devlet hayatını her yönüyle kapsayan bu temel prensiplerin yanı sıra dış politikaya has prensipler de o alanın özelliği icabı belirmiştir. Ayrıca devletçilikte ekonomik,sosyal ve kültürel kalkınmaya temel olan ilkedir. Türk Devriminin temel ilkelerini milliyetçilik,milli egemenlik,milli bağımsızlık,batılılaşma ve laiklik olarak ele alabilir ve değerlendirebiliriz.
KEMALİZM ve KÜRESELLEŞME
Küreselleşme herkese hoş çağrışımlar yaptıran bir sözcük. Herkes kendi bağlı olduğu inanç sistemi veya ideoloji açısından,küreselleşme kavramına sıcak bakmasını tahrik eden ve mümkün kılan nedenler bulabilir.
Tarih Boyunca Küreselleşme Yanlıları:
Gerçekten de bütün büyük dinler ve başlıca ideolojiler,belli anlamda bir küreselleşme özleminin öğretisini yaymışlar,takipçisi olmuşlardır. Örneğin,Hazreti Muhammet,tüm insanları İslamiyet çatısı altında birleştirme misyonunu taşıyordu. Onun kurmak istediği devlet, belli bir ulusla özdeşleşmeyen ve belli sınırlarla çevrili olmayan bir ümmet kavramına dayanmaktaydı. Dolayısıyla o da küresel boyutlu bir değişikliğin savaşını vermişti. Mustafa Kemal Atatürk’ün küreselleşme konusundaki yerini şöyle belirleyebiliriz: Atatürk’ün tutuşturduğu kurtuluş alevi,Anadolu bozkırlarıyla sınırlı bir amaca yönelmiş değildi. O sömürgeciliğin ve emperyalizmin yeryüzünden ebediyen silineceği bir dünyanın kurulmasına katkı sağlamak amacıyla yola çıkmıştı. O,başından beri bilincinde olduğu bu durumu,9 Temmuz 1922’de yaptığı bir konuşmasında şöyle açıklamaktadır: ‘’Türkiye’nin bugünkü mücadelesi yalnız kendi nam ve hesabına olsaydı belki daha kısa,daha az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi. Türkiye azim ve mühim bir gayret sarfediyor. Çünkü müdafaa ettiği bütün mazlum milletlerin,bütün şarkın davasıdır.’’ Atatürk emperyalizme karşı savaşmış ve bu yolda unutulmaz bir ders vermişti. Ancak,o,dünya uluslarının birbirlerine yakınlaşmasından yanaydı. Onun için’’yurtta sulh’’ demekle yetinilemeyeceğini bilmiş;’’cihanda sulh’’ arzusunu da eklemeyi ihmal etmemiştir. Atatürk’ün,insanlığın kurtuluşunun bir bütün olarak küresel çözümlerle gerçekleşebileceğini ve bu yolda varılması gereken nihai hedefin ‘’birleşik dünya hükümeti’’nin kurulması olduğunu çok daha açık bir biçimde ortaya koyan ifadeleri de vardır. Bunun için,onun ‘’Söylev’’indeki şu cümlelere göz atmamız gerekecektir: ‘’Baylar,tüm insanların,deneyim,bilgi ve düşüncedeki ilerlemesi ve gelişimi sonucunda;Hristiyanlıktan,Müslümanlıktan,Budizmden vazgeçerek basitleştirilmiş ve herkes için anlaşılacak hale konulmuş,evrensel,saf ve lekesiz bir dinin kurulması ve insanların şimdiye kadar kavgalar,pislikler,kaba arzu ve iştahlar arasında bir sefalethanede yaşamakta olduklarını kabul ederek bütün vücutları ve zekaları zehirleyen kötülük tohumlarını yenmeye karar vermesi gibi koşulların gerçekleşmesini gerektiren bir ’birleşik dünya hükümeti’ hayal etmenin