KeLBaYKuŞ Forum

Geri git   KeLBaYKuŞ Forum > Eğitim > Dersler > Felsefe


Felsefe


Cevapla
 
Seçenekler
  #1 (permalink)  
Alt 06.10.06, 14:02
kestelli_ceza - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Profesör Baykuş
 
Kaydolma: 30.08.06
Erkek - 36
Mesajlar: 2.166
Teşekkürler: 1
Üyeye 110 kez teşekkür edildi
Yeni Bilincin Sosyolojik Analizi

Bilinç kavramı, genelde psişik kavramı ile eş anlamlı olarak kullanılmakta ve psikolojik bir olgu olarak görülmektedir. Oysa, bilincin toplumsal bir boyuta sahip olduğu, toplumsal süreçte oluşan ve toplumsallığa içkin bir farkındalık adası olduğu çoğu zaman göz ardı edilir. Bu yazıda, bilinç olgusunun sosyolojik bir görüngüye sahip olduğuna dikkat çekilmektedir.
Anahtar kelimeler: bilinç, bireysel bilinç, toplumsal bilinç, modern bilinç

Abstract

The concept of consciousness generally use to as synonymous with the concept of psychic. At the same time this concept has been studied as a psychological phenomenon. Whereas the consciousness has always a social dimension and it occurs in social process and it is a focus of awareness related the social reality. And this reality is generally not considered in social dimension. in this study we tried to approach to sociological dimension of consciousness phenomenon.
Key words: consciousness, individual consciousness, social consciousness, modern consciousness

Giriş

Bilinç, genel olarak, “insanın nesnel dünyayı ve kendi kişisel varlığını anlamasına etkin biçimde katılan zihinsel süreçlerin toplamı (Frolog vd., l997:59) olarak tanımlanır. Bir başka deyişle bilinç, kişinin etrafında olan bitenleri fark etmesini sağlayan, gerçekliğin farkına varma yetisi olarak görülebilir. Bilinç hem bireysel, hem de toplumsal dünyanın gerçeğine vakıf olma, onu hissetme, katılma ve onu değiştirmenin aracıdır.
Bu yönüyle bilinç, yalnızca insana özgü bir realitedir. Bireyin hem kendisinin hem de dış dünyanın bütünlüklü bilgisine ulaşmasını sağladığından bilincin bireysel (psikolojik) ve toplumsal (sosyolojik) olmak üzere iki temel boyutu bulunmaktadır.
Mc Dougall’a göre, “her toplumun bir kolektif zihni/bilinci vardır”. Toplum, zihinsel birlik etrafında örgütlenmiş bir yapıdır. Bireyin bilinci, zihinsel ya da amaçlı güçlerin bir arada bulunduğu bir sistemi andırır. Bu sistemi biçimlendiren toplumun ortak zihnidir. Bir başka deyişle, "toplum kişinin zihni, kişinin zihni ise toplumun zihnidir. Bu grup zihni, o gruptaki kişinin zihni dışında veya onun üstünde bir zihniyet değildir. Bu zihinsel birlik sistemi, grubu oluşturan üyelerin sosyalleşmiş zihinleri arasındaki birlikteliktir"(Arkonaç, l993: 4).
Bilinç kavramının anlam çerçevesinin genişliğinden dolayı farklı disiplinler ve kuramsal yaklaşımlar bu kavrama farklı perspektifler getirmişlerdir. Psikolojide, psikiyatride, tıpta, antropoloji, sosyoloji ve felsefede farklı yaklaşımlara rastlamaktayız.
Bu yazıda, genelde psişik bir fenomen olarak görülen bilinç kavramının, toplumsal içerimine, toplumsallık eklemli oluşumuna ve toplumsal dünyada bilincin ne tür bir sosyolojik görüngü oluşturduğuna ana hatlarıyla değinilmektedir.

Psikolojik Açıdan Bilinç

Bilinç kavramı, çoğu kez, "psişik" kavramı ile eş anlamlı olarak kullanılır. Psikolojik bağlamda bilinç, öz itibariyle, "algı ve bilgilerin anlıkta duru ve aydınlık olarak izlenme süreci" olarak tanımlanır (Enç, l974: l9).
Bilinci psikolojik bir realite olarak gören Wundt, insanlarda iki aşamalı bilinç olduğundan söz eder. Bunlar, "bilinç odağı" (bilincin en parlak noktası) ile "bilinç alanı" ndan (açık olmayan bazı duyum ve duygular) oluşurlar (Bruno, l982: 56).
James, bireysel yaşamın özü niteliğindeki insan bilincinin bir süreç niteliğinde olmadığını savunur ve onu düşünce ve subjektif yaşamın sürüklendiği bir kaynak olarak niteler. Ona göre, bilincin temel özelliği, kişiyi kendi varlığının farkındalığına sahip kılmasıdır (Zijderveld,l985: 39).
Psikolog G.T. Ladd ise bilinci öz itibariyle, “uyanık olduğumuz zaman ne isek o, yani farkında olma hali” (Shaffer, l991: 26) olarak tanımlamaktadır. Bu çerçevede, bilinç, bir tür uyanıklık durumu, olan bitenlere tanık olma, onları algılama, duyumsama, müdahalede bulunma şuurudur.
Psikolojide ve psikiyatride bilinç olgusuna ilişkin tekil bir bakış mevcut değildir. Aksine, farklı yaklaşımlar bu konuda değişik perspektiflere sahiptirler. Bilinç kavramına psikolojik yaklaşımlar içerisinde merkezi yer veren ise yalnızca psikoanalitik ekoldür denebilir.
S.Freud'un psikoanalitik kuramında, zihinsel süreçler derinlikli bir yapılanma gösterirler. Bilincin belirli zihinsel katmanları vardır. Zihinsel süreçlerin en derininde bilinçdışı yer alır. "bilinçdışında yerleşmiş olan istek, dürtü, anı ve yaşantılar sözle ifade edilemezler, kısmen sanat ürünlerinde kendilerini açığa vurabilirler. Zihnin biliçdışı katmanında tam bir kaos hakimdir, hiçbir mantık ve kural geçerli değildir. (...) Bilinçdışının bilince en yakın olan bölümünde yerleşmiş anı ve yaşantılar ise bilinçli çabayla veya bazı zamanlar kendiliklerinden farkedilebilir hale gelirler. Bu zihin katmanına bilinçaltı adı verilir ve bilinçdışından kısmen farkedilebilir olmasıyla ayrılır. Bilinçaltı kavramı, gündelik dilde yanlış olarak çok sıklıkla bilinçdışı yerine kullanılmaktadır. Bilinç ise bütünüyle farkına varılan süreçlerin yer aldığı zihnin en üst fakat en küçük katmanıdır, aysbergin görünen kısmıdır. Psikoanalize göre psikolojik bilinçlilik için uyanıklık ve farkında olma yeterli değildir. Zihinsel süreçlerin gerçeğe uygun, neden-sonuç ve yer, zaman bağlantılarını da gözeten mantıklı işlemler olmaları gereklidir" (Göka, l990:206-207).

