Sınıflar Nereden Gelir?
EKONOMİK KOŞULLAR NEREDEN GELİR?
GÖRDÜK Kİ, tarihin devindirici güçleri, son tahlilde, ekonomik koşulların belirledikleri sınıflar ve sınıfların savaşımlarıdır.
Bu zincirleme sırası şöyleydi: İnsanların kafalarında, kendilerini bir şey yapmaya iten fikirler vardır. Bu fikirler, insanların içinde yaşadıkları maddi yaşam koşullarından doğmaktadır. Bu maddi yaşam koşullarını insanların toplum içindeki yerleri, yani ait oldukları sınıf belirler ve sınıflar ise, toplumun içinde geliştiği ekonomik koşullar tarafından belirlenir.
Ama bu durumda, ekonomik koşulları ve bu koşulların yarattıkları sınıfları belirleyen nedir, onu görmemiz gerekir. Şimdi bunu inceleyeceğiz.
I. BİRİNCİ BÜYÜK İŞBÖLÜMÜ
Toplumun evrimi incelenirken ve geçmişteki olaylar ele alınırken, ilkin, toplumun her zaman sınıflara bölünmüş olmadığı görülür. Diyalektik, her şeyin kökenini araştırmamızı ister; biz de, çok uzak bir geçmişte, sınıfların bulunmadığını görüyoruz. Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni'nde şöyle der:
"Toplumun geçmiş bütün aşamalarında, üretim, her şeyden önce, ortaklaşa bir üretimdi; tıpkı tüketimin de, az çok geniş komünist topluluklar içinde, ürünlerin doğrudan doğruya üleşimiyle yapılmış olduğu gibi."[73]
Bütün insanlar üretime katılırlar; bireysel iş aletleri özel mülkiyettir, ama ortaklaşa kullanılanlar ortaklığa (communauté) aittir. Bu alt aşamada, işbölümü; yalnızca cinsler arasında vardır. Erkekler avlanır, balık tutar vb., kadınlar ise eve bakar. Kişiye özgü ya da "özel" çıkarlar yoktur.
Ama insanlar bu dönemde durup kalmadılar ve insanların yaşamında ilk değişme, toplumdaki işbölümü olacaktır.
"İşbölümü, yavaş yavaş, bu üretim süreci içine sızar."[74]
Bu ilk olguda, insanlar "önce hayvanları evcilleştirdiler, daha sonra, esas çalışma kolları olan hayvan yetiştirme ve hayvan sürülerinin korunmasına geçtiler. Çoban aşiretler, kendilerini öteki barbarlardan ayırdılar: birinci büyük toplumsal işbölümü".[75]
Demek ki, ilk üretim tarzı olarak avlanmayı ve balık (sayfa 206) avını; ikinci üretim tarzı olarak ise, çoban kabilelerin doğuşuna yol açan hayvan yetiştiriciliğini görüyoruz.
İşte toplumun ilk kez sınıflara bölünüşünün temelinde yatan, bu birinci işbölümüdür.
II. TOPLUMUN SINIFLARA İLK BÖLÜNÜŞÜ
"Bütün çalışma kollarındaki -hayvancılık, tarım, ev sanayiî üretim artışı, insan emek-gücüne, kendisine gerekenden daha çoğunu üretmek yeteneğini kazandırdı. Bu, aynı zamanda, her gens, ev topluluğu ya da karı-koca ailesi üyesine düşen günlük iş tutarını artırdı. Yeni emek-güçlerine başvurmak gerekli duruma geldi. Savaş bunları sağladı: savaş tutsakları köle haline getirildiler. Birinci büyük toplumsal işbölümü, emek üretkenliğini, dolayısıyla servetleri artırıp üretim alanını genişleterek, o günkü tarihsel koşullar içinde, zorunlu olarak köleliği getirdi. Birinci büyük toplumsal işbölümünden, toplumun iki sınıf: efendiler ve köleler, sömürenler ve sömürülenler biçimindeki ilk büyük bölünüşü doğdu."[76]
"Şimdi uygarlığın eşiğine gelmiş bulunuyoruz. ... En aşağı aşamada, insanlar yalnızca doğrudan doğruya kişisel gereksinmeleri için üretiyorlardı; zaman zaman, yapılan değişimler, yalnızca raslantı sonucu elde kalan fazlalıkla ilgili tek tek olaylardı. Barbarlığın orta aşamasında, çoban halklar arasında, sürü, belirli bir büyüklük kazanınca, davarın, ... bir mülk durumuna geldiğini görürüz; ... düzenli bir değişimin koşulları da bundan doğar."[77]
Öyleyse, bu sırada, toplumda iki sınıf buluyoruz: efendiler ve köleler. Sonra toplum, yaşamını sürdürecek ve yeni gelişmelere uğrayacaktır. Yeni bir sınıf doğacak ve büyüyecektir. (sayfa 207)
III. İKİNCİ BÜYÜK İŞBÖLÜMÜ
