Marksİzm İÇİn İdeolojİlerİn Önemİ Nedİr?
Marksizm, tarihte fikirlerin rolünü yadsıyan, ideolojik etkinin rolünü yadsıyan, yalnızca ekonomik etkileri dikkate almak isteyen bir felsefedir, denildiğini hep duyarız.
Bu yanlıştır. Marksizm, düşünüşün, sanatın ve fikirlerin, yaşamdaki çok önemli rollerini yadsımaz. Tam tersine, bu ideolojik biçimlere özel bir önem verir, ve biz de, şimdi (sayfa 217) marksizmin başlangıç ilkelerine ait incelememizi, diyalektik materyalizm yönteminin ideolojilere nasıl uygulandığını inceleyerek bitireceğiz; ideolojilerin tarihteki rollerinin ne olduğunu, ideolojik etkenin etkisini ve ideolojik biçimin ne olduğunu göreceğiz.
Marksizmin şimdi inceleyeceğimiz bu bölümü; bu felsefenin en az, en yanlış bilinen noktasıdır. Bunun nedeni de, uzun zaman marksizmin yalnız ekonomi politiği inceleyen bölümünün işlenmiş ve yayılmış olmasıdır. Böylece bu konu, yalnızca marksizmin oluşturduğu büyük "bütün"den keyfi bir biçimde ayrılmakla kalmıyor, ama temellerinden de ayrılmış oluyordu; çünkü ekonomi politiğin gerçek bir bilim haline getirilmesini sağlayan, buna olanak veren, görmüş olduğumuz gibi, diyalektik materyalizmin bir uygulaması olan tarihsel materyalizmdir.
Yeri gelmişken bu arada şunu da belirtebiliriz ki, böyle bir yol kullanılması daha önceden tanıdığımız ve kendimizi kurtarmak için o kadar güçlük çektiğimiz metafizik düşünüşten ileri gelmektedir. Burada, gene yineleyelim ki, biz, şeyleri, birbirlerinden ayrı tuttuğumuz, onları tekyanlı olarak incelediğimiz ölçüde yanılgılara düşeriz.
Öyleyse marksizmin kötü yorumları, ideolojilerin tarihteki ve yaşamdaki rolleri üzerinde yeterince durulmamış olmasından ileri gelmektedir. İdeolojiler marksizmden ayrıldı ve bunu yaparken de marksizm, diyalektik materyalizmden, yani kendi kendisinden ayrıldı.
Birkaç yıldan beri, kısmen, binlerce öğrencinin marksizm konusundaki bilgilerini borçlu oldukları Paris İşçi Üniversitesinin çalışmaları sayesinde, kısmen de çalışmaları ve kitapları ile katkıda bulunan aydın arkadaşlarımızın çalışması sayesinde, marksizmin kendi gerçek çehresini ve hakkı olan yeri yeniden kazanmış olduğunu görmekten çok mutluyuz. (sayfa 218)
II. İDEOLOJİ NEDİR? (İDEOLOJİK ETKEN VE İDEOLOJİK BİÇİMLER)
İdeolojilerin rolüne ayrılmış olan bu bölüme birkaç tanımlama ile başlayacağız.
İdeoloji dediğimiz şey nedir? İdeoloji diyen, her şeyden önce fikir (idée) demektedir. İdeoloji, bir bütün, bir teori, bir sistem, hatta bazen yalnızca bir zihniyet oluşturan fikirlerin tümüdür.
Marksizm, bir bütünü biçimlendiren ve bütün sorunlar için bir çözüm yöntemi sunan bir ideolojidir. Cumhuriyetçi bir ideoloji, bir cumhuriyetçinin kafasında bulacağımız fikirlerin bütünüdür.
Ama bir ideoloji, yalnızca salt fikirlerin, her türlü duygudan ayrıldığı varsayılacak fikirlerin toplamı değildir (zaten bu, metafizik bir anlayıştır), bir ideoloji, zorunlu olarak, duyguları, gönül yakınlıklarını, hoşlanmazlıkları, umutları, korkuları vb. içerir. Proletarya ideolojisinde, sınıf savaşımının düşünceye dayanan öğeleri yanında, kapitalist düzenin sömürdüklerine karşı, "mahpuslara" karşı duyulan dayanışma duygularını da, isyan duygularını da, coşku ve hayranlık duygularını vb. buluruz. Bütün bunların hepsi bir ideolojiyi oluşturan şeylerdir.
