Say. İhsan Eliaçık ın, Başörtüsü Konusundaki Yazısı Ve Kur'an.....
Sayın İhsan Eliaçık, Kur’an da başörtüsü emri var mı, konusunda bir yazıyı kaleme almış. Gelin birlikte, kendi yazdığı yazıdan yola çıkarak, bahse konu ayette emredilen, başın örtülme emrimi veriliyor, yine Sayın Eliaçık ın düşüncelerinden yola çıkarak, bu konuyu Kur’an bütünlüğünde anlamaya çalışalım. Tabi Kur’an ın mantığını, ayetleri bizlere nakletme yöntemini, bizlere verdiği örnekleri asla unutmadan.
Ben, yazının yalnız başın örtünmesi kısmını sizlere alıntı yaparak, onun üzerinde sizleri de düşünmeye davet etmek istiyorum. Başörtüsü konusunda ülkemizde yaşanan, adaletsiz yasaklamalar konusunda Sayın Eliaçık, bakın neler söylüyor.
(Türkiye'de uygulanan başörtüsü yasağı "hukuka" dayanmadığı için hukukî çözüm de olamıyor. Aslında "siyasî" olmadığı için "siyaset" de çözüm üretemiyor.
Bu yasağın tek sebebi var; zor. Evet, bu yasak "zora" dayanmaktadır. Başka hiç bir dayanağı yoktur.)
Zordan kasıt nedir bilemiyorum, ama dini konularda bu tür sorunların çözümleri, aslında anayasamızda açıkça vardır. LAİK devlet yönetimi. Eğer siz var olan anayasayı yaşamınıza geçirmezseniz, uygulamazsanız elbette sorunun çözümü de zor olacaktır.
Laik devlet yönetimini seçmiş Avrupa, Amerika gibi ülkelerde, neden başörtüsü sorun olmuyor, herkes rahatça başını örtüyor ve istediği yerde çalışıyor da, ülkemizde sorun oluyor diye, hiç düşünüyor muyuz?
Laik devlet yönetimi her dinin, bizzat birey tarafından kendi inancını, itikatlarını özgürce yaşanması adına önlemler alan, kanunlar koyan bir devlet yönetim şeklidir. Peki, bizler laik devlet yönetimi ile yönetildiğimizi söylediğimiz halde, neden bu kanunlar, kurallar işletilmiyor? İşte kendimize ve bizleri yönetenlere sormamız gereken soru. Eğer sormuyorsak, çözümünü de bulamayız. Çözümü yok demekle, bir soruna çare bulunmaz. Çözümsüz hiçbir sorun yoktur. Çözümsüzlüğü yaratan insanların doymaz, akıllanmaz nefisleridir.
Şunu da lütfen unutmayalım. 60 yıldır bizleri yönetenler, laik kelimesinin ardına saklanarak, asla bu kanunu ülkemizde çalışır hale getirmemişlerdir. Ondan sonra da toplum, laik düzene elbette düşman olur. Çünkü hiç yaşamadılar ki kıymetini bilsinler.
Gelelim kadının başının örtmesi, Allah emrimidir konusuna. Sayın Eliaçık ın, başörtüsü konusundaki ilk sözlerine önce bakalım.
(Öte yandan bir İslâm devletinin (aslında adalet devletinin) insanlara Kuran'da geçiyor diye başörtüsü dayatma hakkının olup olmadığı veya başörtüsünün zamanı geçmiş tarihsel bir hüküm olup olmadığı ayrıca ele alınması gereken konulardır.)
Yukarıdaki düşüncelerin ilk bölümünde bahsettiği, bir devletin kanunlarının, hiç kimseye zorla başını örtmesi konusunda zorlayamayacağı belirtiliyor. Bu doğrudur. Tabi tam tersini de söylemeliyiz, zorla örtülen başını, hiç kimse açtıramaz. Çünkü dinde zorlama olmadığı gibi, herkes inancından yaptıklarından kendisi sorumludur.
Ayrıca başörtüsü konusunun, zamanı geçmiş tarihsel bir hüküm olup olmadığı, ayrıca ele alınması gereken bir konudur diyerek, başın örtülmesi emri Kur’an da var dedikten sonra, bugün onun devam etmesi gerekmeyebileceği fikrinin, tartışmaya açılması büyük hata olur. Çünkü bir emir ya vardır, ebedi uyarsın, ya da yoktur, zamanla kendi kendine emir değişmez.
