KeLBaYKuŞ Forum

Geri git   KeLBaYKuŞ Forum > Eğitim > Dersler > Felsefe


Felsefe


Cevapla
 
Seçenekler
  #1 (permalink)  
Alt 21.09.06, 18:37
kestelli_ceza - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Profesör Baykuş
 
Kaydolma: 30.08.06
Erkek - 36
Mesajlar: 2.166
Teşekkürler: 1
Üyeye 110 kez teşekkür edildi
Yeni Darwinizm, Fetullahizm ve Objektivizm

Fetullah'cıların Bilimsel (!) Cinliği...

Son günlerde özellikle STV tv.dan "Darwin ve Evrimcilerin" eleştirisini yaparken bilime
sarılan Fetullah'cılar, aynı bilimsel mantıkla neden kendilerini de eleştirmezler? Çünkü:Fetullah'cıların amacı bilimi kullanarak, bilimin altını oymak.Aynen Kant'ın Aklı
temel alır görünerek, aklın altını oyması gibi! Öncelikle şunu da belirtelim ki, objektivistler "Darwinizm ve Evrim" teorisinin ne yanındadır nede karşısında.Objektivizm "Varoluşu" henüz çözülememiş bi " X " olarak görürler. Bu nedenlede onu bir başka bilinmeyen "Y" ile açıklamaya girişmezler.

Felsefi bir çok yanılgının kökeninde, "Mevcudiyetin Önceliği" aksiyomunun zımnen veya açıkca reddedilmesi yatar. Bu reddiye, "Mevcudiyetin Önceliği" aksiyomunun zıddı olan "Bilincin Önceliği" nosyonunun açıkca kabul edilmesinden ziyade, "Mevcudiyetin Önceliği" aksiyomunun kabulünün mantıki sonuçları olan Kimlik Kanunu'nu ve bu kanunun eyleme tatbikatından başka bir şey olmayan Nedensellik Kanunu'nu inkar etmek halinde ortaya çıkar.

Evrenin "İlk Sebep"i ve "Tabiat-üstü" Meselesi

Evren, mevcut şeylerin tümüdür. Başka bir deyişle, evren, -sadece dünya, gezegenler,
yıldızlar, galaksiler, uzay değil- mevcut olmuş, halen mevcut olan, mevcut olacak herşeydir. Böyle anlaşılan bir evren için bir "sebep" gerekmeyeceği aşikardır. Fakat, aklın büyük filozofu Aristo bile, evrene bir "İlk Sebep" üzerine uzun argümanlar yapar. Eski Yunan Felsefesi'nde bir "İlk Sebep" veya bir "İlk Muharrik" olarak nitelenen ve evrenin başlangıcını açıkladığı farz olunan "tabiat-üstü" bir kuvvet, dini felsefelerin haklılık
iddialarının da temelinde yatar.

"Tabiat-üstü" üzerindeki en eski argümanlardan biri, "Ontolojik (Varlıkbilgisel) Argüman" olarak bilinir. ("On": Eski Yunanca Varlık) "Bilincin Önceliği" nosyonunun tipik bir örneği olan bu argüman -mesela, Rene Descartes'ın (1596-1650) felsefesinde- şuna benzer geliştirilir:

1. Bir Mükemmel Varlık düşünüyorum. Bu Mükemmel Varlık; sonsuzdur, her şeyi bilir, her şeye güçlüdür, her şeyin yaratıcısıdır.

2. Bu fikir aklıma nereden geldi? Ben, sonlu, sınırlı bir varlık olarak, böyle sonsuz,
sınırsız bir Varlık'ı nasıl düşünebilirim?

3. Bu fikir; benim sonlu, sınırlı deneylerimden gelmiş olamaz. Dolayısiyle, bu fikir, benim
ruhuma, "tabiat-üstü" bir kuvvet tarafından fıtren ekilmiştir; çünkü, fizik kanunlarının
ortaya koyduğuna göre, sonlu, sınırlı bir şey, sonsuz, sınırsız bir şey üretemez. O halde,
"tabiat-üstü" bir kuvvet vardır.

Descartes'ın "Cogito, ergo sum" ("Madem ki düşünüyorum; o halde, varım") nosyonunun bir benzeri olan bu argümanı çürütmek için, "Mevcudiyetin Önceliği" aksiyomu karşısında "Bilincin Önceliği" nosyonu konusunda söylenenler tekrarlanmalıdır. Özetle; bir düşüncenin zihinde var olması; realitede, bu düşünceye karşılık olan birşey bulunmasını zorunlu kılmaz; zihin, yanılgıya düşmeye muktedir bir organdır.

