|
Teşekkür Edenler: | ||
Sponsor |
|
||||
İslam
İslâm veya İslâmiyet, (Arapça: الإِسْلاَم / el- islām), tek tanrılı İbrâhimî dinlerin sonuncusu. İslâm, peygamberi Muhammed aracılığıyla 7. yy. da yayılmaya başlanmıştır. Kutsal kitabı Kur'an'ı oluşturan vahiylerin Cebrâîl meleği aracılığıyla sözlü olarak peygambere bildirildiğine inanılır.
Kökenbilim İslâm sözcüğü arapça S-L-M kökünden türemiştir ve anlamı "barış"tır. Bununla birlikte kökün aktif ortaç formu eslemedir ve "teslîmiyet" anlamına gelir. Sonuçta İslâm, "teslimiyet" anlamına gelirken, Müslüman da teslim olmuş anlamına gelir; burada teslim olunan tek tanrı olduğu kabul edilen Allah'tır. Kelime olarak, Müslüman "bağlanan", "teslim olan", mü'min ise "şüphesiz inanan" anlamına gelir. İslâm peygamberi Muhammed Muhammed bin Abdullah (d. 571 - ö. 632), İslâm dininin peygamberidir. Müslümanlar tarafından en son peygamber olduğuna ve kendisine Allah tarafından Kur'ân'ın vahyedildiğine inanılır. Mekke'de doğmuş, Vedâ Haccı'ndan sonra rahatsızlanarak Medîne'de vefaat etmiştir. İslâmın kutsal kitabı Kur'an Kur'ân veya Kur'ân-ı Kerîm, İslâm peygamberi Muhammed'e Allah tarafından Cebrâîl aracılığıyla gönderildiğine inanılan kutsal kitaptır. Kur'an 610 - 632 yılları arasında sözlü olarak tamamlanmıştır. Peygamberin sağlığında yazılı hâle getirilmemiştir. Arapça olarak kaleme alınan ilk kutsal kitaptır. Kur'ân, ayrıca Kelâmullah, Kitâbullah, Furkân, Tenzîl, Mushaf, Kitâb, Nûr ve Umm-ul Kitâb isimleriyle de bilinir. İslâmda Allah kavramı İslâma göre içerisindeki herşeyle birlikte evrenin yaratıcısı Allah'tır. O, doğmamış ve doğurulmamıştır. Varlığı ezelî ve ebedîdir. Herşeye gücü yeter. Allâh'a îmân, İslâmiyetteki îmân esaslarından (îmânın şartları) birincisidir. İslâmın ilk ve tek din olduğu inancı İslâm dinine göre bütün âlemler ve insan, Allah tarafından yaratılmıştır. Bu yaratılışın mahiyeti konusunda farklı mezhepler farklı görüşler belirtse de, yaratılışın kendisi Ku'ran'da geçer. Bu noktadan sonra insanın -ki ilk insanın diğer İbrâhimî dinlerdeki gibi Âdem olduğuna inanılır- doğru bir dîne inandığı, fakat İblis'in ve kendi nefsinin hataları sonucu zaman zaman bu dinden saptığına inanılır. İslâma göre en başından beri insanların inandığı din İslâmdır. Diğer dinler, bu dinin dejenere olmuş formları olan sapmalardır. Buradan hareketle İslâma göre Muhammed'in getirdiği din, yeni bir din değildir. O, daha önceki peygamberlerin mesajını, aynı dîni tekrar açıklamış ve tamamlamıştır. İslâmiyete göre Mûsevîlik ve Hrıstiyanlık İslâmiyet'te Mûsevîlik ve Hristiyanlığın dünya üzerindeki diğer dinlere nazaran özel bir konumu vardır. İslâmiyet'te bu dinlerin özünde İslâmiyet olduğu, ancak