Değişmesi gerekiyorsa, emri değiştirme makamı, emri veren makamdır, yalnız onun tarafından değiştirilir. Bu değişikliklerde, Allah ın gönderdiği kitaplar arasında, zaten yapılmış ve artık değişmeyeceğinin kanıtı olarak da, başka ne kitap, nede resul gelmeyeceği apaçık bizlere, Kur’an da bildirilmiştir.
Kur’an ın toplumu ilgilendiren konularda verdiği hükümleri, belli bir zamana, döneme has değil EVRENSELDİR, bunu asla unutmamalıyız. Çünkü Kur’an yalnız, bir dönemin sorunlarını çözmek için değil, tüm zamana, tüm âleme hitap eden bir rehberdir. Değişen zamanla beşeri gelenekler, adetlerdir.
Gelenek ve adetlerimizi inancımıza, Allah emridir diye sokarsak, elbette daha sonra sorunlar yaşamamız kaçınılmaz olacaktır. Ne yazık ki bizler, bu hatayı yapıyoruz.
Önce bu düşünceden yola çıkalım. Kur’an da verilen toplumun genelini ilgilendiren hükümlerin, uyulması gereken ayetlerin bir kısmı, o döneme ait olup, bir kısmı gelecek nesilleri mi bağlar? Dikkat ediniz apaçık verilen TOPLUMU İLGİLENDİREN HÜKÜMLER DİYORUM. O dönem ya da geçmiş yaşantılardan verilen, kısadan hisselerden, örneklerden bahsetmiyorum. Bu fikre ve düşünceye inanmamızı söyleyenlere, Rabbin ikazını hatırlatırım.
(Siz ayetlerin bir kısmına inanıp, bir kısmına inanmıyor musunuz?)
Allah Kur’an ın, tüm âleme ve gelecek tüm insanlığa hitap ettiğini söyler bizlere. Eğer başın örtülmesi emri Kur’an da var diyorsanız, bunun zamanla kaldırılmasının, doğru olabileceğini de asla ima bile edemezsiniz, tartışmaya da açamazsınız. Çünkü Allah Kur’an da giyim kuşam konusunda, özellikle verdiği hükümlerinde, dikkat ediniz ne şekilsel bir kıyafeti tarif etmiştir, nede bir toplumun geleneklerini, iklimsel bir giysiyi çağrıştıracak hiçbir hüküm vermemiştir. Verdiği hükümler evrensel niteliktedir.
Kur’an ın verdiği hükümlerin, uygulanması ve yerine getirilmesinde, zaman ve mekâna göre ancak, araçların değişmesi mümkündür. Amaç yani hüküm asla değiştirilemez. Amacın yerine getirilmesi içinde, verilen örnekler elbette o dönemin yaşantısından, geleneklerinden olacaktır. HACCA GİDERKEN DEVELERLE GİDİLMESİNDEN BAHSEDEN YARADAN, O DÖNEMİN İNSANLARINA, UÇAKTAN BAHSETMESİ BEKLENEMEZ.
Sayın Eliaçık, Kur’an da başın örtülmesi emrinin olduğunu, bakın nasıl anlatıyor bizlere.
(Önce, var mı yok mu, doğru bir şekilde anlayalım. Öncelikle ne deniyor, serahaten ortaya koyalım.
Kuran'da bu konuya tekabül edebilecek birkaç kavram var. Konuyu onlar üzerinden ele almaya çalışacağım. Bunlardan dördü; himar, cilbab, tebberrüc ve kavl-i ma'ruf kavramları ile ifade edilen ve doğrudan kadınların baş ve vücut örtülerini, dışarı çıkmalarını ve konuşma tarzlarını düzenleyen ayetlerdir. Bunlarla ilgili açıklamaları elini vicdanına koyarak ve arka plânını kavrayarak okumak, ne dendiğini seraheten (apaçık bir şekilde) ortaya koyacaktır.)
Sayın Eliaçık a göre, ayeti doğru anlayabilmemiz için, elimizi vicdanımıza önce koymamız gerektiğini söylüyor. Bu yöntemle eğer ayeti anlamaya başlarsak, O vicdansızların, nefislerine güç yetiremeyenlerin, bu ayetlerden neler çıkartacağını düşünmek bile istemiyorum. Acaba Rabbin ayetlerini doğru anlamak için, vicdanımıza mı bırakmamız gerekir.
Diğer dikkat etmemiz gereken ise, ayetin arka planını kavrayarak okumak olduğunu söylüyordu. Hemen düşünelim bu sözler üzerinde. Ayetlerin arka planları, yani birilerinin söylediği gibi, sen bu ayetin nüzul sebebini biliyor musun, fikri ile mi ayetleri anlamalıyız? Bu şekilde mi ayeti açık bir şekilde anlayacağız?