"Tabiat-üstü" nosyonunu savunan felsefelerden bazıları, böyle bir kuvvetin varlığının, aklen isbat edilemeyeceğini; bu kuvvetin, hiçbir akli gerekçe aranmadan, inançla kabul edilmesini ister; ve, böyle bir inancın insana yararlı olduğunu iddia eder. İnsan, tabiatı itibariyle akıllı bir canlıdır; dolayısiyle, kendisine neyin yararlı olduğu konusundaki bilgiyi, ancak akıl yoluyla elde edilebilir. İnsandan; kendi aklıyla bulduğu deliller hilafına davranmasını istemek; ondan, kendi tabiatının dikte ettiği tarza rağmen davranmasını istemek demektir. Kendi tabiatına karşı davranan bir canlı, kendi kendini tahribe girişmiş bir canlıdır. Objektivizm, akla açıkça karşı olanlarla, entellektüel tartışmaya girişilemeyeceğini kabul eder.

Başka bazı felsefeler ise, "tabiat-üstü"nün varlığının aklen isbat edilebileceğini iddia eder. Oysa; "mevcudiyetin önceliği" aksiyomunca ortaya konduğu gibi, böyle bir isbat imkansızdır. Bugüne kadar, "tabiat-üstü"nü akla dayanarak isbatlayacağını öne süren argümanların hepsi çürütülmüştür.

İnsanlar, zihni bağımsızlığa sahiptir; herhangi bir insanın, dilediği herhangi bir şeye, bu arada "tabiat-üstü"ne inanmaya hakkı vardır ve bu onun meselesidir; fakat, bir "tabiat-üstü"nün varlığını isbatlamak için ortaya atılmış argümanların çürütülmesi, "tabiat-üstü"cü felsefelerden bazılarının talep ettiği "akla uygunluk" sıfatının verilmemesini haklı kılan bir zemin yaratmağa yetmelidir.

"Tabiat-üstü" Argümanları ve İçlerindeki Temel Yanılgı


"Tabiat-üstü"nün varlığını -"akla dayalı" olarak- savunan spesifik argümanları tartışmadan
önce, bu argümanların temelinde yatan yanılgıyı ortaya koymak yararlı olur.

Mantık yanılgılarından biri, "isbata çalışılan şeyi doğru varsayma" veya "dairesel argümantasyon" yanılgısı olarak adlandırılır. Bu yanılgı şu iki tarzdan birine benzer biçimde ortaya çıkar:

1. aynı cümle bir argümantasyonun hem öncülü, hem de sonucu olarak kullanılırsa; veya,

2. sonuç doğru varsayılmaksızın, öncüllerden birinin doğruluğunun isbatı mümkün olmazsa.

Mesela,

A der ki: "Şahıs-X, ilahi mesajlar almışdı."

B sorar : "Nereden biliyorsun?"

A : "Kitap-Y böyle yazıyor."

B : "Kitap-Y'nin güvenilir olduğunu nereden biliyorsun?"

A : "Çünkü, Kitap-Y, ilahi bir zat olan Şahıs-X tarafından yazılmıştır."

"Tabiat-üstü" argümanlarında da; kendisi isbata muhtaç bir şey, başka bir şeyin isbatına
dayanak olarak kullanılır.

Mesela, "Bir 'İlk Sebep' yoksa, evreni hangi sebep başlattı?" veya "Tabiat-üstüne inanmıyorsan, evrendeki bu fevkalade dizaynı nasıl izah ediyorsun?" gibi sorular, böyle bir yanılgıyı içerir. Birinci soru, evrenin herzaman varolmamış olduğu varsayımından hareket eder; ikinci soru ise, evrenin "fevkalade bir dizayn" teşhir ettiğini kabul eder. Oysa, "tabiat-üstü" nosyonunu savunan insan tarafından gerçekte isbat edilmesi gereken şey, "evrenin bir başlangıca ihtiyaç duyduğu" veya "evrende fevkalade bir dizayn olduğu"
iddialarıdır.