Şimdi de ideolojik etken denen şeyi görelim: bu, ideolojiyi, bir neden olarak ya da etkileme yeteneğinde bir şey yapan bir güç olarak anlamaktır, ve bunun için de, ideolojik etkenin etkisinden söz edilir. Örneğin dinler, hesaba katmamız gereken birer ideolojik etkendir; hala önemli bir biçimde etken olan manevi bir güçleri vardır.
İdeolojik biçim denince ne anlaşılır? Bu deyimle, özelleşmiş bir alanda (bilim ve sanat alanında) bir ideoloji oluşturan, özel fikirlerden bir bütün anlatılır. Din, ahlak, ideolojik biçimlerdir; aynı şekilde, bilim, felsefe, edebiyat, sanat, şiir de ideolojik biçimlerdir. (sayfa 219)
Öyleyse, genellikle ideoloji tarihini, özelikle bütün bu biçimlerin rolünü incelemek istersek, bu incelememizi, ideolojiyi tarihten, yani toplumların yaşamından ayırarak değil, ideolojinin, etkenlerinin, biçimlerinin rolünü toplum içine yerleştirerek ve toplumdan yola çıkarak yürüteceğiz.
III. EKONOMİK YAPI VE İDEOLOJİK YAPI
Tarihsel materyalizmi okurken toplumların tarihinin şu aşağıdaki zincirleme sıralanışla açıklandığını görmüştük: insanlar, tarihi, kendi işleri, eylemleri ile, iradelerinin ifadesi olan eylemleri ile yaparlar. İnsanların iradelerini belirleyen fikirleridir. Gördük ki, insanların fikirlerini, yani onların ideolojilerini açıklayan şey, sınıfların kendilerini ortaya koydukları toplumsal çevre, toplumsal ortamdır.
Ayrıca biz gördük ki, ideolojik etken ile toplumsal etken arasında, toplumsal savaşımın ifadesi olarak ideolojik savaşımda görünen siyasal etken bulunur.
Öyleyse biz, tarihsel materyalizmin ışığında toplumun yapısını araştırırsak, temelde ekonomik yapıyı, sonra, onun üstünde, siyasal yapıya dayanan toplumsal yapıyı, ve ensonu ideolojik yapıyı göreceğiz.
Biz görüyoruz ki, materyalistler için, ideolojik yapı sondur, toplumsal bünyenin tepesidir, oysa, idealistler için toplumsal yapı, temeldir.
"Varlıklarının toplumsal üretiminde, insanlar aralarında zorunlu, kendi iradelerine bağlı olmayan belirli ilişkiler kurarlar; bu üretim ilişkileri, onların maddi üretici güçlerinin belirli bir gelişme derecesine tekabül eder. Bu üretim ilişkilerinin tümü, toplumun ekonomik yapısını, belirli toplumsal bilinç şekillerine tekabül eden bir hukuki ve siyasal üstyapının üzerinde yükseldiği somut temeli oluşturur [bu, ideolojik şekillenme demektir] . Maddi yaşamın üretim tarzı, genel olarak toplumsal, siyasal ve entelektüel yaşam sürecini (sayfa 220) koşullandırır."[85]
Öyleyse biz görüyoruz ki, toplumun temelinde ekonomik yapı vardır. Buna, (aşağıdaki yapı anlamına gelen) altyapı da denir.
Bütün biçimleri, ahlak, din, bilim, şiir, sanat, edebiyat gibi bütün biçimleri içine alan ideoloji, üstteki yapıyı - ya da (tepedeki yapı anlamına gelen) üstyapıyı oluşturur.
Materyalist teorinin gösterdiği gibi, fikirlerimizin şeylerin yansısı olduklarını ve bizim toplumsal varlığımızın bilinci belirlediğini bildiğimize göre, şimdi artık, üstyapı, altyapının yansısıdır diyeceğiz.
