Kendisine bakanda haz ile beğeni duyumları uyandıran nesnelerin en belirleyici niteliğini ya da yetisini anlatan estetiğin temel kavramı. Gönül okşamak, iç gıcıklamak, büyülemek, yaşama sevinci uyandırmak türünden hep olumlu duygulanımlar doğuran şeylerin ya da sanat yapıtlarının en belirleyici niteliği. Nitekim bu bağlamda güzeli ya da güzel olanın güzelliğini anlamak amacıyla kimileyin biçim ya da renk uyumu gibi güzel olanın kendisindeki birtakım nitelikler, kimileyin de özgünlük, imgelemin parlakliğı, en üst düzey yaratma gücü, el becerisinin yetkinliği gibi yaratanın değişik yeti ile becerileri öne çıkarılmıştır. Büyük ölçüde genel felsefe soruşturmasının çok daha derin bulduğu konular üstüne yoğunlaşmasından ötürü, felsefe geleneği çok da önemli bulmadığı güzel konusuna yönelik kapsamlı ve bütünlüklü bir güzel kuramı ortaya koyamamıştır. Nitekim güzel üzerine felsefe tarihinde söylenenlerin büyük bir bölümü çoğunluk etik alanındaki düşüncelerin bir uzantısı ya da içerimi konumundadır. Aynı durum, yani "güzel" sorununun yeterince göz önünde bulundurulmamış olması modern toplum bilimleri için de büyük ölçüde geçerlidir. Nitekim Felsefe tarihine şöyle bir bakıldığında, güzel üzerine kurulmuş kapsamli dizgeler ya da öğretilerden çok, dile getirdiği içgörü nedeniyle başlı başına kendi içinde bütünlüğü bulunan bir dizge ya da öğreti olmaya aday derinlikli savsözlerin ya da sözdeyişlerin daha önemli bir yer tuttukları görülmektedir. Söz konusu özlü sözler arasında en çarpıcılarından üçü şöyledir (açıkça görüleceği üzere, her biri üç ayrı dönemde, üç ayrı felsefe çerçevesinde, üç ayrı fılozof ça dile getirilmiştir): “Güzel, salt güzelin kendisi için arzulanabilir olandır" -Yunan usçu fılozof Aristoteles ; "Şeylerdeki güzel zihin onlara bakarken onlarla bütünleştiği sürece güzeldir" - İskoçyali deneyci fılozof Hume ; "Daha işin en başındayken rahatlıkla güzelin doğadan çok daha yüksek olduğunu öne sürebiliriz. Nitekim sanatın güzeli, zihinden doğan bir güzeldir, yani yeniden doğmuş bir güzellik; dolayısıyla gerek zihin gerek onun yaratan doğadan üstün oldukça, buna bağli olarak sanatın güzelliği de doğanın güzelliğinden daha yüksek olacaktır" -Alman idealist filozof Hegel. Felsefe tarihinde ağırlık verilen "doğruluk", "bilgi", "iyi" kavramları üzerine olduğu kadar "güzel" kavramına yönelik olarak kapsamlı soruşturmalar yapılmamış olmasına karşın, kökleri Alman Romantizmi'nde atılan bir düşünce damarı doğrultusunda günümüzde güzel üzerine giderek ivme kazanan bir felsefece düşünme devinisi göze çarpmaktadır. Güzel konusu üzerine düşünen estetik kuramlarının ya da felsefecilerin ancak birtakım belli noktalarda görüş birliği içinde oldukları görülmektedir. Söz- gelimi, estetik değerlendirmenin en önemli terimi olarak görülen"GÜZEL" ya da "GÜZELLİK" üzerine felsefe tarihi boyunca verilen yargıların, temelde nesnel mi yoksa öznel mi oldukları konusu hep derin tartışmalara kaynaklık etmiştir. Bu bağlamda ortaya çıkan öneli anlayışlardan gerçekçilik, güzel üzerine verilen yargıların nesnelere bakanlar ile ilgili olmaktan çok, bakanları doğrudan etkileme gücü taşıyan nesnelerin kendilerinde bulunan nesnel özellikler ya da yetiler ile ilgili olduklarını ileri sümektedir. Gerçekçi yaklaşım bağlamında, hem söz konusu özellikler ile yetilerin neler olduklarını tanımlamaya hem de bunların nasıl bilinebilir olduklarını belirlemeye dönük önemli sorunlar baş gösterdiği açıktır. Öte yanda Platoncular, güzelin ideal duyular üstü bir form olarak varolduğunu savunurken, XIX. yüzyıl kuramcıları bunu "yan duyusal" Kant 'ın aşkınsal felsefesi, güzel deneyimini bilmenin en temel gerekleri olarak gördüğü "öznel evrensellik" ile "öznel zorunluluk" güzelin kendisinden çok güzel deneyiminin her durumdaki önceliği olduğunu savunarak, güzel felsefelerinin üzerinde açıkça bir kırılma meydana getirmıştir. Buna karşı kuşkuculuk öteki bütün konularda olduğu gibi güzel konusunda da insanın kayıtsız koşulsuz önceliğine parmak basarak, nesnelere yüklenen güzel özelliğinin