Bu yanılgının bir başka şekli şöyle ortaya çıkar: "İlk Sebep" olarak öne sürülen "tabiat-üstü" kuvvetin varlığı, "sadece mantık ve delillere dayalı olarak isbat edilecek" iddiasıyla başlayan bir argüman, sonra mutlaka inanca çağrı yapar.

Bu yanılgı, esasen birinci yanılgının aynısıdır; ancak, özel bir vurgu gerektirir. Bazı "tabiat-üstü" savunucuları, argümanlarda varolan bir kuvveti, her nasılsa kendilerinin görebildiğini, fakat bu kuvveti algılamak için "inanç"ın bir önşart olduğunu öne sürerler. Yani, "tabiat-üstü"nün varlığı için öne sürülen argümanların mantık kuralları açısından geçerli olmayabileceğini (dolayısiyle inanmayan bir insanı ikna etmeyeceğini), fakat inanmış olsa bu argümanların kuvvetini göreceğini iddia ederler.

Cine-inanan ve inanmayan iki insan arasında şöyle bir hayali diyalog düşünelim:

Cine-inanan (Cİ): "Kafamın üstünde sihirli bir cin var."

Şüpheci (Ş): "Ben birşey görmüyorum."

Cİ: "Tabii, o görünmez bir cin."

Ş: "Kafanın üstüne dokunuyorum, ama birşey hissetmiyorum."

Cİ: "Çünkü, o maddeden yapılmamıştır. Sihirli dediğimi hatırlamıyor musun?"

Ş: "Fakat, senin cin nosyonunu niye kabul etmem gerekiyor ki? Cinin neye benziyor, varolduğu konusundaki delil ne?"

Cİ: "Cinimin varlığı, delil gerektiren birşey değil. Cinim hakkında sorulacak en son soru,
onun var olup olmadığıdır. Önce benim görünmez cin nosyonumu kabul etmemiz gerekir; ancak ondan sonra onun varlığı konusundaki delilleri gösterebiliriz.

Bu yaklaşımın irrasyonelliği aşikardır. Bir fikrin doğruluğu, ancak onun doğruluğunu isbat
eden deliller ortaya konduktan sonra kabul edilebilir. Bir fikri önce kabul edip, sonra onu
isbat edecek delil aramak anlamsızdır; böyle bir tavır, birazdan sokuşturulacak bir mantıksızlığı gizlemek için yapılmış bir elçabukluğundan başka birşey değildir. Bu, rasyonellik değil, rasyonelizasyondur.

Sırf argümanı geliştirmek için, diyalogdaki şüphecinin, delil görmeden önce, görünmeyen bir cin nosyonunu kabul ettiğini varsayalım. Cinin varoluşu hakkındaki delillerin tabiatı ne
olmalıydı?

Ş: "Tamam; delil olmasa da, cininin varlığını kabul etmeye razıyım; fakat, neye inandığımı
bile bilmediğim için, bana cinin hakkında daha çok şey söylemen lazım."

Cİ: "Cinim, bütün yağmurların sebepidir."

Ş: "İyi ama, yağmur hadisesinde, cininin varolduğunu gösteren delil nedir?"

Cİ: "Her yağmur yağdığında, cinimi eylem halinde görüyorsun. Daha ne delil isteyebilirsin?"

Bu diyalogdaki akış, dairesel argüman yanılgısını içermektedir. "Tabiat-üstü" argümanları da
benzer şekilde geliştirilir: önce, evrenin yaratılmış olduğu ve/veya düzenlilik arzettiği kabul edilir; sonra, yaratma ve/veya düzenlilik sağlama işinin ancak "tabiat-üstü" bir kuvvetle izah edilebileceği kabul edilir; daha sonra, evrenin gerçekten de varolduğuna ve
onun düzenlilik arz ettiğine işaret edilir; sonuç olarak, bir "tabiat-üstü" kuvvetin varlığına inanılması istenir.


"Tabiat-üstü" argümanlarının hepsi, temelde bu yanılgının üstüne bina olmuştur; fakat, değişik biçimlerde ortaya çıkarlar. Bu argümanlar üç kategoride guruplanabilir:

1. Tabiat Argümanı,

2. Kozmolojik Argümanlar (İlk Sebep Argümanı, Bağlantılılık Argümanı, Entropi Argümanı),

3. Dizayn Argümanları (Teleolojik Argüman, Analojik Argüman, Hayat Argümanı).


1.2.1.2 Tabiat Argümanı


"Tabiat-üstü" bir kuvvetin varlığını isbat için yola çıkan tabiat argümanı, henüz izahı
yapılmamış bir tabiat fenomenini ele alır, onun bir izah gerektirdiğini öne sürer ve bilinen
başka tabiat fenomenleriyle onun henüz izah edilemiyor oluşuna bir çözüm olarak, bir
"tabiat-üstü" boyutun varolduğu sonucuna varır; kendisi tabiat kanunlarından muaf varsayılan
bu "tabiat-üstü" boyutun, aynı zamanda evrenin "İlk Sebep"i olduğu kabul edilir.