kendilerine indirilen bir ilâhî kitap ve gönderilen peygamberden yüz çevirdiklerine, ilâhî metinleri yıprattıklarına inanılır. Bununla birlikte Ehl-i Kitâb (ya da Kitap Ehli) olarak anılan Mûsevîler ve Hristiyanlarla ilişkiler, diğer dinlere (örneğin politeistik inançlara) göre çok farklıdır. Dîni dosdoğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin!” diye Nûh’a emrettiğimizi, sana vahyettiğimizi, İbrâhim’e, Mûsâ’ya ve Îsâ’ya emrettiğimizi size de din kıldık. Fakat senin kendilerini çağırdığın bu nizam, Allah’a ortak koşanlara ağır geldi. Allah, dilediğini kendine seçer. İçtenlikle kendine yönelenleri de doğru yola iletir. İbrâhim, bunu kendi oğullarına da vasiyet etti, Yâkub da öyle: “Oğullarım! Allah sizin için bu dîni (İslâm’ı) seçti. Siz de ancak müslümanlar olarak ölün” dedi. Allah katında din İslâmdır. İnanç (İmân) İslâmda inanç kavramı, Allah'tan başka ilâh, (hâkim, krâl, kânun koyucu) güç tanımamak, Allah'ın gönderdiği bütün kitaplara ve bütün peygamberlere birisini diğerinden ayırmadan inanmak, yalnızca Allah'a ait olan sıfatları ve O'na has özellikleri Allah'tan başkasına yakıştırmamak, din sahibi olarak yalnızca Allahı görmek, öldükten sonra dirileceğine, bir gün hesap verileceğine, o günün sâhibinin Allah olduğuna inanmak olarak özetlenebilir. İslâm dinine göre kişinin iflâh olması (kurtuluşa erebilmesi) için îmân etmesi gerekir.
İslâm'da ibâdetler çok çeşitlidir ve dindeki durumları farklıdır. İslâm'da kişi, yaptığı her ibâdetle sevap kazanırken şart olmasına rağmen yapmadığı ibâdetlerle günaha girer. Kur'an'da inananların yapması emredilen eylemler farz hükmündedir. Kulluğun İslâm akîdesinin bir parçasını teşkil edip etmediği tartışılmıştır. Mâturîdîyye mezhebine göre ibâdet, imânın ve dolayısıyla akîdenin bir parçası değildir; kişinin ibâdetlerini aksatması veya ibâdet etmemesi onu dinden çıkarmaz. Bununla birlikte kişinin bağlılığının azalabileceği ve îmânının daha zayıflayacağı (korumasız bir hâle geleceği) benzeri fikirler de sık sık öne sürülür. Selefiyye mezhebine göre ibâdet, îmânın bir parçasıdır ve ibâdet etmeyen kişi mü'min (, yâni inanan) sayılamaz. Buradan hareketle ibâdetin seviyesine göre kişinin îmânının artıp azalabileceği fikri de ortaya atılmıştır. Kur'an'da ibâdetin îmânın bir parçası olduğuna dâir bir ifâde yoktur. İbâdetin îmânın bir parçası olmadığını savunan âlimler ve mezhepler, Kur'an'da geçen Müslüman ve Mü'min ayrımına dikkat çekmişlerdir. İslâmda kulluğun (ibâdetlerin) esasları İslâm dîninin emrettiği, yapılmasını farz (gerekli) kıldığı kullukların bütününüdür. İslâm dîni, kutsal kitabı olan Kur'ân-ı Kerîm'de farz olarak emredilen her ibâdet ve eylemin yapılması, inananlara şarttır.