Diyelim ki öyle yapmalıyız. Peki, bu bilgiler nerede? Hani Kur’an ı açıklayan, yine Kur’an dı ana fikri ne oldu? Neden Kur’an da bildirilmemiş, açıklanmamış, örnekleri bile yok? HÂŞÂ Rabbim bunları yazmayı mı unuttu, yoksa Kur’an toplanırken eksik mi toplandı? Hani Kur’an açık ve anlaşılır dilde yazılmıştı? Hadi bir benzerini getirin diyerek bizleri uyarıyordu. Bu sözleri söylerken bile yüreğim sızlıyor, bu düşüncede olmaktan Rabbim e sığınırım. İşin ilginci, bu yöntemle ayetlere bakarsak, apaçık bir şekilde ayetleri anlayacağımızı söylüyor.
Allah ayetleri bizlere gönderme ve açıklama konusunda ne diyordu, hatırlayalım bazı ayetleri.
Ali İmran 105: Kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra, parçalanıp ayrılan ve anlaşmazlığa düşenler gibi olmayın. İşte onlar için büyük bir azab vardır.
Nahl 89: Her ümmet içinde kendi nefislerinden üzerlerine bir şahid getirdiğimiz gün, seni de onlar üzerinde bir şahid olarak getireceğiz. Biz Kitabı sana, her şeyin açıklayıcısı, Müslümanlara bir hidayet, bir rahmet ve bir müjde olarak indirdik.
İsra suresi 89. ayet; Yemin olsun, biz bu Kur'an'da, insanlar için her benzetmeden nice örnekler sıraladık. Ama insanların çoğu inkâr ve nankörlükten başka bir şeyde diretmediler.
Kehf Sur54; Yemin olsun, biz, bu Kuran'da, insanlar için her türlü örneği değişik ifadelerle gözler önüne koyduk. İnsan ise varlığın, tartışmaya en çok tutkun olanıdır
Yazdığım ayetlerin hepsi, Kur’an ın açık, anlaşılır olduğu, hiç bir şeyi eksik bırakmadıklarını, çeşitli biçimlerde açıklandığını söylüyor. En son yazdığım iki ayete lütfen dikkatlice okuyunuz. Allah yemin ederek, bir şey söylüyor bizlere. Biz bu Kur’an da, her konudan nice örnekler sıraladık dedikten sonra, Kehf suresi 54. ayetinde söylenenler dikkat çekicidir. Allah Kur’an da bizler için, her türlü örneği, değişik ifadelerle gözler önüne koyduk ki anlayasınız diyor. Buna benzer birçok ayet vardır.
Konumuz Başın örtülme emri, Kur’an da var mıdır konusuydu. Eğer bazı düşünce ve fikirler ortaya koyarak, kelimelerin arkasındaki manalardan bahsederek, dolaylı başörtüsüne delil gösterilirse bahsedilen ayette, demek ki Rabbin bu hükmünü hemen devreye sokmalıyız, hatırlamalıyız. Neydi bu hüküm? Biz her türlü örneği, değişik ifadelerle verdik ki anlayasınız. Lütfen bu ayeti, yazının sonuna kadar unutmayalım, bizim anahtar ayetimiz olsun.
Sayın Eliaçığın başörtüsü konusundaki yazısına bakmaya devam edelim. Dikkat ederseniz, bu konudaki yazdığı fikir ve düşünceleri, Kur’an a arz ediyoruz. Eğer onay veriyorsa, elbette başımızın tacıdır.
(Bu kavram doğrudan kadınların "başlarını" örtmeleri ile ilgilidir.
"Mümin kadınlara da söyle, bakışlarını sakınsınlar, ırzlarını ve namuslarını korusunlar. Görünmesi zarurî olan yerler dışında cinsel cazibelerini sergilemek için açılıp saçılmasınlar. Başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar." (Nur; 24/31)
Bu tür ayetlerin o günkü Medine'de yaşanan "yürürlükteki duruma" cevap olarak geldiği unutulmamalıdır.
Demek ki o günkü toplumda; 1- Bakışlarını sakınmayan, 2- Irz ve namuslarını korumayan,3- Görünmesi zarurî olan yerler dışındaki yerlerini de cinsel cazibelerini sergilemek için açıp saçan, 4- Başörtülerini yakalarının üzerine salmayan bir takım kadınlar vardır. Ayet "mümin" kadınlara bunlar gibi olmamaları çağrısında bulunuyor.
İlk üçü anlaşılabilir olduğu için dördüncüsünden başlayalım.