Sosyolojik Açıdan Bilinç

Sosyolojide bilinç olgusu, bireyin topluluk içinde yaşıyor olmasından kaynaklanan sosyal boyutunu ifade eder. Sosyolojik kuramda bilinç, özellikle toplumsal bilinç, toplumsal yaşamı, varoluş süreçlerini anlamak için oldukça işlevsel bir kullanıma sahiptir.
Bilincin sosyolojik boyutu, onun somuta indirgenebilen ve daha çok toplumsal düzlemdeki algısıyla ilişkilidir. Düşünsel, eylemsel ve insani tüm edimlerimiz bir bakıma sahip olduğumuz bilinç evrenini referans alır. İç ve dış dünyaya ilişkin algılama ve yorumlama çerçevemiz büyük ölçüde bireysel ve toplumsal temelli bilinç formlarının etkisi altındadır.
Erichorn vd.(l985:278), bilincin, tümüyle insana özgü bir gerçeklik olduğunu ve bireyin tüm kavrayıcı etkinlik biçimlerini kapsadığını ileri sürmektedirler. Onlara göre bilinç, "nesnel gerçekliğin toplumsal belirlenimli düşünsel yansımasını bize gösterir".
K.Manheim, İdeoloji ve Ütopya'da bilince toplumsal bir içerik yükleyerek, insan bilincini kendi toplumsal varlığının belirlediğini ileri sürer. Aksine insanların varlığını bilinçlerinin belirlemediğini savunur (Erichorn vd. l985:99).
Ozankaya da, Toplumbilim Terimleri Sözlüğü'nde, bilinci, sosyolojik bir gerçeklik olarak ele alır. Ona göre bilinç, "insanın çalışma süreci içinde, eş deyişle toplumsal ilişkiler süreci içinde nesnel çevresini ve kişisel varoluşunu anlamasını sağlayan düşünsel süreçlerin tümüdür" (l984: 21). Burada bilinç, bireyin tüm varoluşunu sağlayan ve onun hayatını anlamlandıran duyarlılık biçimlerini ve düşünsel süreçlerini kapsar.
Yine, Hamilton da, bilincin toplumsal boyutuna vurgu yapmaktadır. Ona göre, bilinç, her şeyden önce toplumsal olanın yani toplumsal yaşamın bir ürünüdür ve toplumun ortak zihinsel süreçlerinin bileşkesidir. Düşünce ve dil nasıl toplumsal süreç içerisinde oluşuyorsa bilinç de toplum üyelerinin ortak düşünme, davranma ve bakış açılarının genel ifadesidir. Bilinci oluşturan en temel dinamik toplumsal koşullar ve toplumsal yaşam deneyimleridir. Bilinç sosyal ilişkilerin evrimiyle yakından bağlantılıdır. Bilinci oluşturan öğelerle bilinç arasında etki-tepki ilişkisi bulunmaktadır. Hem bilinç toplumu biçimlendirmekte hem de toplum ve toplumsal koşullar bilinci belirlemekte ve yönlendirmektedir (Oskay, 1983:224).
Oskay (l983:225)’a göre, sosyolojik ele alındığında 'bilinç' açısından öncelikle toplumsal yaşam ve bu yaşamın işleyiş biçimleri, nitelikleri ve değişen toplumsal koşullar önem taşımaktadır. Bilinç, bu koşulların kesiştiği noktada oluşur.
Sosyolojik açıdan bilinç, toplumsal yaşama ilişkin farkındalıklarımız ve bundan hareketle oluşan duyarlılıklarımızı ifade eder. Toplumun içinden bakmak, algılamak, düşünmek ve tepkiler vermek vs. toplum bilincini içselleştirdiğimiz anlamına gelir. Toplumsallaşma sürecinde, bireyler toplumun geçerli değer ve norm sistemlerini tanıma, kabullenme ona uygun hareket etmenin yollarını öğrenirler. Bu süreçle birlikte, bireyler ortak bir algılama ve duruş keşfetme imkanı bulurlar ve toplumsallığa içkin ortak coşku, heyecan ve korkular edinirler. Toplumsal bilinç, genel anlamda toplumsallığa ilişkin kuşatıcı bir farkındalık zemini keşfetme anlamı taşır. Bu yönüyle toplumsal bilinç, tek tek bireylerin bilincinden farklı bir gerçekliktir. Bu bilinç, bireyselliğin üstünde, ortak idealler ve heyecanlar paylaşma, toplum penceresinden bakma anlamı taşır.
Toplumsal bilinci, ayrı bir gerçeklik, birey bilinci üzerinde bir realite olarak gören değişik düşünürler vardır. Bunlar arasında, A.Comte nin pozitivizt kuramını, Roberty’nin neo-pozitivist kuramı ve Espinas, İzoulet, Draghicesco, Cooley vb. düşünürlerinin fikirlerini, Durkheim ve izleyenlerinin fikirlerini, Gumplowicz ile Oppenheimer ve formalist ekolün temsilcilerini bu düzlemde sayabiliriz (Kösemihal, l989: 148).

Bireysel ve Toplumsal Bilinç

Bireysel Bilinç

İnsan bilinci son derece karmaşık ve birbiri içine geçmiş iki tür bilince ayrılmıştır. Bunlar bireysel ve toplumsal bilinç olarak isimlendirilebilir. Bu iki bilinç türünü birbirinden ayırdedebilmemize yarayan bazı nitelikler bulunmaktadır. Bireysel ya da psikolojik dediğimiz bilincin temeli organizmaya dayanmaktadır. Doğuşla elde edilmiş olan niteliklerce tanımlanabilir. Bu bilinç olayları her zaman ve bütün bireylerde aynıdır ve değişmez. Oysa toplumsal bilinç görelidir ve toplumdan topluma değişir. Doğuştan değil sonradan kazanılmış niteliklerce tanımlanabilir. Bilim teknik, ahlak, değer hukuk, dil din vs. gibi değerler zamanla ve toplumdan topluma değişen nitelik gösterirler ve tüm bunlar bireysel ve toplumsal bilinci farklı biçimlerde oluştururlar.
Bireysel bilinç, “her kişinin özel evreni diye adlandırdığımız alanı kapsar: kişinin mizacının veya karakterinin çizgileri, kişisel deneyimleri, kalıtımı ve bilinci tek ve benzersiz bir varlık yapar” (Sayın, l985: 8).
Bireysel bilincimiz analiz edildiğinde, dış dünyaya yönelik duygular, düşünceler, fantaziler ve fikirlerin bir bileşkesini görürüz. Ancak kişisel bilinç evrenimizin hiç bir zaman “dış nesnel gerçekliği" olduğu gibi yansıttığı ileri sürülemez. Çünkü bireysel algılamalar ve yargılar her zaman dış dünyayı nesnel olduğu gibi vermekten uzaktır. Kişisel bilinç bireyin varlığını sürdürme amacına dayalı olarak nesnelerin kontrolü, uyaranlara karşı duyarlılık ve diğerlerinden ayırma şeklinde kendisini gösterir. Bilincimiz varlığımızı sürdürmemiz için inşa ettiğimiz bir olgu olduğunun farkında olduğumuz durumlarda söz konusu bilincin olası bilinçlerden yalnızca biri olduğunu farketmiş oluruz. Bilincin kişisel bir inşa olması durumunda herkes "inşa biçimini" değiştirmek suretiyle bilinç yapısını de değiştirebilir (Ornstein, l990: 30-31).
Bireysel bilinçlerin farklılığından söz eden Ornstein'e (l990:3l) göre, her insanın bireysel tarihi farlıdır. Her insanın belli bir aile geçmişi, eğitimi, mesleği, ilgi ve hobileri vardır. Bunlar bireysel bilincimizdeki şekillenmeleri derinden etkiler. Bilinç formasyonunun biçimlenmesinde söz konusu bireysel tarihin önemli yeri vardır. Bilinç söz konusu bireysel tarihin koşullarında oluşur ve gelişir.