İslâm dîninde mezhepler İslâm'da farklı farklı mezhepsel bölünmeler olmuştur. Bu mezheplerden akîde açısından ayrılık gösterenlerden bir kısmı daha sonraları İslâm dîni dairesinden tamamen çıkarılarak, farklı dinler olarak ortaya çıkmışlardır; Bâbîlik gibi. Bunun dışında Kur'an temelli akîdeden çıkmasına rağmen farklı din olarak kabul edilmeyen mezhepler vardır. Bu mezheplerden çoğunun kendilerini taraftarları ve kurucuları tarafınca İslâm'ın yeni bir versiyonu olarak tanımlandığı olmuştur. Muhammed Ebû Zehrâ, daha sonra klâsikleşen Mezhepler Târihi adlı kitabında birçok farklı İslâm târihçisinin de kabul ettiği şekilde İslâm dîni mezheplerini üç kategori altında işler: siyâsî mezhepler, itikâdî mezhepler ve fıkhî mezhepler (yâni hukukî mezhepler). Siyasî mezhepler Siyasî mezhepler kategorisi içerisinde Sünnîlik, Şia ve Hâricîlik mezhepleri bulunur. İnanç mezhepleri (Îtikâdî mezhepler) Bu kategori, diğerlerine oranla daha geniş olmakla birlikte, bir mezhep olarak tanımlanabilecek kadar gelişmiş olan beş mezhep, genelde bu kategoride zikredilir: Mürcie, Mu'tezile, Eş'arîlik, Maturîdîlik ve Selefîlik. Son olarak fıkhî mezhepler Ehl-i Sünnet'in benimsediği dört fıkıh mezhebi: Mâlikîlik, Hanefîlik, Şafiîlik ve Hanbelîlik'le Şia tarafından benimsenen Alevîlik, Câferilik, İsmâilîlik ve Zeydîlik mezheplerini kapsar. Bu ana mezhepler dışında gerek bu mezheplerin alt mezhep ve grupları, gerek bu mezheplerin dışında büyük küçük çeşitli mezhepler bulunmaktadır. Ayrıca özellikle Orta Çağ'da yükselişe geçmiş olan Sûfîlik de bir mezhep olmasa da bir mezhep olarak sayılabilecek kadar farklılaşmış bir akîde ve amel yapısı ortaya sunan, çoğunluk tarafından İslâm dairesi içinde sayılsa da zaman zaman belirli İslâm alimleri tarafından İslâm dışı sayılmış, bir dinî ve felsefî akımdır. Sünnîlik Dünyâ Müslümanlarının %90'ini Sünnîler, %9'ini Şiiler oluşturur,Diğerleri%1'dir. Sünnîlerin inanç mezhebleri iki tânedir: Mâturîdîlik ve Eş'arîlik. Bu iki mezhebin aralarında teorik fıkıhta yirmi kadar noktada farklılık varsa da birbirlerine çok benzerler. Sahâbeleri hayırla anarlar. Onlara göre peygamberlerden sonra en hayırlı insan Ebû Bekir (Ebû Bekr-i Sıddîk), sonra Ömer (`Umar bin Hattâb), sonra da Osman (`Uthman bin Affan) ve Ali'dir. Allah'ın sıfatlarını yorumlarlar, ona şekil veren antropomorf görüşleri redederler. Şiîlik Sünnîlikten sonra dünyâda en yaygın ikinci İslâm mezhebidir. Şiîler, Allah'ın adâletinin onun bir özelliği olduğuna, peygamberlerin ve onların soyundan gelen imamların hatâsız ve günâhsızlığına inanırlar. İslâm peygamberinden sonra gelen bu imamların da peygamber gibi imâmet (lîderlik) ve mâsûmiyetleri vardır, sözleri hadis olarak kitaplara alınır. Peygamberlerin buna ek olarak nübüvvet vasıfları da bulunur. Şiîler, Ali taraftârı olmayan sahabeleri benimsemezler. Ali'nin çocukları ve imâmette ikince ve üçüncü imam olan İmam Hasan ve İmam Hüseyin, Şîa'da büyük rôl oynar. Bunların dışında altıncı imam olan İmam Câfer-i Sâdık da birçok hadîsin kaynağı olduğundan çok önemlidir. Şiîler bugün, genelde inandıkları imam sayılarına göre gruplandırılırlar. Alevîler 12. imam Muhammed