Ayette "başörtülerini" diye çevirdiğimiz "humuruhinne" kelimesi HAMR kökünden gelir ve tam anlamıyla "başörtüsü" manasına gelir.
Görüldüğü gibi ayette geçen başörtüsü (hımâr) kelimesinin en önemli özelliği "baş" ile ilgili olmasıdır. Nitekim bu ayetler başı açıklığın yaygın olduğu bir topluma inmiş değildir. O günkü toplumda değil kadınlar erkekler bile, kimisi sıcaktan, kimisi Arap örfünden zaten başlarını bir şekilde örtmektedirler. Yani erkek kadın hemen hiç kimse "başı açık" dolaşmamaktadır. Sarık, kaftan, tül, renkli bez vs. başlarına bir şeyler dolayıp sararak veya alarak dışarı çıkmaktadırlar. On bin nüfuslu Medine'de yaşayan Yahudiler, Evs ve Haçreçliler, Muhacirler vs. dışarıdan bakıldığında üstlerinde "baş"larında bir takım örtüler olan insanlardır. Fakat özellikle kadınlarda bu örtü, örtünmek amacıyla değil, daha da çekici ve egzotik olmak amacıyla, "az aç-az kapa" tarzında olmaktadır. )
Sayın Eliaçık ın başın örtülme emrini anladığı ayette, ikilemde olduğunu, bu konuda çok samimi ve açık konuşamadığını, tedirgin düşünceler sergilediğini düşünüyorum. Yanlış anladıysam, kendisinden peşinen özür diliyorum. Eğer söylediği gibi Nur suresi 31. ayette geçen, HIMAR kelimesiyle Allah başın örtülme emrini vermiş olsaydı ve Sayın Eliaçık ta bu ayetten Allah ın, kadınların başlarını örtmesi emrini algılamış olsaydı, şu sözleri söylememesi gerekirdi diye düşünüyorum.
(Bu tür ayetlerin o günkü Medine'de yaşanan "yürürlükteki duruma" cevap olarak geldiği unutulmamalıdır.)
Allah verdiği bazı hükümleri, o dönem içinde yapılan bir yanlışı düzeltmek için verdiyse, bu zaten ayetlerde çok açık anlaşılmaktadır. Yok, eğer genel bir konuysa ki başın örtülmesi genel bir konudur, bunu o döneme has olduğunu söylemek, büyük hata olur.
Örneğin bahsettiğimiz ayette, kadınların başının örtülme emrini de verdiğini kabul ediyorsak, bunun o döneme ait olduğunu söyleyemeyiz. Nur suresi 31. ayette hükmedileni, önce çok net anlamalıyız. Eğer bu ayette Allah açık olarak, kadınlar başlarını örtmelidir ve o örtüsüyle de göğüs açıklığını örtmelidir emri var diyorsak, başın daha sonra açılmasını asla tartışamayız.
Yok, eğer bahse konu ayette Allah, açıkça yalnız göğüs açıklığınızı örtün diye anlıyorsak, o zaman Rabbin vermediği bir hükmü, aslında burada başın örtülmesi emri, örtülü, dolaylı manada veriliyor demek yanlış olacaktır. ÇÜNKÜ ALLAH AYETLERİNİ DOLAYLI DEĞİL, AÇIKÇA VERDİĞİNİ BİRÇOK AYETİNDE SÖYLÜYOR.
Örnek vermek gerekirse, Peygamberimiz e misafir gelenlerin çok fazla kalarak, peygamberimizi rahatsız etmemesi türünden uyarıcı ayetler, o döneme has ayetler diyebiliriz. Peygamberimizin eşlerine hitaben, indirilen ayetlerde böyledir. Buna benzer örnekler vardır, ama bunlar zaten açıkça anlaşıldığı gibi, bu ayetlerin bile, bizlere kıssadan hisse verecekleri çok şeyler vardır.
Bazı meallerde, Başörtülerinizi yakalarınızın üzerine salsınlar diye çevrilen kelime, yakalarının üzerine vursunlar, örtsünler diye çevrilmiştir onu hatırlatırım. Çünkü salmak ile örtmek farklı konuları çağrıştırır. Sayın Eliaçık, bu kelimenin HAMR kökünden geldiğini ve tam anlamıyla başörtüsü anlamına geldiğini belirtmiş.
Bu konuda farklı fikir yürütmeden, ayette geçen kelimenin, başörtüsü anlamında olduğunu kabul edelim. Kur’an da bir kelimeye farklı anlam dahi versek, Rabbin gönderdiği ayetin asıl anlamını, amacını hiç kimse saptıramaz, değiştiremez. Çünkü Kur’an öyle bir kitap ki, birileri araya fitne ve fesatta soksa, aklını Kur’an ile kullanan, Rabbin gerçeklerini FURKAN ın sayesinde, diğer ayetlerden faydalanarak, gönül gözleriyle mutlaka görecektir.