"Servet hızla arttı, ama bireysel servet olarak; dokumacılık, madenlerin işlenmesi ve gitgide farklılaşan öteki zanaatlar, üretime, artan bir çeşitlilik ve yetkinlik veriyordu; bundan böyle, tahıl, sebze ve meyvelerin yanısıra, tarım, elde edilmeleri öğrenilmiş bulunan zeytinyağı ve şarabı da sağlamaktaydı. Böylesine çeşitli bir çalışma, artık aynı birey tarafından yürütülemezdi; ikinci büyük [toplumsal -ç.] işbölümü gerçekleşti: küçük zanaatlar, tarımdan ayrıldı. Üretimde, ve onunla birlikte emek üretkenliğindeki sürekli artış, insan emek-gücünün değerini artırdı; önceki aşamada başlangıç durumunda ve yer yer görülen kölelik, şimdi toplumsal sistemin esaslı bir unsuru (bileştireni, composant'ı) durumuna gelir, köleler basit yardımcılar olmaktan çıkarlar; tarlalarda ve atölyede, düzinelerle köle işe sürülür. Üretimin, başlıca iki kola: tarım ve küçük sanayiye ayrılmasıyla doğrudan doğruya değişim için üretim doğar; bu, meta üretimidir. Meta üretimiyle, ... ticaret ... doğar."[78]
IV. TOPLUMUN SINIFLARA İKİNCİ BÖLÜNÜŞÜ
Böylece, birinci büyük işbölümü, insan çalışmasının (işin) değerini artırıyor, zenginliklerde bir artma yaratıyor, bu da yeni baştan işin değerini artırıyor ve ikinci bir işbölümünü zorunlu kılıyor: zanaatlar ve tarım. Bu aşamada, üretimin aralıksız artması ve buna paralel olarak insana ait emek-gücünün öneminin yükselmesi, köleleri "vazgeçilmez" duruma getiriyor, ticaret için üretimi, onunla birlikte de üçüncü bir sınıfı: tüccarlar sınıfını yaratıyor.
Demek ki, bu aşamada, toplumda üçlü bir işbölümü ve üç sınıf var: tarımcılar, zanaatçılar, tüccarlar. Burada ilk kez üretime katılmayan bir sınıf görüyoruz, ve bu sınıf, tüccarlar (sayfa 208) sınıfı öteki iki sınıfa egemen olacaktır.
"Barbarlığın yukarı aşaması, bize, tarımla küçük sanayi arasında yeni bir işbölümü ve bunun sonucu, çalışma ürünlerinin daima artan bir parçasının doğrudan doğruya değişim için üretilmesini getirir; bireysel üreticiler arasındaki değişimin, toplum için dirimsel bir zorunluluk kazanması da bundan doğar. Uygarlık, özellikle kent ve köy arasındaki karşıtlığı daha da belirgin bir duruma getirerek (iktisadi bakımdan, ilkçağdaki gibi, kent köye, ya da ortaçağdaki gibi; köy kente egemen olabilir), daha önce varolan bütün bu işbölümlerini güçlendirip geliştirir, ve onlara, kendine özgü ve çok önemli bir üçüncü işbölümünü ekler: artık, üretimle değil yalnızca ürünlerin değişimiyle uğraşan bir sınıf doğurur tüccarlar. O zamana kadar, sınıfların oluşumundaki bütün izler üretime bağlanıyorlardı; bunlar üretime katılan kimseleri, azçok geniş bir ölçek üzerinde, yönetici ve yürütücü, ya da üretici olarak bölüyorlardı. Burada, sahneye, ilk kez olarak, üretime herhangi bir biçimde katılmaksızın, onun yönetimini elegeçiren ve üreticileri iktisadi bakımdan egemenliği altına alan bir sınıf girer; bir sınıf ki, iki üretici arasında zorunlu aracı olarak geçinir ve her ikisini de sömürür. Üreticileri değişim zahmet ve riskinden kurtarmak bahanesiyle, ürünlerinin satışını en uzak pazarlara kadar yaymak ve böylece nüfusun en yararlı sınıfı olmak bahanesiyle, gerçekte çok küçük hizmetler için, karşılık (salaire) olarak, yerli üretimin olduğu kadar yabancı üretimin de kaymağını alan, hızla büyük servetler ve buna uygun düşen toplumsal bir etkililik kazanan ve böyle olduğu için de, sonunda o da kendine özgü bir ürünü - devirli ticari bunalımları oluşturana kadar, uygarlık dönemi içinde durmadan yeni saygınlıklar ve üretimde durmadan artan bir egemenlik sahibi olan bir kar düşkünleri, bir gerçek toplumsal asalaklar sınıfı oluşur."[79] (sayfa 209)
Böylece, ilkel komünizmden başlayarak, bizi kapitalizme götüren zincirleme sırayı görüyoruz.
