"Yazı ideolojik bir görüşü eleştirerek satrancı yüceltmektedir. Satrancın rasyonel realitesinden övgüyle söz etmektedir. Herhalde felsefi açıdan satrancı bu kadar iyi anlatan bir yazı olmamıştır,diye düşünüyorum: Dr. Murat Akdağ "
Ayn Rand 1905-1982 yılları arasında yaşamış Rusya St.Petersburg'da doğmuş olmasına karşın daha sonra Amerika'ya iltica etmiş felsefi roman yazarı bir bayandır. Bütün zamanların en çok okunan felsefe romanı "Atlas Vazgeçti" (Atlas Shrugged)'in yazarıdır. Ayrıca "Hayatın Kaynağı" , "İhtiyacımız Olan Felsefe" ve "16 Ocak Gecesi" adlı felsefi romanları da yazmıştır. Bu kitaplar son bir yıl içerisinde Türkçe'ye çevrilmiştir.Türkiye'de de oldukça yaygın bir hayran kitlesi olan yazar için hayranlarının kurduğu "Ayn Rand Sevenler Derneği" bile mevcuttur. Hatta program yapımcısı,yönetmen Sinan Çetin'de yazarın Türkiye'deki en büyük tanıtıcısıdır. Yazar ve görüşleri ile ilgili detaylı bilgiler adlı siteden öğrenilebilir. Yazarın Haziran 2003'de Plato Film Yayınları tarafından Nejdet Kandemir'in çevirisi ile Türkçe'ye kazandırılan "İhtiyacımız Olan Felsefe" adlı kitabında satrançla ilgili olarak son derece ilginç bir yazısına rastladım. Yazı ideolojik bir görüşü eleştirerek satrancı yüceltmektedir.Satrancın rasyonel realitesinden övgüyle söz etmektedir.Herhalde felsefi açıdan satrancı bu kadar iyi anlatan bir yazı olmamıştır,diye düşünüyorum.Söz konusu yazı olduğu gibi aşağıdadır :
"Boris Spassky'ye Açık Mektup - Ayn Rand - 1974
Sayın Yoldaş Spassky:
Bobby Fischer ile yapmakta olduğunuz dünya satranç şampiyonluğu maçını büyük bir ilgi ile izliyorum. Satranç meraklısı değilim ve hatta oynamam da ve oyunun sadece temel kurallarını biliyorum. Ben mesleği romancı-felsefeci olan birisiyim.
Fakat televizyonda hamle hamle yeniden verilen bir oyununuzu izledim ve onları bir satranç oyuncusunun ihtiyaç duyduğu müthiş düşünce ve planlama karmaşıklığının gerçek bir ispatı olarak gördüm. Bu bir satranç oyuncusunun kaç şeyi aklında tutması gerektiğinin ,kaç şeyi entegre etmesi gerektiğinin,ne kadar ileriyi görmesi ve planlaması gerektiğinin bir ispatıydı. Sizin ve rakibinizin sıradışı bir entellektüel kapasiteye sahip olması aşikardı.
Sonra ,oyunun kendisinin ve oyuncuların zihni marifetinin onların uğraştıkları realitenin metafiziksel mutlaklığı sayesinde mümkün olduğunu fark ederek sarsıldım. Oyuna Kimlik Kanunu ve onun sonucu olan Nedensellik Kanunu hakimdir. Her şey olduğu gibidir: bir vezir bir vezirdir, bir fil bir fildir,ve her birinin yapabileceği hareketler onların niteliğiyle belirlenir: bir vezir doğrusal ya da diyagonal herhangi bir açık çizgide ilerler,bir piyon ilerleyemez;bir kale satranç tahtasının bir kenarından diğerine ilerler,bir piyon ilerleyemez,vs. Onların kimlikleri ve hareketlerinin kuralları sabittir - ve bu durum oyuncuların aklının karmaşık,uzun vadeli bir strateji geliştirmesini mümkün kılar,bu nedenle oyun sadece kişinin (ve rakibinin) marifetine bağlıdır.
Bu durum beni size sormam gereken bazı sorulara götürdü.
1. İki saatlik beyin çatlatan bir emekten sonra - rakibinizi köşeye sıkıştırdığınız - kritik bir anda,bilinmeyen,keyfi bir kuvvet aniden diyelim rakibinizin filinin vezir gibi oynamasını sağlayacak şekilde oyunun kurallarını rakibinizin lehine değiştirmiş olsa,oynayabilir miydiniz? Oynayamaz mıydınız? Ancak gerçek hayatta,bu sizin ülkenizin kanunudur ve bu oynamak için değil, fakat yaşamak için sizin ülkenizin vatandaşlarının içinde bulunduğu durumdur.
2. Satrancın kuralları diyalektik bir realiteye uygun olacak şekilde zıtların bir araya gelebileceği şekilde yenilense,böylece kritik bir anda sizin veziriniz Beyaz'dan Siyah'a dönüp,rakibinizin veziri olsa ve sonra da her ikinize de ait olan Gri'ye dönse,oynayabilir miydiniz, oynayamaz mıydınız? Ancak gerçek dünyada,bu sizin vatandaşlarınızın kabul etmesi,içselleştirmesi ve onlarla yaşaması öğretilen realite görüşüdür.
3. Bir ekip halinde oynamak zorunda olsanız - yani kendi başına düşünmeniz ve oynamanız yasaklansa ve bir grup tavsiyeci ile değil fakat her hareketinizi oylamayla belirleyen bir takım ile birlikte oynamak zorunda olsanız- oynayabilir miydiniz? Bir şampiyon olarak takım içindeki en iyi beyin siz olacağınızdan,takımı sizin stratejinizin en iyi olduğuna ikna etmek için ne kadar çaba ve zaman harcamak zorunda kalırdınız? Başarmanız mümkün olur muydu? Eğer bazı faydacı,sadece içinde bulunduğu anı düşünen zihniyetler rakibinizin atını sizin üç hamle sonra şah mat olmanıza yol açma pahasına alsa ne yapardınız ? Devam edebilir miydiniz ? Ancak gerçek dünyada ,bu sizin ülkenizin teorik idealidir,ve bu ülkenizin (bir gün) bilimsel çalışma,sanayi üretimi ve insanoğlunun hayatta kalması için gereken herhangi bir diğer aktiviteyle uğraşmada önerdiği metottur.
