Felsefe Sorunu.i. Felsefe ÖĞrenmeye Nasil BaŞlamaliyiz?
Giriş kısmında birkaç kez belirttik ki, diyalektik materyalizm felsefesi, marksizmin temelidir.
Amacımız, bu felsefenin incelenmesi, öğrenilmesidir; ama bu amaca varmak için, aşama aşama ilerlememiz gerekir.
Diyalektik materyalizmden sözettiğimiz zaman önümüzde iki sözcük vardır: materyalizm ve diyalektik; bu demektir ki, materyalizm, diyalektiktir. Biliyoruz ki, Marx ve Engels'ten önce de materyalizm vardı, ama onlar, 19. yüzyılın buluşlarının yardımıyla, bu materyalizmin şeklini değiştirdiler (sayfa 35) ve "diyalektik" materyalizmi yarattılar.
Materyalizmin çağdaş biçimini belirten "diyalektik" sözcüğünü, daha ilerde inceleyeceğiz.
Ama, mademki Marx ve Engels'ten önce de materyalist filozoflar varolmuştu (örneğin 18. yüzyılda Diderot), ve mademki bütün materyalistler için ortak olan noktalar vardır, öyleyse, diyalektik materyalizmi ele almadan önce, materyalizmin tarihini öğrenmemiz gerekir. Aynı şekilde, materyalizme karşı çıkarılan anlayışları da bilmemiz gerekir.
II. EVRENİ AÇIKLAMANIN İKİ BİÇİMİ
Felsefenin "en genel sorunların öğrenilmesi" demek olduğunu ve felsefenin amacının, evreni, doğayı; insanı açıklamak olduğunu gördük.
Eğer bir burjuva felsefe elkitabını açıp bakarsak, içindeki felsefelerin çokluğu, çeşitliliği ile şaşırıp kalırız. Bu felsefeler, "izm" ile biten, az ya da çok karmaşık, çok çeşitli sözcüklerle donatılır, örneğin kritisizm (eleştiricilik), evolüsyonizm (evrimcilik), entelektüalizm (anıkçılık) ve benzerleri gibi. Bu çokluk, bir karışıklık yaratır. Zaten burjuvazi de durumu aydınlatmak için hiçbir şey yapmamış, tam tersini yapmıştır. Ama biz, bütün bu sistemler arasında bir seçim yapacak, iki büyük akımı, kesim olarak birbirine karşı iki anlayışı, ayırt edebilecek durumdayız.
III. MADDE ve RUH
Filozoflar, dünyayı, doğayı, insanı, yani sonuç olarak bizi kuşatan her şeyi açıklamak işine giriştikleri zaman, şeyleri ayırt etmek gerekli olmuştu. Biz, kendimiz de, gördüğümüz, dokunduğumuz maddi şeyler, nesneler bulunduğunu (sayfa 36) saptıyoruz. Ayrıca göremediğimiz, dokunamadığımız, ölçemediğimiz, örneğin fikirler gibi, başka gerçekler olduğunu da saptıyoruz.
Demek ki, şeyleri şöyle sınıflandırıyoruz: bir yanda maddi olan şeyler; öte yanda, ruh, düşünce ve fikirler alanında kalan, maddi olmayan şeyler.
İşte böylece, filozoflar, madde ve ruh ile karşı karşıya geldiler.
IV. MADDE NEDİR? RUH NEDİR?
Az önce, şeylerin madde ya da ruh oluşlarına göre nasıl sınıflandırıldığını, genel olarak gördük.
Ama bu ayrımın, çeşitli biçimlerde ve çeşitli sözcüklerle yapıldığını belirtmeliyiz.
Böylece, ruhtan sözedilirken, düşünceden, fikirlerimizden, bilincimizden. sözediyoruz; gene aynı şekilde, doğadan, dünyadan, yeryüzünden, varlıktan sözedilirken, maddeden sözedilmiş olunuyor.
Gene bunun gibi, Engels, Ludwig Feuerbach ue Klasik Alman Felsefesinin Sonu adlı kitabında, varlık ve düşünceden sözettiği zaman, varlığa madde, düşünceye ruh demektedir.