İşte Engels'in, bunu, bize pek iyi tanıtlayan bir örneği:
"Kalvin'in inancı, çağının en gözüpek burjuvalarına uygundu. Onun alınyazısı öğretisi, rekabete dayalı ticaret dünyasında, başarının ya da başarısızlığın bir insanın çalışkanlığına ve becerikliliğine değil de, onun denetleyemeyeceği koşullara bağlı olduğu olgusunun dinsel dışavurumuydu. Bu koşullar, isteyenin ya da rekabet edenin buyruğunda değildir; tersine, bilinmedik üstün ekonomik güçlerin lütfuna bağlıdır; ve bu, bir ekonomik devrim döneminde, bütün ticari merkezlerin ve yolların yerlerini yenilerinin aldığı çağda, Hindistan'ın ve Amerika'nın dünyaya açıldığı dönemde, ve en kutsal ekonomik imanların -altının ve gümüşün değeri- sarsılmaya ve yıkılmaya başladığı bir dönemde, özellikle doğruydu."[86]
Gerçekte, tüccarlara göre; ekonomik yaşamda ne olmaz ki? Tüccarlar rekabet halindedirler. Tüccarlar, burjuvalar, bu rekabetten deneyim kazanırlar, bu yarışmada yenenler ve yenilenler vardır. Çoğu kez, en işini bilirler, en zekiler, rekabetle, çıkagelen ve onları yere seren bir bunalımla yenilmişlerdir. Bu bunalım onlar için önceden görülemeyen bir şeydir, (sayfa 221) hatta onlara kaçınılmaz bir alınyazısı gibi gelir. Ve işte gerekçesi olmayan, en az kötü olanların bazen bunalımı atlattıkları, bunalımdan sonra da yaşaya kaldıkları fikri, protestan dinine geçirilmiştir. Bazılarının şans eseri başarıya "erişmeleri", bu alınyazısı fikrini besler; o alınyazısı fikri ki, buna göre, insanlar, tanrı tarafından, bütün sonsuzluk için saptanmış bir yazgıya katlanmak zorundadırlar.
Ekonomik koşulların yansısı olan bu örneğe göre, üstyapının, nasıl altyapının yansısı olduğunu görüyoruz.
Bir örnek daha: Sendikalı olmayan, yani siyasal bakımdan gelişmemiş iki işçinin zihniyetini alalım; biri, işin verimli olduğu çok büyük bir fabrikada, öteki de küçük bir zanaatçının yanında çalışıyor olsun. Açıktır ki, ikisinin de birbirinden ayrı bir patron anlayışları olacaktır. Birine göre patron, kapitalizmin karakteristik, yırtıcı sömürücüsüdür; öteki ise, patronu, bir emekçi olarak görecektir, elbette halinden memnun, ama emekçi ve zorba değil.
Elbette ki onların patronluğu anlayış biçimlerini belirleyecek olan, çalışma koşullarının yansısıdır.
Bu örnek, bizi, açık ve kesin olmak için bazı uyarmalarda bulunmaya götürdüğü için önemlidir.
IV. DOĞRU BİLİNÇ ve YANLIŞ BİLİNÇ
Az önce, ideolojilerin, toplumun maddi koşullarının yansısı olduğunu, toplumsal varlığın toplumsal bilinci belirlediğini söyledik. Bundan, proletaryanın otomatik olarak bir proletarya ideolojisine sahip olması gerektiği sonucu çıkarılabilirdi.
Ama böyle bir varsayım gerçeğe uygun düşmez, çünkü bir işçi bilincine sahip olmayan işçiler vardır.
Öyleyse yapılacak bir ayrım vardır: İnsanlar belirli koşullar içinde yaşayabilirler, ama onların bu koşullar hakkındaki bilinçleri gerçeğe uygun düşmeyebilir. Bu, Engels'in (sayfa 222) "yanlış bir bilinci olmak" dediği şeydir.
Örnek: Bazı işçiler, ortaçağa, zanaatçılığa doğru bir geri dönüş olan lonca öğretisinin etkisi altında kalmışlardır. Bu durumda, işçilerin bir yoksulluk bilinci vardır, ama bu bilinç, doğru ve gerçek bir bilinç değildir. İdeoloji, burada da, elbet toplumsal yaşamın koşullarının yansısıdır; ama bu, doğru bir yansı, dosdoğru bir yansı değildir.