4. Hantal bir takım çalışma mekanizması söz konusu olsa ve hareketleriniz basitçe arkanızda duran - hiçbir şeyi açıklamayan veya tartışmayan,tek argümanı ve niteliği silahı olan bir kişi - tarafından sırtınıza dayalı bir silahla size dikte ettirilse,oynayabilir miydiniz? Oyuna devam etmeyi bir tarafa bırakın,başlayabilir miydiniz? Ancak gerçek dünyada,bu sizin ülkenizde insanların yaşadığı (ve öldüğü) uygulamadaki politikadır.
5. Oyunun kuralları farklılaştırılsa ve siz "proletaryacı" kurallarla oynarken rakibinizin "burjuva" kurallarla oynadığı,bir uluslararası Satranç Federasyonu profesyonel anlayış,ilgi ve yaklaşımından hoşlanır mıydınız,bu şartlarda oynayabilir miydiniz ? Böyle bir "çok kurallı" sistemin çoklu mantıkçılıktan daha saçma olduğunu mu söylerdiniz? Ancak gerçek dünyada, sizin ülkeniz diğer ülkelerin "burjuva" mantığı veya "Aryan" mantığı , ya da "üçüncü dünya" mantığı vs. izlediklerini iddia ederken kendisinin "proletarya" mantığı izlediğini ve küresel uyum ve anlayış peşinde koştuğunu ifade etmektedir.
6. Oyunun kuralları bir istisna ile bugünkü gibi kalsa,yani (kitleleri temsil ettikleri için) piyonlar daha etkili taşları (bireyleri) kurban verme pahasına korunmaları gereken en değerli ve en harcanamaz taşlar olarak ilan edilse,oynayabilir miydiniz ? Bu sorunun cevabının berabere olduğunu iddia edebilirsiniz,çünkü bu tür bir ahlak kuralını kabul eden sadece sizin ülkeniz değil tüm gerçek dünyadır.
7. Oyunun kuralları aynı kalsa fakat eşitlikçi prensibe uygun olarak ödüllerin dağıtımı değiştirilse,yani ödüller,onur ve ünvan,kazanana değil fakat kaybedene verilse,kazanmak bir bencillik belirtisi olarak kabul edilse ve kazanan,üstün bir zekaya sahip olması nedeniyle diğerlerine şans tanımak için bir yıl oyundan men etme cezasıyla cezalandırılsa,oyunu oynamaya dahi tenezzül eder miydiniz ? Siz ve rakibiniz kazanmak için değil fakat kaybetmek için oynamaya çalışır mıydı? Bu sizin aklınızı nasıl etkilerdi?
Bana cevap vermek zorunda değilsiniz,Yoldaş. Konuşma ve hatta bu gibi soruları düşünme özgürlüğüne dahi sahip değilsiniz ve ben de zaten cevapları biliyorum. Hayır,yukarıdaki şartların hiçbirirnin altında oyunu oynayamazsınız. Satranç dünyasına kaçmış olmanız bu tip olaylardan kaçmak içindir.
Evet, Yoldaş,satranç bir kaçıştır,realiteden bir kaçıştır. Satranç, yaşamaktan korkan ortalamanın üstünde zekaya sahip olan,fakat aklını meşgalesiz tutamayan ve onu gerçek olmayan bir şeye adamış olan ve böylece reddetmiş olduğu canlı dünyayı anlaşılması çok güç olduğu için başkalarına teslim etmiş bir insan için bir "çıkıştır." Bir "uydurma oyun"dur.
Lütfen bunu bu tip oyunlara karşı olduğum şeklinde algılamayın: oyunlar insanın hayatında önemli bir yere sahiptir,gerekli olan dinlenmeyi sağlarlar ve satranç sürekli amaca yönelik çalışma baskısı altındaki insanlar için bu işi görür. Ayrıca, -spor yarışmaları gibi- bazı oyunlar bazı insan hünerlerinin bir mükemmellik seviyesine ulaştığını görme fırsatı sunar. Fakat,gerçek dünyada tekerlekli sandalye ile dolaşan bir dünya koşu şampiyonu hakkında ne düşünürsünüz? Ya da dört ayağı üzerinde emekleyen bir yüksek atlamacı hakkında? Siz satranç profesyonelleri insan marifetlerinin en üstünü olan entelektüel gücün ifadesi olarak algılanmaktasınız- ancak bu güç altmış-dört kareli satranç tahtasının sınırları ötesinde sizi terk eder ve aklı karışık, endişeli ve ilgisi dağılmış halde bırakır. Çünkü siz bilirsiniz,satranç tahtası bir eğitim alanı değil,gerçeğin yerine konan bir şeydir.
Yetenekli,erken gelişmiş bir genç kendini dünya karşısında sersemlemiş halde bulur: onun anlayamadığı insanlardır,onu korkutan insanların anlaşılmaz,çelişkili,dağınık davranışlarıdır. Doğru teşhis ettiği,fakat mücadele etmeyi tercih etmediği düşman insan irrasyonelliğidir. Aklının takdir edileceği bir sığınak arayarak geri çekilir,pes eder ve kaçar- ve satranç bubi tuzağına düşer.
Siz satranç profesyonelleri özel bir dünyada yaşıyorsunuz; emniyetli,korunan,düzenli bir dünyada. Bu dünyada varoluşun tüm önemli ve temel prensipleri öylesine açık ve sağlam yerleşmiştir ve uyulmaktadır ki onların farkında olmak zorunda bile değilsiniz.(Bunlar benim yedi sorumdaki prensiplerdir.)Bu prensiplerin oyununuz için ön şartlar olduğunu bilmezsiniz - ve siz onlarla karşılaştığınızda,realitede onları veya onların ihlallerini tanımak zorunda değilsiniz. Sizin dünyanızda,onlar hakkında endişelenmek zorunda değilsiniz,tek yapmanız gereken şey düşünmedir.