Düşünce ya da ruhun, varlık ya da maddenin ne olduğunu tanımlamak için şöyle diyeceğiz:
Düşünce, bizim şeylerden edindiğimiz, şeyler hakkındaki fikrimizdir; bu fikirlerin bazıları, bize, alışıldığı üzere, duyumlarımızdan gelir ve maddi nesneleri karşılarlar; tanrı fikri gibi, felsefe, sonsuzluk ve bizzat düşünce gibi diğer bazı fikirler ise maddi nesneleri karşılamazlar. Burada, aklımızda tutmamız gereken esas şudur ki, biz, duygulara, düşüncelere, fikirlere, gördüğümüz ve duyduğumuz için sahibiz.
Madde ya da varlık, duyumlarımızın, algılarımızın bize (sayfa 37) gösterdiği, bize sunduğu, genel anlamda, bizi çevreleyen ve "dış dünya" dediğimiz her şeydir. Örnek: Elimdeki kağıt beyazdır. Bu kağıdın beyaz olduğunu bilmek, bir fikirdir, ve bu fikri bana veren benim duyularımdır. Ama madde, kağıdın kendisidir.
Bunun içindir ki, filozoflar, varlık ile düşünce arasındaki, ya da ruh ile madde arasındaki, ya da bilinç ile beyin. arasındaki vb. ilişkilerden sözettikleri zaman, bunların soruları hep aynıdır: Madde ya da ruhtan, varlık ya da düşünceden hangisi daha önemlidir? Hangisi, diğerinden öncedir? İşte felsefenin temel sorusu budur.
V. FELSEFENİN TEMEL SORUSU YA DA SORUNU
Her birimiz, öldükten sonra ne olacağımızı, dünyanın nereden geldiğini, yeryüzünün nasıl oluştuğunu kendi kendimize sormuşuzdur. Ve bizim için herhangi bir şeyin her zaman varolduğunu kabul etmek, güç bir şeydir. [İnsanın] belli bir zamanda, hiçbir şeyin varolmadığını düşünmeye eğilimi vardır. Onun içindir ki, "Ruh, karanlıklar üzerinde yüzüyordu... sonra madde geldi" şeklindeki, dinin öğrettiğine inanmak daha kolaydır. Gene aynı biçimde, insan kendi kendine, bizim düşüncelerimizin nerede olduğunu sorar ve böylece, ruh ile madde arasında, beyin ile düşünce arasında bulunan ilişkiler sorunu, bize göre konmuş olur. Ayrıca sorunu, daha başka türlü koyuş biçimleri de vardır. Örneğin, irade ile güç arasındaki ilişkiler nelerdir? İrade burada ruhtur, düşüncedir; güç ise olanaklı olandır, varlıktır, maddedir. "Toplumsal bilinç" ile "toplumsal varlık" arasındaki ilişkiler sorunuyla da aynı derecede sık karşılaşırız.
Demek ki, felsefenin temel sorusu, çeşitli görünümler altında kendini ortaya koyar ve bu, madde ile ruh arasındaki ilişkiler sorununun konuluş biçimini her zaman tanımanın ne kadar önemli olduğunu gösterir. Çünkü biz biliyoruz ki, (sayfa 38) bu soruya yalnız iki yanıt verilebilir:
1. bilimsel bir yanıt,
2. bilimsel olmayan bir yanıt.