yalnızca bakan kişinin öznel estetik hazzından kaynaklanan bir düşünümün sonucu olduğunu, dolayısıyla nesnel bir karşılığı bulunmadığım düşünmektedir. Güzelin tam olarak neliğini kavramaya yönelik olarak açıklığa kavuşturulmaya çalışılan konuların başında güzelin gerçek anlamda varolup varolmadığı sorusu gelmektedir. Gündelik dilde yerleşik bir deyiş haline gelmiş bulunan "güzel bakanın gözündedir" tümcesi doğrudan alındığında, güzelin herhangi bir nesnenin kendinde(n) taşıdığı bir özellik olmadığını, dolayısıyla nesnelerin kendilerinin estetik bakımdan değerlendirilmeyi bekleyen birtakım özellikler taşımadıklarını dile getirmektedir. Güzelin nesnel anlamda bir gerçekliği bulunmadığım yani hep bakanın öznelliğinden kaynaklandığını ileri süren bu görüş çoğunluk estetik özınelcilik ya da estetik yoksayıcılıkadıyla anılmaktadır. Nitekim güzelin varlığına yönelik bu görüş, estetik araştırmayı çok büyük oranda toplumsal ya da ruhbilimsel yönelimli bir araştırma olarak görmekten yanadır. Yine aynı sorun bağlamında, güzelin her durumda nesnelerin kendilerinde(n) taşıdıkları özellikler olduğunu, bu özelliklerin de o nesnelerin tekliğiyle ya da biricikliğiyle birlikte değerlendirilmesi gerektiğini savunan yaklaşım ise estetik nesnelcilik ya da estetik gerçekçilik diye adlandırılmaktadır. Estetik nesnelcilik (estetik gerçekçilik) ile estetik öznelciliğin (estetik yoksayıcılık) yanıt aradıkları sorular ile üstüne düşündükleri konuların pek çoğu ortaktır. Bunlar arasından en önemlileri kısaca şöyle sayılabilir
i) Güzellik bildiren terimlerin anlamlı bir biçimde uygulanabilir olduğu varlık alanının genişliği nedir? Bu soruya karşı kimi estetikçiler, güzelliğin ortaçağ felsefesindeki anlamıyla her şeye uygulanabilir bir kategori olarak bütünüyle "aşkın" olduğu yanıtım verirken, kimileri de bu sava karşı çıkarak güzelliğin ancak belli alanlara uygulanabilir olduğunu savunmaktadır. Hatta bu ikinci yaklaşımda, çiçeklerden kokulara, bedensel duyumlardan düşüncelere, kuramlardan erdemlere, bir fılozoftan bir başka 6lozofa farklılık gösteren güzel varlık alanlarına yönelik alabildiğine değişik bölümlemeler bulunmaktadır.(ıı) Hangi ölçülerde estetik değerler güzel kavramının alanda toparlanabilir? Bu bağlamda kimi estetikçi Her, "yüce", "trajik", "ironik", "korkunç", "görkemli"gibi değişik estetik yargı biçimlerinin özce güzelin türevleri olduklarını düşünürken, kimileri de bunların güzelden bütünüyle bağımsız başlı başına ayrı estetik değerler olduklarını ileri sürmektedir. (ii) Hangi ölçülerde değişik türden varlıklar güzellikleri bağlamında karşılaştırılabilirler? Bu soruya kimi estetikçiler böyle bir karşılaştırmanın ilkece olanaksız olduğu yanıtım verirken, kixnileri de Platoncu "idealar öğretisi'nden yola çıkarak, güzelin tümel bir değer olduğunu, bütün varlıkların ondan pay aldıklarını, dolayısıyla bu karşılaştırmanın yapılabilir olduğunu, hatta yapılması gerektiğini öne sürmektedir. (iii) Güzel üzerine, güzellik bildiren yargıların verilişinde başka etmenlerin rolü nedir? Bu sorunun da yine iki ayrı karşıt görüşçe yanıtlandığı görülmektedir. Bir bölüm estetikçi güzelin her durumda güzel olarak başka etmenlerin işin içine katılmadan değerlendirilmesi gerektiğini savunurken, diğer estetikçilerse özellikle sanat yapıtlarından verdikleri teknik örneklerle güzelin güzelliğinde doğrudan estetikle ilintili olmayan pek çok başka etmenin önemli roller oynadığına dikkat çekmektedir. Estetik tarihinde güzel sorunu bağlamında temellendirilen gerçekçilik anlayışının en yalın anlatımı Platon ile Plotinos felsefelerinde görülmektedir. Bu bağlamda gerek Platon gerekse Plotinos, güzelin her durumda doğrudan yaradılıştan ileri gelen, tek tek nesnelerin kendi özellikleri olmaktan çok duyularüstü soyut bir Form'un dışavurumu olduğunu ileri sürmektedirler. Güzel ile ilişkiye geçme varlik tekleriyle başliyor olsa bile, son çözümlemede gerçek güzel deneyimi matematik tanıtlama örnekçesi doğrultusunda gerçekleşen bir bilgi düzeyindeki salt etik sezgiyle olanaklıdır.
