teoman yakupoğlu 1967 yılında istanbul'da doğdu. daha sonra mezun olacağı boğaziçi üniversitesi sosyoloji bölümünde, okul arkadaşlarıyla beraber mirage grubunu kurdu ve uzun yıllar bu grubun solistliğini yaptı. birçok konser ve kayıt çalışmalarının ardından, grubun dağılması ile birlikte solo çalışmalarına başladı. istanbul üniversitesi kadın araştırmaları bölümünde mastır yaparken ilk albümü "teoman" 1996 yılında yayınlandı. daha sonra sırasıyla; "O", "17", "gönülçelen", "teoman 2003 -kırmızı albüm-", "en güzel hikayem", "renkli rüyalar oteli", "insanlık halleri" albümlerininin yanısıra, remiks albümleri de yayınladı.
kendi kurduğu procekts film/müzik şirketiyle diğer gruplarla prodüktör ve plak şirketi sahibi olarak olarak çalıştı/çalışıyor. bu şirket bünyesinde yönetmen olarak kendi kliplerini çekiyor.
müziğin yanısıra sinema alanında da çalışmaları bulunan teoman, "mumya firarda -2002-" ve "romantik -2007-" filmlerinde rol aldı. 2005 yılında gösterime giren "balans ve manevra" filminin senaryosunu, müziklerini yazdı, yapımcılığını, yönetmenliğini yaptı ve başrollerden birini üstlendi.
bazı gazete ve dergilerde köşe yazıları yazdı/yazıyor.
türkiye'nin en iyi şarkı yazarlarından kabul edilen teoman'ın albümlerindeki şarkıların bir çoğunun söz ve müziği kendisine ait. sanatçı; "en iyi şarkıcı", "en iyi söz yazarı", "en iyi albüm", "yılın sanatçısı"... gibi kategorilerde sayısız ödülün de sahibi.
Albümleri :
teoman istanbul plak - 1996
* ne ekmek ne de su
uyanıver gökyüzüyle sonsuzluğa
unutuver
hatırlatırsa ellerin
süzülsün dudaklarından
yıllar boyunca
son bir nefes, acın katlanınca
bana yoksun biliyorum
usul usul eriyorum
kararıyor gözlerim hep
yorgunum
yığılır kalır
yüreğim
donuk gözlerinde
ter atar deniz geceler indiğinde
bana yoksun biliyorum
usul usul eriyorum kararıyor gözlerim
hep yorgunum
ne ekmek, ne de su
sensizlik korkusu
istemem yeter ki sen
yanımda ol.
yeter!
söz: teoman - barlas
müzik: barlas
* papatya
bizi tanıyan herkes bilir
senle ben eskiden beri
hiç derdimiz olmadan büyümüştük yan yana
hani çok sevdiğin o filmi gördükten sonra
kısacık kestirip saçlarını içtin ilk sigaranı
oh papatya,
yüzümün haline bak,
seninle kim kalacak,
ışıklar kapanınca?
buradan çok uzakta
oh papatya,
son bir defa bana bak,
seninle kim kalacak ışıklar kapanınca
benden çok uzakta
zaman mı değişti yoksa ben mi,
geride kaldı o günler?
aklım belli karışmış,
yüzümde gölgeler.
senin için saklayıp, sana getirip,
anlattığım herşey
artık çok boş geliyor
yalan tüm kelimeler
şimdi o günlere dönüp,
seni düşündüğüm anlarda
hala üstümde kokun,
sesin kulaklarımda
söz: rıza erekli
müzik: rıza erekli
* sessiz eller
ben hala ölürüm plastik çiçekli gizli bahçemde
sessizlikten kaçar sığınırım yorgunluğun koynuna
apansız uyanır düşlerin
tek güzel yerinde ararım tadını
eve dönmenin yolunu bilmenin
kimin, kimin bu sessiz eller
mor halkalı yaralı gözler
kıyılarıma vuran sen misin
kimin, kimin bu kör gözler
bu varışsız yalan sözler
adını unutan sen misin
ben hala ararım
bilinmeyenin ulaşılmaz balını
kaçarım kalabalıktan, yalnızlıktan
dostumuz ölümden
söz-müzik: teoman
* vur sen beni
gözyaşıysa sevdiklerin
ben en çirkini
en fakiri
yanmıyorsa yorgun lambam
isıtmazsa
karton evim
hiç tutmam ben
sözlerimi
derindir uykum
uyanmadım
on gün oldu
ben öleli
bir öyküydüm
anlatıldım
vur sen beni
yerden yere
damganı savur
ellerimize
bir kavga ki
ürkütürse
kanatırsa
seni gizlice
söz-müzik: teoman
esinlenme: dream on(tyler)
* hepsi bir ya sonunda
renkler, mevsimler soluyorsa
sen evde yokken sevgi seni arıyorsa
günler yağmurlarla yok olsa
çok küçüksen üstüne basılıyorsa
çok gezenin bildiğinde
çok bilenin mutsuzluğunda
hepsi bir ya sonunda
renkler, mevsimler soluyorsa
sen evde yokken sevgi seni arıyorsa
çok gezenin bildiğinde
çok bilenin mutsuzluğunda
hepsi bir ya sonunda
söz: teoman
müzik: alper erinç
* sen benim olmasan da
daha gün ışığı görmeden
bana görünmeden,
yolunda
her gün arar o sevgiyi
mışıl mışıl, uykusunda
sanma seni hatırlarım
önce, sonra, görmediğinde
sanma sana çok kızarım
zaten odam hep dar geliyor bana
sen benim olmasan da...
yazı bitiren o ellerin
seni sevenlerin koynunda
gördüm acılı resmini
bana gülümsedi
sonunda
sanma seni hatırlarım
önce, sonra, görmediğimde
sanma sana çok kızarım
zaten odam hep dar geliyor bana
sen benim olmasan da...
ya siz beni sevenler,
unuttunuz sonunda
bu "oteller kenti" nin
diğer yakasında
sorulunca yanıtı
İçimizde olan,
kanımı donduran, ısıtan,
durduran
bir kalemsen,
bir boş kağıt
mutlu aşk varsa da,
mutlu son yoktur.
çocukluğun anıları
sırtında ağır örtü,
üşütendir aslında
kış gecelerini
süre değil anlattığım,
her şeyin sonu
mutlu aşk varsa da,
mutlu son yoktur
söz-müzik: teoman
* yollar
gözlerim kör karanlıkta
kör kuyunda
boğulursa,
tenim benim olmadıysa
yitirilmiş,
tutsak olmuş,
düşman olmuş,
milyon defa tekrarlanan
hayatımsa
gizli bağın çözüldüyse
yollar varsa
pahalıysa
uzun, kısa ya da darsa,
artık hiç farklı omayan,
sıkıldığın,
hayatınsa
aslında yollar
yalanını görmez, yaraları sarmaz
hiç bitmez
aslında yollar
daralıp açılmaz, sonuna da varmaz
hem varsan da
farketmez ki.
oldu, oldum, çocuk kaldım
yüreğimden yaralandım
bir yer olsa
huzur sunsa
dizlerim üstünde çöksem
sonsuz yolu aydınlansa
günün ilk ışığında
son bir kez nefes alsam
kaybolasam gözyaşında
ya da ilk kitabında
söz-müzik: teoman
* her gün aradıysam
gizli değil ki bu, okunuyor yüzümden
sonsuz bulamayışı kalbimin
bir daha aramaz tanırım onu
kaçamağı beynimin
tutunuversem
çalısıyla sevginin
uçurumlarda...
her gün aradıysam,
hiç bulamadıysam,
hep çocuk kaldıysam.
büyür müyüm sonunda?
tek sen değilsin ki
boşluğa uzanan
korkak, sevgisiz kalbimiz
bir daha aramaz
tanırım onu
yaralıyız hepimiz
söz-müzik: teoman
* yarın olmaz
bir anda
yok olur anılarım
gözlerim kapanırsa
azalır umutlarım
bir anda
sisler rıhtımında
bekle der gölgeler
gün battığında
ama ben uyandım
sağa sola baktım
doğrular içinde
yalana inandım
yarın olmaz
söz: teoman - barlas
müzik: barlas
* yazgı
sil severek gözleri
dilsiz ellerinle sarmala
sar beni
korkusuz isteğin bağırsın
ölmemiş sevgiler arasına koy beni
aslında yok çaresi
bilirim
canlar verir soğuk nefesim
aslında yok çaresi
sevginin
kabaran serin teninin
yollara yıllara yazgımı yazdım yanında
hep uzaksa her biri
kavrayıp bıraktıysan hep beni
görünmem duvarlar inince
yine de sen hep dokun
gör beni
söz-müzik: teoman
* hiç kimse bilmez
ben hep sana gelirim
beni anlasın diye tenin
bırakırım kamaşsın yaşamdan gözlerim
tenini avuçlarım zaten severim
gelmesen de sevmesen de beni
tutsan ellerimden
geçmişi unutamam ki
öpsem gözlerinden yaşları kurutamam ki
damağım çöle dönmüş
oyuncağını geri ver içimdeki çocuğa
hiç kimse bilmez
hiç kimse sevmez
şimdi sen de yoksun yanımda
hiç kimse duymaz
hiç kimse sormaz
şimdi sen de yoksun yanımda
yüzüm gözüm toz toprak,
yağmurların yıkamaz
kalbim kabuk bağlar
İçim artık acımaz
kanserli kentlerin çığlığından
son trenle ayrıldığımdan
söz-müzik: teoman
o nr1 müzik - 1998
* sus konuşma
küçücüktüm, ufacıktım, bir dilenci kraldım
çok yürüdüm, çok acıktım
kalbim sızlar, yüzüm gizler
bir tren camından dünyayı gördüm, haline üzüldüm
sus konuşma
sözler kimin umurunda
son bir öpücük
yeter açık yaralarıma
belki sen
umutsuzluktan sessizsen
zaten her zaman kaybettik senle ben
hayat bir yarış dersin hep bir meydan savaşı
bir kavga, sakın yara alma
sen bir kağıt gemisin gazeteden
kıvrımların açılırken yorulmaz mısın
hergün ölmekten
sus konuşma
sözler kimin umurunda
son bir öpücük
yeter açık yaralarıma
belki sen
umutsuzluktan sessizsen
zaten her zaman kaybettik senle ben
söz-müzik: teoman
* o
o her şeyi kendi yanından görüp
almak istediğini alır
başka şey düşünmez
beni unuturdu
onun her anı heyecan dolu
beni üzdüğü zamanlar bile
yokluğunu hissetmek
beni korkuturdu
ben her şeyi onun için, onun
yanında yaparken
o hepsine uzaktan bakardı bir yabancı gibi
her sözümü dinliyor gibi
beni kandırırken
İçinden geçen binlerce ses bastırırdı sesimi
o her günü yeni bir umutla
bekler gibi görünür
yarına inanmaz, beni avuturdu
onun her anı heyecan dolu
beni üzdüğü zamanlarda bile
yokluğunu hissetmek
beni korkuturdu
söz-müzik: rıza erekli
* kardelen
bir telefon çığlığıyla
yalnız bir güne uyandım
bir an yanımdasın sandım.
"dün" de yok, "yarın" da yok
sonsuz bir şimdi içinde
o an nefessiz kaldım
başka türlü birşey bu
yalnız seni isteyen
başka türlü birşey bu
sen gelsen aniden
kardelen, uçup gittin elimden
peki, yine döner misin?
sen kardelen, açıversen yeniden
beni hala ister misin?
aynı cümleyi on kere okurum
bir şey anlamam, çünkü
aklım hep sende
eski bir rüya uğruna
başka bir rüyaya tutundun,
keşke anlasan sen de
başka türlü bir şey bu
yalnız seni isteyen
başka türlü bir şey bu
sen gelsen aniden
kardelen, uçup gittin elimden
peki, yine döner misin?
sen kardelen, açıversen yeniden
beni hala ister misin?
sen kardelen, uçup gittin elimden
peki,yine döner misin?
sen kardelen, açıversen yeniden
beni yine sever misin?
başka türlü bir şey bu
yalnız seni isteyen
başka türlü bir şey bu
sen gelsen aniden
kardelen, uçup gittin elimden
peki, yine döner misin?
sen kardelen, açıversen yeniden
beni yine ister misin?
sen kardelen, uçup gittin elimden
peki, yine döner misin?
sen kardelen, açıversen yeniden
beni yine sever misin?
beni yine ister misin?
beni hala sever misin?
kardelen..
kardelen..
kardelen..
söz-müzik: teoman
* bazı yalanlar
yorgun görünüyorsun, biraz uzan istersen,
sever gibi yapma artık, daha henüz vakit varken
birkaç yaralı ruh,
birkaç bira şişesi,
elimizde bunlar var,
mutlu olmaya yetmez ki,
aşk.
yalanlarımız güzel, inanması zevkli,
bir şey sevmeye değerse ölmeye de değer mi?
birkaç uyku hapı,
birkaç kıskançlık krizi
elimizde bunlar var,
mutlu olmaya yetmez ki,
mutlu olmaya yetmez ki,
mutlu olmaya yetmez ki
bazı yalanlar güzel,
bazı gerçekler acıymış.
bazı ölümler uzun,
bütün hayatlar kısaymış.
bikaç kalp ağrısı,
birkaç imdat çağrısı
elimizde bunlar var
mutlu olmaya yetmez ki...
söz-müzik: teoman
* bir damla gözyaşı
tüm kaybolanlar
kaybolmuşlara rastlarsa
zamanın birinde
tek bir damla gözyaşım
göle düşerse
ellerimden kayıp gidince
bir uyansam, uyansam, uyansam uykumdan
bir damla gözyaşı
bir damla var elimde
bir damla gözyaşı
bir damla ellerimde
sonunda görürüz belki
sen de ben de uçsuz bucaksızız
bu yalnız şehirde
yaşam sevincin duruyor mu hala içinde
sustun konuşmadın sözcükler bitince
bir uyansam, uyansam, uyansam uykumdan
bir damla gözyaşı
bir damla var elimde
bir damla gözyaşı
bir damla ellerimde
söz-müzik: teoman
* yağmur
dayanmak zormuş meğer
sonu belli oyunlara
reddetmeye gücün yoksa eğer
oysa ki özgürlüğü seçmek
başka vücutlar sevmek
bir şehri tam kalbinden
beyninden vurup gitmek
var aklımda bir yağmur
çok uzaklardan çağırıyor
gelirsen severim diyor
yağmur yağmur çok uzaklardan
çağırıyor gelirsen severim diyor
her maske birşey söyler
nefretler sevgiler
bırak artık sevmiyorsan eğer
oysa ki özgürlüğü seçmek
başka vücutlar sevmek
bir şehri tam kalbinden
beyninden vurup gitmek
var aklımda bir yağmur
çok uzaklardan çağırıyor
gelirsen severim diyor
yağmur yağmur çok uzaklardan
çağırıyor gelirsen severim diyor
söz: teoman
müzik: alper erinç
* gemiler
bir an için çıksan hayatımdan
yanık tenli omuzumdan
haykırsam maziden, uzaklardan
şu anda yanımda
deniz rüzgara karışmış güneşte
martı(dalga) sesleri vardı gülüşlerde
gülüşlerde gülüşlerde
sen geçerken sahilden sessizce
gemiler kalkar yüreğimden gizlice
söz: orhan atasoy
müzik: ercüment vural
* kişisel bir şey
kişisel bir şey değil bu
yaşamak zor buralarda
kimdendi bu yara diye
kalbine sorduğunda
gerçeği istiyorsan
diyeceklerimi unuttum
garip geliyor dostlar
iz bırakmadan kaybolunca
bilirim geri gelmezler ama
en güzel günleriydi onlar hayatımın
bazen bir fısıltı çıkar
bağırmaya çalışınca
tek bir umut bile yok mu
insan geçmişle yaşayınca
son kez inan yalan olsa da
bazen bir rüya yeter
kendimi kandırabilirim
ikimiz de görürsek eğer
söz-müzik: teoman
* dünya
herkes gibi
olmayan hayaller peşinde
yalnızım
kelimeler acıtır canımızı
bilmeden
el yordamıyla koşarken
dinle artık duymuyoruz
yalama hayaller
sonunda
dünya aslında
yanıbaşımızda
söz-müzik: teoman
* oğul
kurumuş kuyunun suyu
incirin sütü çoktan çekilmiş
bir zamanlar dünya sandığım bahçeyi
ayrık otları dikenler bürümüş
bardaktaki su, denizde kum kadar umarsızdım
bir zamanlar dünya sandığım bahçeyi
ayrık otları dikenler bürüdü
anne, ben geldim
dizlerin duruyor mu başımı koyacak?
anne, ben geldim
ben, oğlun, hayırsızın
şiir: ahmet erhan
müzik: teoman
onyedi nr1 müzik - 2000
* paramparça
saatim yok tam olarak bilemem
biraz bira, biraz şarap önceydi
nasıl oluyor vakit bir türlü geçmezken
yıllar hayatlar geçiyor
kayıp bir bavul gibiyim hava alanında
ya da boş bir yüzme havuzu sonbaharda
çok mu ayıp hala mutluluk istemek
neyse zaten hiç halim yok
bugün benim doğum günüm
hem sarhoşum hem yastayım
bir bar taburesi üstünde
babamın öldüğü yaştayım
bugün benim doğum günüm
kelimeler büyüyor ağzımda
bildiğim tüm hayatlar
paramparça, paramparça
takatim yok yine de telefona sarıldım
son bir özür için sevdiğim kadınlardan
aradım mesajlar çıktı kapattım
telesekretere konuşamayanlardanım
söz-müzik: teoman
* 17
boşver beni
mühim değilim
bu onun hikayesi
çok beyazdı, kir tutardı
ömrü kelebek kadardı
mektupları şişedeyken
bir de bakmış deniz yokmuş
tek başına dans ederken
mutsuzluktan sarhoşmuş
daha onyediymiş
oyundan kalkmak isterken
kağıtlar dağıtılmış
bu hava boşluğunda
artık her şey satılıkmış
trafikte akmayan
hep onun şeridiyken
söylediği son şarkı
elveda zalim dünyaymış
daha onyediymiş
söz-müzik: teoman
* rüzgar gülü
kır evinin verandasında
bir rüzgar gülüne rastladım
İnsanmışcasına konuşmaya başladım
dedim, benim kadar yalnızsan
tek gecelik bir aşksan
omuzlarına abanan
bir anıdan kaçıyorsan
dibe vurduysan
ya da hala düşüyorsan
bir yaz günü bir yaz günü
hiç bu kadar üşüdün mü?
rüzgar gülü rüzgar gülü
hiç ölümü düşündün mü?
hayalimdeki adsız kadın
sanki ağzımda tadın
eminim ki sen de hep kendini aradın
evimin yolu beni unutmuş otellerin soğukluğunda...
tüm bu garip duygular
bir tür iç kanama
dibe vurduysan
ya da hala düşüyorsan
bir yaz günü bir yaz günü
hiç bu kadar üşüdün mü?
rüzgar gülü rüzgar gülü
hiç ölümü düşündün mü?
söz-müzik: teoman
* uykusuz her gece
tam ona sarılırken gördüm pencereden
gülünecek ne vardı, gülüyordun ya öperken
bu gece seninle olalım canım derken
sildim seni o an kalbimden
neydi kopan içimden
yıllar zincirinden
öldüm sanki yaşarken
kaçtım hemen o sahneden
kendimi buldum ben çalıştığım bu yerde
azalır acılar da belki gitgide
uykusuz her gece bu soğuk kahvede
sabahlarım bazen günlerce
rüyalarıma gelme diye
uykusuz her gece, yorgun ölesiye
unutur muyum seni yorulsam her gece
masada boş bardaklar
kirlenmiş tabaklar
çoğalıyor önümde bitmesin sabaha kadar
yakmıyor elimi artık bu kaynar sular
yoruldukça kaybolur acılar
söz: fikret şeneş
müzik: g.capuano, m.capuano
* iki yabancı
(düet: şebnem ferah)
yazdan kalma bir günden
ya da çölde çay filminden
bir sahne var aklımda
oyuncular sanki biziz
mutsuzuz ikimiziz
kimi aşklar hiç bitmezmiş,
bizimkisi bitenlerden
sevmeye yeteneksiziz
İki yabancı iki yabancı
birlikte ama yalnız
İki yabancıyız
hani o güneşin batışı
bizi tanrıya inandırışı
şu an o akşam aklımda
ama çok zaman önceydi
yaralarımız ağır değildi
yine de bağışladım ben hep seni
hem seni hem de kendimi
o kadar yoktun ki
yazdan kalma bir günden
yada çölde çay filminden
benimde sahneler aklımda
seninkilerden farklı ama
artık kendini kandırma
yoktur üstüne senin güzeli çirkin yapmakta
suçuysa dünyaya atmakta
neyin bildin ki değerini
benimkini bileceksin
bunu da tabi mahvedeceksin
İki yabancı iki yabancı
birlikte ama yalnız
İki yabancıyız..
söz-müzik: teoman
* gündüz tarifesi
biraz uyusam geçer belki
bir kalp atışı uzağında
istemezsen hemen giderim gerçi
taksi gündüz tarifesi açarsa
tuttuğum balıkları denize attım
açlıktan ölüyorum
bana gülmeyi armağan ettin
ama nereye koydum bulamıyorum
soy beni yatır uykuya
şu an sanki evimdeyim
bul beni aramana gerek yok
beni koyduğun yerdeyim
biraz uyusam geçer belki
bir kalp atışı uzağında
istemezsen hemen giderim gerçi
taksi gündüz tarifesi açarsa
kusursuz bir cinayet planı
yaptım kendime karşı
çok da ciddiye almamalı
yaptıklarımız rol icabı
soy beni yatır uykuya
şu an sanki evimdeyim
bul beni aramana gerek yok
beni koyduğun yerdeyim
söz-müzik: teoman
* o yaz
nasıl da geçmişti bütün bir yaz
başımda kavak yelleri esen o yaş
sense hanımeli kadar beyaz
çalmıştınız kalbimi biterken o yaz
nasıl da koşuşurduk bahçelerde
şarkı söylerdik mehtaplı gecelerde
sen bana ben sana komşu evlerde
kök sarmaşıklar gibi sarıldık o yaz
elime değerdi safça elin
benimse arardı seni gözlerim
öpüşürken korkusu birşeylerin
aşkımıza ilk hüznü getirdi biraz
çocuk kalbimize dolan gamla
oturup ağlamıştık sessiz çardakta
çaresiz erken inen akşamla
veda edip ayrıldık biterken o yaz
söz-müzik: bora ayanoğlu
* yarından bana ne
bu akşamüstü yine ben otururken penceremde
yorgun gün sırtımda
sağda solda insanlar görüyorum
hepsi birden koşuyorlar mutlu yarına
birkaç gün evvel olsaydı
ben de koşardım onlarla
bugün ben kaybettim
benim için yarın olan tek sevgim,kime ne?