Sayın Eliaçık ın bu konudaki yazısına, bakmaya devam edelim.
(Peki, öyleyse ayet ne demektedir?
Dikkat edilirse "Başörtüsü takın, başınızı örtün" denmiyor da "Başınıza aldığınız o örtüleri boyunlarınıza, omuzlarınızdan aşağıya da salın" deniyor. Bunun sebebi, o dönem kadınlarının başörtülerini arkadan bağlayarak, omuzlarını ve göğüslerine kadar boyunlarını açıkta bırakmalarıydı. Böyle daha çekici olacaklarını düşünüyor olmalılar…
Buradan "Başörtüsü değil, boyun örtüsü emrediliyor" diye bir sonuç çıkarmak, işi yokuşa sürmek ve anlamamak için diretmekten başka bir şey değildir.
Çünkü Kuran'ın çoğu emri zaten böyledir. Yani ayetler çoğunlukla "yürürlükteki durum" üzerine gelir ve onu düzene sokar.)
Sayın yazar ayette Allah, başınızı örtün demiyor, çünkü o toplumda zaten kadın erkek başlarını örtüyorlardı, iklimsel ya da gelenekten demişti hatırlarsanız.
Şimdi bu mantıktan yola çıkarak düşünelim. Madem Allah o devrin toplumunda zaten kadının başı örtülüydü, bunu ayrıca zikretmesi gerekmez diyebiliyoruz, bu durumda erkeklerinde o devirde başları birçok şekilde iklimsel ya da yöresel kapalıydı. Hatta Araplarda hala öyledir. Bu mantıkla gidersek, erkeklerin başlarını örtmesi de farz emir olması dolaylı olarak gerekmez mi? Hayır gerekmez, bu konuda dolaylı bahsedilen bir ayet Kur’an da yok, diyerek bu işin içinden kolayca sıyrılabilir miyiz?
Nur suresi 31. ayetinde, Allah başın örtülmesini açıkça emretmiyor, ama dolaylı bir şekilde, başında örtülmesi emrediliyor mantığından yola çıkalım. Peki, Allah ayetlerini dolaylı bir şekilde emrettiğini söylüyor muydu? Kesinlikle hayır. Ne diyordu onlarca ayetinde, biz açık, anlaşılır, detaylı bir şekilde, birçok örneklerle ayetlerimizi indirdik, açıkladık demiyor muydu? Demek ki Kur’an dan, dolaylı bir hüküm aramamız mümkün değil. Bunu yaparsak, bizleri yanlışa götürecektir.
Şimdide aynı konuya, daha farklı bir yönden bakalım. Allah ayetlerini en doğru anlamamız için, yine Kur’an ın diğer ayetlerinden istifade etmemizi söyler. Daha açıkçası Kur’an kendisini anlatan, açıklayan bir kitaptır der. İsra suresi 89. ayetinde, Yemin olsun, biz bu Kur'an'da, insanlar için her benzetmeden nice örnekler sıraladık. Kehf suresi 54. ayetinde de, insanlar için her türlü örneği değişik ifadelerle gözler önüne koyduk diyerek, bizlere apaçık bir hüküm vermişti hatırlayınız.
Şimdi bu ve buna benzer onlarca ayetinde bizleri uyardığı gibi, hemen kendimize soralım. Madem Allah kadınların saçlarını örtmesi emrini, dolaylı bir şekilde Nur 31. ayetinde vermiş, acaba Kur’an ın başka bir ayetinde bu konuya açıklık getirmiş mi? Dikkat ediniz bahse konu ayette, açıkça söylemesine gerek yok, dolaylı bir hükmü vardır deniyor. Madem açık olmayan, dolaylı anlatılan bir hüküm var, O zaman Rabbimiz bizlere her konuda nice örnekleri değişik ifadeler verdik dediğine göre, acaba Kur’an ın başka bir ayetinde, bu hükmü doğrulayacak, tastikleyecek, açıklayacak apaçık bir ayet var mı?
Bu soruyu her ne hikmetse, kendimize sormaktan korkuyoruz. Kur an ehli, Rabbin gerçeklerinden asla korkmaz. Korkarsa gerçekleri yaşayamaz. Şunu lütfen unutmayalım, Allah kadınların başlarını örtmesini emretseydi, bunu apaçık söylerdi bunu da unutmayalım. Böyle önemli bir hükmü, sizce Kur’an ın hiçbir yerinde bahsetmeden, Nur suresi 31. ayette dolaylı, açık olmayan bir hükümle verir mi? Lütfen bu soruyu kendimize soralım. Tabi daha sonra, pişman olmak istemiyorsak.