Toplumsal Bilinç

Toplumsal bilinç "toplum yaşamındaki görüşleri, kavramları, düşünceleri, siyasa, sanat, töre vb. kurumları oluşturan bilinç biçimlerinin tümü" dür (Ozankaya, l984: 118). Toplumun ortak algısı ve duyarlılık biçimi olarak formalize edildiğinde toplumsal bilincin bireylerin gündelik yaşamında ve onların ortaya koyduğu kurumsal örgütlenmelerde yansımasını bulduğu söylenebilir. Kuşkusuz kurumsal yapılar ve toplumsal yaşam biçimlerini üreten ve fonksiyonelliğini belirleyen büyük ölçüde toplumdaki egemen ortak yargılar (bilinç)dır denebilir.
Toplumsal (ortak) bilinç; “belirli bir toplumun ortak mirasından kaynaklanan davranış, düşünme, duyma biçimlerinin bir sonucudur. Bu biçimler, söz konusu toplumun çoğunluğu tarafından kabul edilmiş ve uygulanmış olmalıdır. Ortak bilinç kişinin dışındadır, ondan önce vardır, onu aşar ve ondan sonra yaşamına devam eder. Bu bilinç topluma ayırıcı ve özel niteliğini verir: Bu bilinç Fransız’ı Belçikalı’dan Türk’ü Arap’dan ayırır” (Sayın, l985: 8).
Toplumsal bilincin baskısı, toplum üyeleri tarafından çoğu kez hissedilmez. Toplum üyeleri, “ortak bilinci özümsemişlerdir. Genellikle herkes bireysel davranışlarının kendi öz davranışları olduğunu varsayar. Bireysel davranışların toplumsal bilinç tarafından belirlendiğinin bilincine varan çok az kişi vardır. Ortak bilincin özümsenmesi toplumsallaşma aracılığıyla gerçekleşir. Zamanla ortak bilincin uyguladığı baskı yerini alışkanlıklarla, gelişmiş ahlaksal bilince bırakır” (Sayın, l985: 8-9).
Toplumsal bilinç, içinde oluştuğu sosyal yapıların imkanları ölçüsünde gelişir. Toplum üyelerinin durdukları sosyal zemin, onlara belli tutum ve hareket kodları kazandırır. Bir başka deyişle, toplumsal koşullar, bireylere ortak bir bakış açısı, düşünce ve zihniyet formu, benzer bir eylem ve yaşama biçimi kazandırır. Tüm bunlar tek tek bireylerce edinilmiş bulunan toplumsal bilinç bileşenleri olarak görülebilir.
Toplumsal bilinç kavramı analiz edildiğinde birbirinden çok farklı oluşumlar ve etkinliklerle karşılaşırız. Örneğin, dünya görüşü, kanılar, siyasal ve moral anlayışlar, dini ve dünyevi algılamalar, bireyin çevresine ve olaylara ilişkin geliştirdiği yargılar, coşku, heyecan ve korkularla yüzleşiriz. Toplumsal bilinç bir bakıma tüm bu öğelerin bir bileşimi ve bütünlüklü bir formülasyonudur denebilir.
Coulson ve Riddell (l970: 87-98)’a göre, bireyin sosyal varlığının bir ürünü olan bilinci, içinde bulunduğu toplumun, toplumsal koşullanma içinde kendisine aktardığı ve “toplumsal bilinç” olarak tanımlayabileceğimiz bölüm ile kendi özdeneyimlerinden oluşan bilinç bölümünün bütünleşmesinden oluşmaktadır.
Toplumsal bilinç toplumsal varoluşla yakından ilgilidir. Toplumsal koşulların biçimlediği ve yön verdiği ortak bir bileşimler bütünüdür. Toplumsal bilinç bir bakıma toplum üyelerinin ortak duyuş, düşünüş ve davranışta bulunma yönelimlerinin belirleyicisi ve hazırlayıcısıdır. Bireyin toplumsal varoluş biçimlerine ilişkin algısı ve kavramalarından çıkarsadığı ortak yargılar ve anlam bütünleri toplumsal bilinci oluşturur. Birey algıladığı bu bütünsel kavrayış evreninden yola çıkarak yaşamına yön verir. Kişinin nerde nasıl, ne şekilde hareket edeceğine ilişkin tasarımları büyük ölçüde toplumsal varlık formülasyonlarına ilişkin geliştirdiği bütünlüklü anlam çerçevesini referans alır.
İnsanların ilişki biçimleri ve katılımlarını yalnızca kendi kişisel seçimleri belirlemez. İnsanların kendi toplumsal yaşamlarına ilişkin oluşturdukları tasarımlar, anlayışlar, deneyimler, kuramlar ya da kanılar, son kertede, bireysel bilinçlerin görece üzerinde olan toplumsal bilinç evrenini referans alır.
Sosyologlar, genelde bilincin toplumsal boyutunu öne çıkartarak, sosyal hayat koşullarının bilinçlenmeyi belirlediği ve bu bilinç formunun sosyal hayatı, değişmeyi ve gelişmeyi tetikleyen bir uyarıcı olduğunu düşünürler. Toplumların değişimci gücünün, toplumsal bilinçler olduğu, bu yöndeki bir farkındalığın hayatı, sosyal değişmeyi ve ilerlemeyi yeniden kurmada etkili olacağı kabul edilmektedir.
Bu bağlamda, Marx'ın "insanların toplumsal varlığı bilinçlerini belirler" postulatına, Durkheim'ın "toplumsal imgeler-toplumsal tasarımlar şu yada bu tarzda belirli bir gerçeği yansıtır." önermesine, Muzaffer Şerif'in "toplumsal etkenler algılara bir çerçeve sağlarlar" savına, bütün bir bilgi sosyolojisinin "toplumsal durum, algılara, inançlara ve fikirlere giren görüşleri belirler" ana fikrine paralel şekilde Merton da, “bilinç, toplumsal bağlantının sonucudur; diğer bir anlatımla, toplumsal bilinç toplumsal koşulların ürünüdür” demektedir. Toplumsal süreçte bireyler, diğerlerinden belli kurallar, yargılar, özel örnekler alırlar. Bu süreçte, bilinç; sosyal ilişki bağlamlarının bir alt ürünü, türevidir (Ergun, l982:82). Tüm bu yaklaşımlar, bilincin salt bir psişik fenomen olmadığı, toplumsallık eklemli bir gerçeklik olduğu, toplumsal dünyada oluştuğu ve geliştiğine işaret etmektedirler.