şimdi ben gülüyorum
herşey tatsız ve anlamsız bugün artık
yarından bana ne
bundan sonra tek başıma ben
ne yaparım, nereye giderim boş umutlarla?
bir kenarda durup herkesten yardım mı
beklesem gözümde yaşlarla?
hergün uğraş, hergün kaybet
bak olmuyor, aldanma!
söz-müzik: rıza erekli
* zamparanın ölümü
pardon sizi birine benzettim geçmiş yıllardan
yemin ederim azcık içtim, bu halim doğuştan
şampiyonum sanırken diskalifiye olduğumdan
İşte sevgili bayan, tüm gevezeliğim bundan
bir kız tanırdım eskiden,"hayat berbat" derdi
loş kalbinde hayal kırıklıkları biriktirirdi
her filmden, kitaptan bir rol seçerdi
beğensin diye gelirse ölüm, makyajsız gezmezdi
tanırsınız benim gibilerini boş sokaklardan
çizgilere basmadan yürümeye çalışan insanlardan
ama dün akşam dedim ki kendi kendime
düşünme!
kim anlamış ki sen anlayasın böyle?
bir şey söyledi ki bence de doğru, bir bar filozofu
"çok kadın hiç kadındır oğlum, yalnızlıktır sonu"
kadehte yansımama baktı, ayaklı bir kanıttım
kadın dergileri testlerinde her soruya yanıttım
öyle güzelsiniz ki, galiba korkmaya başlamalı
sizin kadar güzel olmak hemen yasaklanmalı
durun, tahmin edeyim, balıksınız değil mi?
çok yalnızım, n'olur size gidelim mi?
söz-müzik: teoman
* sürpriz
ne güzel sürpriz bu böyle hoşgeldin
boşver çabalama konuşmak zorunda değilsin
hem hareketlerinden küçücük mimiklerinden
kalbini okurum ben...
bütün gün yataktaydım yüzümde yastık izi
seninse geçmişinde binlerce ağır yenilgi
çok şaka yaptıysam
aslında korktuğumdan
beni zaten tanırsın sen..
derler ki bir yerden sonra
acımaz daha fazla
zaten aşk kötü bir şaka
anlamaya calışma
her güzel şey bitermiş
aşk nedensiz sevmekmiş
kulağımda gürültüler
uyurken televizyon açık kalmış
bir ülkenin bodrum katında kirli bir savaş varmış
midem bulanıyor galiba dünya tuttu beni hep kuruttu
derler ki bir yerden sonra
acımaz daha fazla
zaten aşk kötü bir şaka
anlamaya çalışma
her güzel şey bitermiş
aşk nedensiz sevmekmiş
söz-müzik: teoman
gönülçelen nr1 müzik - 2001
* gönülçelen
kırıklarını aldırdım kalbimin
zırhımı çıkarttım astım portmantoya
güzel vücutlar boş suratlar
benimse yenmiş tırnaklarım
titrek ellerim var
evet dedi ben de seni aldattım
bir kez de değil üstelik
çünkü beni çok kanattın
çok sevdiğim bir yalandın
gönülçelen gönülçelen
aynı anda utanmadan
hem kırıcı hem kırılgan
yordun beni gönülçelen
gönülçelen gönülçelen
biraz gerçek biraz yalan
hem yara bandım hem yaram
bitsin artık gönülçelen
söz-müzik: teoman
* anlıyorsun değil mi?
hava ayaz mı ayaz ellerim ceplerimde
bir türkü tutturmuşum duyuyorsun değil mi?
çalacak bir kapım yok mutluluğa hasretim
artık sokaklar benim görüyorsun değil mi?
zaman akmıyor sanki saatler durmuş bugün
sonsuz yalnızlığımda bir tek sen varsın bugün
ya dön bana artık duyuyor musun beni?
ya çık git dünyamdan anlıyorsun değil mi?
bir resmin kalmış bende tam ortadan yırtılmış
hani siyah kazaklı biliyorsun değil mi?
gözlerimden süzülen birkaç damla anıda
senin sıcaklığın var anlıyorsun değil mi?
zaman akmıyor sanki saatler durmuş bugün
sonsuz yalnızlığımda birtek sen varsın bugün
ya dön bana artık duyuyor musun beni?
ya çık git dünyamdan anlıyorsun değil mi?
söz-müzik: barış manço
* istanbul'da sonbahar
mevsim rüzgarları ne zaman eserse
o zaman hatırlarım
çocukluk rüyalarım
şeytan uçurtmalarım
öper beni annem yanaklarımdan
güzel bir rüyada
sanki sevdiklerim hayattalarken hala
akşama doğru azalırsa yağmur
kız kulesi ve adalar
ah burda olsan çok güzel hala
istanbul'da sonbahar
her zaman kolay değil
sevmeden sevişmek
tanımak bir vücudu yavaşça öğrenmek
alışmak ve kaybetmek
istanbul bugün yorgun
üzgün ve yaşlanmış
biraz kilo almış
ağlamış yine, rimelleri akıyor
akşama doğru azalırsa yağmur
kız kulesi ve adalar
ah burda olsan çok güzel hala
istanbul'da sonbahar
söz-müzik: teoman
* doktor
öyle büyük ki inan doktor içimdeki boşluğum
ne koyarsam koyayım hiç dolmuyor
eğer böyle yaşarsam hep aynı acıyı
bu sıcaklar bile beni donduruyor
kör bir dilenci vücudunda sigara yanıklarıyla
ilkbahardan bana bahsediyor sardunyalar açıyor diyor
ama ben görmeyeceğim ve sizin gibi sevinmeyeceğim
bekleme salonunda günü geçmiş dergiler
saçım başım dağılmış sanki bana benzerler
doktor doktor insanlar hiç bilmiyor
doktor doktor insanlar hiç duymuyor
doktor doktor insanlar hissetmiyor
doktor doktor kimse beni sevmiyor
gerginsin rahatla dedi çabucak soyunurken kadın
paramı ver yeter hiç farketmez adın
soyunmana gerek yok bana bir kaç tatlı söz lazım
uyuyana kadar kal yeter bitmiş uyku haplarım
söz-müzik: teoman
* istasyon insanları
ruhidir benim adım hiç çıkamam evimden
dostlar uydururum hayali mutluyumdur bu yüzden
bir çiçek dürbününden insanlara bakarken
bir gün bir istasyon gördüm trenleri geciken
yolcular ellerinde tek gidişlik bir bilet
henüz bilmeseler de hayat bundan ibaret
İstasyon insanları burdalar tesadüfen
aynı rüyayı görüp ayrı yerlere giden
eskiden çok eskiden ben daha çok küçükken
henüz cennet plajı otopark olmamışken
mercanların arasında küçük balıklar vardı
en güzelleri el boyunda kavuniçi olanlardı
bir gün bir rüya gördüm o kavuniçi balık benmişim
büyümem beklenmeden afiyetle yenmişim
istasyon insanları burdalar tesadüfen
aynı rüyayı görüp ayrı yerlere giden
ruhidir benim adım bir sırrım var saklarım
ama görünce anlarsınız
yalniz dikkat acımayın
acınmak canımı en çok acıtandır!!!
söz-müzik: teoman
* mavi
kaptan bu kadar hızlı gitme hava güzel deniz güzel
yelken yeter bize akıntı burnu önümüzde
mandalina kokuları sahilden dolsun içimize
mutluyum diyorum kendime sağım solum önüm arkam
her yer mavi mavi bu güzel eylül akşamüstü
her yer masmavi akdeniz meltemi altında kitabım kucağımda
ne güzel şey uyuklamak sana ilk aşık olduğumda
geceyarısı dolunayda bu koyda yüzmüştük çırılçıplak
yıllar nasıl aktı geçti lacivert mayom eridi güneşten artık
mavi mavi bu güzel eylül akşamüstü her yer masmavi
yatma vakti geldi artık rakı balık harikaydı kaptan eline
sağlık
son bir kadeh dostlar için artık aramızda olmayan
inşallah onlar da mutludurlar
mavi mavi bu güzel eylül akşamüstü her yer masmavi
söz-müzik: teoman
* hayalperest
o kadar haklısın ki dayanamıyorum buna
o kadar güzelsin ki çok çirkin kaldım yanında
korkum yaralanman hayatta
o kadar yalnızsın ki dayanamıyorum buna
o kadar sıcaksın ki çok soğuk kaldım yanında
korkum yaralanman hayatta hayalperestsin
güzel hayaller peşinde
çok gençsin yanlış insanlar kalbinde
hayalperestsin
güzel hayaller peşinde çok gençsin çok gerçeksin
bu yüzden çok güzelsin
söz-müzik: teoman
* soluk soluğa
konuşacağım uyusan da
tek bir kelime bile duymasan da
biterken bir zamanlar
çok sevdiğimiz bu hikaye
dokunuyorum ellerine
aralanmış bacaklarına
eğilip ıslak ağzına
agzımı dayıyorum son kez
soluk soluğa
saçların darmadağın
İç çamaşırların odaya saçılmış
dün ağladıktan sonra
makyajın yastığına akmış
uyandırmadan seni
sıyırıp üstünden herşeyi
terden ıslak vücudumu
vücuduna dayıyorum son kez
soluk soluğa
artık çok üzmüyor beni
hiç bir sey hissetmiyorum hatta
bir kaç anı sadece onlar da
silinir nasılsa zamanla
bırakmıştım uzun zamandır
ama ihtiyacım var şu anda
bazen bir içki şişesi
yaşam destek ünitesi
bu kez gerçekten giderken
gerçekten terkederken
sana kapıyı çekerken
uzun uzun bakıyorum son kez
soluk soluğa
söz-müzik: teoman
* zamparanın ölümü
(ikinci ve son bölüm)
galiba kendinizi pek enteresan sanıyorsunuz
büyümeyen adam sendromu bu, ama yaşlanıyorsunuz
küstah taklidi yapan erkekler familyasından
milyarlarca zavallı adam midemi kaldıran
ya siz hala bıkmadınız mı hiç kendinizden ?
evinden uzak yalnız kovboy triplerinizden ?
hadi gelin uyuyun koynumda eğer çok isterseniz
ben uyanmadan giderseniz beni memnun edersiniz
pardon ama herhalde bizim de bir gururumuz var
nefret et ama acıma yeter ki istediğin kadar
halbuki güzel kent masalları vardı aklımda
mum ışığında anlatacağım kadın ve erkek hakkında
tanırsınız benim gibileri boş sokaklardan
çizgilere basmadan yürümeye çalışan insanlardan
ama dün akşam dedim ki kendi kendime
düşünme, kim anlamış ki sen anlayasın böyle !
geldim sevgili arabam düldül yalnızız yine
patlıycam çok sıkıldım kendimden ben bile
bir ağustos böceğiydim ben ama kaybolmuş sazım
eyvah polis amcalar her yerde, galiba yan bastım
hiç üfletme memur abi, nefesim 95 oktan
valla patlarız alimallah yanımda kibrit çaksan
sen sormadan ben söyleyeyim ne ehliyet, ne ruhsat
ne de sigortam var, sadece bu meymenetsiz surat
sağolsun memur abi anlayışlı çıktı
üzüldü halime, hadi git dedi, sakın sürme hızlı
gözüm kapalı bile giderim ben bu yollarda
eh bi de yavaş kullanmak ayıp olur içtiğim onca şaraba
bas gaza !
düşünme, kim anlamış ki sen anlayasın böyle !
söz-müzik: teoman
* sevdim seni bir kere
sevdim seni bir kere
başkasını sevemem
deli diyorlar bana
desinler değişemem
desinler değişemem
daha yolun başındasın
değişirsin diyorlar
oysa sana çıkıyor
bildiğim bütün yollar
sevgi anlaşmak değildir
nedensiz de sevilir
bazen küçük bir an için
ömür bile verilir
söz-müzik: özdemir erdoğan
teoman
avrupa müzik - 2003
* motosikletli kız
motosikletli kız günlerdir seni bulmak için buralardayım,
sen yoksun.
motosikletli kız çatladı mı dudağın, avucun, yüzün, yüreğin?
üşüyor musun?
kırık bir kalp elinde kala kala
bir karamel tadıysa dünya senin ağzında,
gittikçe azalan her nefes aldığında.
bir karamel tadıysa dünya senin ağzında,
gittikçe azalan her kalbin atışında.
sanki seni benim için yapmışlar,
sanki benim için yaratmışlar.
sanki seni benim için yapmışlar,
sanki benim için yaratmışlar, motosikletli kız.
söz-müzik: teoman
* senden önce...
bu çığlık çığlığa dalgalar
ve hüzünlü güzel martılar
rüzgara çarpıp çarpıp gelip doluyorlar kalbime
yalnızım uçurum kıyısında
hayat ve ölüm arasında
tüm hayatım akıp geçiyor
ayaklarımın altında
daha kaç vücut gerekli
benim seni unutmama
senden önce senden sonra
bu çığlık çığlığa dalgalar
ve hüzünlü güzel martılar
rüzgara çarpıp çarpıp gelip doluyorlar kalbime
yalnızım uçurum kıyısında
hayat ve ölüm arasında
tüm hayatım akıp geçiyor
ayaklarımın altında
daha kaç vücut gerekli
benim seni unutmama
senden önce senden sonra
daha kaç vücut gerek bana
benim seni unutmama
söz-müzik: teoman
* kupa kızı sinek valesi
bir iskambil falında
çıkmıştık birbirimize
o güzel kupa kızıydı
sinek valesiydim bense
gece yarısı o perşembe
rastladım köprü üstünde
ağlama dedim o ağladı
trabzanlardan indiğinde
saçların mı ıslak yoksa ıslak mı yaşamak dedim
senin için rüzgarda hep yağmur mu var
gözlerin mi daldı yoksa sıkıldın mı sorulardan?
hiç geçmez mi gözlerinden bu sonbahar?
bir kar tanesi ol
kon dilimin ucuna
bir kar tanesi
eri ağzımda
bir kar tanesi ol
kon dilimin ucuna
bir kar tanesi
eri ağzımda
sırılsıklamdı soyundu
vücuduma dokundu
biraz pürüzlü tenimde
yaşam hücrelerimi buldu
mutluyudum o uyudu
sarıldım sayıklarken
tanımadığım o adları
yanımda çırılçıplak
saçların mı ıslak yoksa ıslak mı yaşamak dedim
senin için rüzgarda hep yağmur mu var
gözlerin mi daldı yoksa sıkıldın mı sorulardan
hiç geçmez mi gözlerinden bu sonbahar?
bir kar tanesi ol
kon dilimin ucuna
bir kar tanesi
eri ağzımda
bir kar tanesi ol
kon dilimin ucuna
bir kar tanesi
eri ağzımda
tek başımayım; güzel değil bu
hiç özlememişim kendimi
rutubetinden şişmiş kalbim
artık açılmıyor bir türlü
öğrendik yine de
söz-müzik: teoman
* kol düğmeleri
hatırlarım bugün gibi
sessiz geçen son geceyi
başim öne egik, bir suçlu gibi
bana verdiğin hediyeyi
iki küçük kol düğmesi
bütün bir aşk hikayesi
iki düğme,iki ayrı kolda
bizim gibi,ayrı yolda
akşam olunca
sustururum herkesi,her herşeyi
gelir kol düğmelerimin birleşme saati
usül usül çıkarır,koyarım kutuya
yan yana
bitsin bu işkence kalsınlar yan yana
heyhat sabah,gün ışıldar
yalnız gece buluşurlar
yaşli gözlerle ayrılırlar
düğmeler gibi,bizim gibi
bizim gibi,ayrılırlar
söz-müzik: barış manço
* saat 3:00
saat 03:00 olmuş,
resimler buruşmuş,
karlar erirken saçlarımda.
sen hep güzelsin,
benimse içtiğim her bir damla yaralarıma vurmuş.
koşma yorulduysan, anaforda boğulduysan
sen de korkuyorsan yalnızlıktan
bilme istemiyorsan, bir an bile gülmüyorsan
sen de sıkıldıysan yalanlarımızdan
saat 03:00 olmuş, soğuktan deniz donmuş,
balıklar kıyılara vurmuş.
küçük bir kar tanesi, onca yolu uçmuç,
sonunda tam dilimin ucuna konmuş
söz-müzik: teoman
* rapsodi istanbul
al tüm param bu dedim
boşver dedi sende kalsın
bir parça yeter ufak
kopar ver yiyeceğinden
etrafına bak onlardan olma sakın
yola koyul küçük küçük git buralardan
sokaklarda sapsarı yapraklar
mazgallarda yağmurlar
hangi kentte bu denli acı var
başka nerde istanbul kadar
git...
yapraklar yatağın olsun
kırlangıçlar arkadaşların
yıldızlar yorganın olsun
hem zaten gökte işsiz güçsüz duruyorlar
benden geçti ama sen yap
git buralardan
bitene kadar bitmez hayat
bitti mi de biter ama
iç tüm şaraplarını bu dünyanın
kay ıslak güvertelerinde
tüm güzel kadınların
sokaklarda sapsarı yapraklar
mazgallarda yağmurlar
hangi kentte bu denli acı var
başka nerde istanbul kadar
git...
yapraklar yatağın olsun
kırlangıçlar arkadaşların
büyük aşklar hep senin olsun
hem zaten boşuboşuna başkalarında duruyorlar
söz: teoman
müzik: teoman, volkan başaran
* resimdeki gözyaşları
bir gün belki hayattan,
geçmişteki günlerden
bir teselli ararsın,
bak o zaman resmime.
benden sana son kalan,
bir küçük resim şimdi
cevap veremez ama,
ağlar yalnızlığına
ve işte arta kalan bir küçük resim şimdi.
koyupta bir başıma
bırakıp gittin sen beni
sen yalnız değilsin
biliyorum nerdesin
bu çok üzerdi beni
yaşasaydım da görseydim
söz-müzik: mehmet ergin soyarslan
* kıskançlık
bir gün daha bitti önümde
günler gelir geçer ve antibiyotikler
kimim ben? bugün ne günlerden?