Sayın Eliaçığın verdiği bazı örnekler düşündürücüdür. Gelin birlikte verdiği örnekler üzerinde düşünelim. Acaba Nur suresi 31. ayetinde verdiği örneğe benziyor mu? Yani açık değil de, dolaylı anlatılan bir hüküm var mı?
(Örneğin, "Cuma namazı kılın" demez de, "Zaten kılmakta olduğunuz o cuma namazı var ya, işte onun için çağrıldığınızda alışverişi bırakın" der.
Yine örneğin, "Namaz (salât) diye bir şey icat edin, kurban (nahr) diye bir uygulama başlatın" demez de, "O yapılmakta olan namaz (salat), kesilmekte olan kurban (nahr) var ya, işte onu siz ALLAH için yapın" der.
Yine örneğin, "Dörde kadar evlenin" demez de, "O onar, on beşer evlenip de geçindirmek için yetimin malına el uzatmaya kalktığınız eşleriniz var ya, işte onları dörde, üçe, ikiye, hatta bire indirerek evlenin, yetimlere haksızlık yapmaktan korkuyorsanız böylesi daha iyidir" der.
Demek ki bu tür ayetler yürürlükteki duruma müdahale etmek, yanlış taraflarını düzeltmek, ıslahat yapmak amacıyla gelmektedir. Düzelttiği şekliyle de kalıcı emre dönüştürmektedir.
Başörtüsünün de böyle olduğunu düşünürsek, denmek istenen; "O zaten takmakta olduğunuz başörtüleriniz var ya, işte onları aşağıya doğru da salın, başınıza toplayıp da boynunuzu, omuzunuzu, göğsünüzü, sırtınızı açıkta bırakmayın" demek olur…)
Verilen ayet örneklerine bakalım şimdi de.
(Cuma namazı kılın" demez de, "Zaten kılmakta olduğunuz o cuma namazı var ya, işte onun için çağrıldığınızda alışverişi bırakın" der.)
Dikkat ediniz Cuma ayetinde, hüküm verilen Cuma toplantı namazına, yani zikre davet var. Davette ne yapılacağı açıktır. Dolaylı olarak farklı bir hüküm yok. Yani Nur suresi 31. Ayetinde olduğu gibi, istenen hüküm açık, ayrıca dolaylı emredildiği söylenen başın örtülmesi benzeri bir konu yok. Daha öncede emredilen, Cuma namazına davet açıkça belirtilmiş. Namaz konusu ayrıca Kur’an da en çok işlenen bir konudur, onu da hatırlatmalıyım. Bugün İslam toplumunda, bu ayetten farklı, üstü kapalı bir anlam çıkaran var mı? Elbette yok.
Allah namaz, oruç, zekât, hac sizlere olduğu gibi, sizden öncekilere de farz kılınmıştı diye açıklar Kur’an da. Bakın daha önce farz olanları, nasıl tekrar ederek söylüyor Yaradan diğer ayetlerinde. Eğer daha önce başın örtülmesi zaten farzdı, onun için tekrar söylemesine gerek yok dersek, şu soruyu sormalıyız kendimize. Allah geçmiş toplumlara emrettiği farzları tekrar dile getiriyor ve bizleri bilgilendiriyorsa, neden başın örtülmesi emri, sizden önceki toplumlara da farzdı, sizlere de farz kılındı, şeklinde tek bir bilgi vermiyor?
İşin ilginci Sayın Eliaçık, başın örtülme emrini anladığını söyledikten sonra, bu ayetin Medine deki durumu düzeltmek için indirildiğini, bu konunun şimdi tartışılabileceğini bile söylemişti. Ama dikkat ediniz yukarıdaki sözleri ile çelişerek, bakın ne söylemiş.
( Düzelttiği şekliyle de kalıcı emre dönüştürmektedir.)
Madem başın örtülmesi emrini ve göğsün kapatılmasını düzene sokuyor ve kalıcı emre dönüştürüyor, daha sonraki yıllarda, başın örtülmesi emrini nasıl tartışırız? Ayeti doğru anlayamazsak, kendimizle çelişmemiz kaçınılmaz olacaktır.
Bu mantığı, Kur’an ın diğer ayetlerinden doğrulamaya devam edelim. Allah Hac konusunda açıklama yaparken, bir ayetinde bakın ne diyor?