Mehdî'nin geleçeğine inanır. (12 imamcı Câferî Mezhebi'ndendir.) Câferîlerde kaybolan imam, on ikinci imamdır. İsmâilîlere göre imamların sayısı yedi veyâ sekizdir (üç alt grupları vardır). Zeydîlere göre imam sayısı sınırlı değildir. Bugün dahî şartlarını yerine getirmek şartıyla bir imam çıkabilir. Bütün bu mezheplerden kaybolan imamları olanlara göre sonuncu gelen imam, çocuk yaşta kaybolmuş ve kıyâmet kopmadan önce dönecektir. Hâricîlik Hâricîler, Ali bin Ebû Tâlib'in grubundan ayrılarak ne onu, ne de Osman bin Affan'ı halîfe olarak kabul etmişlerdir. İslâm'ın en radikal gruplarını oluşturan bu mezhep grubunun çoğunluğu, kendilerine bağlı olanlardan Hâricî olmayanları öldürmelerini îmânın şartı olarak kabul etmiş, bunu yapmayanları kendilerinden saymamışlardır. En "aşırı"ları, sâdece kendi mezheplerinden olan Hâricîleri kabul etmiş, diğer Hâricîlerin de katlinin farz olduğuna inanmışlardır. Tabiatıyla kendileri Abbâsiler devrinde öldürülmüşlerdir. Bugün bu mezhep grubuna bağlı kimselerden sâdece Umman'daki İbâdîler kalmıştır. Fakat bu gurup, Hâricîlerin en ılıman olan grubunu oluşturur. Bunun dışında Anadolu'daki Alevîler, Îran'daki Alevîler çok farklı olduğundan Îran'dakiler, Şiîliğin bir mezhebi sayılırken Türkiye'deki Alevîlerin ayrı din olarak görenler de vardır ve bir tartışma konusudur. Fakat burada ayrı bir inanç mezhebi olarak burada sıralanacaktır. Alevîlik Alevîlik, Sünnîlik'ten sonra Türkiye'de en yaygın ikinci mezheptir. Çıkış noktası Şiilik ile çok yakın olmasına rağmen uygulamada ve anlayışta büyük farklılıklar gösterir. Bununla birlikte batılı kaynaklarda Alevilik, "Türk veya Osmanlı Şiiliği" olarak adlandırılır. Alevîlik inancı, hayatın amacını insanın ham ervahlıktan çıkarak insân-ı kâmil olup özüne dönmek olarak tanımlar. Bunun için de; ‘Mürşid’, ‘Pîr’ ve ‘Rehber’ huzûrunda ikrar verilerek "Dört Kapı Kırk Makam" aşamasından geçilir. Alevîler'in ibâdet yeri cemevidir. Kendileri Muharrem ayının 10'unda, üçüncü imam Hüseyin'in Kerbelâ'da öldürüldüğü günü oruç tutarak geçirirler. Kerbela|Kerbelâ'ya hacc etmek, Toplam olarak değişik rakamlar verilmekle birlikte tahminen 6 milyona yakın Alevi(Kızılbaş)Türkiye'de bulunur. Dünyada Müslümanlar İslâm dîni, 1.6 milyarı aşkın inananıyla dünyânın Hristiyanlık'tan sonra en yaygın ikinci dînidir. Dünyadaki Müslümanlar'ın çoğu Ortadoğu'da, Afrika'nın ortasında ve kuzeyinde, Asya'nın batısı ve güneydoğusunda ve Balkanlar'da yaşamaktadır. Ayrıca Avrupa, Avustralya ve Amerika gibi diğer kıtalarda da on milyonlarca Müslüman yaşamaktadır. Nüfusunun yaklaşık %99.8'i müslüman olan Türkiye, oran bakımından dünyada önderdir.[10] Endonezya, sayısal açıdan dünyânın en fazla Müslüman nüfusa sahip ülkesidir. Nûfusunun %90'ı Müslüman olan Endonezya'da 207 milyon Müslüman yaşamaktadır. Hindistan ise sayısal açıdan dünyânın en büyük Müslüman azınlık nûfusunun (155 Milyon) yaşadığı ülkedir. Çin'de ise tahminen 125 milyon Müslüman yaşamaktadır. Tarihçe İslamiyet 7. yy'da peygamberi Muhammed aracılığıyla Arap Yarımadası'nda yayılmaya başlanmıştır. Muhammed'in ölümünden sonra İslam Devleti'nin başına sırasıyla Dört Halife geçmiştir. Bununla