VI. İDEALİZM ya da MATERYALİZM
Böylece, filozoflar, bu önemli sorun üzerinde, tutum takınmak durumuna geldiler. İlk insanlar, büsbütün bilgisiz oldukları, gerek dünya, gerek kendileri hakkında hiçbir bilgileri olmadığı, dünya üzerinde etki yaratabilmek için ancak pek güçsüz araçlardan yararlanabildikleri için, kendilerini şaşkınlığa uğratan bütün olayların sorumluluğunu, doğaüstü varlıklara yüklüyorlardı. Soydaşlarını ve bizzat kendilerini canlı gördükleri düşlerinin etkisiyle, imgelemlerinde; herkesin çifte varlığı olduğu gibi bir anlayışa vardılar. Bu "çift" olma fikrinin verdiği rahatsızlık ve tedirginlikle, kendi düşüncelerinin ve kendi duyumlarının, "kendi öz bedenlerinin bir eylemi olmadığı, ama bu bedende oturan ve ölüm anında bu bedenden ayrılan ayrı bir ruhun işi olduğu düşüncesine varmışlardır".[3]
Daha sonra, ruhun ölmezliği ve ruhun madde dışında yaşayabileceği fikri doğdu.
Gene, tekniğin yenmeye elverişli olmadığı ve anlayamadıkları bütün bu (filizlenme, fırtınalar, seller vb.) olaylar karşısındaki, doğa güçleri karşısındaki kaygıları ve güçsüzlükleri, onları, bu güçlerin arkasında sonsuz bir güce sahip, iyilikçi ya da kötülükçü, ama her iki halde de kaprisli birtakım "ruhlar" ya da "tanrılar" bulunduğunu varsaymaya götürdü.
Gene, onlar, insanlardan daha güçlü olan varlıklara, tanrılara inanıyorlardı; ama onları, insan ya da hayvan biçiminde, maddi cisimler gibi tasarlıyorlardı. Ancak daha (sayfa 39) sonradır ki, ruhlar ve tanrılar (sonra da tanrıların yerini alan bir tek tanrı), salt ruhlar halinde kavrandılar. Bunun üzerine, gerçekte, bütünüyle kendilerine özgü, bedenlerinden büsbütün bağımsız bir yaşamları olan ve varolmak için bedenlere gereksinme duymayan ruhlar olduğu fikri doğdu.
Daha sonra bu soru, dindeki değişikliğe uygun olarak, şu şekilde, daha kesin, belirli bir biçimde soruldu:
"Dünya, tanrı tarafından mı yaratılmıştır, yoksa bütün öncesizlik boyunca var mıydı?
"Filozoflar, bu soruyu yanıtlayışlarına göre iki büyük kampa ayrılıyorlardı."[4]
Bilimsel olmayan açıklamayı benimseyerek, dünyanın tanrı tarafından yaratıldığını kabul edenler, yani ruhun maddeyi yarattığını söyleyenler, idealizm kampını oluşturuyorlardı.
Ötekiler, dünyayı bilimsel olarak açıklamaya çalışanlar, doğanın, maddenin başlıca öğe olduğunu düşünenler, materyalizmin çeşitli okullarında yeralıyorlardı.
Başlangıçta, bu iki deyimin, yani idealizmin ve materyalizmin, başka bir anlamı yoktu.
Demek ki, idealizm ve materyalizm, felsefenin temel sorununa karşıt ve çelişik iki yanıt verirler.
İdealizm, bilimsel olmayan anlayıştır. Materyalizm ise, bilimsel dünya anlayışıdır.
Daha ilerde bu doğrulamanın kanıtları görülecektir, ama şimdiden, taşlar, metaller, toprak gibi, düşünceye sahip bulunmayan cisimlerin varolduğu deneyle yeterince saptanırsa da, tersine, bedensiz, yani cisimsiz ruhun varlığının hiçbir zaman saptanmadığını söyleyebiliriz.
Bu bölümü, çeşitli yorumlara yer vermeyen tek anlamlı bir vargı ile tamamlamak istersek, görürüz ki, nasıl oluyor da insan düşünüyor sorusuna yanıt vermek için, ancak, (sayfa 40) baştanbaşa farklı ve bütünüyle birbirine karşıt iki yanıt vardır:
Birinci yanıt: İnsan düşünüyor çünkü bir ruhu vardır.
İkinci yanıt: İnsan düşünüyor çünkü bir beyni vardır.
Bu yanıtlardan birini ya da ötekini vereceğimize göre, bu sorudan doğan sorunlara da, farklı çözümler bulmaya çalışacağız. Yanıtımıza göre, idealist ya da materyalist olacağız.
|