Bu argüman, öne süren insanın herhangi bir psikolojik ihtiyacını tatmin ediyor olabilir; fakat, rasyonel olmaktan uzaktır. Rasyonel bir izah, bilinenden bilinmeyene doğru kavramsal bir köprüdür; bilinmeyeni, bilgi sisteminde mevcut bilinenler yoluyla anlayarak onu bilgi
sistemi içine bir bilinen olarak bütünleştirmektir. Bir bilinmeyeni başka bir bilinmeyenle ("tabiat-üstü"yle) izaha kalkışmak, o konuda herhangi bir izahın hiçbir zaman mümkün olmayacağını iddia etmekten veya zihin sağlığından yoksun olmaktan başka birşey değildir.


1.2.1.3 Kozmolojik Argümanlar


Kozmoloji, evrenin kökeni ve yapısı ile ilgili bir bilimdir. Kozmolojik bir argüman, tabiat
argümanına benzer bir mekanizmaya sahiptir. Kozmolojik argümanlar, felsefi veya bilimsel prensipleri, "tabiat-üstü" bir boyut olmaksızın açıklanamayacağı iddia edilen temel bir evrensel olguya tatbik etmek suretiyle yapılır. Kozmolojik argümanlar üç tiptir: İlk Sebep

Argümanı, Bağlantılılık Argümanı ve Entropi Argümanı.

İlk Sebep Argümanı, en popüler kozmolojik argümandır. Bu argüman şöyle geliştirilir:
herşeyin bir sebebi vardır; her sebebten önce bir başka sebep vardır; önceki her sebepten önce bir başka sebep vardır; ta ki, iki sonuçtan birine varmaya mecbur kalırız: 1. ya, sonsuz bir sebep-sonuç zinciri vardır; 2. ya da, kendisi nedensellik izahı gerektirmeyen bir "İlk Sebep" vardır. Bu argüman, sonsuz bir sebep-sonuç zincirini imkansız varsayar. Birinci sebep olmadan, ikinci bir sebep olamaz, üçüncü bir sebep olamaz ilah. O zaman, halen hiçbir şeyin var olmadığı saçma sonucuna varırız. Oysa şu anda şeyler vardır; dolayısiyle, bir "İlk Sebep" vardır; ve, kendi sebebi olmayan bu sebep, "tabiat-üstü"dür. Bu argümanın çürütülmesi, argümanın kendi öncülü açısından mümkündür. Gerçekten de, evrendeki olgular Nedensellik Kanunu'na tabidir; fakat, hiçbir olgu bundan muaf değildir. Dolayısiyle, bu argümanın yola çıkışı rasyonelcedir; ta ki, "İlk Sebep"e gelene kadar; "İlk Sebep"in herhangi bir sebebi olmadığını iddia etmek, onun sebepsiz olduğunu öne sürmek, aklın alanı dışına çıkmak demektir. Yani, "İlk Sebep" argümanı savunucusu, rasyonel bir kisve ile, sadece işine yarayacak noktaya kadar Nedensellik Kanunu'nu tatbik edip, o noktada bu Kanun'u İnkar etmektedir. Sebepsiz bir "tabiat-üstü" kuvvet olabilirse, neden sebepsiz bir evren olmasın? Ayrıca, argüman bir an için doğru varsayılsa dahi, şu iki şeyi iddia etmek mümkündür: 1. "İlk Sebep", sadece evrenin "İlk Anı" için varolmuştur; fakat, daha sonra "tabiat-üstü" bir boyut olarak her zaman evren içinde mevcut kalmamıştır ve halen yoktur; 2. "İlk Sebep" evrendeki ilk olguya Tabiat Kanunları'na uygun olarak sebep olmuştur ve bu sebep oluş tarzı, şu anda bilinen veya keşfedilecek tabiat fenomenlerinden bir tanesi gibidir; yani, halen bilinen veya keşfedilecek bir tabiat fenomeninin ilk defa nasıl ortaya çıkmış olduğunun halen bilinmiyor oluşu dışında esrarengiz hiçbir şey yoktur; "tabiat-üstü" hiçbir
boyut mevcut değildir.