1. İlkel komünizm.
2. Yabanıl (vahşi) kabilelerle çoban kabileler arasında bölünme (birinci işbölümü: efendiler, köleler).
3. Tarımcılarla zanaatçılar arasında bölünme (ikinci işbölümü).
4. Tüccar sınıfının doğuşu (üçüncü işbölümü), ki bu,
5. Devresel olarak ticari bunalımları doğuruyor (kapitalizm).
Şimdi artık sınıfların nereden geldiklerini biliyoruz, ve geriye bunu incelemek kalıyor:
V. EKONOMİK KOŞULLARI BELİRLEYEN ŞEY
İlkin, bizden önce gelen çeşitli toplumları çok kısaca gözden geçirelim.
Antikçağ toplumlarından önceki toplumları ayrıntılı bir biçimde incelemek için yeterli belgelerimiz yok, ama örneğin Eski Yunanlılarda efendilerin ve kölelerin bulunduğunu ve tüccarlar sınıfının daha o zamandan gelişmeye başladığını biliyoruz. Sonra, ortaçağda, senyörleri ve serfleriyle feodal toplum, tüccarların gittikçe daha büyük bir önem kazanmalarına olanak verir. Bunlar, şatoların yakınlarında, bourg (burjuva adı buradan gelir) denilen kasabalarda toplaşırlar; öte yandan ortaçağda, kapitalist üretimden önce, yalnız küçük üretim vardı, ki bu küçük üretimin birinci koşulu, üreticinin kendi iş aletlerinin sahibi olması idi. Üretim araçları bireye ait bulunuyordu ve ancak bireysel kullanıma göre ayarlanmışlardı. Bu bakımdan üretim araçları, sıradan, küçük ve sınırlı idiler. Bu üretim araçlarını yoğunlaştırmak ve genişletmek, onları modern üretimin güçlü araçları haline dönüştürmek, kapitalist üretimin ve burjuvazinin tarihsel rolü idi. (sayfa 210)
Burjuvazi, "15. yüzyıldan bu yana, basit elbirliği, manüfaktür ve modern sanayi olmak üzere, üç evrede bunu başarmıştır. Burjuvazi, cüce üretim araçlarını, onları aynı zamanda bireysel üretim araçları olmaktan çıkarıp, insanların ancak ortaklaşa (elbirliğiyle) işletebileceği toplumsal üretim araçları haline getirmiştir."[80]
Öyleyse görüyoruz ki, sınıfların evrimine paralel olarak (efendiler ve köleler; senyörler ve serfler.), servetlerin üretimi, dolaşımı, dağılımı koşulları, yani ekonomik koşullar, evrim gösterir ve ekonomik evrim, adım adım ve paralel olarak üretim biçimlerinin evrimini izler.
VI. ÜRETİM TARZLARI
Öyleyse bunu, üretim biçimleri, yani büyük küçük her çeşit aletin durumu, onların kullanımı, iş yöntemleri, kısaca, teknik durum, ekonomik koşullar belirler.