40 derece yüksek ateş ve kıskançlık
bu zayıflık anında, bir aşkın komasında
kıskançlık aktığında durmaksızın damarlarımda
sen ilacımsın, susuz yuttuğum
bir türlü gitmeyen ne yapsam da boğazımdan
günlerdir hastayım ve bu beni delirtiyor
sürekli uykuyla uyanıklık arasında
gidip gelip, gidip gelip, gidip gelip.
40 derece yüksek ateş ve kıskançlık.
kıskançlık bu zayıflık anımda,
bir aşkın komasında
ve aktığında damarlarımda..
kıskançlık...
söz-müzik: teoman
* mektup
telefonda konuşamam bilirsin,
mektuplarıysa ertelerim hep, belki de yazım çirkin diye.
çok düşündüm, çok kurdum,
karar verdim hep vazgeçtim, ama sana yazabilirim nihayet.
aslında söz vermiştim, duygularımı kilitlemiştim, ta ki sen açana dek.
korkma sevgi dilenmeyeceğim ama bilirsin beni işte
bitiririm her şeyi bir dikişte
ne yapayım
aşk bu, savaş bu binlerce yıldır sürüp giden
aşk bu, savaş bu kadın ve erkek arasında
artık saymıyorum yılları, bana deyip geçen hayatları,
zaten pek de sevmem insanları.
ama kimi dostlar var sevdiğim, sokak köpekleri beslediğim,
bazı güzel anılar biriktirdiğim.
tutku garip bir şey ve çok vahşi,
ve çok hırslıydım zaten ben de o yüzden de yağmaladım seni...
kolay değildir bilirim, bir aşkı bir kalbe koymak,
hele bir başkasını severken sen.
teşekkürler, bir zamanlar beni cok sevdiğin için
bu mektup da olmadı, kelimeler toparlanmadı, işte şimdi çöpe gidiyor.
yine de mektubuma son verirken,
seni her zaman çok seven,
ben
söz-müzik: teoman
en güzel hikayem
avrupa müzik - 2004
* güzel bir gün
suç yok, suçlu yok
hayat böyle anladım
aşk yok artık yok ama zamanla alıştım
senle ben hep böyle kalacağız
gitgide eriyip yok olacağız
yavaş yavaş
sorma neden niçin
her şey yalnızlıktan
bak güzel bir gün ölmek için
düş yok, gerçek yok
bak sonunda anladım
yaz yok kış yok
artık zamanı karıştırdım
söz-müzik: teoman
* duş
bu aşk
bizi nereye kadar savurursa
o kadar acıtacak canımızı
ama olsun
daldır elini göğsüme
al kalbimi
bul damarımı, bas ilacı
dindir acımı
çok mutluyum
şu anda ellerim vücudunda
umurumda değil artık dünya
son defaymış gibi kaybederken kendimi
en ucuz şaraplarda
son defaymış gibi kaybederken kendimi
sırılsıklam
vücudunda
eğildim
öptüm dudaklarından
saç telin vücudumdan küvete aktığında
içindeyim
içimdesin, anladım
aşk kanımda
kasıklarımda
güneşteyim
eriyor balmumum
sapır sapır dökük kanatlarım
aksın bacaklarından
oluk oluk
milyonlarca doğmayacak çocuklarım
söz-müzik: teoman
* bugün
bugün
sözlükler kusuyorum
cümleler kuramazken dün
bugün
denize döktüm kendimi
ucuza gitmeyeyim diye
bugün
sıyrıldım rollerimden
mutluyum
çünkü artık yokum bugün
boğulurdum her sağanakta
yüzmeyi ögrenmişim sanki
bugün
hayat koyu bir balgam
sert bir pornoydu dün
bir tuzağa kaptırmıştım kendimi
ama eminim tanrı var
bugün
bugün
evimi yaktım
kitapları attım
yıkandım temizim artık
bugün
dün çok giyildim
çok pot yaptım
ütülüyüm jilet gibi
bugün
"siz de mi dostlarım?" dedim
"öyleyse düş, sezar"
bugün
söz-müzik: teoman
* gökdelenler
uzun uzun seyrettim seni
diğer köşesinden barın
bir karakter oturttum
yüzüne,kalbine
uzaktan bakıp insanlara
konuşmalar yazdım
dudaklara
sonra kendime baktım
tıklım tıklım
yalnızdım.
gökdelenlerden tükürdüm
dünyaya
ben hayatım boyunca
bu yüzden kupkuru ağzım
bak geçmedi yıllarca
kalbimi yuvarladım sana
seni tanımasam da
tezgahtan önüne
bir yudum al diye
eğer hoşuna giderse
daha da iç diye
bu kadarı yetsin artık
bu gece
belki sen bulursun diye
artık son şansımsın
korkma ısrar yok bende
avunurum içkiyle
söz-müzik: teoman
* ayna
uyumadan uyandım
yine aynı dünyaya
karar verdim kalmaya
baktım dedim ki aynaya
"acelen ne?"
olacaklar olacak
bir gün nasılsa
yaşa yaşa yaşa
seni sevenler var burda
yaşa yaşa yaşa
sevdiklerin var burda hala
söz-müzik: teoman
* insanlar
gel olduğun gibi
tuzla buz et beni
camdanmışım gibi
bana hatırlat
nasıl bir şeydi
bir şeye inanmak
tutkuyla tutkulanmak
insanlar dünya düşmüş üstlerine
kıpırdayamıyorlar
insanlar denemiyorlar bile
gel dudaklarımı sar nefesini ver
tat bırak ağzımda
ilk sayfaya döndür beni
hadi alt üst et iyileştir
gel hadi acıt beni
o bile yeter
çoraklığımda istemezsen
eğer gelmezsen
öldür ama affet beni
insanlar dünya düşmüş üstlerine
kıpırdayamıyorlar
İnsanlar denemiyorlar bile
söz-müzik: teoman
* parti
sıkı sıkı tuttum ellerinden, kayıp gitme hayatımdan sen de diye bazen
ama ittim çoğu kez ürküp aşkından güçsüz yaptın diye beni sen
oysa derinlerde hep bildim ki kanımdaydın
öyle gurur duydum ki beni böyle büyük sevebildin diye bana rağmen
gelmiştim, görmüştüm, yenilmiştim, sevmemiştim tam gidiyordum dünyadan sen yokken
öyle güzel aldın ki beni içine, öyle sardın ki benim oldun
ama korktum
kaybedecek bir şeyim oldu diye korktum
kaçtım bildiğim dünyaya
parti bitmiş, herkes gitmiş, dava düşmüş, konu kapanmış
acıkmıştım, susamıştım, üşümüştüm
kavrulmuştum sıcaktan sana geldim
damağım kuru, gardım inik, boynum bükük, dedim `yine al beni`
`seni bitirdim` dedin `çektim kepenkleri` dedin
`öldü bendeki sen, gömülü şimdi`
baktım, anladım
parti bitmiş, herkes gitmiş, dava düşmüş
konu kapanmış.
söz-müzik: teoman
* tuzak
aklın kayarsa
ellerinden
sen alışırken
tam severken
gökyüzüne bak
bak da söyle
yıldızların en küskününe
üç adım al
sonuca doğru
ayrılışa
sevene doğru
sevdiklerin
acıların
tatlı evin, çocukların.
sahibiysen
tuzak bunlar
unutmaksa intikamın
unuttuğunu da unutmaksa
kanla da
terle de yazsan da farketmez
sulara yazdıysan eğer.
bilemezsin
sevemezsin
görmezlerse seni hiç
yenemezsin.
duyamazsın, bulamazsın
görmezlerse seni hiç
olamazsın
söz-müzik: teoman
* ..dedi annem
yaralı dizlerim
koşamam ki
kapalı yollarında akamam ki
unutkan nehrinin
yolunu sormadan
bulamam ki
karlı dağlarında doğamam ki
saklı kentinin
"çok üzülme,
çok susma,
çok darılma,
çok ağlama,
çok da kitap okuma"
dedi annem
"çok terleme,
çok yorulma,
girdaplarında boğulma,
yalnızlığına çok da alışma"
güneşim olmadan
göremem ki
ay tutulurken
uyuyamam ki
karanlık olsa da
ben herkesi sevemem ki
sevmeden de
yaşayamam ki
yanlış olsa da
söz-müzik: teoman
* en güzel hikayem
kulaklarım patlıyor sessizliğinden
yorgunluğundan ölüyorum
sinekler yapışıyor vücuduma gitmiyorlar
yayılıyor kanları vurduğumda denizi araladım geçtim
bir aşktan attım kum torbalarımı döktüm yaprakları
ama sanki uzandın tenime hissettim terim aktı parmak aralarından
bazen , ne yaparsan yap olmuyor bazen
bazen, ne yaparsan yap olmuyor bazen
kanım hızlanıyor bazen damarlarımda kan çanakları aynada levham boynumda
bir yapbozu tamamlarken bakıyorum büyük parçan eksik
kalbin olduğu bazen bir vücudu sarıyorum
banıp parmağımı tadına bakıp
gözümü sevmeye karartıp yapamıyorum
bazen, ne yaparsan yap olmuyor bazen
bazen, ne yaparsan yap olmuyor bazen
acı bir tat kalıyor ağzımda
bazen yutup unutup bazen tükürüyorum
bazen ayılıp uyanıp bir nefesle yanımda adı yok sırtı var
bana dönük bükük
soğuğa çeviriyorum suyu ağlıyorum bakıp içine ayılamayıp anlayamıyorum
bazen ne yaparsan yap olmuyor bazen
bazen ne yaparsan yap olmuyor bazen
derimin altında başarılı ayrılık notları yazılmış , çöpe atılmış intihar mektupları
vuruyorum sokaklara bedenimi hayallere
hayatımı yine omuzlarıma
acımı alsınlar diye sığınıp kurtaracak kadınlara 15 dakkamı bazen ne yaparsan yap olmuyor bazen
bazen ne yaparsan yap olmuyor bazen
bitti zor oldu ama bitti yapamadım benim başka bir kalbi
bedenin zayıftı, kalbin güçlüydü belki haritası ama çok silikti
sert bir şeydi iliklerimde aşk dayandım , ittim sığmadı , kanırmadı girmedi
ama sıktım pis kanı akıttım yaramdan iyileştirmeye yaladım geçmişti sanki
soktum neşteri göğsüme inanmaya halim kalmadı diye bitti
zor oldu ama bitti
bazen ne yaparsan yap olmuyor bazen
bazen ne yaparsan yap olmuyor bazen
korkma bilirim acıyı tedaviyi imkansızlığın kekremsi tadını dün insanlara baktım kendi kirli camımdan terkedilmişler çoktan yaradan tarafından
ben kesilene kadar yüzdüm ama görünmeyince karan bıraktım kendimi battım bir taş gibi
yanmıştı , çizilmişti ama seyrettim ağlayarak sabredip çok sevdiğim bir filmi
artık yalnız senin için üzülüyorum bitti
zor oldu ama bitti
benim de zaten hiç gücüm yok yüzüm yok hiç umudum yok
ama bil ki farklı bir hayaldi işkenceydi bazen bazen çok güzeldi
ama anlıyorum sesinden kurtulmuşsun sen
nokta konmuş, bitmiş en güzel hikayem
söz-müzik: teoman
renkli rüyalar oteli
avrupa müzik - 2006
* dursun dünya
bir çılgın gibi şimdi hayatım
ne sevgim kaldı çünkü ne gözyaşlarım
kurtulmak için her seferinde
kaçtım koşar gibi içimdeki senden
ateş düşünce hep söndüm,hep sırılsıklam
şimdi dursun ister dönsün dünya
dursun ister dönsün dünya etrafında
hiç farketmez çünkü artık sen yoksun ya
sönsün tüm mumlar bitsin sevgim
ister dursun ister dönsün dünya..
mektuplar gibiyiz hiç açılmamış
saklanmış ama zamanla kaybolmuş
sildin mi beni parmak ucunla
içindeki benden kurtuldun mu yoksa
günüm gelince yok oldum ardından
şimdi dursun ister dönsün dünya
.....
söz: barlas
müzik: barlas, teoman
* aşk kırıntıları
yaklaştırsana yavaş yavaş kendini bana
al içine tekrar derinine sakla, kat kasırgana
yalan söyleme bak gözlerime bitmiş olamaz
yokla ceplerini aşk kırıntıları kalmış olmalı biraz!
aşk kirintisiyla doymaktansa
tek başima aç kalirim bu hayatta
paylaşacak bİrşey artik yoksa
bir erkekle bİr kadin arasinda
yürürüm ipte ağım yokken hem de
kopkoyu içim
İnan çok çalıştım
bu kalpsiz dünyayı sevebilmek için
neyim var ki sanki senden başka
hadi son bir kez ceplerini yokla
aşk kırıntıları kalmış olmalı biraz
aşk kirintisiyla doymaktansa
tek başima aç kalirim bu hayatta
paylaşacak bir şey artik yoksa
bir erkekle bİr kadin arasinda
söz-müzik: teoman
* renkli rüyalar oteli
arabayı sen kullan demiştim
içkiliyim.
'boşver yutalım şeritleri bas gaza' dedin
bu otel güzel adını sevdim,
orda öyle yerlerime dokun,
dokunmadığı kimsenin
sarhoş olsak ya,
kimiz unutsak ya, bulut olup iç içe
bardaktan boşalsak ya
sarhoş olsak ya
tek vücut olsak ya
yüksek doz aşk alıp burda mutlu ölsek ya
yıllar önceydi,
çok da güzeldi şimdi düşününce
benimsin demiştim
ben de senin
renkli rüyalar otelinde
kapıları çalmıştım
cevapsız savrulmaya
hiç atmayan kalpleriyle insanlara
ama sen farklısın
dedim,
dedin ki sense
'dikkat et sadığımdır sadece
kendime!'
sarhoş olsak ya,
kimiz unutsak ya, bulut olup iç içe
bardaktan boşalsak ya
sarhoş olsak ya
tek vücut olsak ya
yüksek doz aşk alıp burda mutlu ölsek ya
yıllar önceydi,
çok da güzeldi şimdi düşününce
benimsin demiştim
ben de senin
renkli rüyalar otelinde
söz-müzik: teoman
* iki çocuk
el sallamıştı annesine
bayram izni dönüşünde hissetmiş miydi
oğlunu kurşun kalbi deldiğinde
kan revan içinde yanyana
aynı köprüde annelerinin rüyalarında öldükleri yaşlarıyla
ateşi harlı delikanlılar,
ne şehit ne kahramanlar
düşmansız bir savaşta
düştüler kalkmayacaklar
emin değildi kendi bile dokunmuş muydu tetiğine
kesin olan tek şeyse en yakın mahkumdu ipe.
kalpte kurşun ilmek boyunda
iki çocuk ölüm karşısında
hep çocuk kalacaklar büyümeden birer tabutta ama yaşıyorlar,
gülüyorlar annelerinin rüyalarında
söz-müzik: teoman
* kim
kim olacak bundan sonra
uyandığımda soğuk yatağımda
kim dinleyecek kalbimi
bakacak hep yüzüme
güzelmişim gibi sanki
kim tutacak son anda
bedenimi havada
düşen uçurumlarda
ben tutarken nefesimi
ağzından aldığım
ağzımda sakladığım
uçup gitmesin diye
biz büyür dünya değişirken
birbirimizi düşünüp başkalarıyla sevişirken
kim sevişecek kalbiyle
inandırıp sevgiye
uyutup nefesiyle
kim ısıtacak teniyle sanki sıcak evim olup
kış vakti okul dönüşünde
söz-müzik: teoman
* tesadüfler
daha gerçek yalanların doğrularından
o yüzden boğuluyoruz bir bardak suda fırtınadan
zaman beni, ben zamanı öldürüyorken
tuttum nefesimi atmaya seni beynimden
ama o zaman da kalbim boşa dönüyor
hep sana atan bir yürek nasıl inansın
bunca tesadüfler nasıl açıklansın
bana bunca zaman sonra bunu hissettiren
öylesine bir rüzgar olamaz kalbime esen
dünle bugün arası sanki daha uzun hayatımdan
hiç kimseye mektup yok, ölmüş insanlar
ölmüş insanlar insansızlıktan
söz-müzik: teoman
* unutamadım
dün yine yapayalnız dolaştım yollarda
yağmurlarda ıslanan bomboş sokaklarda
gözlerimde yaş kalbimde sızı unutmadım seni
unutamadım unutamadım ne olur anla beni
unutmak kolay demiştin alışırsın demiştin
öyleyse sen unut beni yeter ki benden isteme
gözlerimde yaş kalbimde sızı unutmadım seni
unutamadım unutamadım ne olur anla beni
yıllar ikimizden de çok şeyler götürmüş
sen yeni yuva kurarken beni paramparça bölmüş
gözlerimde yaş kalbimde sızı unutmadım seni
unutamadım unutamadım ne olur anla beni
unutmak kolay demiştin alışırsın demiştin
öyleyse sen unut beni yeter ki benden isteme
gözlerimde yaş kalbimde sızı unutmadım seni
unutamadım unutamadım ne olur anla beni
söz-müzik: barış manço
* kelimeler
kaçıyor musun aşktan hala
koşup insandan insana
hayatı bırakıp tabağında,
boşver mi diyorsun kanasın
için acıyor mu hiç bazı bazı
cesur musun gözünü kapadığında
sımsıkılar mı kırpıyor musun
boşver mi diyorsun kanasın
biliyorum artık çok zor çok
kuracak yeni bir hikayem yok
yine de uğraşıyorum rastgele bu eskimiş kelimelerle
yavaşlıyor ama durmuyor dünya,
zaman kimseden değilken yana
gitmiş herkes evleriniz bomboş
boşver mi diyorsun kanasın.
batmadık ama su alıyoruz hala
hissetmeden basıp toprağa,
tuz basmadan yaralarıma
boşver mi diyorsun kanasın.
biliyorum artık çok zor çok
kuracak yeni bir hikayem yok.
yine de uğraşıyorum rastgele bu eskimiş kelimelerle
alt üst olmuş coğrafyanda
cebinde bozuk paralarınla
kendi mezarına selam durup
boşver mi diyorsun kanasın
söz-müzik: teoman
* çoktandır
çoktandır
yaşıyormuş gibi yapıyordum demek
ben bu şehirde
çoktandır
iki yabancı gibi yaşıyorduk demek biz bu şehirde
ben de... ben de..
belki yaşar belki ölürüm
çoktandır
eriyorsa eğer silinirmiş meğer büyükte olsa aşk
çoktandır
kanıyormuş meğer çalışırdım inan farketseydim eğer
ben de... ben de..
belki yaşar belki ölürüm
süresi hiç belli olmaz yok ki zamanı
yarası zor geçer derler yok ki ilacı
insan bazen yaşar bazen de ölür
söz-müzik: teoman
* terlemeden sevişenler
saat 11'miş meğerse,
fildişinden kulelerde sönüyor ışıklar bak
geceye günaydın diyelim gözlerinde çapak varsa hemen silelim
sıradan ölümlüleriz
büyümüş kimyası değişmiş
yazarız banıp kanımıza
tutkunuzdur yazgımıza
nasıl anlasınlar seni beni acıkmadan yiyenler,
uyumadan önce ayaküstü terlemeden sevişenler
niye külçe gibi kalpleri
kurumuş ağızları dilleri hepsi
yorgun yaşamamaktan
boşver anlamasınlar seni
ben anlarım bakışından bilirim her hücreni
nasıl görecekler seni
kapalıyken sımsıkı kalpleri
boşver dişle kendi fünyeni
zaten bir gün herşey biter
kabul edenler etmeyenler
kabul edilmiştir
söz-müzik: teoman
insanlık halleri
avrupa müzik - 2009
* sevişirdik bazen
şu dağılgan yüreğimi, şu köpüklere imrenen
yüreğimi bir gün yollara atarsam
bir gün nehir yataklarına dolarsam, korkarım
suyumun çoğu senden yana akacak.