tatlı olduğunu yadsıyamam’ Bütün bunlardan sonra,bugüne dek yeryüzünün sahne olduğu belli başlı düşünce akımlarının ve inanç sistemlerinin hemen hepsi gibi Kemalizm’in de küreselleşmeci olduğu sonucuna varabiliriz. Bu çerçevede önem taşıyan en önemli fark ise nasıl bir iktidarın egemenliği altında küreselleşileceği sorusuna bulunacak yanıta göre açıklık kazanabilir. Dolayısıyla,Kemalizm’in nihai amacı ile günümüzdeki küreselleşmenin yöneldiği hedef arasındaki farkı da bu soru bağlamında araştırmak gerekir. Küreselleşmeci eğilimlerin her birinin kendisine özgü bir iktidar yapılanması öngördüğü ve bu iktidarın belirlediği bir egemenlik kavramına göre biçimlenmiş bir dünya amaçladıkları bellidir. Günümüzün küreselleşmecilerinin ne tür bir iktidarın egemenliği altında bir küreselleşmeden yana oldukları her zaman açıkça ortaya konulmuş değildir. Çoğu yerde,küreselleşmek için uluslar arası pazara açılmak ve bu pazarın yasalarına kayıtsız şartsız teslim olmak gerektiğini ileri sürerler. Uluslar arası pazarın da bireysel kararların bileşkesinden ibaret olan ünlü ‘’görünmeyen el’’den başka yöneticisi yoktur. Uluslararasında kendi deyimleriyle bir ‘’karşılıklı bağımlılık’’ dönemi başlamıştır ve emperyalizm dönemi sona ermiştir. Gerçekte bir serbest rekabet düzeni,yalnızca bazı ders kitaplarında yer almış;gerçek yaşamda hiçbir zaman gerçeklik kazanmamıştır. Gerçekte tüm pazarlar gibi uluslar arası pazarın da sahibi vardır. Uluslar arası Pazar,tüm pazarlar gibi görünmeyen bir elin değil;giderek görünen,IMF,Dünya Bankası gibi uluslar arası odaklarda somutlaşan uluslar arası boyutlu tekellerin egemenliği altındadır. Bu çerçevede,çok sayıda bağımsız ve demokratik rejimler yerine tek ve evrensel bir imparatorluk rejiminin kurulması belirmektedir. Günümüzde,küreselleşen dünyayı bekleyenin de bundan ibaret olduğu her gün biraz daha iyi anlaşılıyor.
Küreselleşmenin Demokrasiyle Çelişen Sonuçları Karşısında Kemalizm
Yalnızca ulusal devlet olgusunun son bulduğu bir dönem başlatılmış olmamakta;aynı zamanda demokrasi de sözde kalmaya mahkum edilmektedir. Uluslararası sermayenin küresel egemenliği kendini göstermektedir. Dolayısıyla,Kemalizm’in ‘’egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’’ ilkesine karşılık,’’egemenlik kayıtsız şartsız uluslararası sermayenindir’’ ilkesi egemen kılınmaktadır. Bugünün dünyasındaki küreselleşmenin,Kemalizm ile derin çelişkisi de bu noktada kendisini göstermektedir. Demokrasinin tarihe gömülmesi yolundaki bu gidişin,Kemalizm’i kendisi için bir ayak bağı olarak görmesi doğaldır çünkü Kemalizm,tarihsel olarak demokratikleşme ile eş yönlü,hatta özdeş bir akımdır. Bağımsızlık olmadan demokrasi olmaz.’’ Ekonomik sömürüye yönelmiş büyük devlet,sömüreceği vesayet altındaki devlette demokrasiye razı olmaz.’’ Atatürk,egemenliğin saldırgan devletlerin ve onların kuklası durumuna düşmüş olan padişahın elinden alınarak milletin eline geçmesini mümkün kılan bir kurtuluş hareketine önderlik etmekle,demokrasinin kurulması için gerekli ve vazgeçilmez olan temellerin atılmasını sağlamıştır. Kemalizm’in demokrasi açısından ülkeye ne kazandırdığını gerçekçi bir biçimde değerlendirebilmek için,ülkeyi nereden alıp nereye getirdiğinin önyargılardan arınmış olarak görmek. Şu çok açık gerçeğin bilinmesi gerekir ki Kemalizm,ülkeyi saltanattan alıp,’’çok partili’’ düzene getirmiş olan rejimin adıdır. Ancak Atatürk’ün ifade ettiği boyutlarda bir çok partililik,bugün dahi sağlanabilmiş değildir. Atatürk’e göre,kapitalist toplumda,sınıf temelinde bir siyasal örgütlenmenin gerçekleşmesi ve her sınıfın kendi siyasal partisini kurması ‘’pek tabiidir’’. O,bu konudaki düşüncelerini,7 Aralık 1923’te Balıkesir’de yaptığı ünlü konuşmasında şöyle açıklamıştır: ‘’Şunu arzedeyim ki,başka ülkelerde partiler mutlaka iktisadi maksatlar üzerine kurulmuş ve kurulmaktadır. Çünkü o ülkelerde çeşitli sınıflar vardır. Bir sınıfın çıkarını korumak için kurulan partiye karşılık,diğer bir sınıfın çıkarını korumak maksadıyla bir parti kurulur. Bu pek tabiidir.’’ Atatürk döneminde ülkemizde yürürlükte olan rejimin demokratiklik düzeyinin,aynı dönemde,değil Ortadoğu veya Arap ülkelerinde,Avrupa ülkelerinde görülenlerden daha ileri olduğu sonucunu ortaya çıkarır. Batı’da o dönemde,İtalya’da faşizm egemendir. Almanya’da Nazizm tırmanışa geçmiştir. Doğu Avrupa’da da durum farklı değildir. Batı’da diktatörlüğe kaymış olan ülkelerin hepsinde,Türkiye’de Atatürk döneminde görülen durumdan farklı olarak,ırkçılığın kol gezdiği bilinmektedir. Kuşkusuz,Batıda bu ülkelerin dışında İngiltere be A.B.D gibi ülkeler de bulunmaktadır. Bu ülkelerle yapılacak bir karşılaştırma da Atatürk dönemi Türkiye’si açısından olumsuz bir yargıya varmamız sonucunu doğurmaz. İngiltere,tüm sömürgelerinde yaptıklarıyla ve A.B.D ülkesindeki zencilere karşı uyguladığı politikayla birlikte değerlendirildiğinde,Kemalist dönemin demokrasi ve insan hakları sicilinin göreli olarak hayli bir düzgün olduğu sonucuna varılmaktadır. Tüm bunlara karşılık,Atatürk döneminde,1924’te seçmen yaşının 18’e indirilmesi ve 1934’te kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmesi son derece anlamlıdır. Pek çok ülkede bu siyasal hakların elde edilmesi çetin mücadeleler sonucunda mümkün olabilmiştir. Emperyalizmin boyunduruğundan yeni kurtulmuş bir ülkede,seçme seçilme hakkının tüm yurttaşlara tanınması bakımından da tüm mazlum milletlere örnek ve öncülük etmiş olan Kemalist devrimin bu yönünün çoğu yerde ihmal edilmiş olması;bu devrimi,zora dayanan ve zora dayalı bir rejim kurmayı amaçlayan bir hareket olarak gösterme çabalarıyla uyuşan sonuçlar vermiştir. Kemalist devrim,padişahın kulu olmaya koşullandırılmış bir ümmetten,eşit ve özgür yurttaşlardan oluşan bir ulus doğması yönünde çok büyük bir azim ve kararlılık göstermiştir. Bunun için Atatürk öğretmenlere şöyle seslenmiştir: ’’Biz sizden düşüncesi gür,vicdanı hür,anlayışı hür kuşaklar istiyoruz.’’ Atatürk,kendi döneminde kurulmasına ön ayak olduğu pek çok önemli kurumun,katılıma açık,özerk bir yapılanma içinde kurulmasına özen göstermiştir. Anadolu Ajansı,Türk Dil Kurumu,Türk Tarih Kurumu bunlara örnek gösterilebilir. Atatürk ekonomik alanda da katılımdan yana olduğunu göstermiştir. Bu konuda kooperatifçiliğe büyük önem vermiş ve döneminde kurulan bazı kooperatiflerin bir numaralı üyesi olarak örnek olmak istemiştir. Tüm bunların doğrultusunda,Kemalizm’in yüzünün hiçbir tereddüde yer bırakmayacak ölçüde demokrasiye dönük olduğundan kuşku edilemez. Kemalizm,bağımsızlıkçı,antiemperyalist özü dolayısıyla yalnızca Türkiye’de değil,tüm mazlum uluslar açısından demokratikleşme çabalarının en temel dayanaklarından biridir. Atatürk,çeşitli yazılarında ve konuşmalarında yansıyan bu doğrultudaki görüşlerini 13 Eylül 1920 günü Meclis’e sunduğu ve tartışmalarda ‘’Halkçılık Bildirisi’’ olarak anılan ‘’Teşkilatı Esasiye Kanunu Layihası’’nın ikinci maddesinde şöyle özetlemiştir: ‘’Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti,hayat ve istiklalini kurtarmayı tek ülkü ve amaç bildiği halkı,emperyalizm ve kapitalizm egemenliğinden ve zulmünden kurtararak,yönetim ve egemenliğin gerçek sahibi kılmakla amacına varacağı kanısındadır.’’ Küreselleşme yanlılarının ulusal devleti tarihin karanlığına gömme çabalarının ciddiyeti asıl burada kendisini göstermektedir. Çünkü,ulusal devletin yıkılması,aynı zamanda demokrasiye indirilmiş bir darbe olacaktır. Bugün için yeterince demokratik olmayan ulusal devleti daha da demokratikleştirmenin yolları bulunabilir. Oysa,devletin yerine kurulmak istenen uluslararası sermayenin egemenliğine dayalı bir tür imparatorluk rejimi ile demokrasinin bağdaştırılması mümkün değildir.
Küreselleşmenin Getirdiği Ekonomik ve Sosyal Modelin Kemalizm ile Çelişkisi:
Küreselleşme ve Kemalizm arasındaki bir diğer çelişki de nasıl bir ekonomik ve sosyal modelin benimsenmesi gerektiği konusunda kendisini göstermektedir. Batılı sanayileşmiş ülkeler,içine düştükleri bunalımı aşmak ve emekçi kitlelerden yükselen talepleri savuşturmak amacıyla 2. Dünya Savaşı sonrası dönemde sosyal devlet kurumlarını hayata geçirmişler ve bundan bekledikleri yararları önemli ölçüde sağlamışlardır. Kuşkusuz,Batılı egemenlerin sosyal devletin hayata geçmesi yolunda tavizler vermelerinde komünizmin emekçi kitlelere yönelik vaatlerinin cazibesinden duyulan kaygı da önemli bir rol oynamıştır. Atatürk’ün ekonomik ve sosyal politikasını,sanayileşme öncesi bir toplumda uygulama alanı kazanmış olması dolayısıyla,sanayileşmiş ülkelerde ortaya çıkmış olan sosyalist akımlarla tıpatıp benzerlik içinde görmek olanağı yoktur. Ancak,şurası tartışılmaz bir gerçektir ki Atatürk,19. Yüzyıl liberalizminin Avrupa’yı ne denli