İnsanların bilinçlerinde, yansı, çoğu kez "tersine" bir yansıdır . Yoksulluk olgusunu saptamak, toplumsal koşulların bir yansısıdır; ama bu yansı, zanaatçılığa doğru bir geri dönüşün, sorunu çözümleyeceği [yoksulluğu kaldıracağı] düşünüldüğü zaman, yanlış bir yansı olur. Demek ki, burada, bir bölümüyle doğru, bir bölümüyle yanlış bir bilinç görüyoruz.
Kralcı olan bir işçinin de aynı zamanda hem doğru, hem de yanlış bir bilinci vardır. Doğru, çünkü, o, gördüğü, saptadığı yoksulluğu ortadan kaldırmak ister; yanlış, çünkü bir kralın bu işi yapabileceğini düşünür. Ve, bu işçi, kısaca yanlış düşündüğü için, ideolojisini yanlış seçtiği için, her şeye karşın gene de bizim sınıfımızdan olduğu halde, bizim için, bir sınıf düşmanı haline gelebilir. Bunun gibi, yanlış bir bilinci olmak, kendi gerçek koşulu hakkında yanılmak ya da yanıltılmaktır.
Şu halde diyeceğiz ki, ideoloji, yaşam koşullarının yansısıdır, ama yazgının bir yansıması değildir.
Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki, bize yanlış bir bilinç vermek ve yönetici sınıfların ideolojilerinin sömürülen sınıflar üzerindeki etkisini geliştirmek için, elden gelen her şey yapılır. Bizim edindiğimiz yaşam anlayışının ilk öğeleri, eğitimimiz, öğrenimimiz bize yanlış bir bilinç verir. Yaşamla olan bağlarımız, bazılarımızın köylü asıllı olması, propaganda, basın ve radyo da zaman zaman bilincimizi bozarlar.
Buna göre, bizler, biz marksistler için, ideolojik çalışmanın son derece büyük önemi vardır. Doğru bir bilinç kazanmak (sayfa 223) için yanlış bilinci yıkmak gerekir ve ideolojik çalışma olmadan bu dönüşüm gerçekleşemez.
Demek ki, marksizmi kaderci bir öğreti sayanlar ve öyle diyenler haksızdır, çünkü gerçekte biz, ideolojilerin toplumda büyük bir rol oynadığını düşünüyoruz, ve marksizm olan bu felsefenin etkili bir alet, etkili bir silah olabilmesi için, onu öğretmek ve öğrenmek gerektiğini düşünüyoruz.
V. İDEOLOJİK ETKENLERİN ETKİ ve TEPKİSİ
Doğru bilinç ve yanlış bilinç örnekleriyle gördük ki, fikirleri her zaman yalnızca ekonomi ile açıklamaya çalışmamak ve fikirlerin bir etkileri olduğunu yadsımamak gerekir. Böyle bir tutum takınmak marksizmi kötü bir biçimde yorumlamak olurdu.
Fikirler, kuşkusuz son tahlilde, ekonomi ile açıklanır; ama fikirlerin de kendilerine özgü etkileri vardır.
"... Materyalist tarih anlayışına göre, tarihte belirleyici etken, son tahlilde, maddi yaşamın üretimi ve yeniden üretimidir. Ne Marx, ne de ben, hiçbir zaman daha fazlasını dile getirmedik. Eğer sonradan, biri çıkıp da, bunun anlamını, ekonomik etken tek belirleyicidir diyecek kadar zorlarsa, bu ifadeyi, boş, soyut ve saçma bir söz haline getirmiş olur. Ekonomik yapı temeldir, ama üstyapının çeşitli bölümleri ... de tarihsel savaşımların akışı üzerinde etki yaparlar ve birçok durumda ağır basarak, bu savaşımın biçimini, belirlerler. Bütün bu etkenlerin etkileri ve tepkileri vardır, öyle ki ekonomik hareket, bütün bu etkenlerin bağrında, sonunda, bir zorunluluk olarak, sonsuz bir rastlantılar yığını arasından kendine yol açmaya başlar."[87]
Böylece, görüyoruz ki, ekonomiyi araştırmadan önce, her şeyi incelememiz gerekir ve, son tahlilde neden, gene ekonomi (sayfa 224) ise de, ekonominin tek neden olmadığını akılda tutmak gerekir.