Düşünme işlemi insanoğlunun asıl hayatta kalma yoludur. Bu işlemi başarılı bir şekilde gerçekleştirmenin hazzı -kişinin kendi aklının faydasını yaşaması- insan için varolan hazların en önemlisidir, ve bu ister büyük,ister küçük herhangi bir zeka seviyesindeki insanların en derin ihtiyaçlarıdır.Bu nedenle, sizi satranca çeken şeyin ne olduğu anlaşılabilir: tüm gereksiz engellerden arınmış ve aklınızın gücünün muzafferane kullanımı dışında hiçbir şeyin önemli olmadığı bir dünya bulduğunuza inanıyorsunuz.Fakat bunu buldunuz mu Yoldaş?
Aritmetiğin aksine,satranç zihinsel çabanın temel eğilimi olan soyutluğu temsil etmez; onun zıddını temsil eder:zihinsel çabayı bir takım somut şeyler üzerinde odaklar ve bir aklın başka hiçbir şeye yeri kalmayacak şekilde karmaşık hesaplamalar yapmasını talep eder. Bir hareket ve mücadele illüzyonu yaratma yoluyla, satranç profesyonel oyuncunun aklını hayata karşı kritik olmayan,önem vermeyen bir pasifliğe indirger. Satranç,entelektüel çabanın motorunu yani "Ne için?" sorusunu ortadan kaldırır ve bir ölçüde korkutucu bir şey bırakır:amacından soyutlanmış entelektüel çaba.
Eğer -psikolojik veya varoluşsal nitelikteki belli sayıda sebepten dolayı-bir insan gerçek hayatın kendisine kapalı olduğuna,başaracak veya peşinde koşacak hiçbir şeye sahip olmadığına, hiçbir hareketin mümkün olmadığına inanmaya başlarsa,bu durumda satranç onun panzehiri olur, yani buna tamamen inanmayı ve hareketsiz durmayı reddeden kendi asi zihnini uyuşturma metodu olur. Yoldaş, satrancın sizin ülkenizde şu an ki rejimden önce ve sonra her zaman bu kadar popüler olmasının ve neden çok sayıda Amerikalı satranç ustasının olmamasının sebebi işte budur. Gördüğünüz gibi,bu ülkede insanlar hala hareket özgürlüğüne sahiptir.
Sizin ülkenizin liderleri bu şampiyonluk maçını bir ideolojik konu, Rusya ve Amerika arasında bir yarış olarak ilan ettiği için Bobby'nin kazanmasını istiyorum, tüm arkadaşlarımda böyle. Bu maçın ülkemizde beklenmeyen bir ilgi uyandırmasının sebebi Amerikan halkının,sizin ülkenizin saldırı,kışkırtma ve holigan küstahlık politikasına ve kendi hükümetimizin aşırı hoşgörülü ve aşırı nazik sabrına olan uzun süreli kızgınlığının ve öfkesinin sonucudur. Hepimiz yüzsüz,isimsiz kollektif yığınlar arasındaki (bize bir iyi-kötü mücadelesi yapan iki şövalyenin ortaçağ mücadelesine çok benzer gibi görünen) küresel çatışmalardan yorgun ve bıkkın olduğumuzdan,ülkemizde Sovyet Rusya'nın herhangi bir tarzda,herhangi bir bakımdan ve herhangi bir şekilde yenilgiye uğratılmasını görme yönünde yaygın bir arzu vardır.(Fakat tabii ki bu bir semboldür,siz şeytanın gönüllü bir savunucusu değilsiniz,belki de hepimizin bildiği gibi dünyanın geri kalanı olduğu gibi onun bir kurbanı durumundasınız.)
Ancak Bobby Fischer'in davranışı sembolizmi bozmaktadır; fakat bu bir satranç uzmanının aklı ile realite arasındaki çatışmanın açık bir örneğidir. Kendinden emin,disiplinli ve parlak olduğu aşikar olan bir oyuncu gerçek dünya ile uğraşmak zorunda kalınca çökmektedir. O bir çocuk gibi aksilikler yapmaktadır,anlaşmaları bozmaktadır,rasgele taleplerde bulunmaktadır ve bir lise turnuvasındaki satranç oyununda kendini diskalifiye edecek olan bir tarzda kapris tavırlarına girmektedir. Bu nedenle o gerçek dünyaya,kendisini ondan kaçırtan şeytanı yani irrasyonelliği getirmektedir. Bir mektup imzalamaktan,herhangi bir ciddi sorumluluk almaktan korkan,hayatını nasıl yaşayacağını öğrenmek için mistik bir mezhebin keyfi fermanlarının rehberliğini arayan bir adam,muhteşem,kendinden emin bir adam değil, fakat anlık kızgınlık ve belki de bir hainlik hissiyle hırpalanmış trajik derecede çaresiz bir kurbandır.
Fakat akıl prensiplerinin bir satranç tahtasının sınırları ötesinde uygulanamayacağını, onların sadece bir insan icadı olduğunu,dışarıdaki kaosa karşı yetersiz olduklarını,gerçek dünyada hiçbir şansları olmadığını söyleyebilirsiniz. Bu doğru olsa,hiçbirimiz hayatta kalmazdık ve hatta doğmazdık,çünkü insan türü uzun zaman önce yok olurdu. Eğer yukarıda bahsettiğim türden irrasyonel kurallar altında,insanlar bir oyun dahi oynayamazsa nasıl yaşayabilirler? Bir insan icadı olan - daha doğrusu insanın hatası olan - akıl değil,akıl dışılıktır.