Bilinç Oluşumu ve Toplumsal Süreçler

Bilinci belirleyen biyo-psikolojik boyutun yanı sıra toplumsal koşullar da oldukça önemli bir yere sahiptir. Bilinç olgusunu toplumsal boyutu dışarıda tutarak ele almak mümkün değildir. Her ne kadar farklı disiplinler yalnızca kendi açılarından bilince sınırlar çizmişlerse de bilinç temelde toplumsal bir üründür ve toplumsal süreçte gerçeklik kazanır.
Bilinç oluşumunda, bireyin somut yaşam deneyimlerinin büyük rolü bulunmaktadır. Bu deneyimler ise analitik olarak ayrıştırıldığında duygular, düşünceler, özlemler gibi bireysel özelliklerin yanı sıra, değerler, normlar, amaçlar gibi sosyal kazanımları da ihtiva ettiği görülür. Çok değişik öğelerin oluşturduğu bilinç olgusu, bireyin davranışlarını ve eylemlerini biçimlendirici ve yönlendirici bir niteliğe sahiptir.
Bireylerin bilinci, genel olarak nesnel yaşamın koşulları içinde biçimlenir ve değişir. “Bireyin toplumsal varlığı, belirli toplumsal ilişkiler içinde varoluşu onun bilincini belirler. Bu vurgulama ile bireyin toplumsallaşması olgusu yani insanın bireyleşmesi, bilinç kazanma olgusu ile toplumsal ilişkiler sistemi arasında sıkı bir bağlantı söz konusudur. Bu bağlantı içinde birey bir yandan kendi özdeneyimleriyle edindiği bilgilere dayalı bir bilinç bölümü oluştururken (somut bilinç-concrete consciousness), diğer yandan da mevcut toplumsal yapının nitelikleri doğrultusunda koşullanması sürecinde de bu içinde biçimlenmiş olan toplumsal bilinci (social consciousness) içermekte ve böylece kendisi açısından soyut nitelikte olan olgulara ilişkin bilinci oluşturmaktadır (soyut bilinç-abstract consciousness)" (Oskay, l983: 223-224).
Bilinci oluşturan dinamikler; “kültürün tutumlar, referans idealleri, alışkanlıklar gibi ele gelmez öğeleridir" (Mucchielli, l99l: 57). Çok farklı sosyal ve kültürel etkenler, bireyin algılama, usa vurma, anlamlandırma, yargılama vb. yetilerini yeniden oluşturur. Birey genelde sosyalizasyon sürecinde toplumsal akıl ya da topluma içkin düşüncelere vakıf olur, toplumdan desenler alır, ortak tavırlar, heyecanlar, coşkular sergiler. Toplumun ortak vaziyet alışları ve ortak düşünme formuna uygun hareket eder.
Bilinç, toplumsal yaşam sürecinde oluşur, başkalaşır ve yeni görünümler kazanır. Sosyal hayat ise, sürekli değişen, yenilenen, dinamik bir karakter taşır. Toplumsal ilişkiler, düşünme ve davranma biçimleri, örgütlenme tarzları vs. giderek başkalaşmaktadır. Bu durum doğal olarak bireyin düşünme, duyma, algılama ve eylemde bulunma, evreni kurma, yaşama tarzı oluşturma, yeni bir ilişkiler sistemi ve yeni bir sosyal ilişkiler ortamı tesisine yol açar. Toplumsal yaşamda gözlemlenen değişme ve gelişmeler yani siyasal, toplumsal, ekonomik ve kültürel olaylar bireyin duyma, düşünme tarzları ile sosyal yaşam biçimlerini dönüştürdüğü gibi bir bütün olarak bilinç yapısının da değişmesine yol açar.
Bilinci bu bağlamda, toplumsal koşulların bir ürünü olarak görebiliriz. Zira, bilinci, salt bireysel ya da psikolojik öğelerle açıklamak insan gerçeğini ve bilincin eklemlendiği gerçekliği (gerçeklikler evrenini) dışarıda tutmak anlamına gelir. Dolayısıyla bilinç toplumdaki tüm etki ve ilişki alanlarının kesiştiği noktada gerçeklik kazanır.

Sosyal Yaşam ve Bilinçlenme Süreci

Bilinçlenme, bireyin kendi öznel konumunun, grubunun/ekibinin, sınıfının, katmanının ya da toplumsal kültürünün duyarlı bir öznesi olarak devinimde bulunması sürecine denir.
Bilinçlenme genel anlamda bireyin dış dünyayla kurduğu temasla birlikte başlar. Birey, kendisini kuşatan fiziki ve sosyal dünyanın bilgisine vararak, bu doğrultuda tutum, kanaat ve tavır sergileyerek bir farkındalık zemini keşfeder. Toplumların yapısal koşullarına bağlı olarak bilinçlenme farklı şekillerde tezahür eder. Toplumsal ilişkilerde meydana gelen değişmeler, bireylerin farklı durumlara ilişkin tutum ve tavırlarını önemli oranda etkiler. Bilinçlenme toplum üyelerinin ortak duyma, düşünme ve davranışta bulunmalarını sağlar. Toplumsal sorunlara karşı takınılan ortak tavır toplumsal bilincin tezahür ettiğini gösterir. Toplumsal bilinçlenme bir bakıma bireylerin toplumsal süreçteki ilişkileri ve karşılaştıkları engeller neticesinde aidiyet duygusunun keskinleşmesiyle kendisini gösterir. Gerçekte, grup-toplum hayatı yaşayan her birey, içinde bulunduğu mensubu olduğu yerin anlam öğelerini içinde barındıran bir aidiyet bilincine sahiptir. Bu aynı zamanda kişinin aidiyet derecesine bağlı olarak bir toplumsal-kolektif iradeyi dikkate aldığı ya da ona uyduğu anlamına gelir.
Doğan Ergun (l982: 28-29) bilinçlenmenin bir tutumu içerdiğini ve insanların toplumsal yaşantılarında bir takım olumsuzluklarla karşılaştıklarında kendilerini var kılan özelliklerin farkına vardıklarını ve söz konusu sorunlar karşısında bilinçlendiklerini ileri sürer. Ergun' a göre, bireyler ya bir takım sorunlarla karşı karşıya kaldıkları zaman ya da uyumsuzlukları ölçüsünde bilinçlenirler. Ergun'a göre "insan, toplumsal gerçek içinde, olanaklarının gerçekleşmesinde, ihtiyaçlarının giderilmesinde engellerle ve saptırmalarla karşılaştıkça bilinçlenmektedir. Bu psikolojik bir veridir. Yani bireysel düzeyde bilinçlenmeyi yaratan ihtiyaçtır; yeni bir ihtiyacın ya da yeni ihtiyaçların bilincine varıncaya kadar insanın yaşantısı alışkanlıkların kazandırdığı otomatizm içinde devam eder. Bir tutum ya da davranış olarak yaşandığı ya da gerçekleştiği için, tek tek insanlarda görülen bu bilinçlenmeye, bu bireysel sonuca 'gerçek bilinç' denir."
Bireyin bilinçlenme süreci yukarıda bahsedildiği gibi, onun fiziksel ve toplumsal çevresine, sınıfsal konumu ile her türlü istek, hedef, çıkar ve eğilimlerine bağlı olarak toplumsal yaşamı içinde gerçeklik kazanır. Bir başka deyişle bilinçlenme bireyin toplumsal yapı içindeki öznel, nesnel ve toplumsal konumunun türevi bir oluşumdur. Bilinçli bir varlık olarak birey, tüm bu bileşimlerin şekillendirdiği bütünsel yapı ekseninde kendisini, mesleki faaliyetlerini, toplumsal ilişkilerini algılar ve anlamlandırır. Bu doğrultuda bilinç, insan davranışını yönlendirir ve bilinçsel yapıyla eş düşen bir yaşam tasarımının ortaya çıkmasını sağlamış olur.