İdeolojiler, ekonomik koşulların yansıları ve etkileridir; ama ideolojiler ile ekonomi arasındaki ilişki, basit bir ilişki değildir, çünkü, biz, altyapı üzerinde ideolojilerin karşılıklı bir etkisi olduğunu görüyoruz.
Örneğin, Fransa'da, 6 Şubat 1934'ten sonra gelişen yığın hareketini, yazdıklarımızı kanıtlamak için, en az iki görünüş altında inceleyeceğiz:
1. Bazıları bu akımın nedenini, ekonomik bunalım olarak açıklıyorlar. Bu, materyalist ama tekyanlı bir açıklamadır. Bu açıklama, yalnızca tek etkeni, burada bunalım olan ekonomik etkeni dikkate alıyor.
2. Öyleyse, düşünüş tarzı, kısmen doğrudur; ama insanların ne düşündüğünü, yani ideolojiyi bir etken olarak açıklaması koşuluyla. Evet, bu yığınsal akımda, insanlar "anti-faşist"tir, işte ideolojik etken. Ve eğer insanlar anti-faşist iseler; bu, Halk Cephesinin doğmasına yol açan propaganda sayesindedir. Ama, bu propagandanın etkili olması için elverişli bir temel, bir taban gerekiyordu, ve 1936'da yapılabilmiş olan şey, 1932'de olanaklı değildi. Son olarak, bu yığın hareketinin ve onun ideolojisinin başlattığı toplumsal savaşımın, sonradan, ekonomiyi nasıl etkilediğini de biliyoruz.
Bu örnekte görüyoruz ki, toplumsal koşulların yansısı olan ideoloji, sırasında, olayların bir nedeni olur.
"Siyasete, hukuka, felsefeye, dine, edebiyata ve sanata ilişkin gelişme vb., ekonomik gelişmeye dayanır. Ama bunların hepsi de birbirleri üzerinde ve keza ekonomik temel üzerinde etki yaparlar. Böyle oluşu ekonomik durumun tek etkin neden, bütün geri kalanın ise ancak edilgin bir etki olmasından dolayı değildir: Tersine, son tahlilde, her zaman üstün gelen ekonomik zorunluluk temeli üzerinde karşılıklı etki vardır."[88] (sayfa 225)
Bunun gibi, örneğin "Miras hukukunun temeli, ailenin gelişim aşamasının eşitliğini varsayan ekonomik bir temeldir. Bununla birlikte, örneğin, vasiyette bulunmanın, İngiltere'de mutlak serbest oluşu, Fransa'da ise çok kısıtlanmış bulunması, bunun, bütün özellikleriyle, yalnızca ekonomik nedenlerden olduğunu kanıtlamaya yetmeyecektir. Ama, her ikisi de çok önemli bir oranda, servetin bölüşülmesini etkilemeleri bakımından ekonomi üzerinde etkili olurlar".[89]
Daha güncel bir örnek olarak, vergileri alalım. Her birimizin vergiler üzerinde bir fikri vardır. Zenginler vergilerini azaltmak isterler ve dolaylı vergilerden yanadırlar; emekçiler ve orta sınıflar, tersine, dolaysız ve kazançla birlikte artan vergilere dayanan bir maliye sistemi isterler. İşte böylece, kapitalizm tarafından vergiye bağlı olarak yaratılan ve bizim düşüncemiz haline gelen vergi hakkındaki fikrimizin kaynağı, bu ideolojik etkenin kaynağı, ekonomik durumda bulunur. Zenginler, kendi ayrıcalıklarını korumak isterler ve vergilendirmenin bugünkü biçimini olduğu gibi korumak ve yasaları bu doğrultuda güçlendirmek için savaşım verirler. Oysa, fikirlerden gelen yasalar, ekonomi üzerinde etkili olurlar, çünkü küçük ticareti, zanaatçıları öldürür ve kapitalist yoğunlaşmayı çabuklaştırırlar.