Tabiat (realite) satranç kadar mutlakçıdır ve onun kuralları (kanunları) da o kadar çok (hatta daha fazla) değişmezdir - fakat onun kuralları ve kuralların uygulamaları çok,çok daha karmaşıktır ve insan tarafından keşfedilmek zorundadır. Ve tıpkı bir insanın satranç kurallarını ezberleyebileceği, fakat onları uygulamak için kendi aklını kullanmak zorunda olması gibi her insan tabiatın kurallarını uygulamak için,yani başarılı bir şekilde yaşamak için,kendi aklını kullanmak zorundadır.Uzun bir süre önce tüm ustaların büyük ustası bize tabiatın ve hayatın niteliklerinin temel prensiplerini vermiştir.Onun adı Aristo idi.
Aristo prensiplerine dayalı bir toplumda yaşasanız, satranca kaçmak ister miydiniz? Bu ülke, sizin aklınızın gücünü istediğiniz bir boyutta,sonuna kadar kullanabileceğiniz, başarılarınızın ödüllerini alacağınız ve akıl dışı olmayı tercih eden insanların sizi durdurmaya güçlerinin olmadığı ve kendilerinden başka kimseye zarar veremeyecekleri,kuralları nesnel,sıkı ve açık olan bir ülke olurdu. Böyle bir sosyal sistem geliştirilemez,diyorsunuz değil mi? Fakat o geliştirildi ve tam varoluş noktasına yaklaştı - sadece seviyesiz zihniyetler,silahları olan insanlar ve onların cadı doktorları insanların onu bilmesini istemediler. Ona Kapitalizm adı verilmiştir.
Fakat Yoldaş, bu konuda berabere kaldığımızı söyleyebilirsiniz: sizin ülkeniz bu kelimenin anlamını bilmez, ve bugün bizim ülkemizdeki çoğu insanda onu bilmez.
Saygılarımla
Ayn RAND "
"İhtiyacımız Olan Felsefe"
Çeviren Nejdet Kandemir
NOT: Satranç Ustalarının, farklı yorumlarına "satrancokulu.com" adresinden ulaşabilirsiniz.
Ayn Rand'ın Spassky'ye yazdığı ve Murat Akdağ'ın satranç ve felsefe ilişkisini ele aldığını iddia ettiği mektubu hem satranca hem felsefeye olan ilgim nedeniyle dikkatle okudum. Sn Akdağ bu yazının ideolojik bir görüşü eleştirerek satrancı yücelttiğini öne sürmektedir. Ayrıca satrancın rasyonel realitesinden övgüyle söz ettiğini ve olasılıkla felsefi açıdan satrancı çok iyi anlatan bir yazı olduğunu düşündüğünü belirtmiştir. Mektup dikkatli okunduğunda Ayn Rand'ın sorularını ve verdiği cevapları temellendirmemiş olduğu ortaya çıkar. Durum böyle olunca soruları tersine çevirmek mümkün oluyor:
1- Oyunun kuralları farklılaştırılsa ve siz "proletaryacı" kurallarla oynarken rakibinizin "burjuva" kurallarla oynadığı,bir uluslararası Satranç Federasyonu profesyonel anlayış,ilgi ve yaklaşımından hoşlanır mıydınız,bu şartlarda oynayabilir miydiniz ? Böyle bir "çok kurallı" sistemin çoklu mantıkçılıktan daha saçma olduğunu mu söylerdiniz? Ancak gerçek dünyada, Coca-Cola, reklamlarında kutup ayılarının olanca şirinliğini kullanırken Kolombiya'da fabrika işçilerini öldürtüyor.
2- Satrancın kuralları diyalektik bir realiteye uygun olacak şekilde zıtların bir araya gelebileceği şekilde yenilense,böylece kritik bir anda sizin veziriniz Beyaz'dan Siyah'a dönüp,rakibinizin veziri olsa ve sonra da her ikinize de ait olan Gri'ye dönse,oynayabilir miydiniz, oynayamaz mıydınız? Ancak gerçek dünyada şunlar oluyor: CIA başkanının da ortağı olduğu uluslararası finans kurumu İkiz Kulelerde 40+40 toplam 80 katta faaliyet göstermekteydi. 11 Eylül olaylarından 1 ay kadar önce CIA başkanı hisse senetlerini yüksek fiyata satar. 11 eylül olaylarından sonra kurumun hisse senetlerinin değeri taban yapar. (Yalanlanmamış haber). Ayrıca 1 Eylül'den yaklaşık 1 ay önce CIA yetkilileri Usame Bin Ladin'i, Kuveyt'teki Amerikan Hastanesi'nde geçirdiği ameliyattan sonra ziyaret eder. (Yine yalanlanmamış haber).
3- İki saatlik beyin çatlatan bir emekten sonra kritik bir anda,bilinmeyen,keyfi bir kuvvet aniden diyelim oyuna müdahale ediyor, size fil verdiğini söyleyerek rakibinize vezir ikram ediyor. Oynayabilir miydiniz? Ancak gerçek hayatta Amerika Birleşik Devletleri Irak'a özgürlük götürdüğünü söyleyerek Iraklı çocukları tepesine bomba yağdırıyor, midesine makineli tüfek mermisi sıkıyor. Yaşadığınız ülkenin hükümeti terörle mücadele edeceğim deyip teröristleri serbest bırakıyor. Geçmişte bu teröristleri kontrol eden emniyet yetkilileri hakkında da soruşturma açıyor.
4- Bir ekip halinde oynamak zorunda olsanız - yani kendi başına düşünmeniz ve oynamanız yasaklansa ve bir grup tavsiyeci ile değil fakat her hareketinizi oylamayla belirleyen bir takım ile birlikte oynamak zorunda olsanız- oynayabilir miydiniz? Ancak gerçek hayatta, bugün Türkiye, Arjantin vb. ülkelerin ekonomisi Amerika Birleşik Devletleri, Uluslararası Para Fonu Ve Dünya Bankası'nın önerileri doğrultusunda idare edilmektedir.