birlikte Ebu Bekir, Ömer ve Osman'ın halifelikleri Şii ve Aleviler tarafından tanınmaz. Türklerin İslâmiyete girişi Türklerin büyük bir kısmı, İslâmiyet'ten önce Şamanizm inancına sahiptiler. Yaklaşık 10. yy'a kadar Şamanizm, Türkler arasında en yaygın dindi. İslâmiyet öncesi Türklerle Müslüman Arapların ilk karşılaşması 7. yy'da Halife Ömer döneminde gerçekleşmiştir. Dört Halîfe'den sonraki Emevî hânedanlığı döneminde İslâmiyet, daha çok Arap milliyetçiliği ekseninde gelişmekteydi. Emevîlerin Arap milliyetçisi yönetimi, halk arasında huzursuzluğa neden oluyordu. Fetihlere devâm edilmekle berâber misyonerler dışında diğer milletleri müslümanlaştırmaya yönelik bilinçli bir politika izlenmiyordu. İslâm Devleti yeni fetihlerle oldukça genişlemiş, Maveraünnehir'e kadar ulaşmıştı. 7. yy'dan îtibâren Müslüman Araplar, Bizans'a kuzeydoğudan komşu olan Hazar Türkleri ile Seyhun ve Ceyhun ırmakları arasındaki Maverâ-un nehir bölgesinde yaşayan Türgeş boylarına akınlar düzenlemeye başladılar. Özellikle Kuteybe Bin Müslim Horasan valiliğine getirilince (705) Göktürkler'in batı kanadını oluşturan Türgeş boyları ile Müslüman Araplar arasındaki mücadele iyice kızıştı. Kuteybe Bin Müslim hakimiyeti altına giren Türklere oldukça kötü davrandı. Târihçi Ebu Bekir en-Narşâhi, Buhârâ adlı eserinde Arap komutanı Kuteybe hakkında şöyle der: ”Savaşabileceklerin hepsini öldürdü. Hayatta kalanlarıysa esir aldı.” 723 yılında Hazar Türkleri Müslüman Arapları yenilgiye uğratınca büyük bir ordu ile Hazarların üzerine yürüyen Emevîler, Halîfe Hişam Bin Abdulmelik döneminde (724 - 743) Hazarları Kafkasların ötesine kadar atmayı başardılar. Türgeş boylarının direnişi 745 yılında Göktürk Devleti'nin yıkılışına kadar sürdü. Bu târihten sonra Türk toprakları doğudan Çin, batıdan Arap işgâliyle karşı karşıya kaldı. Araplara karşı savunma görevini ise Türgeşlerden sonra Karluk Türkleri üstlendi. 750 yılında Emevî Hânedânlığı yıkılıp İslâm Devleti'nin başına Abbâsî Hânedânlığı geçtiğinde Arap olmayan azınlıkların durumlarında iyileşme görüldü. Bu nedenle Türkler de Abbâsî yönetimine ısındılar. Daha önce orduda yararlanılmakla berâber hor görülen Îranlılar ve Türkler, Abbâsî ordusunda ve yönetiminde önemli yerlere gelebildiler. O sırada Karluk Türkleri, doğudan Çin işgâli tehdîdi altındaydılar. Karluklar, Çinlilere karşı Abbâsîlerden yardım talebinde bulundurlar. Abbâsî yönetimi Türklerin aradan çıkmasının Çin tehdidîni kendi kapılarına getireceğini görerek bu teklîfi kabul etti. Türklerle Müslüman Araplar, böylece târihte ilk kez ittifak oluşturdular. 751 yılında Talas Irmağı kenarında gerçekleşen savaşta Arap ve Türk orduları Çinlileri ağır bir yenilgiye uğrattılar. Talas Savaşı, Türk müslüman ilişkilerinde ve Türklerin Müslümanlaşmasında bir dönüm noktası olmuştur. Türklerin kitleler hâlinde Müslüman olmaları, özellikle 10. yüzyılda hız kazandı. Karluk'tan sonra, Yağma ve Çiğil boyları, ardından Oğuzlar arasında İslâmiyet yayıldı. Karluk, Yağma ve Çiğil Türkleri, ilk Müslüman Türk devleti olan Karahanlı Devleti'ni (840), Oğuzlar ise Büyük Selçuklu Devleti'ni (1038) kurdular. |
Teşekkür Edenler: | ||