Bilinç ve Toplumsal Eylem

Bilinç gerek bireysel gerekse toplumsal düzlemde birbirinden farklı süreçlerde kişilerin ya da toplumsal kümelerin yönelimini belirlemede etkili bir öğedir. Bilinç, bireyin zihinsel bütünlüğünü sağladığı gibi davranışlarında yol gösterici ve eyleme yön veren bir düşünsel bütünlük oluşturur. Ancak, şu da bir gerçektir ki, bilincin birey düşüncesini ve eylem biçimini; sosyal, ekonomik, hukuki, siyasi ve kültürel ilişkileri, örgütsel yapıları, nasıl etkilediği ve bu yönde yapılanmalar üretilmesine nasıl katkı sağladığı oldukça karmaşık ve soyut ilişki süreçlerine dayanır.
Bu bağlamda, R.Linton, M.Mead, A.Kardiner, R.Benedict, E.Erickson, G.Bateson gibi Kültüralist okula mensup antropologlar bir zihinsel bütüne sahip olmanın beraberinde ortak tutum ve davranışlara yol açtığını kanıtlamaya çalışmışlardır. Kültüralist okul taraftarlarına göre, "bir toplum düzeyinde, birbirinin aynısı ya da birbirine yeterince benzeyen kültürel koşullar bütünü, toplumun bütün üyeleri arasında şeyleri aynı şekilde görme ve bazı tipik durumlarda aynı şekilde davranma özelliği" yaratmaktadır. Aynı kültürle yeterince "aşılanmış" bireylerin ortaklaşa paylaştıkları, bu türde bir kültürel kişilik, temel kişilik terimiyle adlandırılır. Temel kişilik bütün Komanciler in Komançi, Fransızların da Fransız gibi düşünmesini ve tepki göstermesini sağlayan ortak inanışların bütünüdür" (Mucchielli, l99l: l5).
Gerçekte, ortak bir bilinç bileşenine sahip olma yalnızca toplumdaki düşünme ve akıl yürütme kalıplarını paylaşmakla kendisini göstermemekte aynı zamanda, yaşama ilişkin bir takım alışkanlık ve davranışları benimsemek ve sürdürmede de etkili olmaktadır (Mucchielli, l99l: l0). Bilinç, doğası gereği insan edimlerine biçim verir. İnsani eylemlerin niteliğini ve yönünü belirler. Birey, sahip olduğu bilinç yapısının niteliği ölçüsünde dış dünyayı algılar ve insana, topluma ve evrene ilişkin tepkiler geliştirir.
Gerçekte, insan davranışları, zihinsel bir arkaplandan beslenir. Davranışlar ani, tesadüfi bir şekilde meydana gelmezler. Bu türde hareketler daha çok refleks olarak isimlendirilir. Davranışlar bilinçli tavırlardır; bireyin dış nesnel gerçekleri okuma biçimine göre farklı bir şekil alır. Davranışlar, bir takım prensiplere, inançlara, bilgilere göre oluşurlar. Bunlar genel bir ifade ile bilinç ya da zihniyet olarak adlandırılır. Bir başka deyişle davranışların temellendiği düşünsel öbek, gerçekte bir zihinsel inşa formudur. Kişi davranışlarını belli bir düşünsel sisteme göre yönlendirir. Davranışların amaca yönelikliğini belirleyen esas espri, bireyin içsel oluşumuyla olan oryantasyonuna dayanır. İçsel oluşum dış nesnel gerçekliklere de yansır. Tutum, davranış, vaziyet alış, yaşam biçimi hepsi kişinin sahip olduğu bilinç durumunun izlerini taşır.
Bundan dolayı, davranışlarımız bilincimizin gözle görülebilen tezahürleri sayılabilir. Her toplumda, grupta, çete ya da akran grubunda belirli spesifik davranış kalıpları mevcuttur. Bu her grup ya da topluluğun kendi anlamsal çerçevesi olduğu anlamına gelir. Yani kısmi ya da mikro bilinç/zihniyet envanterinin olduğunu gösterir.
İnsanın her davranışı gerçekte birbiriyle irtibatlı bilinç durumlarını refere eder. Davranış kalıpları, belli bir zihinsel inşa tarzından köken alır. Davranışlar, amaçlı hareketler kişinin odaklandığı, demir attığı zihinsel peronla uyum içindedir. Zihniyetler salt anlamda birer terminaldirler. Kişilerin davranışlarına, vaziyet alışlarına, hayat tasarımlarına, insanı , toplumu ve evreni yeniden kurma çabalarına kılavuzluk ederler.
Oskay (l983:226) da bu çerçevede, bilincin, bireysel davranışlarımızı yönlendirmede potansiyel bir güce sahip olduğunu belirtmektedir. Ona göre, “her birey toplumsal konumuna uygun nesnel ve öznel özelliklerin bütünleşmesiyle ulaştığı kendisine özgü bir bilinç düzeyine sahiptir. Bu bilinç düzeyi doğrultusunda toplumsal, kültürel, politik, ekonomik vb. çevredeki olgu ve oluşumları değerlendirir, yorumlar ve davranışlarına yansıtır. Bundan böyle her bireyin toplumsal evrene yaklaşımı öznel, subjektif bir nitelik taşır. Çünkü her bireyin 1) fiziksel ve toplumsal çevresi, 2) sınıfsal konumu, 3)fizyolojik yapısı, 4)istem, amaç ve çıkarları, 5) geçmiş deneyimleri, psikolojik geçmişi farklılıklar gösterir."
Psikolog Wundt, davranışlarımız üzerinde bu ölçüde belirleyici olan bilinç öbeğini anlayabilmek için, bireysel bilincin içinde doğduğu ve serpildiği, toplumsal, kültürel, siyasal, ve moral tüm yapıların analiz edilmesi gereğinden söz eder (Bilgin, l987: 8). Dolayısıyla, birey davranışını oluşturan bilinç örgüsünü, ancak, bu yolla açımlama imkanı bulacağız.

Marx ve Toplumsal Bilinç

Marx, Alman İdeolojisi’nde, “bilinç, hayatı değil, hayat bilinci belirler” görüşüne yer vermektedir. Ona göre, “insanın varlığını tayin eden şey onun bilinci değil, aksine bilinci tayin eden şey sosyal sistem yani toplumdur. İnsanoğlu, düşüncesinin kendi sosyal varlığına biçim verdiğine inandığı halde, gerçek bunun tamamen tersidir; sosyal realite insanın düşüncelerine biçim vermektedir. Fikirlerin, kavramların ve bilincin ortaya çıkışı insanların maddi hayatı ve nesnel alışverişleriyle ve gerçek hayatın dili ile doğrudan ilgilidir ve iç içe girmiş süreçlerdir” (Fromm, l993: 127).
Marx’a göre, hem bilinç hem de bilinçdışı toplumsal bir olgudur. "Çoğu gerçek insani deneyimlerin bilinçaltından bilince çıkmasına izin vermeyen sosyal bir süzgeç tarafından belirlenir. Bu sosyal süzgeç öncelikle dil, mantık ve sosyal tabular içerir; öznel olarak gerçek gibi yaşansa da aslında toplumsal olarak üretilmiş ve paylaşılmış olan kurgular olan ideolojilerle (ussallaştırmalar) örtülüdür. Bu bilinç ve baskı yaklaşımı; deneysel olarak Marx'ın ‘sosyal varoluş bilinci belirler’ tanımını doğrular." (Fromm, l987:31). Bilinçli olma bir bakıma verili toplumun belirlediği “sosyal adamı” temsil eder. Varoluşsal imkanlar, toplumsal bilinci, dolayısıyla “toplumsal özne” yi olanaklı kılar. Toplumsal farkındalık bir bakıma, verili sosyal şartlar ölçüsünde gerçeklik kazanır.
Marx, belli bir sosyal grubun benzer bilinç özelliklerine sahip olduğunu belirtmekte ve bunu sınıf bilinci kavramıyla açımlamaktadır. Ona göre, sınıf bilinci, tümüyle toplumsal varoluş biçimlerinin türevi bir bilinç formu olarak görülebilir. Sınıf bilinci, öz itibariyle, bir kimsenin, bir sınıfa karşıt olarak, belirli bir toplumsal sınıfa bağlı olduğunun bilinmesini sağlayan ideolojik tanımların (eğitim, kültür) ve toplumsal davranışların (meslek yaşamı, siyasal yaşam vb.) tümünü ifade etmektedir.