Cevaplara bakarak şunu söyleyebiliriz: Gerçek dünyanın akıl dışı olduğu apaçık değil mi? Bu sistem Aristoteles'in kurmak istediği sistem değil elbette. Bu sistem KAPİTALİZM'dir. Küreselleşme, yeni dünya düzeni veya emperyalizm de diyebiliriz. Bu dünya düzeninde insanların nasıl satranç oynadıklarına bakalım. Sovyetler Birliği dağıldı. Eski sovyet oyuncular dünyanın dört bir yanına dağıldılar. Rusya kapitalizme geçti. Buna rağmen Ruslar hala en iyi satranç oyuncularını ülkelerinde tutuyorlar. Rusya Dünya şampiyonaları ve Olimpiyatlarda hep birincilik alıyor. Ayn Rand'ın kapitalistler satranç oynayamaz savı böylelikle çürütülmüş oluyor. Öte yandan Amerika Birleşik Devletleri'nden hala satranç oyuncusu çıkmıyor. Fisher de Sovyet satranç okulunun en iyi öğrencisi değil miydi?
Mektubu okuduktan sonraki saptamalarım şunlar: Bu yazı satrancı kullanarak kapitalizmi yüceltmeye çalışmaktadır. Yazının konusu satranç değildir; ideolojiler, özelde de kapitalizmdir. Yazı satrancı yüceltmemekte, tam tersine kirletmektedir.
Ayn Rand'ı da araştırdım. Ahmet Cevizci, Bedia Akarsu ve Afşar Timuçin'in felsefe sözlüklerinde ne Ayn Rand'a ne de felsefesi olduğu iddia edilen objektivizme (nesnelcilik?) rastlayamadım. Kendisinden övgüyle söz edilen internet sitesinde, Ayn Rand'ın Aristoteles'ten sonra gelen en büyük düşünür olduğu iddia ediliyor. Aristoteles bir aristokrattı. Burjuvalardan da nefret ederdi. Hayalini kurduğu yönetim biçimi kapitalizm olamaz. Bu Aristoteles'le alay etmektir.
Mektubun satrançla ilgisi genelgeçer doğruların ötesine geçmemektedir. Cevap şudur. Satranç bir oyundur, her oyunun kendi kuralları vardır (Devlet-Platon).
Ayn Rand Spassky'ye sorduğu soruları temellendirmemiş. Bir filozof düşüncelerini temellendirmemişse bu felsefe olamaz. Olsa olsa dedikodu olur. Bunun da eleştirisi zaten yapılamaz. Ayn Rand felsefe yapsa adı subjektivizm (Öznelcilik) olurdu diye düşünüyorum. Bir sonraki yazının konusunun örneğin "Lasker'in felsefi düzlemde satranca katkıları" olması dileğimle.
Saygılar
Cem Çomunoğlu
05 Aralık 2003
NOT: Satranç Ustalarının, farklı yorumlarına "satrancokulu.com" adresinden ulaşabilirsiniz.
3- Sn. Cem Çomunoğlu'nun: Ayn Rand Eleştirisine Yanıt:
Dr.Murat AKDAĞ
Öncelikle Sayın Cem Çomunoğlu'na Rand'ın Spassky'ye olan mektubuna gösterdiği duyarlılıktan dolayı teşekkür etmek istiyorum. Sayın Çomunoğlu'nun saptamalarının çoğuna katılmakla birlikte farklı düşündüğüm kısımları da mevcuttur. Fakat öyle tahmin ediyorum ki bazı kavramların tam olarak ifade edilememesinden doğan bir anlaşmazlık durumu söz konusudur.Her şeyden önce Cem Beyin felsefi bilgiler açısından benden oldukça iyi durumda olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla aşağıda ifade edeceğim görüşler kendi çıkardığım sonuçlar olup felsefi açıdan yetersiz kalabilir.
Söz konusu mektupta kesin olan şey Ayn Rand'ın komünizmi şiddetle eleştirerek,kapitalizmi ve satrancı yücelttiğidir. Bu fikirlerine aynen katılıyorum. Rand'ın Spassky'ye sorduğu 7 soruda da komünizm eleştirisi yapılmaktadır.
Ayn Rand'ın objektivizm olarak adlandırdığı görüşün merkezinde insan vardır. Objektivist düşünce, bireysel özgürlüğe, çalışmaya, kazanmaya, ödüllendirilmeye kısacası insana değer veren bir sistemdir. Objektivistler "muhafazakar" değil, kapitalizmin radikal savunucularıdır ve asıl amaçları politika ve ekonomi değil,insanın doğasını ve varlık nedenini incelemektir.Burada ifade edilen kapitalizm ile bugün Amerika'nın uyguladığı yozlaşmış,çığırından çıkmış vahşi kapitalizm farklı şeylerdir. Yazar genel anlamda bu nedenlerden dolayı da kendi düşüncelerini objektivizm olarak değerlendirmiştir. Amerika'nın uyguladığı vahşi kapitalist politika ile Rusya'nın vaktiyle uyguladığı komünizm temelde aynı şeylerdir.Aradaki tek fark; komünistler baskıcı rejimi kendi halkına uygularken, Amerikalılar sizin de yazınızda çok güzel bir şekilde ifade ettiğiniz gibi başka ulus halkları üzerine uygulamaktadır. Her ikisinde de insanın önemi yoktur.Biri sistemi savunur ve devleti her şeyin üstünde tutar. Diğeri ise kendi çıkarları doğrultusunda her şeyi yok sayar ve kendi menfaatleri için yapmayacağı şey yoktur.
İnsan doğasına ve mantığına aykırı olan komünist rejimi yine bu sistemden bunalan komünistler tarafından yıkılmıştır.Fakat maalesef baskıcı,çıkarcı ve dayatmacı Amerikan rejimi dünyanın her yerinde etkisini sürdürmektedir.