dünyanın ölümünü gördüm, suyun, toprağın
en yakın dostlarımın birer birer
vakitsiz açan çiçeklerin,
vakitli doğan çocukların
ölümünü gördüm, ama kimse
inandıramaz beni öldüğüne sevgilerin
sanki bir kız hep yürürdü yollarda
evimin önünde ayağını silerdi paspasa
kapımı açardı gümüş bir anahtarla
sanki hep gelirdi
sevişirdik bazen
benimse ellerim titrerdi, alnının aklığından
saçlarına doğru titrerdi
şimdi kağıtların üstünde gidip gelen ellerim
titremez artık, yolunu bilir şimdi
dünyanın ölümünü gördüm, suyun, toprağın
en yakın dostlarımın birer birer
vakitsiz açan çiçeklerin,
vakitli doğan çocukların
ölümünü gördüm, ama kimse
inandıramaz beni öldüğüne sevgilerin
sanki bir kız hep yürürdü yollarda
evimin önünde ayağını silerdi paspasa
kapımı açardı gümüş bir anahtarla
sanki hep gelirdi, sevişirdik bazen
şiir: ahmet erhan
müzik: teoman
* çoban yıldızı
yüzme bilmeden
daha deniz görmeden
hiç güneşte yanmadan
şimdi ölmek istemem
bir kalbi sarmadan
aşkı tatmadan daha
onla sarhoş olmadan
hiç sevişmeden daha
şimdi ölmek istemem
daha hiç gülmeden
çoban yıldızı
sen benle kal
çoban yıldızı
hep benle kal
zamanın varsa
ben hiç kimsem olmadan
tepeden tırnağa ona
hiç sarılmadan
şimdi ölmek istemem
kalbine dokunmadan
hadi al götür beni
hala benimmişler gibi
evime yurduma
taze meyve tatları
yağmurlarında
çoban yıldızı
sen benle kal
çoban yıldızı
zamanım varsa
biraz daha
söz: teoman
müzik: calogero/zazie
* galata'da rıhtımda
gözyaşların kurumuştu
hem de hiç ağlamadan
karşılıklı unutmuştuk
hem de hiç unutmadan
hep seni hatırlatır
her cama çarptığında
sırılsıklamdık yağmurda
galata’da rıhtımda
ne yazık, demiştin
sevgi yok hiç gözlerinde
yıldızların altında
boş ver demiştin, konuşma
galata’da rıhtımda
yağmur yağdı bütün gece
damlalar penceremde
bir şey olacağı yok ama
insan bekliyor… bekliyor işte.
hep seni hatırlatır
her cama çarptığında
sırılsıklamdık yağmurda
galata’da rıhtımda
ne yazık, demiştin
sevgi yok hiç gözlerinde
yıldızların altında
boş ver demiştin, konuşma
galata’da rıhtımda
ne yazık, demiştin
sevgi yok hiç gözlerinde
yıldızların altında
sırılsıklamdık yağmurda
galata’da rıhtımda
söz-müzik: teoman
* ruhun sarışın
güneş doğmuş sokaklarda
akşamdan kalan sabahlar
çınlayan topuk sesleri
dans ediyor kaldırımda
uzaktan bir gitar sesi
karışıyor adımlara
akmış ter damlaları
mazgallarıma bacaklarından
artık istesem de koşamam
sımsıkı tutmuşsun yakamdan
ben de vazgeçip kaybolurum
esmer ılık vücudunda
günler geceler geçmiş
kaç tane hiç anlamadan
vücudum seni özlemiş
hayal etmiş hiç durmadan
doğru yanlış hiç anlamam
ruhumu sana sattığımdan
söz: müge emirgil, teoman
müzik: barlas
* 1 kadın ve 1 erkek
sözlerini unutmuş
en sevdiği şarkının
bakmış
ne geçmiş geçmiş
ne gelecek gelecekmiş
uçmayan kuş
kesmez bıçak
hiç atmayan bir kalp
iki yalnız bir gemide
anısı var sadece
o şarkıydı aşk anlatan
sözcüklerin kölesi olmadan
çekti ciğerine dumanını
son sigarasından
dayanmıştı
daha da dayanırdı
ama ne gerek vardı
hiç birini seçemedi sonunda
kelimeleri önüne yayınca
bazen aynı değildi
iki aşkın hikayesi
arada ışık yılları vardı
karşıdandı akıntı
belki de her şey bitince
bir şey başlardı
ama o hiç konuşmadı
sadece baktı
kadın ağlar
erkek bakar
kadın duyar
erkek duymaz
kadın sorar
erkek susar
kadın gider
erkek içer
söz-müzik: teoman
* fahişe
bir fahişe sabaha karşı
çok seksiymişim, öyle diyor
gülüyoruz yalanına
karşılıklı, anlayışlı
dalgakıranlardaki banklarda
çıkardı ayakkabılarını
bak, dedi, köprü ışıkları
siliyorlar yıldızları
kazıyınca yaldızlarını
altlarındaki demir paslı
ateşe vermeli onları ama
her yerde yangın çıkışları
sordum, niye sattın diye yoksulluğunu?
dedi, elimdeki sadece oydu
niye sattın vücudunu?
daha mı kötü, dedi, satmaktan ruhumu?
herkes, dedi, merak içinde
ölümden sonra hayat var mı diye
boşuna düşünürler
sanki hayat varmış gibi ölümden önce
sevdim seni bir şekilde
hüzün var diye belki gözlerinde
eğer sever gibi sarılırsan da
bu vücut sana bedava
aslında derdim; çok gençsin daha
20’yim, dedi, ama ruhum tam 1000 yaşında
kayalar kesti ayaklarımı
yine de bir şeyler hissetmek güzel hala
bu dalgakıranda tek başıma bu vücutla fırlatıldım bu dünyaya
aşk da basit, pişmanlık da,
hayat hoyrat bu zamanda
şahin kuşa, kuzgun leşe, ben değil bu dünya
fahişe.
korkum; çığlık atan adam gibi
tablodaki, şakağımda ellerim
hep kaçarken, tek kişilik bir dünyayı
ben artık nasıl severim?
anladım, dedim, senin kalbin birinde
geceyle gündüz, o hep senle
sarıldı, ağladı saatlerce
o yine işe gitmeden önce
aslında derdim; çok gençsin daha
20’yim, dedi, ama ruhum tam 1000 yaşında
kayalar kesti ayaklarımı
yine de bir şeyler hissetmek güzel hala
bu dalgakıranda
tek başıma bu vücutla fırlatıldım bu dünyaya
aşk da basit, pişmanlık da,
hayat hoyrat bu zamanda
şahin kuşa, kuzgun leşe,
ben değil bu dünya fahişe.
söz-müzik: teoman
* gündüz düşleri
yine seni düşündüm
bir şarkı çalınca
her an aklımdasın bak
bunca yıldan bile sonra
insan koşuşturmacayla
hayata dalınca
her fırsatta hatırlar
küçük bir anıyla
gündüz düşleriyle her an yanımdasın
her güneş açışında, her batışındasın
işte; bak o sevdiğim kadın uzaklardan bana geliyor
değer bilmez bazen insan ama o pişman bana dönüyor
yaz yağmurlarıyla, güz yapraklarıyla
gündüz düşlerimde beni seviyor
yaz yağmurlarıyla, güz yapraklarıyla
gündüz düşlerimde benim oluyor
bugün parkta oturdum
seyrettim çocukları
yağmur düştüğünde
hiçbiri kaçışmadı
ben de kitap okudum
sanki senden bahseden
gözlerimi kapattım
sayfaları geçerken
gündüz düşleriyle her an yanımdasın
her güneş açışında, batışındasın
işte; bak o sevdiğim kadın uzaklardan, bana dönüyor
değer bilmez bazen insan ama o pişman, beni seviyor
söz-müzik: teoman
* mavi kuş ile küçük kız
bulutlar içiçe ve her an başka bir resim oluyorlar
başka bir adla, başka bir zamanda rastlasaydım demiştim ya o gün sana
vazgeçtim, kaçmak yok, söz bu kez
çok güzel uyuyorsun diye yanımda
bak, çok gevezeysem, hadi kapat çenemi
sözcükler ne ki duygular yanında
yoksa yarın sabah uyanıp ayılınca
utanacağım şeyler söyleyebilirim şimdi
ya da bırak hazır açmışken kapılarını
kalbime biraz daha temiz hava girsin
yalancıyımdır biraz ama bana inan
sarhoşken hep çok sahiciyim
yine fazla içmişim bu akşam da
coşmuş kalbim, of nal gibiyim.
sağır, kör, dilsiz görünür kalbim
ama bil, ben aslında iyi biriyim
bilirim, çok kirlidir aşk sicilim
sadakat konusunda da pek iddialı değilim
ama bu kez farklı olsun diye
sen denersen, ben de denerim
pek iyi olmadı şarkı, boş vereyim
gel hadi “ortaçgil” dinleyelim
sıcaklığını verirken sen bana
sızayım aniden kollarında
çok düşündüm kaçayım diye ama dedim;
ne zaman anlaşmış ki kalple beyin
ve hele ne zaman düşünsem seni
yaprak gibi titriyorken kalbim
söz-müzik: teoman
* elveda
ihtimalsiz bir hayal yok ki dünyada
varsa bile yok farzedip
yalvarırım tanrıya
bir gün gelir de dünya tertemiz olursa
isyan etmem bundan sonra
zamanın ruhuna
ağlasam aylarca
uyusam yıllarca
yoksa bile varedip
yalvarırım tanrıya
“bir gün” gelir de dünya böyle kalırsa
vazgeçer
isyan ederim artık tanrıya
bırak beni kendi halime
bırak peşimi
elveda
ellerimi dokundurdum denizin yüzeyine
pürüzsüz suda halkalar yapsın diye
her baharda varolmayan birine aşık olup
hiç varolmamış bir dünyayı
gerçekmiş sanıp
bırak beni kendi halime
bırak peşimi
elveda
söz-müzik: teoman
* yalnız kalpler sütunu
hayali girmekti eve, anahtarsız
zili çalarak sadece
hiç bakmamıştı gözü gitse de
yalnız kalpler sütununa gazetede
yalnız uyur, yalnız uyanır
tek başına yer yemeğini
o gün de yalnız uyandı
yarın, dedi, ölme zamanı
açık penceresi soğuk günlerde bile
belki biri girer diye
ama yarın erken kalkacak
söndürdü ışığı gece yarısı
dünyadaki son gününde
döndü durdu yatağında
sıkıldı, kalktı
ilk kez göz attı yalnız kalpler sütununa
yalnız kalpler,
sayfalarca yalnız kalpler
ama şimdi mektubunu yazacak
“kimse mesul değil” deyip, imzalayacak
yazdı kısacık son yazısını
attı kendini dışarı sabaha karşı
son bir kez, şemsiyesiz
yağmura doysun diye
başını damlalara kaldırdı
sırılsıklam oldu, ıslandı
masasına çöktüğünde
yine önündeydi gazete
birden kalbiyle bağlandı
yazıdan hayal ettiğine
dalgaları deniz kabuklarından
dinleyen çocuklar gibi
bir kalp buldu sayfalardan
sevdi rumuzunu sevdiği birini
aklında kurdu, kurdu
verdi kalbini hayali birine
yanında düşündü onu
çok yakıştırdı kendine
ona da bir mektup yazdı
zarfında adresiyle
sonra gitti aynaya baktı
cesareti var mı hala diye
iki mektup masasında
odaya geri döndüğünde
baktı ikisine de
acaba hangisi hangisiydi diye
ansızın gözünden bir damla
önce burnuna, sonra sayfaya
işte seçti bile gözyaşım, dedi
koydu mektubu zarfına
yırttı attı öbür mektubu
yavaş yavaş ayağa kalktı
gitti içeriye
son kez dinlenmeye yatağına yattı.
söz-müzik: teoman
* uçurtmalar
en sevdiği renk mor olan kadın
en sevdiği kelime “asi”
en sevdiği oyun incitmek beni
hıncı çocukluktan kalma yara izi
zamanı yaralarla ölçen kadın
geçmişiyle kavgalı
tanrıya sığınan kız çocuğu geceleri
isyankar gündüzleri
ipleri dolaşmış uçurtmalar misali
ne beraber uçabildik, boşverip şu dünyayı
ne gidebildik kendi yolumuza
rüzgarda savruk, başına buyruk
senle ben
kırdığı kalpleri dizmiş ipe
gene de en büyük zararı kendine
ayak izlerini kuşlar yesin diye
ekmek kırıntıları bırakıp geride
en sevdiği ses çocuk sesi
oysa anne olmayı istememiş
yıllar var ki kendi
hiç bir zaman kök salmamış ki
sırf bir gün çekip gidebilmek için
gene de bulup birbirimizi
aldatma pahasına sevdiklerimizi
ağlayarak seviştiğim kadın
ipleri dolaşmış uçurtmalar misali
ipleri dolaşmış uçurtmalar misali
ne beraber uçabildik, boşverip şu dünyayı
ne gidebildik kendi yolumuza
rüzgarda savruk, başına buyruk
senle ben
kaç gece göğsünde uyuduğum kadın
hep tek başıma uyandığım
aşk olmasa, belki mutluluk olurmuş,
ya da yokmuş, sadece bir rüyaymış,
aşk ateşmiş, bir yanlış anlamaymış,
sevmekten kaybetmekten korkmakmış.
gün batımında, bu mutsuzluklar,
nerden kondu kalbime, bulamadığımda,
romantiktir diye mi hiç gelmez aklına?
ya gerçek değilse, inandığın tüm dünya.
aşk olmasa, belki mutluluk olurmuş,
ya da yokmuş, sadece bir rüyaymış.
aşk ateşmiş, bir yanlış anlamaymış,
sevmekten, kaybetmekten korkmakmış...
konser teoman - bülent ortaçgil 2007
* benimle oynar mısın?
* mavi kuş
* paramparça
* değirmenler
* sensiz olmaz
* istasyon insanları
* eylül akşamı
* sessiz eller
* aşk nereye kadar
* rüzgar gülü
* yüzünü dökme küçük kız
* yollar
* yağmur
* zamparanın ölümü - bir tek sen yalanı (medley)
* olmalı mı olmamalı mı
balans ve manevra nr1 müzik - 2006
üç beş kişi
her şey değişirken yalnız biz aynı kaldık
küçücük üç beş kişi geçmişle oyalandık
yollar bitmez gibiyken düşlere ulaşılmaz
konuşmadan kaybetmeden yaşanmadan anlanmaz
uzak, her şey çok uzak
tek sesin yakın bana
yok her şey bitmemiş seni bana hatırlatan
taksinin camından vuran rüzgarla ayrıldık
yorgun uykusuz anıları aradık
yoruyorsa artık seni eskinin eğlencesi
değişen sensin, sen misin?
uzak, her şey çok uzak
tek sesin yakın bana
yok her şey bitmemiş seni bana hatırlatan
best of teoman balet - 2004
* paramparça
* sus konuşma
* iki yabancı
* istanbul'da sonbahar (remix)
* uykusuz her gece
* o
* gönülçelen
* onyedi
* gemiler
* anlıyorsun değil mi?
* bazı yalanlar
* hayalperest
* rüzgar gülü (bumerang remix)
* mumbojumbo remix-additional production by ali sahinbas&muzo berber
* arkın allen duş remix
* gizli cervus mix
* duş house mix-dj ulash
* duş spacecake mix-spacecake(uğurcan sezen&kerem uzun)
* hökenek remix
ruhun sarışın
avrupa müzik - 2010
* good jewish girl versiyonu
* brazillian hot shower
* 5shootscount1mix
* good jewish girl in a photo shoot
* orijinal versiyon
Vinyl/Lp :
teoman
avrupa müzik - 2009
* motosikletli kız
motosikletli kız günlerdir seni bulmak için buralardayım,
sen yoksun.
motosikletli kız çatladı mı dudağın, avucun, yüzün, yüreğin?
üşüyor musun?
kırık bir kalp elinde kala kala
bir karamel tadıysa dünya senin ağzında,
gittikçe azalan her nefes aldığında.
bir karamel tadıysa dünya senin ağzında,
gittikçe azalan her kalbin atışında.
sanki seni benim için yapmışlar,
sanki benim için yaratmışlar.
sanki seni benim için yapmışlar,
sanki benim için yaratmışlar, motosikletli kız.
söz-müzik: teoman
* senden önce...
bu çığlık çığlığa dalgalar
ve hüzünlü güzel martılar
rüzgara çarpıp çarpıp gelip doluyorlar kalbime
yalnızım uçurum kıyısında
hayat ve ölüm arasında
tüm hayatım akıp geçiyor
ayaklarımın altında
daha kaç vücut gerekli
benim seni unutmama
senden önce senden sonra
bu çığlık çığlığa dalgalar
ve hüzünlü güzel martılar
rüzgara çarpıp çarpıp gelip doluyorlar kalbime
yalnızım uçurum kıyısında
hayat ve ölüm arasında
tüm hayatım akıp geçiyor
ayaklarımın altında
daha kaç vücut gerekli
benim seni unutmama
senden önce senden sonra
daha kaç vücut gerek bana
benim seni unutmama
söz-müzik: teoman
* kupa kızı sinek valesi
bir iskambil falında
çıkmıştık birbirimize
o güzel kupa kızıydı
sinek valesiydim bense
gece yarısı o perşembe
rastladım köprü üstünde
ağlama dedim o ağladı
trabzanlardan indiğinde
saçların mı ıslak yoksa ıslak mı yaşamak dedim
senin için rüzgarda hep yağmur mu var
gözlerin mi daldı yoksa sıkıldın mı sorulardan?
hiç geçmez mi gözlerinden bu sonbahar?
bir kar tanesi ol
kon dilimin ucuna
bir kar tanesi
eri ağzımda
bir kar tanesi ol
kon dilimin ucuna
bir kar tanesi
eri ağzımda
sırılsıklamdı soyundu
vücuduma dokundu
biraz pürüzlü tenimde
yaşam hücrelerimi buldu
mutluyudum o uyudu
sarıldım sayıklarken
tanımadığım o adları
yanımda çırılçıplak
saçların mı ıslak yoksa ıslak mı yaşamak dedim
senin için rüzgarda hep yağmur mu var
gözlerin mi daldı yoksa sıkıldın mı sorulardan
hiç geçmez mi gözlerinden bu sonbahar?
bir kar tanesi ol
kon dilimin ucuna
bir kar tanesi
eri ağzımda
bir kar tanesi ol
kon dilimin ucuna
bir kar tanesi
eri ağzımda
tek başımayım; güzel değil bu
hiç özlememişim kendimi
rutubetinden şişmiş kalbim
artık açılmıyor bir türlü
öğrendik yine de
söz-müzik: teoman
* kol düğmeleri
hatırlarım bugün gibi
sessiz geçen son geceyi
başim öne egik, bir suçlu gibi
bana verdiğin hediyeyi
iki küçük kol düğmesi
bütün bir aşk hikayesi
iki düğme,iki ayrı kolda
bizim gibi,ayrı yolda
akşam olunca
sustururum herkesi,her herşeyi
gelir kol düğmelerimin birleşme saati
usül usül çıkarır,koyarım kutuya
yan yana
bitsin bu işkence kalsınlar yan yana
heyhat sabah,gün ışıldar
yalnız gece buluşurlar
yaşli gözlerle ayrılırlar
düğmeler gibi,bizim gibi
bizim gibi,ayrılırlar
söz-müzik: barış manço
* saat 3:00
saat 03:00 olmuş,
resimler buruşmuş,
karlar erirken saçlarımda.
sen hep güzelsin,
benimse içtiğim her bir damla yaralarıma vurmuş.
koşma yorulduysan, anaforda boğulduysan
sen de korkuyorsan yalnızlıktan
bilme istemiyorsan, bir an bile gülmüyorsan
sen de sıkıldıysan yalanlarımızdan
saat 03:00 olmuş, soğuktan deniz donmuş,
balıklar kıyılara vurmuş.
küçük bir kar tanesi, onca yolu uçmuç,
sonunda tam dilimin ucuna konmuş
söz-müzik: teoman
* rapsodi istanbul
al tüm param bu dedim
boşver dedi sende kalsın
bir parça yeter ufak
kopar ver yiyeceğinden
etrafına bak onlardan olma sakın
yola koyul küçük küçük git buralardan
sokaklarda sapsarı yapraklar
mazgallarda yağmurlar
hangi kentte bu denli acı var
başka nerde istanbul kadar
git...
yapraklar yatağın olsun
kırlangıçlar arkadaşların
yıldızlar yorganın olsun
hem zaten gökte işsiz güçsüz duruyorlar
benden geçti ama sen yap
git buralardan
bitene kadar bitmez hayat
bitti mi de biter ama
iç tüm şaraplarını bu dünyanın
kay ıslak güvertelerinde
tüm güzel kadınların
sokaklarda sapsarı yapraklar
mazgallarda yağmurlar
hangi kentte bu denli acı var
başka nerde istanbul kadar
git...
yapraklar yatağın olsun
kırlangıçlar arkadaşların
büyük aşklar hep senin olsun
hem zaten boşuboşuna başkalarında duruyorlar
söz: teoman
müzik: teoman, volkan başaran
* resimdeki gözyaşları
bir gün belki hayattan,
geçmişteki günlerden
bir teselli ararsın,
bak o zaman resmime.
benden sana son kalan,
bir küçük resim şimdi
cevap veremez ama,
ağlar yalnızlığına
ve işte arta kalan bir küçük resim şimdi.
koyupta bir başıma
bırakıp gittin sen beni
sen yalnız değilsin
biliyorum nerdesin
bu çok üzerdi beni
yaşasaydım da görseydim
söz-müzik: mehmet ergin soyarslan
* kıskançlık
bir gün daha bitti önümde
günler gelir geçer ve antibiyotikler
kimim ben? bugün ne günlerden?