Bağlantılılık Argümanı, evrende herşeyin varoluşunun başka şeylerle bağlantılı olduğu, (mesela bir insanın varoluşunun, hava, su, besin gibi şeylere bağlı olduğu) dolayısiyle, evrenin bir bütün olarak varlığının bir şeye bağlı olması gerektiğini, kendisi bağlantısızca var olan bu şeyin bir "tabiat-üstü" güç olduğunu öne sürer. Bu "tabiat-üstü" gücün kendisinin neden bağlantısız olduğu sorusu bir yana, burada isbata gerek duyuran şey: evrendeki herşeyin varlığının başka bir şeye bağlı olduğu varsayımıdır. Evet, canlı varlıkların yaşaması başka şeylerin varlığına bağlıdır; fakat, maddenin varlığı hiçbir şarta bağlı değildir. Güneş, dünyadan uzaklaşacak olsa, insanlar artık varolmazlar; fakat, bu, insanların madde olarak yokluğa gömülmesi demek değildir; vücutlarını teşkil eden elementler (veya element-altı parçacıklar), evrende kalacaktır.

Entropi Argümanı, Termodinamiğin İkinci Kanunu'nu yardıma çağırır. Bu Kanun'a göre, kapalı bir sistemde, entropi (enerji yoksunluğu), maksimuma doğru gitme eğilimi gösterir; organizasyon bozulur, rasgelelik artar, dengeye varma eğilimi doğar; sonuç olarak, elverişli enerji miktarı azalır, yani entropi artar. Entropi Argümanı'na göre, kapalı bir sistem olarak evren, bir başlangıca sahip olmasaydı (yani, "tabiat-üstü" bir kuvvet tarafından minimum entropi ile başlatılmamış olsaydı; yani, sonsuz bir geçmişten beri varolmuş olsaydı), Termodinamiğin İkinci Kanunu'na göre, bugün, evrende hiçbir yapı, hiçbir karmaşa olmazdı, sadece eşit olarak yayılmış atomlar mevcut olurdu; sonsuz zaman ve Termodinamiğin İkinci Kanunu ikilisi, sadece sonsuz rasgelelik, yani sıfır organizasyon doğurur. Bu argümanda iki yanılgı vardır. Birincisi, evren, muazzam bir başlangıç enerjisine ihtiyaç duysa bile, bu enerji kaynağının "tabiat-üstü" bir kuvvet olması gerekmez. İkincisi, Termodinamiğin İkinci Kanunu, istisnasız uygulanabilecek bir kanunsa, bu "tabiat-üstü" kuvvet neden bundan muaftır? Entropi prensibinin tatbikatının çerçevesindeki bilinmezlere bir çare olarak, anti-entropik bir "tabiat-üstü" varlık öne sürmek, şimşeği izah etmek için bir "Şimşek İlahı" icat eden ilkel insanla aynı tarzda davranmak demektir.

1.2.1.4 Dizayn Argümanları

Dizayn argümanları, detayda farklı, esas yaklaşımda aynı, bir gurup argümandır. Her biri, tabiatta bir planın varlığına işaret ettiği öne sürülen bir takım verilerden çıkarak, ilahi
bir aklın, bir baş planlayıcının varlığını öne sürer. Evrenin bir planı olduğu varsayımı kabul edilirse, bu plandan sorumlu bir "tabiat-üstü" varlığın mevcudiyeti mantıki bir sonuç olarak kabul edilmelidir. Dizayn argümanları üç tiptir: Teleolojik Argüman,

Analojik Argüman ve Hayat Argümanı.