felaketlere sürüklediğini çok iyi görmüş;bu nedenle,izlenmesine öncülük ettiği yolun liberalizmden farklı olduğunun altını ısrarla çizmiştir. Bu nedenledir ki konuşmalarında,’’bizi yutmak isteyen kapitalizme ve bizi mahvetmek isteyen emperyalizme’’ karşıt bir doğrultuya işaret ederek ‘’emeğiyle geçinen zavallı bir halk’’ olmanın gerektirdiği bir yapılanmayı hedeflediğini ortaya koymuştur. Hepsinden önemlisi,altı ok halinde belirlediği hedefler arasına halkçılık,devletçilik ve devrimcilik ilkelerini koyarak,ekonomik ve sosyal felsefesinin özünü hiçbir tereddüde yer bırakmayacak bir biçimde özetlemiştir. Böylelikle belirlediği yol,liberalizm ile taban tabana zıttır ve devlet müdahaleciliğinin ve düzenleyiciliğinin önemini önceden kavrayıp,hayata geçirerek ileri görüşlülüğünü bu alanda da kanıtlamıştır. Devleti küçültmek doğrultusunda çığlıklar atarak kamu girişimciliğine ve sosyal devlete karşı bir savaş başlatmış bulunan küreselleşmeciler,bu konuda da karşılarında Kemalizm’i buluyorlar. Küreselleşmenin kaçınılmaz uzantısını oluşturan özelleştirme çabalarından,parasız eğitime karşı sürdürülen kampanyalara kadar,küreselleşmenin ayrılmaz sonuçlarını oluşturan her ters adım,ister istemez Kemalizm’in kazanımlarını tahribe yönelmiş oluyor;dolayısıyla,temelinde Kemalizm ruhunun yattığı engellere çarpması kaçınılmaz oluyor.
Küreselleşme,Uluslararası Sömürü ve Kemalizm:
Kemalizm’in,tarihsel olarak,bir diğer önemli özelliği de sömürgeciliğin çözülmesi sürecine öncülük etmiş bir hareket olmasıdır. Bu yüzden küreselleşme,uluslar arası sömürüye kazandırdığı olağanüstü boyut dolayısıyla da Kemalizm ile derinden çelişmektedir. Günümüzle ilgili veriler,aslında çok bozuk olan uluslar arası gelir adaletsizliğinin,küreselleşme süreci ile beraber hızla derinleşmekte olduğunu ortaya koymaktadır. Yani,sömürgecilik yeniden kalkışa geçmiştir. Dünyanın bugün içine düştüğü bunalımdan kurtulabilmesinin gerçek çözümü,sosyal adalete evrensel bir boyut kazandırmaksızın mümkün görünmüyor. Batı,bugüne kadar yalnızca kendisini kurtarmak istediği için,bir türlü kurtulamamaktadır. Yoksulluk,adaletsizlik içinde kıvranan ve sömürüye araçlık eden baskıcı rejimler altında ezilen insanların çoğunlukta olduğu bir dünyada,sosyal refah adacıklarını yaşatmanın bir sınır olduğu görülmüştür. Küreselleşme olgusu uluslar arası gelir dağılımındaki adaletsizliği tamamen derinleştirmiştir. Uluslar arası gelir dağılımındaki bu bozukluk,yoksul ülkelerde,beslenme yetersizliğinin neden olduğu hastalıkların ve çocuk ölümlerinin artması gibi göstergelerle eşlenmektedir. Türkiye’de de,Cumhuriyetin en yoksul dönemlerinde bile alt edilmiş olan hastalıkların yeniden ortaya çıkması ve sokak çocukları dramının baş göstermesi gibi belirtiler,Kemalist devlet anlayışından ayrılıp,küreselleşmenin yörüngesine kaymanın zorunlu kıldığı bir modelin benimsenmesinin bedeli olarak yorumlanabilir.