40 derece yüksek ateş ve kıskançlık
bu zayıflık anında, bir aşkın komasında
kıskançlık aktığında durmaksızın damarlarımda
sen ilacımsın, susuz yuttuğum
bir türlü gitmeyen ne yapsam da boğazımdan
günlerdir hastayım ve bu beni delirtiyor
sürekli uykuyla uyanıklık arasında
gidip gelip, gidip gelip, gidip gelip.
40 derece yüksek ateş ve kıskançlık.
kıskançlık bu zayıflık anımda,
bir aşkın komasında
ve aktığında damarlarımda..
kıskançlık...
söz-müzik: teoman
* mektup
telefonda konuşamam bilirsin,
mektuplarıysa ertelerim hep, belki de yazım çirkin diye.
çok düşündüm, çok kurdum,
karar verdim hep vazgeçtim, ama sana yazabilirim nihayet.
aslında söz vermiştim, duygularımı kilitlemiştim, ta ki sen açana dek.
korkma sevgi dilenmeyeceğim ama bilirsin beni işte
bitiririm her şeyi bir dikişte
ne yapayım
aşk bu, savaş bu binlerce yıldır sürüp giden
aşk bu, savaş bu kadın ve erkek arasında
artık saymıyorum yılları, bana deyip geçen hayatları,
zaten pek de sevmem insanları.
ama kimi dostlar var sevdiğim, sokak köpekleri beslediğim,
bazı güzel anılar biriktirdiğim.
tutku garip bir şey ve çok vahşi,
ve çok hırslıydım zaten ben de o yüzden de yağmaladım seni...
kolay değildir bilirim, bir aşkı bir kalbe koymak,
hele bir başkasını severken sen.
teşekkürler, bir zamanlar beni cok sevdiğin için
bu mektup da olmadı, kelimeler toparlanmadı, işte şimdi çöpe gidiyor.
yine de mektubuma son verirken,
seni her zaman çok seven,
ben
söz-müzik: teoman
en güzel hikayem
avrupa müzik - 2009
* güzel bir gün
suç yok, suçlu yok
hayat böyle anladım
aşk yok artık yok ama zamanla alıştım
senle ben hep böyle kalacağız
gitgide eriyip yok olacağız
yavaş yavaş
sorma neden niçin
her şey yalnızlıktan
bak güzel bir gün ölmek için
düş yok, gerçek yok
bak sonunda anladım
yaz yok kış yok
artık zamanı karıştırdım
söz-müzik: teoman
* duş
bu aşk
bizi nereye kadar savurursa
o kadar acıtacak canımızı
ama olsun
daldır elini göğsüme
al kalbimi
bul damarımı, bas ilacı
dindir acımı
çok mutluyum
şu anda ellerim vücudunda
umurumda değil artık dünya
son defaymış gibi kaybederken kendimi
en ucuz şaraplarda
son defaymış gibi kaybederken kendimi
sırılsıklam
vücudunda
eğildim
öptüm dudaklarından
saç telin vücudumdan küvete aktığında
içindeyim
içimdesin, anladım
aşk kanımda
kasıklarımda
güneşteyim
eriyor balmumum
sapır sapır dökük kanatlarım
aksın bacaklarından
oluk oluk
milyonlarca doğmayacak çocuklarım
söz-müzik: teoman
* bugün
bugün
sözlükler kusuyorum
cümleler kuramazken dün
bugün
denize döktüm kendimi
ucuza gitmeyeyim diye
bugün
sıyrıldım rollerimden
mutluyum
çünkü artık yokum bugün
boğulurdum her sağanakta
yüzmeyi ögrenmişim sanki
bugün
hayat koyu bir balgam
sert bir pornoydu dün
bir tuzağa kaptırmıştım kendimi
ama eminim tanrı var
bugün
bugün
evimi yaktım
kitapları attım
yıkandım temizim artık
bugün
dün çok giyildim
çok pot yaptım
ütülüyüm jilet gibi
bugün
"siz de mi dostlarım?" dedim
"öyleyse düş, sezar"
bugün
söz-müzik: teoman
* gökdelenler
uzun uzun seyrettim seni
diğer köşesinden barın
bir karakter oturttum
yüzüne,kalbine
uzaktan bakıp insanlara
konuşmalar yazdım
dudaklara
sonra kendime baktım
tıklım tıklım
yalnızdım.
gökdelenlerden tükürdüm
dünyaya
ben hayatım boyunca
bu yüzden kupkuru ağzım
bak geçmedi yıllarca
kalbimi yuvarladım sana
seni tanımasam da
tezgahtan önüne
bir yudum al diye
eğer hoşuna giderse
daha da iç diye
bu kadarı yetsin artık
bu gece
belki sen bulursun diye
artık son şansımsın
korkma ısrar yok bende
avunurum içkiyle
söz-müzik: teoman
* ayna
uyumadan uyandım
yine aynı dünyaya
karar verdim kalmaya
baktım dedim ki aynaya
"acelen ne?"
olacaklar olacak
bir gün nasılsa
yaşa yaşa yaşa
seni sevenler var burda
yaşa yaşa yaşa
sevdiklerin var burda hala
söz-müzik: teoman
* insanlar
gel olduğun gibi
tuzla buz et beni
camdanmışım gibi
bana hatırlat
nasıl bir şeydi
bir şeye inanmak
tutkuyla tutkulanmak
insanlar dünya düşmüş üstlerine
kıpırdayamıyorlar
insanlar denemiyorlar bile
gel dudaklarımı sar nefesini ver
tat bırak ağzımda
ilk sayfaya döndür beni
hadi alt üst et iyileştir
gel hadi acıt beni
o bile yeter
çoraklığımda istemezsen
eğer gelmezsen
öldür ama affet beni
insanlar dünya düşmüş üstlerine
kıpırdayamıyorlar
İnsanlar denemiyorlar bile
söz-müzik: teoman
* parti
sıkı sıkı tuttum ellerinden, kayıp gitme hayatımdan sen de diye bazen
ama ittim çoğu kez ürküp aşkından güçsüz yaptın diye beni sen
oysa derinlerde hep bildim ki kanımdaydın
öyle gurur duydum ki beni böyle büyük sevebildin diye bana rağmen
gelmiştim, görmüştüm, yenilmiştim, sevmemiştim tam gidiyordum dünyadan sen yokken
öyle güzel aldın ki beni içine, öyle sardın ki benim oldun
ama korktum
kaybedecek bir şeyim oldu diye korktum
kaçtım bildiğim dünyaya
parti bitmiş, herkes gitmiş, dava düşmüş, konu kapanmış
acıkmıştım, susamıştım, üşümüştüm
kavrulmuştum sıcaktan sana geldim
damağım kuru, gardım inik, boynum bükük, dedim `yine al beni`
`seni bitirdim` dedin `çektim kepenkleri` dedin
`öldü bendeki sen, gömülü şimdi`
baktım, anladım
parti bitmiş, herkes gitmiş, dava düşmüş
konu kapanmış.
söz-müzik: teoman
* tuzak
aklın kayarsa
ellerinden
sen alışırken
tam severken
gökyüzüne bak
bak da söyle
yıldızların en küskününe
üç adım al
sonuca doğru
ayrılışa
sevene doğru
sevdiklerin
acıların
tatlı evin, çocukların.
sahibiysen
tuzak bunlar
unutmaksa intikamın
unuttuğunu da unutmaksa
kanla da
terle de yazsan da farketmez
sulara yazdıysan eğer.
bilemezsin
sevemezsin
görmezlerse seni hiç
yenemezsin.
duyamazsın, bulamazsın
görmezlerse seni hiç
olamazsın
söz-müzik: teoman
* ..dedi annem
yaralı dizlerim
koşamam ki
kapalı yollarında akamam ki
unutkan nehrinin
yolunu sormadan
bulamam ki
karlı dağlarında doğamam ki
saklı kentinin
"çok üzülme,
çok susma,
çok darılma,
çok ağlama,
çok da kitap okuma"
dedi annem
"çok terleme,
çok yorulma,
girdaplarında boğulma,
yalnızlığına çok da alışma"
güneşim olmadan
göremem ki
ay tutulurken
uyuyamam ki
karanlık olsa da
ben herkesi sevemem ki
sevmeden de
yaşayamam ki
yanlış olsa da
söz-müzik: teoman
* en güzel hikayem
kulaklarım patlıyor sessizliğinden
yorgunluğundan ölüyorum
sinekler yapışıyor vücuduma gitmiyorlar
yayılıyor kanları vurduğumda denizi araladım geçtim
bir aşktan attım kum torbalarımı döktüm yaprakları
ama sanki uzandın tenime hissettim terim aktı parmak aralarından
bazen , ne yaparsan yap olmuyor bazen
bazen, ne yaparsan yap olmuyor bazen
kanım hızlanıyor bazen damarlarımda kan çanakları aynada levham boynumda
bir yapbozu tamamlarken bakıyorum büyük parçan eksik
kalbin olduğu bazen bir vücudu sarıyorum
banıp parmağımı tadına bakıp
gözümü sevmeye karartıp yapamıyorum
bazen, ne yaparsan yap olmuyor bazen
bazen, ne yaparsan yap olmuyor bazen
acı bir tat kalıyor ağzımda
bazen yutup unutup bazen tükürüyorum
bazen ayılıp uyanıp bir nefesle yanımda adı yok sırtı var
bana dönük bükük
soğuğa çeviriyorum suyu ağlıyorum bakıp içine ayılamayıp anlayamıyorum
bazen ne yaparsan yap olmuyor bazen
bazen ne yaparsan yap olmuyor bazen
derimin altında başarılı ayrılık notları yazılmış , çöpe atılmış intihar mektupları
vuruyorum sokaklara bedenimi hayallere
hayatımı yine omuzlarıma
acımı alsınlar diye sığınıp kurtaracak kadınlara 15 dakkamı bazen ne yaparsan yap olmuyor bazen
bazen ne yaparsan yap olmuyor bazen
bitti zor oldu ama bitti yapamadım benim başka bir kalbi
bedenin zayıftı, kalbin güçlüydü belki haritası ama çok silikti
sert bir şeydi iliklerimde aşk dayandım , ittim sığmadı , kanırmadı girmedi
ama sıktım pis kanı akıttım yaramdan iyileştirmeye yaladım geçmişti sanki
soktum neşteri göğsüme inanmaya halim kalmadı diye bitti
zor oldu ama bitti
bazen ne yaparsan yap olmuyor bazen
bazen ne yaparsan yap olmuyor bazen
korkma bilirim acıyı tedaviyi imkansızlığın kekremsi tadını dün insanlara baktım kendi kirli camımdan terkedilmişler çoktan yaradan tarafından
ben kesilene kadar yüzdüm ama görünmeyince karan bıraktım kendimi battım bir taş gibi
yanmıştı , çizilmişti ama seyrettim ağlayarak sabredip çok sevdiğim bir filmi
artık yalnız senin için üzülüyorum bitti
zor oldu ama bitti
benim de zaten hiç gücüm yok yüzüm yok hiç umudum yok
ama bil ki farklı bir hayaldi işkenceydi bazen bazen çok güzeldi
ama anlıyorum sesinden kurtulmuşsun sen
nokta konmuş, bitmiş en güzel hikayem
söz-müzik: teoman
renkli rüyalar oteli
avrupa müzik - 2009
* dursun dünya
bir çılgın gibi şimdi hayatım
ne sevgim kaldı çünkü ne gözyaşlarım
kurtulmak için her seferinde
kaçtım koşar gibi içimdeki senden
ateş düşünce hep söndüm,hep sırılsıklam
şimdi dursun ister dönsün dünya
dursun ister dönsün dünya etrafında
hiç farketmez çünkü artık sen yoksun ya
sönsün tüm mumlar bitsin sevgim
ister dursun ister dönsün dünya..
mektuplar gibiyiz hiç açılmamış
saklanmış ama zamanla kaybolmuş
sildin mi beni parmak ucunla
içindeki benden kurtuldun mu yoksa
günüm gelince yok oldum ardından
şimdi dursun ister dönsün dünya
.....
söz: barlas
müzik: barlas, teoman
* aşk kırıntıları
yaklaştırsana yavaş yavaş kendini bana
al içine tekrar derinine sakla, kat kasırgana
yalan söyleme bak gözlerime bitmiş olamaz
yokla ceplerini aşk kırıntıları kalmış olmalı biraz!
aşk kirintisiyla doymaktansa
tek başima aç kalirim bu hayatta
paylaşacak bİrşey artik yoksa
bir erkekle bİr kadin arasinda
yürürüm ipte ağım yokken hem de
kopkoyu içim
İnan çok çalıştım
bu kalpsiz dünyayı sevebilmek için
neyim var ki sanki senden başka
hadi son bir kez ceplerini yokla
aşk kırıntıları kalmış olmalı biraz
aşk kirintisiyla doymaktansa
tek başima aç kalirim bu hayatta
paylaşacak bir şey artik yoksa
bir erkekle bİr kadin arasinda
söz-müzik: teoman
* renkli rüyalar oteli
arabayı sen kullan demiştim
içkiliyim.
'boşver yutalım şeritleri bas gaza' dedin
bu otel güzel adını sevdim,
orda öyle yerlerime dokun,
dokunmadığı kimsenin
sarhoş olsak ya,
kimiz unutsak ya, bulut olup iç içe
bardaktan boşalsak ya
sarhoş olsak ya
tek vücut olsak ya
yüksek doz aşk alıp burda mutlu ölsek ya
yıllar önceydi,
çok da güzeldi şimdi düşününce
benimsin demiştim
ben de senin
renkli rüyalar otelinde
kapıları çalmıştım
cevapsız savrulmaya
hiç atmayan kalpleriyle insanlara
ama sen farklısın
dedim,
dedin ki sense
'dikkat et sadığımdır sadece
kendime!'
sarhoş olsak ya,
kimiz unutsak ya, bulut olup iç içe
bardaktan boşalsak ya
sarhoş olsak ya
tek vücut olsak ya
yüksek doz aşk alıp burda mutlu ölsek ya
yıllar önceydi,
çok da güzeldi şimdi düşününce
benimsin demiştim
ben de senin
renkli rüyalar otelinde
söz-müzik: teoman
* iki çocuk
el sallamıştı annesine
bayram izni dönüşünde hissetmiş miydi
oğlunu kurşun kalbi deldiğinde
kan revan içinde yanyana
aynı köprüde annelerinin rüyalarında öldükleri yaşlarıyla
ateşi harlı delikanlılar,
ne şehit ne kahramanlar
düşmansız bir savaşta
düştüler kalkmayacaklar
emin değildi kendi bile dokunmuş muydu tetiğine
kesin olan tek şeyse en yakın mahkumdu ipe.
kalpte kurşun ilmek boyunda
iki çocuk ölüm karşısında
hep çocuk kalacaklar büyümeden birer tabutta ama yaşıyorlar,
gülüyorlar annelerinin rüyalarında
söz-müzik: teoman
* kim
kim olacak bundan sonra
uyandığımda soğuk yatağımda
kim dinleyecek kalbimi
bakacak hep yüzüme
güzelmişim gibi sanki
kim tutacak son anda
bedenimi havada
düşen uçurumlarda
ben tutarken nefesimi
ağzından aldığım
ağzımda sakladığım
uçup gitmesin diye
biz büyür dünya değişirken
birbirimizi düşünüp başkalarıyla sevişirken
kim sevişecek kalbiyle
inandırıp sevgiye
uyutup nefesiyle
kim ısıtacak teniyle sanki sıcak evim olup
kış vakti okul dönüşünde
söz-müzik: teoman
* tesadüfler
daha gerçek yalanların doğrularından
o yüzden boğuluyoruz bir bardak suda fırtınadan
zaman beni, ben zamanı öldürüyorken
tuttum nefesimi atmaya seni beynimden
ama o zaman da kalbim boşa dönüyor
hep sana atan bir yürek nasıl inansın
bunca tesadüfler nasıl açıklansın
bana bunca zaman sonra bunu hissettiren
öylesine bir rüzgar olamaz kalbime esen
dünle bugün arası sanki daha uzun hayatımdan
hiç kimseye mektup yok, ölmüş insanlar
ölmüş insanlar insansızlıktan
söz-müzik: teoman
* unutamadım
dün yine yapayalnız dolaştım yollarda
yağmurlarda ıslanan bomboş sokaklarda
gözlerimde yaş kalbimde sızı unutmadım seni
unutamadım unutamadım ne olur anla beni
unutmak kolay demiştin alışırsın demiştin
öyleyse sen unut beni yeter ki benden isteme
gözlerimde yaş kalbimde sızı unutmadım seni
unutamadım unutamadım ne olur anla beni
yıllar ikimizden de çok şeyler götürmüş
sen yeni yuva kurarken beni paramparça bölmüş
gözlerimde yaş kalbimde sızı unutmadım seni
unutamadım unutamadım ne olur anla beni
unutmak kolay demiştin alışırsın demiştin
öyleyse sen unut beni yeter ki benden isteme
gözlerimde yaş kalbimde sızı unutmadım seni
unutamadım unutamadım ne olur anla beni
söz-müzik: barış manço
* kelimeler
kaçıyor musun aşktan hala
koşup insandan insana
hayatı bırakıp tabağında,
boşver mi diyorsun kanasın
için acıyor mu hiç bazı bazı
cesur musun gözünü kapadığında
sımsıkılar mı kırpıyor musun
boşver mi diyorsun kanasın
biliyorum artık çok zor çok
kuracak yeni bir hikayem yok
yine de uğraşıyorum rastgele bu eskimiş kelimelerle
yavaşlıyor ama durmuyor dünya,
zaman kimseden değilken yana
gitmiş herkes evleriniz bomboş
boşver mi diyorsun kanasın.
batmadık ama su alıyoruz hala
hissetmeden basıp toprağa,
tuz basmadan yaralarıma
boşver mi diyorsun kanasın.
biliyorum artık çok zor çok
kuracak yeni bir hikayem yok.