Hac 27: İnsanlar arasında haccı ilan et ki, gerek YAYA olarak, gerek uzak yollardan gelen yorgun DEVELER üzerinde sana gelsinler.
Ayete baktığımızda Allah, o dönemin şartlarına uygun örnek vererek, Hacca yaya ya da develerle gidebileceğimiz örneğini veriyor. Şimdi sormak isterim, verilen örnekte Hacca deveyle, ya da yaya gitmek farzdır, diyen var mı günümüzde? Elbette yok. Çünkü önemli olan HÜKÜM dür. AYETTE VERİLEN HÜKÜMDE HACCA GİDİLMESİDİR. Bu emrin yerine getirilmesi de, elbette zaman ve mekâna göre değişecektir.
Peki, bahse konu Nur suresi 31. ayette HÜKÜM neydi? Göğsün örtülmesi. İster başını örttüğün örtüyle göğsünü ört, istersen başka bir şeyle. Amaç, emredilen hüküm değişmez, ama istenen hükmü yerine getirmek için, araçlar günün şartlarına, zamana, mekâna, geleneklere göre değişir. İşte Nur suresi 31. ayet de, aynı şekilde anlaşılmalıdır.
Verilen diğer örneğe bakalım şimdide.
("Namaz (salât) diye bir şey icat edin, kurban (nahr) diye bir uygulama başlatın" demez de, "O yapılmakta olan namaz (salât), kesilmekte olan kurban (nahr) var ya, işte onu siz ALLAH için yapın" der.)
Acaba Allah bu kadar basit mi hükmünü veriyor, bu konularda Kur’an da? Hiçbir açıklama yapmaz mı namaz ve kurban konusunda? Tüm bunları Nur suresi 31. ayette geçen başın örtülmesine delil yaparsak, sizce doğru olur mu? Kur’an da Allah namaz konusunu o kadar çok işler ki ayetlerinde, okuyan namazın Allah ile kulun arasındaki en güzel sohbet anı olduğunu anlar.
Bir diğer verdiği örneğe bakalım.
("Dörde kadar evlenin" demez de, "O onar, on beşer evlenip de geçindirmek için yetimin malına el uzatmaya kalktığınız eşleriniz var ya, işte onları dörde, üçe, ikiye, hatta bire indirerek evlenin, yetimlere haksızlık yapmaktan korkuyorsanız böylesi daha iyidir" der.)
Bakın bahse konu ayetin konusu ile ilgili, ne kadar güzel açıklama var. Allah ayetinde, birden fazla eş ile evlenmenin sakıncalarından bahseder. Örneğin çoklu evlilikte, asla isteseniz de adaleti sağlayamayacağımız örneğini verir. Daha da net belirterek, adaleti sağlamak istiyorsanız, tek eşle yetinin diye öğüt verir bizlere. Asla bu ayetlerden, dolaylı bir hüküm çıkartamayız. Ayetler apaçık anlaşılıyor.
Bu konuya bir örnek daha vermek istiyorum. Allah Kur’an da şöyle bir hüküm verseydi ve deseydi ki, kadının ayaklarını, parmaklarını göstermesi namahremdir. O giydiğiniz mestlerle, aileniz dışındaki kişilere ayaklarınızı göstermeyiniz deseydi. Mest de o devrin toplumunun bir kıyafeti, geleneği olsaydı, bugün bizler kadınlarımızın mest giyerek ayaklarını kapatması gerektiğini, Allah ın farz emridir diyebilir miydik? Yoksa bu ayette Allah, kadınların ayaklarının görünmesini istemiyor, neyle örtersen ört, ister çorap giy, ister patik giy, diye anlaşılıyor mu derdik? Eğer evet, bugünde mest giymelidir diye anlarız dersek, Allah ın hükümlerine, geleneklerimizi de, din diye ilave etmiş olacağımızı unutmayalım.
Sayın Eliaçık, zaten o günkü toplumun kadın erkek, başları kapalıydı, onun için başın örtülme emrini, Allah açıkça tekrar söylemesi gerekmezdi dediğinde, O devrin gerçekleri olan CARİYELERİ unutmuşa benziyor. Bildiğiniz gibi cariyelerin başlarını örtmesi yasaktı. Bu gerçek, herkes tarafından da bugün bilinir, kabul edilir. Bahse konu ayet indirildiğinde de, bu değişmedi, Müslüman olan cariyeler başlarını örtemediler. Çünkü başın örtülmesi o dönemin özgür kadınlarına has bir gelenekti. Hatta gelenekten öte, kadınların süs eşyasıydı. Bu hakkı cariyelere vermemelerinin bir nedeni de, cariye ve hür kadının sokakta anlaşılabilmesi adınaydı.