Teleolojik Argüman, (Yunanca "telos" = "amaç") tabii varlıkların amaçlar gerçekleştirmek üzere davrandıklarını, bu amaçların tesadüfen doğmadığını, dolayısiyle bu varlıkların akıllı bir "tabiat-üstü" kuvvetin kontrolunda davrandığını iddia eder. Argüman şöyle geliştirilir: bilgi sahibi olmadığını bildiğimiz birçok tabii varlık, hemen hemen daima aynı tarzda hareket ederek, en iyi sonucu elde ederler, yani bir amaç peşinde davranırlar; bilgiden yoksun bir varlık, ancak bilgili ve akıllı bir varlığın yönetimi altında, bir amaca doğru davranabilir; dolayısiyle, bütün tabii şeyleri amaçlarına yönelten bir "tabiat-üstü" kuvvet var olmalıdır. Argümanı yeniden formüle edecek olursak: tabiatta bir düzen vardır; düzen bir dizayncı (plancı) gerektirir; dolayısiyle, bir dizayncı ("tabiat-üstü" kuvvet) vardır. Bu mantık içinde şu soru hala cevapsızdır: o "tabiat-üstü" dizayncıyı kim dizayn etti? Hem, evrende mevcut bir çok güzel organizasyon, sırf bilinenlere dayanarak izah edilegelmektedir. Halen izahsız olanların da aynı yöntemle izah edilemeyeceğini iddia etmek, akli olma arzusunu terk etmektir.

Analojik Argüman, tabii nesnelerle insan-yapısı şeyler arasında analoji kurarak; nasıl ki, insan-yapısı şeyler, bilinçli bir dizaynın ürünü ise; aynı şekilde, tabii nesnelerin de bir dizayncı gerektirdiğini öne sürer. Bir saat bir amaç görmek üzere, çeşitli karmaşık parçaların, koordineli çalışmasıyla işlev görür. Bir insan gözü, çeşitli karmaşık parçaların, koordineli çalışmasıyla işlev görür. Nasıl ki, imalatçısı olmayan bir saat düşünülemezse; aynı şekilde, bir saatten çok daha karmaşık bir yapıya sahip bir insan gözü de, bir dizayncısı olmadan düşünülemez. Bu argümana yapılacak bir itiraz şu olabilir: bu argüman geçerli bile olsa, ne sadece bir tek dizayncının varolduğunu gösterir, ne o dizayncının "tabiat-üstü" olduğunu gösterir, ne o dizayncının -başlangıçta bazı dizaynlar yapmış olsa bile- halen mevcut olduğunu gösterir, ne de o dizayncıyı (veya dizayncıları) kimin dizayn ettiği sorusunu cevaplandırır. Ayrıca, hayırhah bir "tabiat-üstü" kuvvet, evrendeki insana yararlı şeyleri dizayn etmişse, aynı zamanda tabii felaketleri neden dizayn etmiştir? Bir başka itiraz şudur: bir saati müşahade altına aldığımızda, onun birbiriyle koordineli çalışan parçalarla bir amaç görmek üzere işlediği, dolayısiyle bir dizayncıya sahip olduğu sonucuna varmayız; tersine, saatin insan-yapısı bir şey olduğunu doğrudan doğruya biliriz ve bu bilgiden giderek onun bir amacı olduğunu çıkarırız. Evrendeki tabii nesnelerin bir dizayn eseri olduğunu isbat etmek için de, önce bir dizayncının var olduğu isbat edilmelidir. Bir medeniyetin arkeolojik kalıntılarını bulduğumuzda, o kalıntıların bir inşaatcısı olduğunu söyleyebilmek, tabiattaki düzenli yapılara bakarak onların bir dizayncısı olduğunu söylemeyi haklı kılmaz; insan-yapısı şeyleri, insan-yapısı olarak niteleyebilmek (yani, onların bir dizayncısı olduğunu söyleyebilmek), ancak tabii şeylerle mukayese yoluyla yapılabilir; tabii şeylerin, bir dizayncısı olduğunu iddia etmek, ancak tabiat dışı bir mukayese (referans) sistemiyle yapılabilir, yani "tabiat-üstü" bir boyut gerektirir. Yani, evrendeki tabii nesnelerin bir dizayn eseri olduğu, dolayısiyle bir dizayncının var olduğu argümanı, isbat edilecek olan şeyi, doğru varsayma yanılgısından (yani, dairesel argümantasyondan) başka birşey değildir.

Hayat Argümanı, dizayn argümanının, modern, bilimsi versiyonudur. Bu argümana göre; hayatın, atomların rasgele hareketlerinden doğma ihtimali yoktur. En basit bir canlı organizmanın bile, atom kombinasyonlarının şans eseri diziliminden doğması öyle zayıf bir ihtimaldir ki; hayat, muhtemelen akıllı bir planlamanın ürünüdür. Diğer dizayn argümanları için yapılan bütün itirazlar, bu argüman için de geçerlidir. Hem, hayat çok karmaşık bir fenomense, diğer bir çok tabiat fenomeni de çok karmaşıktır; onların izahı için gerekli olmayan bir "tabiat-üstü" boyut, hayatın izahı için de gerekli değildir.