Ayn Rand'ın savunduğu kapitalist görüşün bunlarla alakası yoktur.İnternet sitesinde de ifade edildiği gibi Ayn Rand,gerçekten orijinal ve devrimci her fikir insanı gibi,Amerika'nın "sağ" ve "sol" entelektüel "müesses nizamı"nca aforoz edildi. İki taraftan da şiddetli eleştiriler aldı. Çünkü,ne "sağ"a yaranabilmişti (mistizme karşı aklı savunuyordu),ne de "sol"a (her türlü devlet despotizmine karşı birey haklarını savunuyordu). Fikirleriyle milyonları etkilemişti, ama entelektüellerce yok sayılıyordu. Dolayısıyla sizin belirttiğiniz kitaplarda adına rastlayamamanız beni şaşırtmadı.
Satrancı kirlettiği yönündeki düşüncelerinize katılmak gerçekten mümkün değil. Yıllarca baskıcı komünist rejim altında bireyin değil,sistemin önemli olduğu vurgulanarak ezilen halk gerçek yaşamdan kaçmanın yolunu aramıştır.Bireyselliğe,başarıya,farklı olmaya ödülün olduğu,kendini özgür olarak ifade edebileceği çıkış yolu bu insanlar için satranç olmuştur.Bu durum tek kelimeyle satrancın rasyonel realitesinden kaynaklanan bir sonuçtur.Rusya'nın satrançta başarılı olmasının nedeni satrancın kapitalist özellikleri denebilir (yani kapitalizm özleminden insanlar satranç oynuyor). Afyon özelliğinin olması satrancın değil,sistemin suçudur.
Yakın zamanda kapitalist sisteme geçen Rusya'da birdenbire yüzlerce yıllık satranç geleneğinin bıçak gibi kesileceği ve satrançta başarısız olacaklarını söylemek hiçbir temeli olmayan fantastik bir düşünceden öteye gidemez.
Sonuç olarak satrancı kullanarak kapitalizm yüceltilmemekte, bu iki olgunun birbirine benzer ortak özellikleri aynı eksen içinde vurgulanmaktadır, diye düşünüyorum.
Saygılarımla
Dr.Murat AKDAĞ
09 Aralık 2003
NOT: Satranç Ustalarının, farklı yorumlarına "satrancokulu.com" adresinden ulaşabilirsiniz.
4- Sn. Cem Çomunoğlu'nun: Ayn Rand Eleştirisine Yanıt:
Memet Faruk
Sn. Cem Çomunoğlu;
Dünyada olup bitenler hakkında yapmış olduğunuz tespitlere aynen katılıyorum:
* Coca-Cola, reklamlarında kutup ayılarının olanca şirinliğini kullanırken Kolombiya'da fabrika işçilerini öldürtüyor.
* CIA başkanının da ortağı olduğu uluslararası finans kurumu İkiz Kulelerde 40+40 toplam 80 katta faaliyet göstermekteydi. 11 Eylül olaylarından 1 ay kadar önce CIA başkanı hisse senetlerini yüksek fiyata satar. 11 eylül olaylarından sonra kurumun hisse senetlerinin değeri taban yapar. (Yalanlanmamış haber). Ayrıca 1 Eylül'den yaklaşık 1 ay önce CIA yetkilileri Usame Bin Ladin'i, Kuveyt'teki Amerikan Hastanesi'nde geçirdiği ameliyattan sonra ziyaret eder. (Yine yalanlanmamış haber).
* Amerika Birleşik Devletleri Irak'a özgürlük götürdüğünü söyleyerek Iraklı çocukları tepesine bomba yağdırıyor, midesine makineli tüfek mermisi sıkıyor. Yaşadığınız ülkenin hükümeti terörle mücadele edeceğim deyip teröristleri serbest bırakıyor. Geçmişte bu teröristleri kontrol eden emniyet yetkilileri hakkında da soruşturma açıyor.
* Bugün Türkiye, Arjantin vb. ülkelerin ekonomisi Amerika Birleşik Devletleri, Uluslararası Para Fonu Ve Dünya Bankası'nın önerileri doğrultusunda idare edilmektedir.
Ve daha nicesini ekleyebiliriz bu listeye...
Ve evet haklısınız: "Cevaplara bakarak şunu söyleyebiliriz: Gerçek dünyanın akıl dışı olduğu apaçık değil mi?"
Ve elbette: "Bu sistem Aristoteles'in kurmak istediği sistem değil ."
Buraya kadar hemfikiriz.
Fakat, " Bu sistem KAPİTALİZM'dir." tesbitinizde ayrılıyoruz.
Hayır, bu sistem KAPİTALİZM değildir.
Bu durumda, var olmayan bir şeyi yani kapitalizmi, satrancı kullanarak, neden yüceltmeye çalışsınki AYN RAND?
Aksine O, kapitalizmin tam olararak uygulandığı hiçbir ülkenin olmadığı iddiasındadır.
Affınıza sığınarak bu konuyu birazcık açmak istiyorum:
Objektivizm, felsefi bir akımdır. Politika, felsefenin bir dalı olduğuna göre, objektivizm de belirli politik ilkeleri savunur. Özellikle " Laissez-Faire kapitalizm ", objektivizmin temel felsefi ilkesidir.
Objektivistler, " muhafazakar " değil, kapitalizmin radikal savunucularıdır ve asıl amaçları politika veya ekonomi değil,insanın doğasını ve varlık nedenini incelemektir
İnsan zekası, onun asıl hayatta kalma aracıdır. Hayat ona bahşedilmiştir, fakat hayatta kalma verilmemiştir. Ona bedeni verilmiştir, fakat bedeninin beslenmesini devam ettirme verilmemiştir. Ona aklı verilmiştir, fakat aklının içeriği verilmemiştir. Canlı kalmak için insan davranış da bulunmalıdır ve davranış da bulunmadan önce hareketinin özelliğini ve amacını bilmek zorundadır. İnsan yiyeceği hakkında ve onu nasıl elde edeceği hakkında bilgi sahibi olmadan yiyeceğini elde edemez. Amacı hakkında ve bu amacı nasıl başaracağı konusunda bilgi sahibi olmadan bir çukur kazamaz. Hayatta kalmak için düşünmek zorundadır. Fakat DÜŞÜNMEK tercihe açık bir eylemdir. Umursamaksızın 'insan tabiatı' olarak adlandırdığımız şeyin anahtarı, birlikte yaşadığımız ancak adını açıklamaktan dehşete düştüğünüz açık sır, İNSANIN İRADEYE DAYALI BİLİNÇLİ BİR VARLIK OLDUĞU GERÇEĞİDİR.