Durkheim: Ortak ve Ayrı Bilinçler

Durkheim toplumları mekanik ve organik dayanışmalı toplumlar şeklinde ikili bir tasnife tabi tutar. Mekanik dayanışmalı toplumda bireysel bilinçler arasında benzerlik söz konusudur. Bireyler arasında farklılaşma yok denecek kadar azdır. Bireyler bir takım ortak değer, duygu, norm ve anlam bütünleri etrafında kolektif/ortak bir bilinç oluşturmuşlardır ve onların davranışları, eylemleri ve yaşama biçimlerine bu ortak bilinç yön vermektedir.
Organik dayanışmalı toplumda ise bireysel bilinçler arasında farklılık söz konusudur. Bireyler birbirinden farklı çıkar, inanç, değer ve güdülere sahiptir. Bireysel bilinçler farklılık temeline dayalı olarak devinimde bulunur. Toplumsal birlik daha çok farklılık temeline dayalı olarak sağlanır. Farklı unsurlar birbiriyle zorunlu etkileşim ve işbirliği esasına dayalı olarak bir tamlaşma ve bütünleşme tesis ederler. Bu durum modern toplumun farklı organları arasında bir entegrasyon meydana getirir. Ve organik dayanışma söz konusu farklı organlar arasındaki etki tepki esasına dayalı zorunlu ve bağımlı bir süreç içerisinde gerçeklik kazanır.
Toplumsal bilinci meydana getiren ortak inanç ve duygular, bireylerin, kendilerinin yarattığı inanç ve duygular olmayıp, toplumdan edindikleri bütünleştirici unsurlardır. Yani, kolektif bilincin kaynağı toplumdur. Bu nedenle de, kolektif bilinç, bireysel bilinçlerin basit bir toplamı olmayıp, bireysel bilinçlerin üstündedir. Toplumsal hayatı düzenleyen kolektif bilinç, aynı zamanda, müeyyide (yaptırım) kullanma gücüne de sahiptir. Bu niteliği ile de, din, ahlak, hukuk vb. kurumlar içinde varlığını sürdürerek, birey bilinci ve dolayısıyla, tavır ve davranışları üzerinde sürekli yönlendirici etki yapar.
Durkheim'e göre toplumsal olaylar, bireysel bilinçlerin dışındadırlar ve her zaman bireysel bilinçlerden önce gelir ve kendilerini bireye zorla kabul ettirirler (Tolan, l99l: 24). Bir bakıma toplumsal bilinç bizi kendi grup ya da zümremize bağlamış olur.
Durkheim'in ifade ettiği gibi, toplumsal bilinç “bireysel bilinçleri sardığı oranda, benzerliğe dayanan mekanik dayanışma güçlenir, kişilik de o oranda silinir. Oysa toplumlarda işbölümü arttıkça, bireyler birbirlerinin eksikliklerini tamamladıklarını daha büyük bir şiddetle duyarlar, birbirlerine sımsıkı bağlanırlar. İşte bireylerin farklılaşması sonucu meydana gelen bu dayanışmaya, organik dayanışma diyoruz. İşbölümü arttıkça organik dayanışma ve bireysel kişilik güç kazanır”(Kösemihal, l971 : 65). Bu çerçevede Durkheim için, işbölümünün artışı toplumsal bilincin zayıflamasını sonuçlayacaktır.
Tönnies de toplumsal bilinçden ortak irade olarak söz etmekte ve daha çok topluluk tipi toplumlarda var olduğunu ileri sürmektedir. Tönnies’e göre, “bu toplulukların meydana gelmesinde kişisel iradelerin hiçbir etkisi yoktur. Bireyler doğal dayanışmanın, uyumlu karşılıklı etkileri bulunan bir toplumsal yapının üyelerinden başka bir şey değildir. Bireylerin istemlerinde (irade) aynılık vardır. Çünkü birey istemi (irade), kamu istemi (irade) tarafından silinmiştir. Bu türlü örgensel topluluklarda mülkiyet mal birliğine, hukuk da aile hukukuna dayanır. Görülüyor ki Tönnies'in “gemeinschaft”ı Durkheim'in daha sonraları “mekanik dayanışmaya dayanan zümreler” diye adlandırdığı topluluklara pek benzer. Gesellschaft ise belirli bir amacı gerçekleştirme için bireysel iradeleriyle karşılıklı etkide bulunan bireylerin meydan getirdikleri topluluğa denir”(Kösemihal, l989: 204) .

Geleneksel ve Modern Bilinç

Geleneksel Bilinç

Geleneksel toplumlar, görece az farklılaşmış, düşük işbölümüne sahip, farklaştırıcı unsurlara çok fazla bünyelerinde yer vermeyen ve sosyal kontrolün güçlü olduğu toplumlardır. Bu toplumlar, genelde, değişim sığası düşük ve hareketlilik sağlayıcı unsurlara kapalıdırlar. Bu yüzden de, yapısal formlarını muhafaza edici bir karaktere sahiptirler. Geleneklere bağlılık ve geleneklerin örgütlediği bir toplumsal ilişkiler matrisi egemendir. Geleneksellik, insan, toplum, hayat ve evren algılarını oluşturmada etkindir. Gelenekler, insani ve sosyal ilişkiler için meşrulaştırıcı, yönlendirici bir işleve sahiptir. Riesman’ın ifadesiyle, bu toplumlar “gelenek-yöneltimli”dir. Bu toplumun insanları da “gelenek-yöneltimli insanlar”dır. Gelenekler ise, geçmişin külleri üzerinde yükselen, hayatı ve insanları çepeçevre kuşatan direngen yapılardır. Toplum ve hayat için süreklilik tohumları taşımaktalar ve yaptırımları ile, şimdiyi ve geleceği geçmişin mirası üzerinde yeniden inşa etmek istemektedirler. Bu yönüyle geleneksel toplum, toplumsal sürekliliği sağlayıcı sabit, istikrarlı, kararlı bilinç yapıları üzerine oturur. Bu toplumda, gelenekler, benzerlik, aynilik, istikrarlı tutum ve davranış formlarının inşasına hizmet ederler.
Zijderveld (l985), geleneksel toplumu bir arada tutan temel harcın gelenek ve de din olduğunu ifade eder. Gelenekler etrafında örgütlenmiş bir sosyal kurgu vardır. Her şeye meşruiyet kazandıran, anlam katan öğe, kutsal geleneklerdir. Geleneğe içkin bu dünyada, insan davranışını gelenekler refere eder. Hiç kuşkusuz, bu toplumlarda, “ben”ler arasında benzerlik ve ortak yönler fazladır. Ortak uyaranlara bağlılık ve kolektif irade etkili bir denetim mekanizması kurarak, bir örnek tavırlar ve düşünme tarzları oluşturur. Toplumun egemen anlayışı ve hakim bakışı bireylerin hayat tasarımlarında ve evren kurgularında daha belirleyicidir.
Geleneksel toplumda ortak düşünüş ve tepkiler daha yaygındır. Tüm bireyler ortak bir uyarana tabiiyet gösterir ve ortak bir iradeye bağlılık içindedirler. Bireylerin dünyasını aydınlatan, hayata anlam katan unsurlar, gelenekler, dini anlayışlar, ritüeller, ayinler vs. dir. Bunların her biri, kişiye, ortak bir anlamlar dünyası, algılama ve usa vurma melekesi kazandırır. Bu ortak bilinç ya da kolektif akıl, bireylerin hem yaşam tarzlarını bir örneklemekte hem de ortak duygu, tepki, coşku ve korkular üretmektedir. Hayat, büyük ölçüde bu ortak tasavvurların, bilinç formlarının kılavuzluğunda süre gider. Hayatın rotasını bu ortak tasavvurlar belirler.
Geleneksel yapılar ve bilinç formları, köklü ve radikal değişimlerle gelen modern toplumla birlikte büyük bir yapı bozuma uğramıştır. Modernlik, geleneksel olandan farklı, aykırı, yenilikçi, değişimci ve hatta yıkıcı bir özü içinde taşır. Modernlik, o zamana kadarki tabiat, evren, toplum ve insan tasavvuruna aykırı bir iddiayla yola çıkarken, hiç kuşkusuz geleneksel yapıları ve bu yapılara ruh veren geleneksel bilinçle hesaplaşması kaçınılmazdı.