Her iki düşünür de güzeli kavramaya yönelik bu kuramsal çerçeveyi birtakım estetik ilke ve ölçütlerle bütün bütün ayrıntılandırmamış olsalar da, Platoncu yönelimli birtakım estetikçilerin "bolluk", "coşku", "tutku", "çılgınlık'Dionysosçudeğerlere karşı "düzen", "birlik", "açıklık", "uyum", "denge"Apolloncu estetik değerleri çok daha öne çıkardıkları gözlenmektedir. Bu bağlamda, Platoncu ya da Plotinosçu güzellik kuramlarının açıklamadan bıraktıkları temel bir nokta, güzel niteliğinin doğasını tam olarak neyin oluşturduğudur. Nitekim ne Platon ne de Plotinos güzel niteliğini tanımlamaya yönelik belli çözümlemeler sunmadıklarından, getirdikleri açıklamalar yet yer bulanıklığa varan gizemli bir havaya bürünmüştür. Bunun yanında felsefe tarihinde karşılaşılan bir ikinci gerçekçi güzellik kuramı, güzelin özünde güzele bakan ile güzel olan nesne arasında kurulan"ilişkililik" G. E. Moore 'un güzel tanımı ötekiler arasında daha bir sivrilmektedir: "Duyulan beğeniyle birlikte nesnenin kendisindeki iyiliği olduğu gibi izleme hali." Moore'un bu tanımı, bilinç yaşantısı ile güzel yaşantısı arasındaki kavramsal ilişkililiğin "kendiliğindenliği" üstüne yaptığı vurgu nedeniyle, güzelin insan üstünde ne gibi etkilerde bulunduğuna yönelik ayrıca bir araştırmaya yer bırakmıyor olması bakımından önemlidir. Bu anlamda Moore 'un anlayışının güzel ile insan deneyimi arasındaki ilişkinin nasıl kurulduğuna iyinin izlenmesi temelinde açıklık getirmesi bakımından, Platoncu güzel tasarımının yeryüzüne indirilmiş hali olduğu söylenebilir. Moore'un açıklamasının Platoncu güzel tasarımı karşısında taşıdığı üstünlüklerden biri de, farkli türden nesnelerin ya da şeylerin güzelliğini açıklamada Platonculuğun karşılaştığı güçlüklerle başa çıkmak için açık bir yama oluşudur. Moore'un anlayışında güzelin doğası gereği kendi içinde bulundurduğu iyilik niteliği çözümlenemez bir nitelik olmamakla birlikte, deneysel gözleme bütünüyle kapalıdır. Güzeldeki iyi ile ancak düşünsel bir sezgileme haline geçildikten sonra kendisiyle kurulan dolaysız ilişkide karşılaşılabilmektedir. Öte yanda, XVIII. yüzyıl İngiliz filozoflarının, başta Hutcheson ile Hume olmak üzere, aynı rengin ya da sesin belli duyularca tanınması gibi güzelin de "güzel duyumu" aracılıgıyla kavrandığını ileri süren "dogalcı bir güzel anlayışı" ortaya attıkları görülmektedir. Burada güzelin konu oldugu duyum, dışardaki uyarılanlara değil doğrudan zihinsel temsillere karşı verilen bir tepkiden doğduğu için bütünüyle içseldir. Aynı kırmızı renkteki bir nesnenin görsel koşullar içinde renk algıçlarına gönderdigi etkiler aracılıgıyla Bomıe organınca kırmızı renkte bir görüntünün alımlanmasını sağlama gücü taşıması gibi, duyulur bir nesnenin güzelliği de görsel koşullar içinde güzel algılarına gönderdiği bir güzel verisi aracıliğıyla görme organınca güzel bir görüntünün alımlanmasını sağlamaya yönelik bir güç taşımaktadır. Ne var ki bu deneyci yönelimli güzellik kuramı, hem salt görme merkezli olduğundan ötürü hem de güzelin "degerbilgisel" ile ahlâksal yönüne ilişkin bir yanıt sunmadığı için yeterli bir "güzel" açıklaması olarak götürülmemektedir. Kant 'ın güzde ilişkin sunduğu açıklamalar ise felsefenin pek çok konusunda olduğu gibi çığır açıcı bir değer taşımakla birlikte, gerek içerikleri gerekse geçerlilikleri bakımından büyük tanışmalara da konu olmuşlardır. Bu bağlamda estetik hazzın, haz nesnesinin ger- çek atılımda varolup varolmadığı sorusundan bağımsız olması nedeniyle ahlâk- sal hazdan ayrıldığını ileri süren Kant estetik deneyimde imgelemin bilişsel kaygı duymaktan bütünüyle uzak olduğu için, güzele verilen yargının genelleştirilip bir kural haline getirilemeyeceğini, dolayısıyla da hep tekil olmak zorunda olduğunu savunmaktadır.