"Kapitalist üretimden önce yani ortaçağda, her yerde, emekçilerin kendi üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetine dayanan küçük üretim görülüyordu... Çalışma araçları, ... bireyin, yalnızca bireysel kullanım için hesaplanmış çalışma araçları idi ... Bu dağınık ve daracık üretim araçlarını bir araya toplayıp genişletmek, onları bugünkü üretimin güçlü kaldıraçları durumuna getirmek [gerekiyordu]. ... Bireysel atölye yerine, yüzlerce ve binlerce insanın elbirliğini egemenlik altında bulunduran fabrika geçti. Ve tıpkı üretim araçları gibi, üretim, bir dizi bireysel eylem durumundan, bir dizi toplumsal eylem durumuna, ve ürünler de bireysel ürünler durumundan toplumsal ürünler durumuna dönüştü."[81]
Burada görüyoruz ki, üretim biçimlerinin evrimi, üretici güçleri tamamen dönüştürmüştür. Oysa, iş aletleri kolektifleşmiş olmakla birlikte mülkiyet düzeni bireysel olarak kalmıştır! (sayfa 211) Ancak, birçok kişinin ortaklaşa işe koyulmasıyla işleyebilen makineler bir tek adamın mülkiyeti olarak kaldı. Gene görüyoruz ki: "Üretici güçlerin, kendini kapitalistlere de kabul ettiren toplumsal niteliğinin kısmi tanınması. Büyük üretim ve ulaştırma örgenliklerinin, önce hisse senetli şirketler, sonra tröstler, en sonra da devlet tarafından sahiplenilmesi. Burjuvazi artık gereksiz bir sınıf olarak görünür; onun tüm toplumsal işlevleri, ücretli görevliler tarafından yerine getirilir".[82]
"Bir yandan, makinelerde rekabetin her fabrikatör için zorunlu kıldığı o gittikçe artan sayıda emekçinin yerinden olması ile tamamlanan yetkinleşme. Yedek sanayi ordusu. Öte yandan, üretimin sınırsız genişlemesi ve rekabet karşısında her fabrikatör için [bunun -ç.] zorunluluğu. Her iki yandan da, üretken güçlerin işitilmemiş gelişmesi, arzın talepten fazlalığı, pazarların dolup taşması, her on yılda bir bunalımlar, kısır döngü: burada, üretim araçlarında ve üründe fazlalık - orada, işsiz ve geçim araçlarından yoksun emekçilerde fazlalık. Ama bu iki üretim ve toplumsal esenlik kaldıracı, birlikte işleyememektedir, çünkü kapitalist üretim tarzı, üretici güçleri çalışmaktan ve ürünleri, önce sermayeye dönüşmedikleri sürece, dolaşımdan alıkoyar."[83]
Toplumsal, ortaklaşa hale gelen iş ile bireysel kalan mülkiyet arasında çelişki vardır. O zaman Marx'la birlikte diyeceğiz ki:
"Üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların engelleri haline gelirler. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar."[84] (sayfa 212)
VII. UYARILAR
Bu bölümü bitirmeden önce bazı uyarılarda bulunmak ve bu incelemede, daha önce incelemiş olduğumuz diyalektiğin bütün temel özelliklerini ve yasalarını bulduğumuzu belirtmek gereklidir.
Gerçekten, toplumların tarihini, sınıfların ve üretim biçimlerinin tarihini büyük bir hızla izlemiş bulunuyoruz. Bu son incelemenin her bölümünün ötekilere ne kadar bağımlı olduğunu görüyoruz. Bu tarihin, özünde, devinmekte, değişmekte olduğunu ve toplumların evriminin her aşamasında meydana gelen değişmelere, bir iç savaşıma, tutucu öğelerle ilerici öğeler arasındaki bir savaşıma, her toplumun yıkımı ve yeni bir toplumun doğuşu ile sonuçlanan bir savaşıma yol açtığını saptıyoruz. Bu toplumların her birinin, kendinden önce gelenden çok ayrı, çok değişik bir temel özelliği, bir yapısı vardır. Bu köklü dönüşümler, kendi başlarına önemsiz görünen, ama belirli bir noktada, üst üste gelip birikmeleriyle ani, devrimci bir değişmeye yol açacak bir durum yaratan olayların birikmesinden sonra meydana gelirler.
Öyleyse, burada, diyalektiğin temel özelliklerini ve büyük yasalarını yeniden karşımızda buluyoruz, şöyle ki:
Şeylerin ve olayların karşılıklı bağımlılığı.
Diyalektik hareket ve diyalektik değişme.
Otodinamizm (özgüç).
Çelişki.
Karşılıklı etki.
Ve sıçramalı evrim (niceliğin niteliğe dönüşmesi).
|