Şu halde görüyoruz ki, ekonomik koşullar, fikirleri doğurur, ama fikirler de ekonomik koşullarda değişiklikler yaratır ve işte ilişkilerin bu karşılıklı oluşlarını dikkate alırsak, ideolojileri, bütün ideolojileri incelemek gerektiğini anlarız; ve ancak son tahlilde, köke inildiğinde, ekonomik zorunlulukların her zaman üstün geldiğini görürüz.
Biliyoruz ki, ideolojileri savunmak, hiç olmazsa yaymak, yazarların ve düşünürlerin özel görevidir. Onların düşünceleri (sayfa 226) ve yazıları, temel özelliklere her zaman pek sahip değildir, ama gerçekte, basit bir masal ya da öykü niteliğindeki yazılarda bile, her zaman ideolojik bir tahlil buluruz. Bu tahlili yapmak pek ince bir işlemdir ve bizim, bunu, çok büyük bir ihtiyatla yapmamız gerekir. Şimdi büyük bir yardımı dokunacak olan bir diyalektik tahlil örneği göstereceğiz, ama mekanikçi olmamaya çok dikkat etmeli ve açıklanamaz olanı açıklamak için çabalamamalıdır.
VI. DİYALEKTİK TAHLİL YÖNTEMİ
Diyalektik yöntemi iyi uygulamak için, çok şey bilmek gerekir, ve tahlilini yapacağımız şeyin konusu bilinmiyorsa, bunun inceden inceye araştırılması gerekir, yoksa basit yargılama karikatürleri yapmaya varılır.
Bir kitabın ya da bir edebiyat yazısının diyalektik tahlilinde kullanılmak üzere, başka konulara da uygulanabilecek bir yöntem göstereceğiz.
a) İlkin tahlil edilecek kitap ya da öykünün içeriğine dikkat etmek gerekir. Bu, tüm toplumsal sorunlardan bağımsız olarak incelenmelidir, çünkü her şey, sınıf savaşımından ve ekonomik koşullardan gelmez.
Edebiyata ilişkin etkiler vardır ve biz bunları hesaba katmak zorundayız. Yapıtın, herhangi bir "edebi okul"dan olup olmadığı aranır. İdeolojilerin iç gelişmelerini dikkate almak gerekir. Kolaylık bakımından, tahlil edilecek konunun bir özetini yapmak ve göze çarpan noktaları not etmek iyi olur.
b) Sonra olayın kahramanları olan toplumsal tipler gözönüne alınır. Bu tiplerin ait bulundukları sınıflar aranır, kişilerin davranışı incelenir ve romanda geçen olayların herhangi bir biçimde toplumsal bir görüş açısına bağlanıp bağlanamayacağına bakılır.
Bu olanaklı değilse, eğer bunu yapmak akla-uygun gelmiyorsa, (sayfa 227) uydurmaktansa, tahlilden vazgeçmek daha iyi olur. Hiçbir zaman uydurma bir açıklama yapmamalıdır.
c) Olayda hangi sınıf ya da hangi sınıflar olduğu saptandığı zaman, ekonomik temel, yani romanın konusunun geçtiği anda üretim araçlarının ve üretim tarzının neler olduğu araştırılmalıdır.
Eğer, örneğin, olay, günümüzde geçiyorsa, ekonomi, kapitalizmdir. Zamanımızda, kapitalizmi eleştiren, ona karşı savaşan pek çok öykü ve roman görülmektedir. Ama kapitalizme karşı çıkmanın iki biçimi vardır:
1. İleriye dönük devrimci olarak.
2. Geçmişe dönmek isteyen gerici olarak, ve çağdaş romanlarda da sık sık bu biçimle karşılaşılmaktadır: bu romanlarda geçmiş zamana özlem duyulmaktadır.
d) Bütün bunları kavradıktan sonra, artık ideolojiyi araştırabiliriz, yani fikirler, duygular nelerdir, yazarın düşünüş biçimi nedir, ona bakabiliriz. İdeolojiyi araştırırken, onun oynadığı rolü, ideolojinin bu kitabı okuyanların düşüncesi üzerinde yaratacağı etkiyi düşüneceğiz.
e) Bunun üzerine, artık tahlilimizin vardığı sonucu bildirebilir, ve falan öykünün ya da romanın falan zamanda ne için yazılmış olduğunu söyleyebiliriz. Kitabın (çoğu kez yazarının bilincine varmadığı) niyetlerini açığa vurabilir, duruma göre yerebilir ya da övebiliriz.