yine de uğraşıyorum rastgele bu eskimiş kelimelerle
alt üst olmuş coğrafyanda
cebinde bozuk paralarınla
kendi mezarına selam durup
boşver mi diyorsun kanasın
söz-müzik: teoman
* çoktandır
çoktandır
yaşıyormuş gibi yapıyordum demek
ben bu şehirde
çoktandır
iki yabancı gibi yaşıyorduk demek biz bu şehirde
ben de... ben de..
belki yaşar belki ölürüm
çoktandır
eriyorsa eğer silinirmiş meğer büyükte olsa aşk
çoktandır
kanıyormuş meğer çalışırdım inan farketseydim eğer
ben de... ben de..
belki yaşar belki ölürüm
süresi hiç belli olmaz yok ki zamanı
yarası zor geçer derler yok ki ilacı
insan bazen yaşar bazen de ölür
söz-müzik: teoman
* terlemeden sevişenler
saat 11'miş meğerse,
fildişinden kulelerde sönüyor ışıklar bak
geceye günaydın diyelim gözlerinde çapak varsa hemen silelim
sıradan ölümlüleriz
büyümüş kimyası değişmiş
yazarız banıp kanımıza
tutkunuzdur yazgımıza
nasıl anlasınlar seni beni acıkmadan yiyenler,
uyumadan önce ayaküstü terlemeden sevişenler
niye külçe gibi kalpleri
kurumuş ağızları dilleri hepsi
yorgun yaşamamaktan
boşver anlamasınlar seni
ben anlarım bakışından bilirim her hücreni
nasıl görecekler seni
kapalıyken sımsıkı kalpleri
boşver dişle kendi fünyeni
zaten bir gün herşey biter
kabul edenler etmeyenler
kabul edilmiştir
söz-müzik: teoman
Filmler:
mumya firarda
[YOUTUBE]r6b8tNi97vk[/YOUTUBE]
yönetmen: erdal murat aktaş senaryo: haluk özenç yıl: 2002
her şey “aşırı” parantezinde, bir özeti yapılınca “aydaki adam” andy kaufmann’ın. aşırı seyirci kullanımı, aşırı bir sabır tüketimi, aşırı türev ve de konteksti çok büyüterek, aşırı bir uzun vadeye varmak...
ve sanki ömrünün kısacık olacağını bilirmişçesine garip bir hız ve esprinin mayalanmasına izin vermeyecek, bahsettiğimiz sabırla çelişen bir acelecilik.
ve kişisel sabrı da sonuna dek kullanmak. seyircilerin, kendini toplam bir şakaya dönüştüren bu adamın, bu büyük yaşam şakasını anlayabilecekleri bir 15 yılı olduğunu varsayarak ve bir film yönetmeninin onunla ilgilenebileceği ihtimalini beklemeyi göze alarak.
perdede sürekli kendi resmini abartarak çizen bir adam. sanki bir derdi var, kemiriyor onu ve bob znuda’yla beraber bir sığınak yapıyorlar. bu zorunlu bir yol onlar için ve tabii ki kahkahalar atamıyorlar.
muhteşem gatsby’yi bir stand-up şovunda sonuna dek okumak niye? bu mizah mı? hayır ve elbette.
matematikte sürekli türev küçültür. demek ki şakada ve mizahta da öyle oluyor. andy kaufmann kendinin sürekli türevini alarak garip bir kariyer intiharına girişiyor partneri bob znuda ile.
hep daha konsantre bir andy kaufmann. ama daha küçük ve daha acı.
kaufmann’ın kariyer eğiminin nedeni belkide nabokov’un şu sözlerinde; “yenilikçiliği kimseye kaptırmayanların, ötekilerden çok daha çabuk eskimek gibi garip bir özellikleri vardır.”
filmi seyrediyoruz ve öğrenip, inanıyoruz ki müthiş gelişmiş bir sabır anlayışı var andy kaufmann’ın ve bu bildik sabrına karşı da çok büyük bir şakası vücudunun yaptığı.
akciğer kanseri; kötü şaka, mutsuz son. ona da çok uygun.
andy bizi filmin başında uyarmıştı sanki. demişti ki;
“bu film hiç komik değil.”
lady lazarus’un striptizi
erkek: on yıl oluyor sen öleli. yalnızca bir hikaye bu. senin hikayen. benim hikayem.
kadın: ölmek bir sanattır her şey gibi
eşsiz bir ustalıkla yapıyorum bu işi.
öyle ustaca ki insana korkunç geliyor.
öyle ustaca ki insana gerçeklik duygusu veriyor. bu konuda iddialıyım sanırım.
erkek: kendini bulurdun kırmızıda.
bense acısını duyardım -kabuk bağlamaya başlayan
bir yaranın üzerindeki sargı bezinin keskin kenarı gibi.
içindeki damara dokunabilirdim, o kabuklu pırıltıya.
kadın: yaralarıma bakmanın bir ücreti var
nabzımı yoklamanın
gerçekten atıyor kalbim.
kararlıydım ikincisinde sonunu getirmeye ve geri dönmemeye
bir deniz kabuğu gibi.
bu üçüncü şimdilik.
ne aşağılık iş
yok etmek her on yılı.
erkek: birdenbire okuyorum bütün bunları
senin kendi sözcüklerini, yükselip
boğazınla dilinden sayfalara geçen
tıpkı yıllar önce kızının
sessiz evde
yalnız başıma çalıştığım odaya
havada yürürcesine girip yüzüme bakarak şaşkınlık içinde
“baba, annem nerede?” diye sorması gibi.
kadın: kapar açık kalmışsa gözlerin
ve eriyip gider kederinden
yeni bir parti çıkarmak üzereyiz tuzdan bakıyorum çırılçıplaksın.
bu elbiseye ne dersin?
erkek: beyninin haritasında hala kara lekeler. geri çekilirken düşmana bırakmamak için
yaktığın yerleri gösteren. ve sözcüklerin
yüzlerini ışıktan kaçıran
parmaklarıyla bastırarak fırlamış barsaklarını.
kadın: bak gene bir yolunu.
ve ben, gülümseyen kadın
daha otuzunun baharında
kedi gibi dokuz canlı.
ted : gemi azıya alıp bir engelin üzerinden atladığımda sıktın boğazımı
baş döndürücü bir biçimde bir an, sonra düştün. ayaklarıma fırlattın kendini beni düşürmek için. düşürdün ve ölüp kaldın. bir an içinde oldu her şey.
sylvia : işte büyük striptiz
baylar, bayanlar
ve beşik sallanacak
zelig’de woody allen, bir kertenkele insandan söz eder. leonard zelig, sosyal çevrenin dışında kalmamak için onlar gibi olduklarını, düşündüklerini, söyleyen insanlardan fazlasını yapar; onlar olur. çinlilerle beraberken çinli, zencilerle beraberken zenci. hatta zelig’i bir vaka olarak ele alan dr. eudora fletcher’in yanında psikiyatr oluverir.
“topluma uyum” minicikken başlar. zelig’de en güzel esprilerden biri, küçük leonard’ın topluma uyum sağlamada ilk adımı attığı sahne. leonard’a moby dick’i okuyup okumadığını sorarlar. okumamıştır ama itiraf edemez. “moby dick mi?” der “tabii, tabii, elbette okudum.”
kertenkele insan oluşumunun ilk soluğunu o anda alır.
filmin sonunda bir yerlerde zelig için, “kalabalık ve anonimlik içinde kaybolmak gibi bir arzusu vardı ve faşizm ona bu olanağı sağladı” diyor. faşizmin karanlık güçlerinin insana sürekli yaptırdığı şey. kendini koruma içgüdüsüyle gerçek kişilikten sıyrılarak başkasına –çok ve anonim olana – dönüşmek; kertenkele usulü.
şizofreninin yunanca’da harika bir anlamı var; akıl yarılması. gerçeklerden koparsınız, toplumsal uyumu tümüyle ortadan kaldırırsınız şizofrenide. anlamlı sözcüklerden anlamsız cümleler kurarsınız, duygusal anlamda kayıtsız olabilirsiniz ya da düşünceleriniz blokaja uğrar ve suspus olursunuz.
zelig’de bunun tam tersi bir şizofreni türü var.
akıl yarılması, topluma uyum arzusuyla çıkıyor ortaya. kabullenilme arzusu herşeyden vazgeçiriyor onu. tüm bağlantılarını, kimliğini, hatta insanlığını bile terkedebiliyor onun için. bir azınlık pozisyonu –burda yahudilik- olarak çizilse de, asimilasyon ırksal nedenlerle değil, kişisel nedenlerle olabiliyor. kendisi olmaya yönelik bir çaba yerine bundan vazgeçerek başkası olmaya çabalamak daha az yorucu hale gelebiliyor.
gerçek şizofreninin tam tersi nedenlerden oluşan ve yine de bir şekilde onu çok andıran bu “birörnekleşme” türü. “kendi olmanın” tüm zorluklarını ortadan kaldırıyor. zelig’in alt-anlatısını okuduğumuzda tarihsel yapı çok şey söylüyor. 1930’lar insanların ya komünist ya faşist oldukları, kalabalık insan topluluklarının bir “genel yarar” için gittikçe bu “kalabalığın” daha bir parçası olmaya can attığı bir dönem. kendini kamplarda boğarak, kişi olmanın tüm zorluklarından kurtulma ve inanç maskeleriyle takım olmanın tüm avantajlarından yararlanma.
türkiye açısından, vurgı olarak 40 yıllık rötar var “siyasi birörnekleşme”de ve bu dönemin sonrasında çok garip bir siyasi rota, düşünülmeden izleniyor. önce siyasetsizliğin “birörnekleşmesi”, sonra da çok kısa süreli heyecanlanlarla insanların hızlı kamplara ayrılması. kamp ateşi bir yanıyor, bir sönüyor. böyle kamplar varlıklarını ancak karşı kamplarla sağladıklarından da, bu karşı kamplar eğer yoklarsa icat edilmek zorunda kalınıyor.
bu icatlarda teknoloji imdada yetişiyor ve mesela televizyon varolmayan bu kampları hemen yaratabiliyor. bir tutam kişilik kompleksi –ki toplumca da kolaylıkla paylaşılıyor -, bir tutam takım ruhu insanları buzdolaplarını tekmelemeye, mandalinaları ezmeye götürebiliyor. “artık ideoloji yok ve biz artık yarattığımız kısa süreli kamplarla idare etmeliyiz” deniyor.
çok düşünmeye gerek yok, oynamak yeter. hem allen başka bir filmde demişti zaten;
“hayat sanatı değil, televizyonu taklit eder.”
genişletme çabaları
zaman çok hoyrat ve bu zaman fikrini yavaşlatmak için hızın hortlağının tam tersi olan şeye ihtiyaç var; yavaşlığın kendisine...
mesela eğer üstü tenteli bir tekne sizi çok da alışık olmadığınız bir coğrafyada önce birbirine çok benzer gözüken, aslında dikkatle bakınca uzak akrabalar gibi duran kıyı şeritlerinden açık denizlere götürürse...
motor gürültüsü kesildiği anda eğer o “başka şey”i hissediyorsanız, artık ya dalga, ya da yelkenleri şişiren şu rüzgar her şeye karar veriyor ve pek bir hükmünüz yoksa burada. ve hoşlandıysanız bu durumdan, atmosferin devamı için, eğer kaptanın “nereye gidelim” diye de bir sorusu varsa, cevabınız şu olmalı: “nereye olursa.”
kuzeye yelken açtıkça, daire şeklinde küçücük adaları, üzerinde yalnızca birkaç kişinin oturabileceği kayalıkları geçerken, insanın denizle kurduğu açının bile önemi var; küçük bir tekneyle ufka bakmak başka, yüksek bir tekneninki başka...
turizm trafiğinin en sapa noktalarındasınız. coğrafya bilgilerini strabon’un “tanrı’nın çok sevdiklerini uzun yaşasınlar diye gönderdiği yer” dediği topraklarda, denizlerdesiniz.
fark her yerde. isterseniz köpekler bile birer veri sizin için. bu kısa, tembel, çok çirkin ve çok sevimli köpeklerin amacı sizin alıştığınız şehirlerdekinden çok farklı. yemek değil, gölge peşinde onlar. sizin verim değil, iç huzuru peşinde olmanız gibi... isterseniz onlara uyabilir ve havlamalarının ritmini bulmaya çalışırsınız. “hav hav-es-hav” ya da “hav hav hav-es-hav”. kıyıdasınız ve önünüzdeki tekneyle uğraşıyor insanlar. sizin beş gündür fark edemediğiniz gelişmeyi elde etmek için çalışıyorlar. naifliğin içerisinde, görülmeyen ama sezilen bir “öyle kalma” çabası da var. çalışıyor, çalışıyor ve aslında ilk halindeki gibi kalmaya çalışıyorsunuz. çatıyı onarırken, bahçenizi dikenler bürüyor, bu dikenleri sökerken bahçe kapısı aşınıyor, o tamir olurken bir bakıyorsunuz yanınızda çalışan –zorlukla bulduğunuz, zorlukla sevdiğiniz- kişi işi bırakmış bile. çalışıp, bir arpa boyu gidememenin harika tevekkülü.
çok da kendini kandırmamalı. tatilin son günü yaklaştı. cep telefonu ortaya çıkacak, şarja konacak, bavul toplanacak, planlar yapılacak artık. ve havaalanına giderken o pek sevdiğiniz toprak yolu tercih etmeyeceksiniz. taksiciye ümitle “asfalt yola ne zaman çıkacağız?” diye soracaksınız. buralar belki de bir dahaki gelişinizde böyle olmayacak; işte levhayı gördünüz bile;
“genişletme çalışmaları”.
ağ
şimdi artık yabana atılmaz bir yorgunluk duygusunu benim için yepyeni olan başka bir duyguyla, bir şeyler yapmış olma duygusuyla birleştirebiliyordum. gerçekleştirdiğim düşünsel çalışmaların sonunda, oldum olası, hiçbir şey başaramamışım gibi bir duyguya kapılmışımdır. kişi, ürünün içerdiği düşünceyle (bu düşünce ne olursa olsun) artık canlı bir temas kuramıyorsa, bu ürün en iyimser bakışla kuru, en kötümser bakışla da berbat görünür.
iris murdoch’ın “ağ”ında, hayatını rastlantıların ve rastlantısallığın etkisinden yalıtmaya çalışan jake donoghue’un sözleri bunlar, hayatını bir düzene sokmak isteyen, kendi tasarılarına dahil olmayan rastgele olaylardan kaçınmaya çalışan...
paulo coelho bir söyleşisinde anlattığına göre 1997 yılı boyunca haftada 30 dolara bulaşık yıkar; polonya’da bir kafede, ta ki bir fransız grup “paulo coelho’ya benziyor” diyene dek.
gazeteci, “ne öğrendiniz?” diye sorunca, “bulaşık yıkamayı” diye cevap verir. “ayrıca bir şey öğrenmek istemiyordum ki, yalnızca farklı bir şey yapmak istiyordum. kendime her zaman yaşama hakkı tanırım.”
dağ gibi bulaşıkların yarattığı bir “hakikat” duygusuyla bir tabak, bir bardak daha temizleniyor; bir parça insan psikolojisi daha iyileşiyor. sanılan değil, gözle görünür, sayılır, inanılır bir gerçek ve o denli inanılır ki tersine bir görüntüye yaşam alanını genişletiyor.
ek olarak da tam bir “tamamlanmışlık” duygusu, elektrik süpürgesiyle en derindeki tozları almanın, hastanede tam bir “check-up” yapmanın, halı sahada farklı bir yenilginin yarattığı ve zihinsel hiçbir çabanın da veremediği...
coelho’yu polonya’ya, simyacı’yı doğuya, jake’i tüm dünyaya savuran boş, yanlış inancın tersine sadece bir yol var; aramayarak...
jake devam ediyor;
hep merak ederim, acaba kant kafasında kopernik devrimini geçekleştirdiği sırada, içinden arada bir “ama bu bir hiç, tam bir hiç” demiş miydi? demiş olmasını dilerim.”
belki de kant’ın hiç veremeyeceği, paulo coelho’nunsa tereddüt ederek vereceği cevap, gerçek cevap olmalı. “ne öğrendiğiniz?” diye sorduklarında utanarak verilmemeli cevap.
“bulaşık yıkamayı”.
the beach
the beach
kavafis diyor ki :
“aklım daha ne kadar
kalacak bu çorak yerde?
yüzümü nereye çevirsem,
nereye baksam
kara yıkıntılarını
görüyorum ömrümün
boşuna bunca yıl
tükettiğim bu ülkede”
paul bowles, sihirli bir yerin, sihirli bir fikrin –dolayısıyla da “ruh halinin”- dünyanın bir yerlerinde onu beklediğine inanıyordu. buldu da. fas, tanca uzun yıllar onun oldu. burroughs’u, kerouac’ı ağırladı oralarda, kuzey afrika’ya gelen gezginlerin gurusu oldu. birkaç yıl önce öldüğünde -89 yaşında- hala “o yer”deydi.
en güzel romanı “esirgeyen gökyüzü”ndeki -ki türkçe’deki “çölde çay” adı daha da güzel- kahramanları kit ve port ise bulamadılar “o yer”i.
onlar turist değil, gezgindiler. hatta sürekli gezginlerin “aramadan gezenler” sınıfına da girdiklerinden hayata katılmak karşısında gönülsüzlüğü ve kararsızlığı da paylaşıyorlardı.
kitabın bir yerlerinde “aramadan gezenler”in ortak sıkıntısıyla düşünüyor kit; “keşke bu gece olacağından emin olsaydım. o zaman kendimi rahat bırakabilirdim ama emin olamamak...insan bilemiyor...hep bekliyor.”
emin olamamak. beklemek. beklerken de bir yerlerden başka yerlere gitmek. en zoru da, bir şey bulmak için dolaştıklarını kendilerinden bile gizleyerek...
güzel bir söz hatırlıyorum kitapla ilgili. kitabın içinde mi, yoksa onunla ilgili bir eleştiride mi bilmiyorum ama kısacık, mükemmel bir özet; “çölün ruhu, ruhun çölü”.
yavaşçacık bir anlatım, hem üslup, hem içerik olarak. çöl’ü de, kit’i de, port’u da anlatıyor. bomboş. kafamda kavafis devam ediyor : “bir başka ülkeye, bir başka denize gidelim” dedin
“bundan daha iyi bir şehir bulunur elbet”
alex garland’ın ilk romanı “sahil” (the beach) de bir yolculuk öyküsü. iki roman, iki film, iki aktör, iki yazar, iki kahramanı karşılaştırınca, “yolculuk var, yolculuk var” diyor insan. paul bolwes garland’a, bertolucci danny boyle’a, di caprio malkowich’e, “the beach” “çölde çay”a, richard ise port’a karşı...
aradaki fark, turistle gezginin farkı işte. “kısa süreli, nedenli, farkında olarak” yapılanın, “sürekli, nedensiz –en azından çok açık bir nedeni olmaksızın- farkında olmadan” yapılan farkı. tayland ve fas’ın farkı, 1990’ların ve 1950’lere farkı, düşünmeyen başka birşey yapmayan port’un, nintendo oynamaktan başka bir şey yapamayan richard’a farkı...
çölün ruhu bowles’da...şöyle diyor bir röportajında tanca’yı anlatırken; “davullar hiç susmazlar, ama uyanmam ben onları duyunca. rüyalarıma eklerim onları. aynı müezzinlerin çığlıklarını yaptığım gibi...”
işte “o yer”e vardığının kanıtı... di caprio internet cafe’de oyun oynarken, bowles tanca’da uyuyor.
kavafis’in bir şiiri daha var, “sahil”in richard’ına merhem olacak...