Akıl otomatik olarak çalışmaz; düşünmek mekanik bir işlem değildir, mantık bağlantıları içgüdüyle yapılmaz. Midenizin, akciğerlerinizin veya kalbinizin fonksiyonu otomatiktir; fakat aklınızın fonksiyonu otomatik değildir. Hayatınızın herhangi bir anında veya sorununda düşünmeye veya bu iş den kaçınmaya özgürsünüz. Fakat tabiatınızdan, sizin hayatta kalma aracınızın AKIL olduğu gerçeğinden: Bu nedenle bir insan olan kendiniz için 'olmak ya da olmamak' sorusunun 'düşünmek ya da düşünmemek' olduğu gerçeğinden kaçmakta özgür değilsiniz, özgür olamazsınız.
İradi bilince sahip bir canlı otomatik bir davranış şekline sahip değildir. İnsan, hareketlerine yol göstermesi için bir değerler sistemine ihtiyaç duyar. 'Değer' kişinin kazanmak ve korumak istediği şey, 'erdem' ise kişinin onu kazanma ve muhafaza etme eylemidir. Değerden, kim için ve ne için değer? Sorusuna bir cevap vermesi beklenir. 'Değer', bir alternatif karşısında bir standardı, bir amacı ve davranışın gerekliliğini var sayar. Alternatifler olmadığı durumda hiçbir değer söz konusu olamaz.
Evrende sadece bir temel alternatif vardır: Varolma ya da varolmama. Ve bu sadece canlı organizmalara hastır. Cansız maddenin varlığı şartlara bağlı değildir, yaşamın varlığı ise bağlıdır. Madde yok edilemez niteliktedir, şeklini değiştirir fakat varolmaktan vazgeçemez. Sabit bir alternatifle, yani yaşam veya ölümle yüz yüze olan sadece canlı bir organizmadır. Yaşam bir kendini devam ettirme işlemidir ve kendinden kaynaklanan bir hareket işlemidir. Eğer bir organizma bunu yapamıyorsa, ölür; kimyasal elementleri kalır, fakat yaşamı varolmaktan çıkar. 'Değer' kavramını olası yapan sadece 'Yaşam' kavramıdır. İyilik ve kötülük sadece canlı bir varlık içindir.
Yaşamak için bir bitki kendini beslemek zorundadır. Onun ihtiyaç duyduğu güneş ışığı, su, kimyasallar doğanın onun hizmetine sunduğu değerlerdir; onun yaşamı onun davranışlarını belirleye değerlerin standardıdır. Fakat bitkinin davranışını tercih etmesi söz konusu değildir; bitkinin karşılaştığı şartların alternatifleri vardır, fakat onun fonksiyonunun alternatifi yoktur:Hayatını devam ettirmek için otomatik olarak davranır, kendini yok edecek tarzda davranamaz.
Bir hayvan hayatını devam ettirecek şekilde teçhiz edilmiştir; duyuları ona otomatik olarak bir hareket tarzı ve neyin iyi neyin kötü olduğuna dair otomatik bir bilgi sunar. Bilgisinin yetersiz olduğu durumlarda ölür. Fakat yaşadığı müddetçe bilgisine dayanarak hareket eder, otomatik güvenlik ile tercih yeteneği olmayışı ile, kendi çıkarının göz ardı edemez, kötüyü seçecek şekilde ve kendi kendini yok edici şekilde davranmayı tercih edemez.
İnsan, hiçbir otomatik hayatta kalma sistemine sahip değildir. Onun tüm diğer canlı şeylerden farkı, alternatifler karşısında İRADEYE DAYALI TERCİH yoluyla davranması gerekliliğidir. Onun için neyin iyi neyin kötü olacağı hakkında, hayatının hangi değerlere bağlı olduğu hakkında, hangi hareket tarzına ihtiyacı olduğu konusunda otomatik bilgisi yoktur. Bir kendini koruma içgüdüsü gevezeliği mi yapıyoruz? Bir kendini koruma içgüdüsü kesinlikle insanın sahip olmadığı bir şeydir. Bir içgüdü kesin ve otomatik bir bilgi şeklidir. Bir arzu bir içgüdü değildir. Bir yaşama arzusu size yaşam için gerekli olan bilgiyi vermez. Ve insanın yaşama arzusu bile otomatik değildirizin sahip olmadığınız arzunun bu olması sizin bugünkü gizli şeytanınızdır. Sizin ölüm korkunuz bir yaşam aşkı değildir ve size onu muhafaza etmek için gereken bilgiyi vermeyecektir. İnsanlar bilgilerini tabiatın kendilerini mecbur kıldığı düşünme işlemiyle elde etmeli ve hareketlerini böyle seçmelidir. İnsan kendini yok edecek şekilde davranma gücüne sahiptir ve bu, tarihin büyük kısmında insanın yaptığı şeydir…
İnsana rasyonel varlık denmektedir, fakat rasyonellik bir tercih konusudur ve doğanın insana sunduğu alternatif, akıllı varlık veya intihar hayvanı olmaktır. İnsan, tercihiyle İNSAN olmak zorundadır; hayatını, tercih ederek bir değer olarak sürdürmelidir, tercih yoluyla ihtiyaç duyduğu değerleri keşfetmeli ve kendi erdemlerini uygulamalıdır.