Bu tahlil yöntemi uygulanırken, ancak buraya kadar söylediklerimizin tümü anımsanırsa, iyi bir yöntem olabilir. Şunu çok iyi akılda tutmak gerekir ki, diyalektik, her ne kadar bize yeni şeyleri anlama, kavrama biçimi getiriyorsa da, gene diyalektik, şeylerden söz edebilmek ve onları tahlil edebilmek için, onların çok iyi bilinmesini ister.
Şu halde, şimdi artık yöntemimizin ne olduğunu gördükten sonra, incelemelerimizde, militan yaşamımızda ve kişisel yaşamımızda, şeyleri, durgun, hareketsiz bir durumda değil, (sayfa 228) ama hareketleri içinde, değişmeleri içinde, çelişkileri içinde ve tarihsel anlamları içinde görmemiz, ve gene şeyleri tek yanlı değil, bütün yönleri, bütün görünümleriyle görmemiz ve incelememiz gerekir. Kısacası, her yerde ve her zaman diyalektik düşünüşü uygulamamız gerekir.
VII. İDEOLOJİK SAVAŞIMIN ZORUNLULUĞU
Şimdi artık, diyalektik materyalizmin, Marx ve Engels tarafından kurulup Lenin tarafından geliştirilen materyalizmin çağdaş biçiminin ne olduğunu daha iyi biliyoruz. Bu kitabımızda, özellikle Marx ve Engels'in metinlerinden yararlandık, ama Lenin'in felsefe konusundaki yapıtının da çok önemli olduğunu belirtmeden bu dersleri tamamlayamayız.[90] Bunun içindir ki, bugün marksizm-leninizmden sözedilmektedir.
Marksizm-leninizm ve diyalektik materyalizm çözülmezcesine birleşmişlerdir, ve ancak diyalektik materyalizm bilgisi marksizm-leninizmin tüm genişliğinin, tüm değerinin, bütün zenginliğinin ölçülebilmesine olanak verir. Bu, bizi, bir militan ancak bu öğretinin tümünü biliyorsa, gerçekten ideolojik olarak silahlanmıştır demeye götürür.
Bunu çok iyi anlamış olan burjuvazi, her çareye başvurarak, işçilerin bilincine kendi ideolojisini sokmaya çalışır. Marksizm-leninizmin en az bilinen yanının diyalektik materyalizm olduğunu çok iyi bilerek, burjuvazi, ona karşı bir susma kampanyası düzenlemiştir. Resmi öğretimin böyle bir yöntemden habersiz olduğunu ve okullarda ve üniversitelerde öğretimin yüz yıl önce yapıldığı gibi sürdürüldüğünü görmek acıdır.
Eskiden, metafizik yöntemin, diyalektik yönteme (sayfa 229) egemen durumda oluşu, gördüğümüz gibi, insanların bilgisizliği yüzündendi. Bugün, bilim, diyalektik yöntemin bilimsel araştırmalara uygun gelen yöntem olduğunu tanıtlamanın yollarını vermiştir bize, ve çocuklarımıza bilgisizlikten ileri gelen bir yöntemle düşünmeyi ve incelemeyi öğretmek utanılacak bir şeydir.
Bilginler, bilimsel araştırmalarında, bilimlerin karşılıklı içiçe geçişini ve birbirini etkileyişini hesaba katmaksızın kendi uzmanlık alanlarında artık incelemeler yapamıyorlar ve bu yüzden bilinçsiz olarak diyalektiğin bir bölümünü uyguluyorlarsa da, metafizik düşünüş biçimlerini sık sık işin içine sokmadan edemiyorlar. İnsanlığa büyük şeyler veren bilginler -idealist ve dinsel inanca sahip olan Pasteur'ü, Branly'yi anımsayalım-, eğer diyalektik bir kafa yapısına, bir düşünüşe sahip olsalardı, daha büyük ilerlemeler gerçekleştirmeyecekler miydi ya da gerçekleştirilmesine olanak hazırlamayacaklar mıydı?