“sana bu güzel yolculuğu verdi ithaka
o olmasa yola hiç çıkamaycaktın.
ama sana verecek bir şeyi yok bundan sonra”
uyku kulübü
uyuma bir kabiliyet, insomnia bir yeteneksizlik durumu...
genel bir kural var, “uyumaya çalışan uyuyamaz”. zorluk uykuyla ilgili her evrede; uykuya dalmada, uykuda kalmada, fazla erken kalkmada. fiziksel, psikolojik; genelde her ikisi birden.
bebekler gibi ya da kütük gibi uyuma beklentisi ve böylelerine duyulan kıskançlık insomnia’nın nedenlerinden biri. edward norton bizim rehberimiz, adsız anlatıcımız, araca hasar tespitçimiz, “insomniak”ımız.
hem o uyku gereksinimini abartan, uyudukları zamanı küçümseyenlerden değil, hiç hiç uyuyamayanlardan.
kısa süreli insomnia için geçerli uyku hapları onda para etmiyor. doktor önerisiyle gerçek acıları öğrenmek için yola koyuluyor, destek gruplarına katılıyor.
nedir derdi? uyuma zorluğu beklentisi mi, depresyon tarihine sahip olması mı, biyolojik saat bozukluğu mu? insomnia bir neden mi, sonuç mu norton için? kısa süreli ölümünde bir de zorunlu partneri var, marla singer. o da başkalarının acılarının turisti, norton gibi.
norton, turistik gezileri sayesinde uykuya dalıyor, marla’nınsa derdi başka.
diyor ki, “hem sinemadan çok daha iyi, hem de bedava kahve var.” nitrogliserinde pamuğun ya a parafinin rolü kendine karşı şiddette insomnia’nın rolü herhalde.
ama duman solumak, louvre’u yakmak veya kıçını mona lisa’yla silmek istemenin nedeni sadece sadece bu olmalı.
bir kimyasal yanıkla veya ağıza sokulan silahın ateşlenmesiyle elde edilen tatmin, belki uykusuzluk insomnia olmadan içilecek bir ılık sütle veya yapılacak bir uyku öncesi seksiyle alınabilirdi. hem de acısız, sürekli artmayan bir şekilde...
uykuda ne oluyor da herkesi bu denli etkiliyor? nedir sürekli duyduğumuz rem, non-rem, melatonin salgısı vs? uyku niye bu kadar önemli? az uyuma ne zaman insomnia oluyor?
uykuda vücuda ne oluyor da, beynimiz bundan yararlanıyor?
veya yararlanmayınca niye bu olanlar oluyor? valerian kökü, passiflora incarnata, b6 vitamininde ne var ki işe yarıyorlar?
ve şiddet... insanı nasıl bir kardeşlik bağıyla bağlıyor?
insomnia bir anarko-felsefe yaratmanın ön koşulu mu oluyor?
bilmiyoruz, ama film güzel. biz insomniaklar için de film bir dövüş değil, sanki bir uyku kulübünün filmi. üyeler seyirciler arasında ve cervantes gibi aynı şükran duasını tekrarlıyorlar; “uykuyu yaratmış olana binlerce teşekkür.”
kıskançlık
kıskançlık
“henry brulard’ın yaşamı’nda bir kadına aşık olduğun zaman kendine “onunla ne yapmak istiyorum” sorusunu sormalısın diye yazmış stendhal.
peki, bildik şeylerin yanında, bir kadınla ne yapılır? yani kadın erkeğin hangi işine yarar? bir erkeklik yarışının sorusu mu, yanıtı mı, ödülü müdür kadın?
carlos fuentes, jean seberg’le iki ay çok yoğun olarak süren ilişkisini didiklerken birkaç itirafta bulunuyor. “binlerce erkeğin kıskanç soluklarını ensemde hissediyorum onunla sevişirken” diyor, kendisinin aynı kıskanç soluğu bir başka erkeğin ensesinde olacakken bir-iki ay sonra.
fuentes kendinden nefret edeceği şeyleri yapıyor; kadının özel eşyalarını, ceplerini, defterlerini karıştırıyor. kıskançlığın ürünlerini toplamak için telefonlarını dinliyor seberg’in.
“gülünesi aşklar”da milan kundera bir öykü kahramanının ağızından yine bir tür denemeye girişiyor. bir çeşit seçmeye dönüşen, erkekler arası sorular soruyor. “diyelim ki,” diyor çok güzel bir kadın var, önünüzde iki ihtimal; ya onunla insanlar içinde kolkola gezip mutlu olacak, fakat yatmayacaksınız. ya da yatacak ama kimseye söylemeyeceksiniz. kahramanımız, “emin olun ki” der, her erkek birinci şıkkı tercih eder”. ona göre, kimseye söylemeyeceksiniz. ona göre kimseye anlatamayacağı, gösteremeyeceği bir aşk macerası erkeğin ilgilisini de çekmez. beraber olduğunuzu düşündüren bir yalan-göseri, işin gerçeğinden çok daha çekicidir erkek için.
konumuz kıskançlık olduğuna göre, yukarıdaki seçmeyi ona göre ayarlayalım. diyelim ki bir sevgiliniz var, önünüzde de iki seçenek. sevgiliniz ya biriyle beraber gözükecek ve birlikte olduğu izlenimini verecek ama onunla yatmayacak. ya da biriyle yatacak ama kimse bilmeyecek. hangisini tercih ederdiniz?
cevap bir evvelki sorudaki kadar kolay değil burada. çünkü ikisinde de kıskançlığın farklı boyutları var. farklı kıskançlık, farklı gurur mekanizmalarının sosyal ya da kişisel olanları... insanlar arasında –gerçekte öyle olmadığı halde- yaralanmış bir gurur, gerçek bir iç yarasına karşı. hangisinin daha görünür olduğu ise kişiliğe bağlı.
peki bir erkekle ne yapılır? bir erkek, kadının hangi işine yarar? o da bir kadınlık yarışının soru, cevap veya ödülü müdür? mekan aşk, konu da kadın oldunda kıskançlığın yukarıdaki boyutları nerelerde doğru evrilir?
bunlar başka bir yazının konusu ama, en azından doğru bir his oluşturmak için klasik soru, her cins içinde geçerli olmalı. “onunla ne yapmak istiyorum” sorusu...
"kalpten parçalar" iki kişilik bir roman; meltem ve talat'ın hikayesi. diğerini egzantrik zanneden, sıradan iki insanın...
hamdi koç, kitapları-en azından kahramanları-açısından ortak yönü çok olan bir yazar. bu ortak yönlerin optimum kullanımı için iyi silahlanmış olması sayesinde, modern edebiyat içerisinde çoğu zaman gerçekçiliğe, kimi zaman da birazcık meta anlatıya doğru seyrederek her kitabında hem tanıdık, hem farklı bir şeyler veriyor okuyucuya.
eğer koç'un kitaplarını ikiye ayırırsak, "kalpten ...", sıradan hayatlar kategorisinde, bir anlamda "melekler erkek olur" un küçük novella kardeşi gibi...
daha bir egzantriğe doğru meyleden "iyi dilekler ülkesi" ve "çiçeklerin tanrısı"ndan değil yani.
otto f. kernberg , "aşk ilişkileri" adlı incelemesinde diyor ki;
"aşık olma kapasitesi, bir çiftin ilişkisinin temel direğidir. bu erotik arzuyla idealleştirmeyi bir araya getirme kapasitesi ve derinliğine bir nesne ilişkisi kurma potansiyeli anlamına gelir"
meltem ve talat'a biraz da "aşık olma kapasitesi" açısından bakmakta yarar var. kitap belki de bu kapasiteden bahsediyordur.
talat, içe dönük, fazla analizci ve riskten kaçan birisi. meltem ise ilişkilerinin kötü dönemlerinde talat'da hissettiği ama dile getirmediği sıradanlıği, ilişkilerinin başında veya iyi zamanlarında, değişik, çekici, -ve yine o terim!- egzantrik bulacak kadar uçarı.
"dikkat çekici bir erkek olduğunu bildiği için dikkat çekmemeye çalışırcasına beyaz gömleğin çekingenliği içine saklanıyor... bu adam kendine değer veriyor dedi içinden, ya birine aşık, ya da çok gururlu"
halbuki;
"talat beğenilmek, sevilmek, hatırlanmak, nihayet istenmek gibi iyi duyguların karşısında
kendini uzak bir rastlantı olarak görmeye alışkındı... öyle yetişmişti bir kere, önemsizlik inancı içerisinde"
analizci beyni ise meltem'i alt başlıklarda düşündürüyordu ona
"erkekleri seviyor.
zengin kızı
pahalı şeyler giyiyor
bakımlı erkekleri seviyor, bakımsızmış gibi görünenleri."
evlilik teklifini meltem'in yapmasından sonra, talat'ın suskunluğuna sığınırken aceleyle duygusal analizini bitirip, meltem'in ciddiyet derecesini bilmediğinden ona aynı sesle cevap vermesini, talat'ın soğukkanlılığına yormuş olması kuvvetli bir ihtimal olan meltem karşısında o;
"en iyisi galiba, meltem'e aynı şeyi aynı sesle söylemekti. bunun riski olmayacaktı. evlenelim, dedi az sonra.
hikayeden bahsetmekten burada vazgeçiyorum.en önemli şey o değil zaten.
bir ilişkinin evrelerinin kadın ve erkek tarafından yorumları,kadın arkadaşlıkları, ailelerin, geçmişin yükleri, ilişkilerin imkanları ve imkansızlıkları gibi sıradan görünen, gündelik ama önemli bir sürü detay var kitapta.
hamdi koç kahramanlarını -özellikle erkek olanları- utandırmadan düşündürüyor.
erkek kahramanlarına bazen olgu, bazen de özlem olarak yüklediği "serbest adam" temasını kendisinden almış olmalı. yine ya gerçek ya da kendi ulaşılacak hayali olarak...
"ideal yazar"ı hapislerde çürüyen aşırı romantikler arasında değil de keyfi hep gıcır olan "henry james" olarak gören, sosyal gerçekçiliğin , siyasi ve aşırı sosyal angajmanın sanat eserini neredeyse çöpe çevirebilme, hatta kesin çevirme ihtimalinden bahseden, estet lukacz'a "köylü" dediği için bir çok koldan fırça yiyen ve bu fırçalardan zevk aldığı kesin olan yazarımızın(aslında bence diğerleri oltaya geldiler!) kahramanlarının duygularını okuyucuya pervasızca verdiğini görmek o yüzden pek de şaşırtmıyor bizi.
hamdi koç'u seviyorsanız bu kitabı da sevecek, sevmiyorsanız da belki sevecek, belki de sevmeyeceksiniz.
neden mi? ( talat'ın analiz stiliyle!)
güzel kitap
küçük, novella tadında
kadın -erkek ilişkisi var
güzel kitap(tekrar!)
yine de doğru kitap böyle yazılarla değil de, biraz meyve seçer gibi daha iyi anlaşılıyor. ama bilin ki; bir kitapçıda bu kitabı elinizde evirip çevirdikten, bir kaç satır okuduktan sonra ona "nasılsın?" derseniz, o size "bildiğin gibi" diyecektir.
bana da beni soracak olursanız, ben hamdi koç hayranıyım...
radikal
bazen kalbime altı ok batıyor
bazen kalbime 6 tane ok batıyor!
anne ben geldim, ağdaki balık
bardaktaki su kadar umarsızım
dizlerin duruyor mu başımı koyacak?
anne ben geldim, oğlun, hayırsızın....
(yıllar önce express dergisinde; haydar ergülen kimi zaman şiiri odak alan, kimi zaman da bir temanın üzerini şiirlerle bezeyen çok güzel yazılar yazardı. onlardan birinde rastlamıştım “oğul” şiirine ahmet erhan’ın. şiire vuruldum ve sonrasında 1996 senesinin kışını “oğul” ile geçirdim.
türlü çilelerle telefonunu buldum ve heyecanla aradım ahmet erhan’ı, bestelediğim şiirini kaydederken izin istemek için. “senindir şiirim” dedi ve bir şeycik istedi sadece: “albümünde şarkı sözü değil şiir yaz ‘oğul’ için, eğer adımı yazacaksan.”
geçen 10 yıl boyunca hiç yüzyüze gelmedik, bir kaç kez telefonla konuştuk.
bu röportaj teklifi geldiğinde de, benim adımı söylemiş, konuşmak istediği kişi olarak. ne güzel bir şey benim için!
şiirlerinden çıkardığım ya da onunla ilgili bilmeden hayal ettiğim şeylerden sorular yaptım, ”annesini, babasını, incir ağaçlarını, galatasaray’ı ve arkadaş ölümlerini” sordum ona.
bir de ”yaprakların birer namlu olup içlerinden çıkan kurşunlarla birkaç saniye içinde ölmüş olan insanları” ya da “düşen gövdenin elinden dışarı fırlamış kese kağıtlarından yere saçılmış portakalları, okunmaktan çıktığı gün eskimiş kıvrık bir gazetenin üstüne damlayan kanları.”
ahmet erhan; ben daha fazla aranıza girmeden, sizlerle...)
“12 eylül şairi” dediler bana. oysa ki, o şiirlerin hepsi darbeden önce yazılmış şiirlerdi ve içeriden bir eleştiriydi. sonuçta solcular da sevmedi beni, sağcılar da ama sevenler de sevdi. açıkçası o kitaba bakınca ona uzakmışım gibi, şu an bana çok acemice geliyor ilk kitabım. 16-17 yaşında yazdım ben o şiirleri. ama alçakgönüllülük de etmeyeyim, kuşağım o kitabın bir öncü olduğunu kabul eder, ki benim kuşağım en vefalı kuşaktır.
kuşağım, acılı kuşağım
acılarla sevinçleri böyle yoğun yaşamak
kimselere nasip olmadı.
zaten haydar (ergülen ) veya sayamayacağım kadar şairle hiç bir zaman, hiç bir sorunum olmamıştır benim şiirsel anlamda. ama şu anda “edebiyatçılar derneği” başkanı olan kişi o yıllarda neredeyse sadece küfür diyebileceğim şeyler yazdı kitabım hakkında. halbuki evi gibi bir şeydir insanın yarattıkları, söyledikleri , yazdıkları... mahremiyetidir. ayrıca, arabesk şair de derler bana, ben de övgü olarak alırım bunu. müslüm’e de bayılırım, orhan’a da..
.....ben bu şiiri yazar mıydım hiç, azıcık “drink” alsam
yetmişaltı yılında , bir haziran ayazında alkolden öldü babam
bayrağı kaptığım gibi meyhaneye koştum
o gün bu gündür camlarımda bir buğu
...herkes beni “anneci” sanır. ben aslında “babacı”yımdır. aydın bir insandı, türkiye işçi partisi aybar kanadından. beni yetiştiren, beni edebiyata yönlendiren babam alkolden ölmeden önce içkiden nefret ederdim. 17 yaşındaydım ve onun ölümü her şeyi tersine çevirdi. öldüğünde alkolik bayrağını aldığım gibi meyhaneye koştum. şimdiki yaşım(49) o yıllarda o kadar büyük gelirdi ki bana. ama şu an ölmeye niyetim yok. babamın yaşı 51’i geçmeye çalışıyorum.. “babamın öldüğü yaş” a az kaldı yani!
yine de oğlum iyi bak, adama benzer baban
kirlenmemek için kendini alkolde saklar
..... gece lisesinde okudum, babamın ölümünden sonra gündüzleri aynı lisenin kantininde çalıştım. gündüz çayocağında çalışır, akşam da gider uyurdum derste. bir gün solcular kapıyı tekmeyle açtılar, bir arkadaşımızı çağırdılar dışarı. öğretmen pencerenin yanına kaçtı.. sağcıymış çocuk, çağırıyorlar dışarı, vuracaklar. ben sınıf sorumlusuyum,önüne geçiyorum onun ve “hayır diyorum, benim sınıfımdan adam alamazsınız.” ama sonrasında ona da, ”arkadaş okulu bırak”diyorum, ”her zaman ben olmayacağım ki yanında.”
...7 kere kurşunlandım ben, toplu ya da tek. ilginç tarafı; dördünü solcuların, üçünü sağcıların yapması. halbuki hiç bir zaman eline silah değmemiş adamlardanım! bir gün dereyatağında yürürken sağcılar çevirdiler beni, üzerimde parka, içinde de bir sürü bildiri. hepimizin “deniz gezmiş” olduğumuz zamanlar! benim sınıfta kurtardığım çocuk çıktı aralarından şansıma, “kimse dokunmasın ona“ dedi. yoksa mahvolmuştum.
severim deniz gezmiş’i , oğlum adını buldu onda
....80’den sonra bol bol bunaldım, öğretmenlik yaptım... korktum. ve bu korku ortamı bitmedi. şimdi yine kötü bir yere gidiyoruz. bilmiyorum, hissediyorum. ama ‘niye?’ desen bilemem.
üçüncü ayakta ‘rüzgarın kızı’ yine gelmeyecekti
ganyanım tökezlemiş ve hayatım buruşuk bir resim olarak hatırlanacaktı.
...at yarışı, biraz da beni yaşatan şeylerden biridir. ben beş yaşındayken iki tane yarış atımız vardı. babam demir–çelik işiyle uğraşırdı. sonra ne olduysa battı, adana’ya gittiğimiz sıralarda. yoksullaştık, babamın içki olayı da o zaman başladı. atları göreyim, onlarla ilgileneyim diye giderim hipodroma. at yarışı da oynarım cüzi miktarlarda , genellikle de kaybederim.
benim hiç silahım olmadı mayakovski gibi
tutup bir gece yarısı alnıma dayayacağım
ne de james dean gibi bir otomobilim var
önüme çıkan ilk kamyona vuracağım.
hiç bir zaman intiharı düşünmedim ben. ama diyeceksin ki, insan yaşayarak da intihar eder. o konuda biraz hızlı koştum. bundan sonra da frene bassam ne olacak ki? şu andaki durum; uçurumdan atlamışsın, havadasın, düşmemişsin ama! hayat tökezlemelerle geçti de, hala düşmedim, değmedim yere.
kalbim sen hala burada mısın?
şol bedende, gurbette mi, sılada mısın?
alkol, taşikardi, panik atak
maceran bir gün tıp dergilerini çalkalayacak.
kalbim, sen hala burada mısın?
panik atakla ilgili doktorumun tavsiyesi bana terapi oldu. ben dedim ki , her gün terapi yapıyorum şiir yazarak. yine de hastalığımı atlatabilmiş değilim. beni tek başıma taksim’e bırak, herhalde kalp krizinden ölürüm. kapalı yerlere, kalabalığa, yükseğe gelemem. yurtdışına gidemiyorum uçaklar yüzünden.
ipsiz ruhum, sarsak, serseri
otobanlarda sırtında heybesiyle
cafelerde tuborg bira ve patates cipsiyle
durdun bir yerde, çağını bekliyorsun.
son dizesi önemlidir bu şiirin. sanki o dize için yazılmış gibi... biraz amerikanvari bulundu. öyle düşünenler ya sonradan haksız çıkmış olmalılar, ya da gerçekten her yer “amerika” oldu. eskiden yol kenarlarında şarap içerdi insanlar, artık otobanlar var; eskiden koltuk meyhaneleri vardı, şimdi barlar. çağını bekliyorsun gelsin diye . gelince de bir sürü belayla karşılaşıyorsun. acısını çekiyorum, haklı çıkmanın acısını... “alacakaranlık...”ta anlattıklarımın doğru çıkışını yaşadım, sivas’ı yaşadım.
adana demirspor’da fatih terim’le aynı takımda
epeyce sıyrık meşin bir yuvarlağın peşinde
fatih galatasaray’a doğru deplase oldu, sense şiire
kesilmiş bir süt kadar buruk
yıllar kaldı arkada ve önde
futbol ilkgençliğimin en büyük tutkusuydu. allah aşkına söyler misiniz, ne var yurtdışında şu son 15 yılda türkiye’yi gerçekten sevindiren galatasaray dışında? bunu galatasaray’lı olduğum için söylemiyorum. fener şampiyon bu sene ve kutluyorum tabi ama yine de bence futbolu bu sene galatasaray oynadı. gerçekten! göze hoş gelen oyunu, galatasaray oynadı. yabancı takımlardan inter’i severim. adı güzel bir kere! başkanına “sandinistlere niye yardım ediyorsunuz?” diye sormuşlar, adam da, “n’apalım, adımız inter“ demiş, “enternasyonal” yüzünden. real madrid’den nefret ederim, franco kurmuştur bu takımı.