Zihin-Beden Sahte Zıtlığı


"Zihin-Beden" sahte zıtlığı, irrasyonel felsefelerin temel öğretisidir ve çeşitli isimlerle ortaya çıkar: "ruh-madde," "bilinç-madde," "zihin-dünya," "duygu-mantık," "düşünce-eylem," "akıl-beden," "arzu-realite," "ahlak-pratik," "teori-pratik," "akıl-kalp," "idealizm-materyalizm," "spiritüelizm-materyalizm" vs.

Bu sahte zıtlığın kaynağı, mevcudiyet (realite) ve bilinç arasında bir zıtlık görmektir. Rasyonel bir felsefe, mevcudiyet ve bilinç arasındaki doğru ilişki üzerinde bina olur: insanın maddesi ve bilinci arasında hiçbir zıtlık yoktur; insan, bu ikisinin bölünmez bütünlüğüdür. Mevcudiyet mevcuttur; bilinç, mevcut olandan haberdar olma yeteneğidir.
Dolayısiyle, mevcut herhangi bir şeyle ilgili olmayan bir bilinç olmaz; bilinç olmaksızın, mevcut olan bir şeyden haberdar olunmaz.

İrrasyonel felsefeler; insanı, madde ve bilinç olarak ikiye böler ve bu iki parçayı birbirine hasım tayin eder; insana, bedeninin ve zihninin ölümcül bir kavgaya girişmiş iki düşman olduğunu; beden ve zihnin, zıt tabiatlara, çelişen taleplere, uyuşmaz ihtiyaçlara sahip olduğunu; birine faydalı olan şeyin diğerine zararlı olduğunu; ruhunun "tabiat-üstü" bir boyuta ait olduğunu; bedeninin, ruhunu bu dünyaya zincirlemiş bir hapishane olduğunu; iyiliğin, yıllar süren sabırlı bir çabayla, beden denen bu zindanı yıkıp mezarın özgürlüğüne
kavuşmaktan ibaret olduğunu öğretir.

İrrasyonel felsefeler, insanın, -her ikisi de ölümün sembolü olan bu iki elementin meydana getirdiği- zavallı bir uygunsuzluk olduğunu öğretir. Oysa; ruhsuz bir beden, hiçbir şeye muktedir olamayacak bir cesettir; bedensiz bir ruh, hayalet denen kurgudur; fakat, onların insan tabiatı olarak bildikleri tek şey: kötülük yapmaya muktedir bir cesetle, insanın bildiği şeylerin varolmadığını, sadece bilinemeyenlerin varolduğunu zanneden bir hayaletin kavgasının muharebe sahasıdır.

Zihin-beden zıtlığı doktrinini ortaya atanlar; insanı zayıflatarak esaret altına almak isteyenlerdir. Spiritüelist olanları, insan bedeninin hiç olduğunu; materyalist olanları, insan bedeninin herşey olduğunu; fakat, her ikisi de, aklın reddedilmesi gerektiğini öğretir. Aklını teslim eden insan, anlayamayacağı ve kontrol edemeyeceği iki canavarın insafına kalır: sebebi belirsiz reflekslerin davrandırdığı bir beden ve mistik ilham ve vahiylerin davrandırdığı bir ruh. Bilincini reddeden bir insan, zorbadır; bedenini reddeden bir insan, şizofrenik bir hastadır. Entellektüel alanı reddeden bir insan, programsız bir robottur. Maddi dünyayı reddeden bir insan, onu kötülüğe teslim eden bir korkaktır.

Rasyonel bir insan, bu sahte zıtlığın bütün türlerini reddeder; o, bütün bir insandır: eylem adamı olan bir düşünürdür. Arkadan gelecek eylemlerle bağlantısız fikirlerin sahte olduğunu, fikirlerle bağlantısız eylemlerin ise, intihar olduğunu bilir.
Alıntı ile Cevapla
Sponsor
Cevapla






© 2013 KeLBaYKuŞ Forum | AtEsH
Telif Hakları vBulletin v3.8.4 - ©2000-2024 - Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Optimization by vBSEO 3.2.0'e Aittir.
Açılış Tarihi: 29.08.2006