Küreselleşme, Mikro Milliyetçilik ve Kemalizm:
Küreselleşme,bir yandan ulusal devleti tarihin karanlıklarına gömme kararlılığını taşıyan bir oluşum niteliğiyle varlığını duyururken;diğer yandan ve bu durumla eş zamanlı olarak,mikro milliyetçilik denilen akımların hız kazandığı görülmektedir. Bu yolla,ulusal devleti zayıflatmaya ve sonuçta tahribe yönelik bir başka unsur daha elde edilmiş olmaktadır. Etnik temele dayalı ayrılıkçı hareketlerin tahriki ve himayesi,bu yöndeki eğilimlerin en etkili ve en çok görülen örneği olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye’de de ‘’Kürt Sorunu’’ olarak tanımlanan bir sorun çıkıyor karşımıza. Bu sorun,asırlardır bir arada yaşamış bir ulusun insanlarını iki düşman kampa ayırma sorunudur. Bu sorunun temelinde yatan,bölgeler arası gelir adaletsizliği sorunudur. Bu adaletsizlikler olduğu sürece,ayrılıkçı eğilimlerin ortaya çıkması kaçınılmazdır. Türkiye’deki sorunun çözümü için ilk yapılması gereken,bölgeler arası gelir dağılımını,bölücülük tahriklerine yer bırakmayacak bir yapıya kavuşturmaktır. Kimi Batılı çevrelerin önyargılarının aksine,Türkiye’de Avrupa’da görüldüğü türde bir etnik ayrımcılık hiçbir zaman olmamıştır. Avrupa’da faşist veya nazist rejimler kurulduklarında,yaptıkları ilk şey,azınlıktaki etnik grubu baskı altına almak ve toplama kamplarında yok etmek olmuştur. Oysa,Türkiye’de demokrasinin ve özgürlüklerin en çok kısıntıya uğratıldığı dönemlerde bile böyle bir durum görülmemiştir. Kısacası,ırkçılık ve yabancı düşmanlığı konusunda,Türkiye’nin Batıdan öğreneceği çok şey vardır. Türkiye’nin bu konudaki farkını doğuran unsurlar arasında,geleneksel Anadolu hümanizmasına ek olarak ve ondan etkilenmiş bir unsur olarak Kemalizm’in önemli bir yerinin bulunduğunu kabul etmek gerekir.
SONUÇ:
Cumhuriyet’in, küreselleşme ile derinden çeliştiğini görülüyor. Bu çelişki,ulusal egemenlik,demokrasi,sosyal devlet ve uluslarası sömürü gibi konularda yoğunlaşmaktadır. Cumhuriyet’e ve onun temellerinde yatan Kemalizm’e yönelik saldırıların son yıllarda artmasını,bu çelişkiden bağımsız olarak açıklığa kavuşturmak imkansız gözüküyor. Cumhuriyet’e yönelik saldırılar,hedefleri aynı olmakla birlikte,değişik saflardan kaynaklanıyorlar. Bu saldırıların başında dinsel görünüme bürünmüş olanlar geliyor. Cumhuriyet’in ilk yıllarında hemen hepsinin arkasında emperyalizmin olduğu belirlenmiş ve sayısız örnekleri görülmüştür. Din sömürüsü olgusu,özellikle 50’li yıllarda baş kaldırmıştır. Bu durum,dış politika açısından tam bağımsızlıkçı çizginin terk edilmesi ve ‘’Küçük Amerika’’ olma hayalleriyle süslü yeni bir yörüngeye girilmiş olmasıyla yakından ilgilidir. Bu olgunun,küreselleşme rüzgarlarını da arkasına alarak olağanüstü bir ivme kazandığını görüyoruz. Cumhuriyetin daha demokratik ve daha sosyal olması elbette ki gereklidir. Ancak,bu gerekliliğin yerine getirilmesinde Kemalizm’in vazgeçilmez bir temel oluşturduğu görmezlikten gelinemez. Küreselleşme görmezlikten gelinemez ancak,küreselleşen dünyanın aynı zamanda demokratik olması ve sosyal adalet temelinde biçimlenmesi de reddedilemeyecek bir zorunluluktur. Bunun için,evrensel ölçekli bir demokrasinin oluşumuna ve yeryüzünde kol gezen uluslar arası sermayeye gem vuracak bir uluslar arası demokratik iktidarın yapılanmasına katkı sağlamak da hiçbir ulusun uğruna mücadele etmekten geri kalmaması gereken bir hedef olarak somutlaşmaktadır.
|