...adanademirspor’da oynardım futbol, gençlerde. arasıra a takımına da çıkardım. adıyamanspor’la oynarken –gol kralıydım, takım da şampiyon!- adıyaman’ın sağ beki kaval kemiğime girdi, kırıldı kemiğim. benim de küsme huylarım vardır, sonuçta futbola küstüm ben. hatta şu anda sanki şiirle de ona benzer bir mecra üzerinde gibiyim, hatta her kitapta şiiri bırakıyorum. çünkü ortalıkta o kadar çok şiir, o kadar şair, o kadar çok soytarı var ki... o kadar çok dergi, o kadar çok dedikodu... o kadar çok!
...beni besleyen aslında, romanlardır. rus edebiyatı, özellikle de dostoyevski... ve fransız edebiyatı. ortaokulda kitaplık kolunda, tüm kitaplardan sorumluyum. bir gün babam , “oğlum benim gözlerim görmüyor, bana geceleri kitap okur musun ?” dedi. sayfalar dolusu, ciltlerce kitap okudum ona, dostoyevskiler, klasikler, milli eğitim klasikleri-beyaz kitaplar-. aslında derdi bana kitap okutmakmış. sonraları onu küçücük puntolu bir gazete okurken yakaladım
bu ülkenin genç insanları halklarına ölerek yaklaşmak istemiyorlar!
ama hep öyle oldu! o yıllarda 10.000 genç, sonralarıyla beraber 40.000 insan! şehirlerden dağlara... şu anda ülkenin durumunu çok daha karanlık görüyorum. laiklik, milliyetçilik, bölücülük vs. gibi kalıplar üzerine düşünmeden hem de. ama aslında benim kafam karışık bu konularda. çevremin de karışık, görüyorum. ve ben de azınlık psikolojisine sahibim, bir “türk” olarak hem de. babam bir gün bana, “bildiğin her şeyi unut – artık 16 yaşında bir çocuğun unutacağı ne varsa!-, ama “cumhuriyet çocuğu olduğunu unutma“ demişti. vasiyeti olarak kabul ederim bunu. ama laik kesimin de bir fanus içinde olduğunu, çıkması gerektiğini düşünüyorum. “bir şairin hayatı tanımaması “ gibi bir şey onların da yaptığı.ayrıca biraz elimizi vicdanımıza koyalım; iktidar partisinin her yaptığı da kötü değil ki. ama son iktidar da her iktidarın yaptığı şeyi yaptı ve kadrolaştı. devlet devletliğini bilmeli, kurumlarını dürüst çalıştırmalı, samimiyetle yerine oturtmalı.
türkiye’de hiç bir kesim kendi içinde bir bütün değil. belki tek bütün kesim mhp ve onlar konuşmuyor dikkat edersen. ama geliyorlar da! milliyetçilik yükseliyor burada, oysa tam tersinin olması gerekirdi; yurtseverlik yükselmeliydi... işçi sınıfı diye bir şey artık yok türkiye’de. eskiden sendikalizm açısından en azından var gibiydi. yani disk; gerçekten disk’ti, devrimciydi, özellikle de kemal türkler döneminde... 80 öncesiyle şimdiyi karşılaştırınca; o zamanlar düşmanınızı biliyordunuz. bu, çok önemlidir savaşta. şu anda düşmanımı da bilmiyorum... ...dostumu da... bir vatandaş olarak, diğer vatandaşlarla aynı şeyi düşünüyorum; “bir tehlike gelecek... ama nereden gelecek? tehlike var! çok var! ve bunlar her şeye yansıyor; kapkaç olayları, maçlardaki rezaletler.... oyun oynamayı bile bilmiyoruz. oyun olmayınca da, hiç bir şey olmaz bence hayatta...
20. yüzyılın sonbaharında tc’ye bir şeyler oluyor
bildiğim bütün hastalık terimlerini sıralıyorum:
menopoz, anksiyete, andropoz ve abd
“sivas” olduğunda, bütün mahallemin çocuklarını kaybettim. ve bütün ismet özel kitaplarını attım çöpe. orada ölenler 37 kişiyse 30’unu tanıyordum. sadece şairleri- romancıları değil ki, orada ölen 14 yaşındaki çocuğu da... onunla da oturuyordum, çay içiyordum, aynı sokağın çocuklarıydık.
iki yüzlü buluyorum dış politikamızı. çeçenistan’ı destekledin rusya’ya karşı, yugoslavya darma duman olurkense bosna’yı ve bir başkaları da benzerini senin ülkene yapmaya çalışıyorlar. çeçenistan’da eskiden faşist, şimdiyse ülkücü dediğimiz insanlar bir takım çalışmalar yapmıyorlar mı? adriyatik’ten çin seddine kadar rezil etmediler mi bizi? bilgisayar teknolojisine çoktan geçmiş azerbaycan’a 12.000 daktilo göndermeye kalkıp rezil olmadık mı? adamlar dalga geçiyoruz zannetmişler. elimizde bir avrasya kartı varsa eğer, e be adam onu kullan! rusya, iran , azerbaycan, türkiye, birlik olamaz mı? milliyetçilik akımları yükseliyor, ki doğru ama ben de sinir oluyorum amerika ile avrupa’ya. karikatür krizi çıktığında da, insanların inançlarıyla fazla oynandığını, hakaret edildiğini düşünüyorum. insani yönden de, politik yönden de katılmıyorum olanlara. her şeyin bir sınırı var, oyunu oynayalım ama güzel oynayalım...temiz olsun. daha ilk başta birbirimizin “kaval kemiği”ne girmeyelim. o kadar uzlaşma noktamız varken hem de. sol birleşecekmiş! birleşse ne olur! ama mecburen oy vereceğim oraya doğru. valla saplantılarım beni yönetiyor bu konuda. normalde düşünsem vereceğimle, gerçekte vereceğim parti farklı birbirinden. deminden beri “hakkaniyet”ten bahsediyoruz ama, oy verişim haketmeyene doğru olacak. bazen kalbime altı tane ok batıyor.
“bu şiir burda biter.”
“şair ahmet erhan’la onun bir şiirini besteleyen teoman konuştu.”
ilk konser
ilk konser
1980’li yıllarda uzun saçlı-küpeli olmak bir gruba katılmak için yeterliydi.
istanbul üniversitesi’ne girdiğim ilk yıl, sıra arkadaşım ahmet hün bana bas çaldığı painted bird’ün şarkıcısı olmamı teklif etti.
birkaç provadan sonra, ben şarkıları öğrenemeyince beni sepetlediler. uzun saç yetmedi yani.
ertesi sene boğaziçi üniversitesi’ni kazandım.sonradan gitaristimiz olacak tanju eren bir gün öğle tatilinde yanıma geldi ve solistleri olmamı teklif etti. sadece uzun saçlarımı, küpemi ve kovboy çizmelerimi görmüştü.
ilk mikrofonu boğaziçi üniversitesi müzik kulübü'nde elime aldım.
arkadaşlarım şarkı söylerkenki utangaçlığımı yenmeye çalışıyorlardı, beceremiyordum. bir türlü gözlerim açıkken şarkı söyleyemiyordum.
bir yıl boyunca haftada 4 günden 8-10’ar saat beste ve prova yaptık. ismimizi de “mirage” koyduk. hemen hemen tüm derslerden kaldım.
yıl sonunda konserde bizi anons ettiklerinde heyecandan bayılmak üzereydik.
sahneye çıkar çıkmaz kendimi kaybettim, oradan oraya koştum, çığlıklar attım, birkaç gün de kendime gelemedim.
konser çok beğenildi. benim provalardaki halimi bilen arkadaşlarım –ben de dahil- halime çok şaşırmıştık.
sahnede kendimi dünyanın en büyük rock yıldızı olarak görmüştüm.
sonra annem kulise girdi, ”keşke boğazlı kazağınla, kaşe pantalonunu giyseydin, onlar sana çok daha fazla yakışıyorlar” dedi.
sonra otobüse binip eve gittik.
sabah 2008
babam'a
babam’a
bir çocuk iki yaşındayken babası
ölmüşse , onunla ilgili anıları
varlığıyla değil, yokluğuyla
ilgili oluyor.
yine de iki tane anı parçacığı
kalmış bende. birinde ben
gece yarısı uyanmışım, sen
koşup kucağına alıyorsun beni;
diğerindeyse salonda hazırlanmış
bir yatakta bitkin yatıyor ve sürekli
öksürüyorsun. ikişer saniyelik iki
hatıra.
anı niyetine kalan bir kaç kitap var yine de. ve
bir de; almaya başladığın meydan
larousse fasikülleri. büyüyünce çok işime
yarayacağını söylemişsin anneme.
senden sonra biz biriktirdik, 12 cilt oldular.
evde bıraktığın hüzün, senin
nasıl biri olduğunu sormaktan
alakoyduğu için beni, ben de onları okudum
ilkokula başlar başlamaz. bergman’ın
”yedinci mühür”ü, goethe’nin “faust” u, senin
yüzünden yedi yaşımda girdiler
hayatıma. anladığımı
sanmıyorum o yaşta, ama amaç seni
tanımaktı nasılsa.
bir de resimlerine baktım hep. şimdi benim
boylarımda-aynı boydaymışız
zaten- esmer, zayıf, güleç, zarif bir adam.
evde senden bahsedildiği ve
ağlanıldığı zamanlarda,
içeriye kaçtıysam da, bir kulağım orada
oldu hep. onları da kattım tasvirine. mavi
gömlekleri sevdiğini, günde iki kere traş olduğunu, inatçılığını,
zekiliğini ve nasıl tüm ailenin
gözbebeği olduğunu öğrendim yan odadan.
ve ölümüne yakın bana ayakkabı almak için
mağazaya girdiğinde, yürüyecek gücün
olmadığından, nasıl bir
koltuğa çöküp, tezgahtarlardan tüm çocuk
ayakkabılarını ona getirmelerini rica
edişini...
adımı koyarken de
zorlanmışsın. türk dil kurumuna gidip,
günlerce isim aramışsın bana. hatta
adım önce “alper”miş, nüfus
cüzdanımı çıkarttıktan sonra
”teoman” ismini çok beğenip,
değiştirmişsin ismimi. adımı
çok sevişim ondan.
büyüyünce öğrendim bazı detayları da.
azcık kalan paranızla halam yemek almaya
çalışırken, “n’olur sigara alalım”
deyişini, yatılı okuldan
çıktığın cumartesi günleri gezmek
yerine, yeğenini alıp cerrahpaşa’da
yatan yahya kemal beyatlı’yı ziyaret
edişini, aşık veysel ile
tanışmak için giresun’dan sivas’a
gidişini, sonradan öğrendim. aynı sana
çekmişim, böylece anladım.
ama çok kızdım sana ve tanrıya
küçükken. “niye ben?” diye sordum ona. sana da kendine
dikkat etmediğin için kızdım.
şimdi senden yaşlıyım.
öldüğün yaşı çoktan geçtim. sana ve ona
kırgınlığım da çoktan geçti
zaten.
annem geçenlerde, sakladığı bir
yerden benim büyüyüşümü kaydetmek için
aldığın 8 mm kamerayı verdi bana.
yepyeni. içinde kullanılmamış ham
filmler bile var. 38 yıldır öylece
beklemişler. ölüyor olduğun için vaktin
olmamış kullanmaya.
bir şey daha söylemek isterim. seni tanıyan
herkesin, geçen onca yıla karşın
adını söylerken sesleri titriyor ve
gözlerinde hep bir sevgi ve buğu var. azcık
zamanda herkesin kalbine girmiş ve
çıkmamışsın.
ölerek beni çok üzdün ama, böyle bir adam
olduğun için hep gurur duydum seninle.
beni tanısan, sen de gurur duyardın ,
eminim.
varlığınla ve yokluğunla beni
var ettiğin için teşekkürler. nur içinde yat.
newsweektr 2008
gönülçelen gitti
gönülçelen gitti.
hep düşündüm, acaba “gönülçelen”i ilk defa bu yaşımda okusam, bu kadar sever miydim diye? biraz evvel karıştırdım kitabı - belki bininci kez hayatımda- ve yine emin oldum, harika bir kitaptı.
insana hüzünden başka bir şey de veriyordu salinger, yazdığında. ve zaten hüznü de başka türlü veriyordu. central park donduğunda ördeklerin ne yaptığını, nereye gittiğini merak eden çocuk burnumun direğini niye sızlatıyordu? ya da keyfim kaçıkken bir arkadaşıma sığındığım o gün, kardeşi allie’nin ölümü üzerine bütün camları kıran holden, niye aklıma gelmişti? kendi dertlerimle harman ettim kitabın o anını ve arkadaşıma anlattım. holden’ı anlattım. daha yarısına gelmeden, hüngür hüngür ağladım karşısında. niye ağlamayayım ki? holden caulfield bana bir sürü canlıdan çok daha yakın birisiydi. kitaptan....
“ben onüç yaşındaydım, ruhdeşene götürdüler beni, garajın camlarını kırdım diye. içerlemedim. gerçekten içerlemedim onlara. garajda yattım öldüğü gece, yumruklaya yumruklaya garajın bütün camlarını kırdım. o yaz, bir karavanımız vardı, arabaya bağlar, dilediğimiz yere giderdik, onun da camlarını parçalamak istedim, elim kırılmıştı, beceremedim. doğru, yapılır şey değildi, ama ne yaptığımı bilmiyordum, hem siz allie’yi tanımadınız. ara sıra, yağmurlu havalarda falan, elim gene sancır. doğru dürüst yumruk atamaz oldum artık..... ama bu bir yana , pek aldırdığım yok. nasıl olsa, cerrah, kemancı falan olacak değilim.”
arkadaşıma gittiğim günkü gibi hissediyorum.
habertürk 2010
"ahmet erhan hayranıyım"
“ahmet erhan hayranıyım”
şair ahmet erhan'ın 23 yaşında behçet necatigil şiir ödülünü alması üzerinden yaklaşık 30 yıl geçti. erhan, teoman'ın son albümü 'insanlık halleri'nde bir şiiriyle yeniden duygularımıza tercüman oldu. teoman ile ahmet erhan'a ve şiirlerine olan hayranlığını konuştuk.
zeynep bakır umarca
edebiyat sever bir toplum değiliz. o yüzdendir pek bilmeyiz şair adları ve kimliklerini. zamanında ahmet kaya bestelemişti ahmet erhan'ın “dardayım”ını. teoman ise ikinci albümü 'o'da keşfetti ahmet erhanı, “oğul” şiiriyle. aradan 10 yıl geçtikten sonra teoman “insanlık halleri” albümüyle yeniden ahmet erhan'a döndü ve “sevişirdik bazen” adıyla “gülşiiri”ni çıkardı saklandığı yerden.
şarkılarla, hayatı ve ilişkileri gördüğü gibi anlatmayı bilen teoman, ahmet erhan'dan bahsederken kendi deyimiyle “çok saygıdan, ne kadar eğileceğimi bilemiyorum, ahmet abi'nin hastasıyım” diyor. “sevişirdik bazen” şarkısını kılavuz alıp şairi anıyor ve edebiyat hakkında konuşuyoruz.
ahmet erhan hayatına ne zaman girdi?
hala “oğul” şiiri başımı döndürür. express dergisinde haydar ergülen şiirler üzerine yazardı. onun yazılarından birinde gördüm “oğul” şiirini. sahiplendim, benimmiş gibi. zaten ahmet erhan'ın yazdığı her şiirin hissiyatının altına imzamı atarım.
sadece “oğul” şiiri bu etkiyi yaratmış olamaz, öyle değil mi?
ben öyle her şeyi okuyan bir adam değilim. bana uyan adamları alırım, gerisini sallarım. mesela james joyce ya da shakespeare'i kolaylıkla çöpe gönderebilirim. zaten hamlet filminde bile uyudum. ama bazı adamlar vardır ki tek bir cümlesi önünde eğilirim. hayatımda öyle 10-15 yazı adamı var. onlar benim kalbime göredir, hayatım boyunca döner döner okurum onları. o adamlardandır ahmet erhan...
şairin şiirlerini değiştirerek kullanıyorsun, bu doğru bir şey mi?
ah ah... oğul'u okuduğumda kendimden geçtim, şarkıyı ezberden yaptım bitirdim. a, bir bakmışım bir dizeyi yanlış hatırlamışım. ahmet abiye birazcık ayıp oldu ama ne yapalım, aklımda öyle kalmış, o beni anlar.
tanışıklığınız nasıl başladı?
şairimiz gizemli bir figür. normalde edebiyatçılara şak diye ulaşabilirsin ama ahmet abiye ulaşmak için uğraştım. telefonunu çevirdim ama heyecandan ölüyorum, “oğul” şarkısını isteyeceğim ama saçma saçma cümleler kuruyorum. “tamam oğlum ama beni noter işleriyle uğraştırma, bir ricam da; adımı yazacaksan eğer, 'şiir: ahmet erhan' diye geçir” dedi. başka hiçbir şey sormadı. ne telif, ne satış... ondan mı öğrendim yoksa zaten bildiğim için mi onu çok sevdim bilmiyorum ama ben de hiçbir müzisyene şarkılarım için böyle şeyler sormam, kullanmak isteyen kullanır.
“arabesk şair” diyorlar ahmet erhan için, sizin için ne ifade ediyor bu sıfat?
ahmet abi takdir görmüş, sevenlerince sahip çıkılmış bir şair olsa da, bir kısım tarafından arabesk şair diyerek küçümsenmeye çalışılmış. o, bu yakıştırmayı 'müslüm'ü de severim, orhan'ı da, evet arabesk şairim' diyerek kabul etmiş. vallahi ne yalan söyleyeyim ben de müslüm'ü ve orhan'ı severim. ben arabeskin aşağılanmasına karşı çıkanlardanım, o tarz müzikte, gayet açık bir şekilde "duygu"yu görüyorum.
şairin yazdığı şiirler sizde nasıl şekilleniyor?
“oğul”dur başlangıç noktam, sonra tüm şiirleri. öyle sözleri var ki, anlat anlat bitiremem. ahmet abi 17'sindeyken babası 51'inde ölür, üstelik alkolden. alkolden nefret eden 17'lik şair bir şiirinde der ki sonra; “bayrağı kaptığım gibi meyhaneye gittim” ve alkol bayrağını düşürmez ailede. sonra başka bir şiirinde “ipsiz ruhum sarsak, serseri / otobanlarda sırtında heybesiyle cafelerde tuborg bira ve patates / durdun bir yerde çağını bekliyorsun.” bu sözler tüylerimi diken diken ediyor. sorunun cevabına gelince; kalbinin acılı minicik bir yerinden bahsediyor, sonra sen onu okuyup, kitap yazıyorsun. böyle bir his işte...
“edebiyat kalbimden vurdu”
yazıya göründüğünden daha önem veren bir yanınız var, kimleri okur , hangi yazarları kılavuz edinirsiniz?
edebiyat benim için büyük bir aşk. ama edebiyat kalbimin ortasından vururken, müzik popüler yanından vurdu. söyleşinin başında da anlatıyordum, ahmet erhan'ı bir bütün olarak görüyorum ya, diğer yazarlar için de durum biraz öyle. mesela milan kundera'nın yaptıkları, yapacakları tektir. yusuf atılgan'ın aylak adam'ının, salinger'in gönülçelen'in, kundela'nın var olmanın dayanılmaz hafifliği'nin hastasıyım.
sizin için çıkan eserler mi önem taşır yoksa eserin sahipleri mi?
yine ahmet erhan buna güzel bir örnek. ben o adamın yüzünü bile sevdim. yazdıklarıyla kimliği birbirinden bağımsız değil, bu gerçekliği seviyorum. ben de hep öyle bir yaratıcı olmaya çalıştım. ben zaten beş para etmeyen dangalak bir adamın, iki güzel kelimeyi yan yana getirmeye kabiliyeti var diye, onun peşinden gidemem.
Klipleri :
ne ekmek ne de su
[YOUTUBE]Wu04VwYVNc0[/YOUTUBE]
papatya
[YOUTUBE]Q4wIJvaUFc0[/YOUTUBE]
papatya akustik
[YOUTUBE]zODuDQN-zQU&feature=related[/YOUTUBE]