Modern Bilinç

Modern bilinç, köklü yapısal değişmelerin bir türevi olarak belirmiştir. A.Gehlen’e göre, geleneksel toplumdan endüstri toplumuna geçerken insan bilincinde bazı kalitatif değişiklikler meydana geldi. Bunu insanın avcılık/göçebelikten çiftçiliğe/yerleşik yaşama geçişini ifade eden Neolitik ihtilalle kıyaslamak mümkündür. Gehlen’e göre, "Neolitik devrimle geniş yerleşim alanları oluştu; insanlar arasında zenginlik, güç, otorite farklılıkları ortaya çıktı; tapınaklar inşa edildi, Tanrı fikri ortaya çıktı; dinler, mezhepler ortaya çıkmağa başladı; kısaca ifade edecek olursak yaşamın tümü yeniden organize edildi. Yeni devir açan bu değişim esnasında Gehlen'in iddiasına göre insanın bilinci bütünüyle değişti. Endüstrinin doğup gelişmesi esnasında sosyal yapılar ve insan bilinci benzeri değişikliklere maruz kaldı" (Zijderveld, l985: 134).
Gehlen'e göre “modern bilincin iki özelliği pek tipiktir; bir yandan giderek artan bir entelektüalizasyon, öte yanda ise giderek büyüyen bir pirimitivizasyon. Gehlen'in entelektüalizasyon ile kast ettiği, ileri derecede soyut modeller ve formalistik kategoriler cinsinden düşünme, denenebilir ve hesaba gelir olayların ön plana çıkartılması eğilimidir." Primitivizasyon ile kastettiği şey ise, modern insanın "basitliğe ve yoğrulup biçimlendirmeğe gereksinimi vardır. İnce kavramsal farklılıklara ve nüanslara karşı düşmanca hisler besler. Entelektüel onurunu popüler olabilmek ve duygusal tatminlere ulaşabilmek yolunda kurban etmeğe hazırdır"(Zijderveld, l985: 135).
Gehlen' in işaret ettiği geleneksel toplumdan modern topluma geçiş esnasında ortaya çıkan kalitatif değişikliğin en güzel yansımasının Zijderveld bürokratik davranış biçimlerinde ortaya çıktığına temas eder. Zijderveld (l985)’ e göre bu tutum, bu davranış biçimi, bilincimizin en temel karakteristiği haline gelmiştir. Zijderveld buna örnek verirken alış veriş olgusunun anonimliğinden bahsetmekte ve bireyin müşteri statüsünden tüketici konumuna gelişini, giderek karmaşıklaşan bürokratik örgütlere bağlamaktadır. Bürokratik örgüt içinde bürokratik ilişki sürecinin egemen olması alışveriş yapan bireyle yüz yüze, kişisel birincil ilişki ve etkileşimi imkan dışı kılmakta, rasyonel ve gayrişahsi davranışların kurumlaşmasına yol açmaktadır.
Moderniteyle birlikte farklı alanlarda köklü değişmelere tanık olunmuştur. Teknolojinin hızla ilerlemesi, iletişim araçlarının sınırsız yayılımı ve hükümranlığı, ulaşım imkanlarındaki gelişmeler, coğrafi ve sosyal hareketliliğin artması, refah düzeyindeki gelişmeler, sekülerleşme, eğitim ve sağlık imkanlarının artması vs. bireylerin insan, toplum, hayat ve evren algılarında köklü değişmelere yol açmıştır. Artık, geleneksel, sabit, durağan, istikrarlı yapılar yoktur ve bu yapılarda geçerli bilinç örgülerinden eser kalmamıştır. Yeni dünya, beraberinde yeni bilinç yapıları oluşturmuştur. Bu bilinç yapıları, büyük ölçüde modernliğin ruhuna ayarlı değer ve anlayışlara vurgu içermektedir.
Modernlik, bir toplumsal ve siyasal tasarım olarak, ilerlemeci, yenilikçi, dönüştürücü bir karakter taşır. Geleneksellik üzerinde yıkıcı bir etkide bulunur ve onu dönüştürmeyi amaçlar. Modernliğin tanımlayıcı özellikleri, örneğin rasyonalite, bilim, birey, ulus-devlet, kent, sekülerlik vs. kendi argümanlarına içkin yeni ve farklı yapılar oluşturmaktadırlar.
Modern toplum karmaşıklaştıkça, mesleki ve entelektüel ihtisaslaşmalar arttıkça, zevklerde, kanaatlerde, ilgilerde farklaşma da ortaya çıkmaktadır. Modern toplumlarda, insanlar ortak bir uyarana tabi değildir. Çok farklı gruplar, sınıflar, mesleki ve entelektüel cemaatler, gönüllü kuruluşlar, resmi ve bürokratik örgütler vs. etkin hale gelerek, kendi içlerinde atomik bilinç yapıları oluşturmuşlardır. Uzmanlaşma arttıkça, entelektüel alışverişler de artar. Buna bağlı olarak da alt gruplar ve dolayısıyla farklı bilinç yapıları ortaya çıkar.
Bu yüzden, modern toplumlarda birey doğası oldukça bölümlenmiştir. Bireysel bilinçler çok farklı merkezler (odaklar) tarafından yönlendirilmektedir. Bireyi uyaran, bilincini denetleyen ve yönlendiren çok sayıda soyut yapı mevcuttur. Bunların tek ve asli görevi bireyi çekip çevirmek, bilincini, kişisel iradesini, özgür karar alma istencini denetim altına almaktır. Modern bireyin parçalanan zihni kendi içinde çok değişik ve çelişik zihin alaşımlarına sahiptir. Bütünsel zihin yerine kısmi, atomik, sınırlı alanlara ayarlanmış tasavvur biçimleri, usa vurma kodları devreye girmiştir. Bu farklı bilinç yapıları sonuçta bireyin kişiliğini ve benliğini parçalarken farklı alanlarda farklı bilinç durumları gösteren, farklı maskeler ve davranış situasyonları içinde yer alan zihinsel ve kozmik bütünselliğini kaybetmiş, atomik öznelerin belirmesine neden olmaktadır. Bu olgu belki de modern bireylerin kaderi olmaktadır. Çünkü endüstriyel hayat tarzının belki de kişiler üzerindeki en büyük etkisi onun yetenekleri kadar zihnini de kompartımanlara ayarlı hale getirmesidir.