İyi, bir canlı varlığın hayatı için uygun olan her şeydir, kötü hayatı yok eden her şeydir.Kendi hayatı, bir insanın nihai değeridir. Başlı-başına bir amaç olan bu değerin elde edilmesi ve/veya muhafaza edilmesi sürecini -zevkli bir yaşam sürdürmek için gerekli olan faaliyetlerin, değerlerin, amaçların seçilmesi sürecini- yöneten tek standart, insana-özgü-hayat'tır. Değer, elde etmek ve/veya muhafaza etmek için uğrunda davranılan şeydir; erdem, bir değeri elde etmekte kullanılan eylemdir. Her bir insanın kendi nihai değerini (kendi hayatını) elde etmesinin, gerçekleştirmesinin aracı olan üç temel değer: Akıl, Amaç ve Gurur-duyulacak-bir-kişiliktir; bunlara tekabül eden üç erdem ise: Rasyonellik, Üretkenlik ve Kendine-saygı-ve-güven'dir. Bu değerler, tek başına elde edilemez, birbirleriyle bağlantılıdır: İnsan hayatının merkezi amacı, bütün değerler hiyerarşisini belirleyen merkezi değer, üretken faaliyettir. Akıl, insani üretkenliğin ön şartıdır, onun kaynağıdır; insan, hem maddi ihtiyaçlarını gidermek, hem de gurur-duyulacak-bir-kişilikçe sahip olmak için üretir; üreterek amacını gerçekleştirdikçe, aklına olan güveni artar, kişiliğinden gurur duyar.
Kendine-saygı-ve-güven erdemi, "ahlaki hırslılık" olarak da isimlendirilebilir. Ahlaki hırslılık; bir insanın ahlaki mükemmelliğe erişerek, kendisini, kendi nezrindeki en büyük değer haline getirmeyi hedef edinmesi demektir. Ancak gediksiz bir rasyonelliğe sahip olmakla elde edilebilecek olan ahlaki mükemmellik:
a) İcrası imkansız, irrasyonel bir erdemler sistemini asla kabul etmemek; rasyonel olduğunu bildiği erdemleri icra etmeği ise, hiçbir zaman ihmal etmemektir.
b) Hak etmediği bir suçluluk duygusunu asla kabul etmemek; suçluluk duygusunu hak edecek bir işi asla yapmamak; suçluluk duygusunu hak edecek bir iş yapmışsa, düzeltmek için elinden gelen her şeyi hemen yapmayı asla ihmal etmemektir.
c) Karakterindeki herhangi bir kusura karşı asla pasif kalmayıp, onu hemen düzeltmeğe girişmektir.
d) Hiçbir mülahazayı, arzuyu, korkuyu, ruh halini, kendine-saygı-ve-güven ihtiyacının üstüne bir an için dahi koymamaktır.
e) Her ne sebep için olursa olsun, kurbanlık hayvan rolünü reddetmek; münzeviliği, kendini horlamayı, kendini aşağılamayı, kendini küçültmeyi, kendini feda etmeyi, bir erdem veya görev olarak vazeden her doktrini reddetmek demektir.
Tabiatın gerektirdiği gibi, insanın hayatı akılsız bir hayvanın, yağmacı bir haydudun veya aylak bir mistiğin hayatı değil, canlı bir varlığın yaşamıdır-bu zorbalık ve dolandırıcılık yoluyla değil, başarma yoluyla bir yaşamdır- çünkü insanın hayatta kalması tek bir şeyin, yani aklın sayesindedir.
İnsanın hayatı ahlak standardıdır, fakat sizin kendi yaşamanız onun amacıdır. Eğer dünyada varolmak sizin amacınız ise, hareketlerinizi ve değerlerinizi insana has olan bu standarda göre, yani yerine yenisi konamayan değeri-yani hayatınızı- muhafaza etmek, onun içini doldurmak ve tadını çıkarmak için seçmelisiniz.
Sn. Cem Çomunoğlu;
Bu arada sizin: "Aristoteles bir aristokrattı. Burjuvalardan da nefret ederdi. Hayalini kurduğu yönetim biçimi kapitalizm olamaz. Bu Aristoteles'le alay etmektir. " cümlenizi de hayretle karşıladığımı söylemeden geçemeyeceğim.
Çünkü, Aristoteles'in yaşadığı feodal dünya da, "kapitalizm ve burjuvaların" olmadığını kabul edersiniz sanırım.
Bu durumda nasıl iddia edebilirsiniz; O: " Burjuvalardan da nefret ederdi."diye..?
Bence asıl bu iddianız, Aristoteles'le alay etmektir sanırım.
Sn. Cem Çomunoğlu;
Yüzde yüz haklısınız: "Satranç bir oyundur, her oyunun kendi kuralları vardır (Devlet-Platon). "
Evet yüzde yüz haklısınız: Her oyunun bir KURALI vardır.
Fakat hayatın tek kuralı: AKIL ve REALİTEDİR.
Çünkü HAYAT bir OYUN değildir ve de OLAMAZ..!
Sn. Cem Çomunoğlu;
Bu arada: KOLEKTİVİZM ve DEVLETCİLİĞE karşı olan kin ve nefreti Ayn Rand' ın felsefe ve edebiyat alanındaki başarısının, özgünlüğünün, büyük ve önemli işler yapmasının en önemli nedendir.
Ancak asıl tartışmamız gereken konu, "kimin OBJEKTİF veya SUBJEKTİF" olup olmadığı değil :
Kimin "AKIL ve REALİTE'den", kimin " DOĞRU veya YANLIŞ'dan" yana olup olamadığı galiba...
Sn. Cem Çomunoğlu;
Yazınız üzerine söyleyeceklerim, elbette, bu kadar sınırlı değil. Objektivizm ile demokrasi, bireycilik ile hukuk devleti arasındaki ilişki ve özellikle altruism -diğerkâmlık - üzerine söylenecek çok sözüm var. Ama zaman ve mekan sınırlı; bu nedenle konuyla ilgili daha detaylı görüşlerimi: "www.objektivist.net "adresli sitemde bulabilirsiniz..
Aklınız ve varolma aşkınız buna karar versin.
Saygı ve sevgiler..