Ama marksizm-leninizme karşı savaşımın, bu susma kampanyasından daha da tehlikeli olan bir biçimi vardır: bu da burjuvazinin bizzat işçi hareketinin içinde düzenlemeye çalıştığı kalpazanlıklardır. Şu sıralarda kendilerini "marksist" diye sunan, ve marksizmi "yenilemek", "gençleştirmek" iddiasında olan sayısız "teorisyenler"in açılıp serpildiklerini görüyoruz. Bu türden kampanyalar, en çok, marksizmin en az bilinen yönlerini, özellikle de materyalist felsefeyi dayanak noktası olarak seçiyorlar.
Böylece, örneğin, marksizmi, devrimci eylem anlayışı olarak kabul ettiklerini, ama genel bir dünya anlayışı olarak kabul etmediklerini açıklayan insanlar ortaya çıkıyor. Bunlar, pekala, materyalist felsefeyi kabul etmeden de marksist olunabileceğini bildiriyorlar. Bu genel tutuma uygun olarak çeşitli yolsuzluk girişimleri gelişiyor. Kendilerine hep (sayfa 230) marksist diyen kişiler, marksizmin kendi temeli ile, yani materyalist felsefe ile bağdaşmaz anlayışları marksizme sokmak istiyorlar. Geçmişte bu çeşit girişimlere tanık olunmuştur. Lenin, Materyalizm ve Ampiryokritisizm adlı kitabını bu gibi girişimlere karşı yazmıştır. Bugün de, marksizmin geniş yayılma döneminde, bu girişimlerin yeniden doğuşuna ve çoğalmasına tanık olunmaktadır. Eğer marksizmin gerçek felsefesini bilmezsek, marksizmin kesinlikle felsefi yönüne saldıran bu gibi girişimleri nasıl tanıyabilir, nasıl gerçek yüzlerini meydana çıkarabiliriz?
VIII. VARGI
Bereket versin ki, birkaç yıldan beri, özellikle işçi sınıfı içinde, marksizmin bir bütün olarak incelenmesine doğru yaman bir itilim, özellikle de materyalist felsefenin incelenmesine gittikçe artan bir ilgi görülmektedir. Bu, bugünkü durumda, işçi sınıfının, materyalist felsefenin okunup öğrenilmesi gereğinden yana, başlangıçta ileri sürdüğümüz nedenlerin haklı olduklarını çok iyi anladığını gösteren bir belirtidir. İşçiler, kendi özel deneyimleriyle, pratiğin teoriye bağlanması zorunluluğunu, aynı zamanda da teorik çalışmayı olabildiği kadar ilerilere götürmek zorunluluğunu öğrenmişlerdir. Her militanın görevi, bu akımı güçlendirmek ve ona doğru bir yönelim ve doğru bir içerik vermektir.
Paris İşçi Üniversitesi[91] sayesinde binlerce kişinin diyalektik materyalizmin ne olduğunu öğrenmiş olmalarını görmekten çok mutluyuz ve diyalektik materyalizm nasıl bizim burjuvaziye karşı savaşımımızı, bilimin kimden yana olduğunu göstererek çarpıcı bir biçimde aydınlığa kavuşturuyorsa, aynı zamanda; bize, ödevimizi de gösterir. Okumak, öğrenmek, çalışmak gerekir. Marksizmi tanımak ve tanıtmak gerekir. (sayfa 231) Militanlar, sokaktaki ve işyerindeki savaşımın yanında ve ona paralel olarak ideolojik bir savaşım da yürütmelidirler. Onların ödevi, ideolojiyi bütün saldırı biçimlerine karşı savunmak ve aynı zamanda işçilerin bilincinde burjuva ideolojisini yıkmak için karşı-saldırıyı yürütmektir. Ama bu savaşımın bütün yönlerine egemen olmak için ideolojik bilgiyle donatılmış olmak gerekir. O, ancak, diyalektik materyalizm bilgisiyle, gerçek militan olacaktır.
Hiçbir şeyin bilimlerin gelişmesini engelleyemeyeceği en yüksek toplumu kuruncaya kadar ödevimizin temel bir bölümü de budur.
|