Modern Bilincin Dönüşümü

Modern kültüre içkin biçimde oluşan modern bilinç, kendi içinde devingen bir karakter taşır. Modern kültür genelde, hız, dinamizm, hareketlilik, uçuculuk, değişkenlik etrafında yapılaşmıştır. Modern birey, bu kültüre içkin yaşamakta, modernitenin anlam çeperi içinde hayatını inşa etmektedir. Bu çerçevede, modern bireyin sosyal ve fiziki çevresi, girdiği sosyal gruplar, eğitim ve sağlık olanakları, sınıfsal/mesleki statüsündeki hareketlilik vs. bireyin algılama çerçevesinde, anlamlandırma ve yorumlama tarzında, düşünsel çabalarında ve tüm bunların şekillendirdiği gündelik yaşamında önemli ve yeni değişmeler ve bilinç yapıları ortaya çıkarmaktadır. Bireyin bilinç evreni genişlemekte; insana, topluma ve evrene daha farklı bakmaktadır. Değişen koşullar neticesinde grupsal bilinç, mekansal bilinç, sınıfsal/statüsel bilinç, mesleki bilinç vb. atomik bilinç alanları oluşmaktadır. Değişen ve yeni şekiller alan bilinç ile birlikte bireyde yeni tutum, algı, kanaat, akıl yürütme ve davranma şekilleri oluşmaktadır. Söz konusu bilinçlenme ile, bireyin pratik yaşamı içindeki davranışları yeni ve farklı boyutlar kazanmaktadır.
İşbölümü, uzmanlaşma, üretim artışı, kentleşme, göç, bürokratik organizasyonlardaki karmaşıklık, rasyonalite, sosyal hareketlilik vb. gelişmeler, sonuçta istikrarlı bireysel/toplumsal bilinç ve karakter yapılarını buharlaştırmaktadır. Bireysel kimlikler, bu süreçte, giderek kaygan ve kırılgan hale gelmekteler, değişkenlik ve uçuculuk tüm toplumsal yapılarda etkisini göstermektedir. Moderniteyle birlikte, üretim ortamları farklaştığı gibi, bilinç, algı, düşünsel ve etik ölçülerde de büyük kırılmalar meydana gelmektedir.
Modern toplum, rasyonalite, bilimcilik, bireycilik, uzman yapılar, gayrişahsilik, mesafeli ilişkiler, yabancılaşma, sahte sosyallikler, depresyon ve çatışmacı/rekabetçi ruh haleti içinde olmayı öne çıkartmaktadır. Bu durum, bireysel ve toplumsal düzeyde, yerleşik, sabit, kararlı kişilik yapılarının, toplumsal formların ölümü anlamına gelmektedir. Kozmopolitlik, ayrıksılık, standart ölçüler, mesafeli ilişkiler, maksimum verimlilik vb. göstergeler, hiç kuşkusuz paradigmal düzlemde önemli algı ve bilinç deformasyonuna yol açmaktadır. Bu durum, bilinç yarılması ya da bilinç bozulması ile kendisini ele veren, oldukça şizofrenik bir farkındalık krizine tekabül etmektedir. Deleuze ve Guattari’nin ( l990) ifade ettikleri gibi, kapitalizm şizoid görüngüleri yaygınlaştırarak modern toplumun şizofrenikleşmesine yol açmıştır. R.Sennet (2002) de, egemen üretim organizasyonları, bürokratik katedraller, çalışma sürecinde birey bilincini deforme ederek yaygın toplumsal karakter aşınımına sebebiyet vermiştir. Ritzer (l998), toplumun bir tür Mcdonald restoranlardaki kadar rasyonel olarak inşa olduğuna dikkatlerimizi çekmekte ve bunun önemli bilinç yarılmalarına, farkındalık krizlerine, mekanik ilişkilere davetiye çıkaracağına ilişkin tehlike sinyallerine işaret etmektedir.
Modernite, bir yandan rasyonel bilinci hakim kılarken, diğer yandan irrasyonel bilinçler üretmekte ve bunun yıkıcı etkilerini gündelik hayatın terörize edilmesiyle yine sıradan insanlardan çıkarmaktadır. Geleneksel dünyanın bilinci, artık bu dünyada bizi çekip çevirmekte değildir. Weber’in deyişiyle, “büyü bozulmuştur”. Hayata anlam katan değerler artık buharlaşmıştır. İnsan demir kafesinde, hayatı suni teneffüsle sürdürmek durumundadır. Modern bilinç, bir bakıma yıkıcı ve aynı ölçüde bağımlılaştırıcı, eblehleştirici bir algı dünyasına sahip kılmaktadır kitleyi.

Sonuç Yerine

Yaşadığımız dünyanın farkındalığına ne denli sahibiz bu tartışılabilir. Ancak, yaşadığımız hayata birincil elden müdahale edemiyor olmamız, olan bitenlerin büyük ölçüde bizim dışımızda cereyan etmesi, üzerimizdeki baskılayım çarkının denetiminden kurtulmanın olanaksızlığı ve de başkası olmaya, soyut kurumların manipülasyonuna terkedilmiş bilinçler taşıdığımız yeterince açıktır. Modern toplumun iktidar aygıtları, siyasal kurumlar, bürokratik organizasyonlar, kitle iletişim araçları, gözetim aygıtları, kamuoyu, moda, akran grupları, imaj/gösteri dünyaları, statü/kimlik mekanları, tüketim katedralleri vs. tüm bu iktidar alanları, kişinin bilincini, farkındalık yetisini, varoluşsal direncini tahrip etmek üzere faaliyet gösteriyorlar. Birey, bu devasa kurumlar kaosu içerisinde, bilincinin sesine kulak vermek, kendine özgü farkındalık alanı oluşturmak yetisinden büyük ölçüde mahrum gözükmektedir. Yaşanılan hayatın rasyonalitesi, tutarlılığı çoğu kez bizi hayal kırıklığına uğratsa da, yaşadığımız dünyanın psikolojisini toplumla, doğayla, kendimizle barışık hayatlar yaşamamızı güçleştirmektedir.
Modernite ile birlikte, bilinç yarılmaları, bilincin ayartılması ve bilincin manipülasyonu hız kazanmıştır. Bilinç, artık doğal, sosyal uyaranların etkisinde varlık kazanmamakta. Bugün, artık bilincin üretimi, endüstriyel ortamlarda imali söz konusudur. Modernite, kapitalist akıl, tüketim toplumu vb. olgular, birey bilincini kârı artırma aracı haline getirmiştir. Kapitalizm mamul madde satmak, üretici siyasaya hayatiyet kazandırmak için, tüketimi artırmak, alış-satış süreçlerine aktivasyon kazandırmak zorundadır. Bunun içinde, kitlelerde, tüketme isteği, haz ve kullan at duygular üretmesi gerekir. Bunu da, bilinç endüstrisi diye nitelendireceğimiz, etkin arzu imalathaneleri (moda, reklam, iletişim araçları, kamuoyu, turizm ekonomileri, eğlence endüstrisi vs.) yoluyla yapmaktadırlar. Yeni tüketici davranışlar, yeni bilinç formları kazanmaktan geçiyor. Haz, arzu, hedonist duygular, kullan at kültürü ve uçuculuk içeren yeni eğilimlere sahip kılınmakla kitleler, anamalcı sistemin varlığı garantiye alınmaktadır. Tüm bunlar, bizim bilinç ayrıcalığımızın gözden çıkarılması pahasına olmaktadır.
Alıntı ile Cevapla
Sponsor
Cevapla






© 2013 KeLBaYKuŞ Forum | AtEsH
Telif Hakları vBulletin v3.8.4 - ©2000-2024 - Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Optimization by vBSEO 3.2.0'e Aittir.
Açılış Tarihi: 29.08.2006