Hemen şu soruyu soralım kendimize. Peygamberimiz Nur suresi 31. ayetten, Müslüman kadınlar başını örtmelidir, bu iffetli bir kadının giysisidir, diye anlamış olsaydı, acaba Müslüman olan cariyelerin, başlarının açık olmasına, hala izin verir miydi?
Bu sorulara cevap bulamıyorsak, nefsimizin esiri olup, inançlarımıza Rabbin vermediği bir hükmü ilave etmemeliyiz. Şöyle söyleyende çıkabilir, cariyelerin hukuku farklıydı. Doğrudur farklıydı, ama Kur’an onlara da düzen getirmiş, açıklama yapmış, hatta onların yararına hükümler vermiştir. Ama dikkat ediniz, başın örtülmesi konusu hiç geçmez. Eğer başın örtülmesi emri olsaydı ve bu iffetli kadınlar için bir emirdir deseydi, bu durumda Allah cariye, hür olan Müslüman kadın ayrımı yapar mıydı?
Konuyu daha iyi anlayabilmemiz için, yine başın örtülmesine dolaylı delil göstermeye çalışılan ve yine ayetten dolaylı bir emir çıkartarak, aslında bu ayette de, başın da örtülmesi çıkartılabilir dedikleri, başka bir ayete bakalım.
Ahzab 59: Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına, dışarı çıkarken üstlerine örtü (Cilbablarını) almalarını söyle; bu, onların namuslu bilinmelerini ve bundan dolayı incitilmemelerini daha iyi sağlar. Allah bağışlar ve merhamet eder.
Ahzab suresi 59. Ayette Allah, iman eden Müslüman kadınların, evin dışına çıktıkları zaman, nasıl giyinmeleri gerektiğini, bu ayette yine o günkü toplumun kullandığı geleneksel kıyafetten örnek vererek, dikkatlerini çeker ve derki; Toplum içinde dolaşırken, evinizde giydiğiniz daha rahatça hareket edebileceğiniz kıyafetlerle, dışarı çıkmayınız. Toplum huzuruna çıkarken, kullanmış olduğunuz CİLBABLARINIZI giyin öyle çıkın der.
Peki, nedir bu cilbab? O devrin toplumunun kadınlarının, evin dışına çıkarken giydikleri yöresel kıyafete, örtüye verilen isim. Yani geleneksel, iklimsel o devrin toplumunun bir giysisi. Değişik meallere bakarsanız, bu kelimeyi yazmadan, dış giysilerini, ya da örtülerini giysinler diye tercüme edilir. O devrin toplumunun hiç bilmediği, geleneklerinde olmayan, günümüzde kullanılan palto, ceket, manto ve benzeri kıyafet isimlerinden birisini, ayette Allah ın zikretmesi, örnek vermesi elbette beklenemez.
Şimdide bu ayeti konumuz ile ilgili düşünelim. Dikkat ederseniz bu ayette geçen cilbab kelimesinden yola çıkarak da, bakın cilbab baştan aşağıya giyilen bir örtüdür, onun için bu ayette de Allah, kadınlar başlarını örtmelidir emrini veriyor, diyerek anlatırlar ve başörtüsüne delil gösteririler.
Hâlbuki cilbab o devrin geleneksel kıyafetinden başka bir şey değildi. Eğer bu kıyafeti giymekte farz emir olsaydı, KIYAFETİN ŞEKLİ, BİÇİMİ DETAYLI TARİF EDİLİRDİ. Bu konuda bu kıyafetle ilgili, tek bir açıklama, detay yoktur Kur’an da. Açıklama gereği de yoktur, çünkü emir, istenilen hüküm geleneksel kıyafetin giyilmesi değil, iffetli giyinerek, namuslu bir kadın gibi dışarı çıkılmasıdır. Bu kıyafeti kendimizce tarif ederek, itikatlarımıza delil ararsak, ancak nefsimizi tatmin etmiş, kendimizi kandırmış oluruz. Bunu unutmayalım.
Ayette ne anlatılmak isteniyor, yani hüküm, amaç nedir bunu doğru anlamalıyız. İman eden kadınlara Allah seslenerek, dışarıya çıkmak istediğinizde, evin içinde giyindiğiniz, daha rahat ve nispeten daha açık kıyafetlerinizle, dışarıya çıkmayın. Dış giysinizi mutlaka giyin diyor. Bunun yapılmasındaki nedeni, amacı da açıklıyor ve diyor ki; Bu davranışınızla, sizlerin namuslu insanlar olduğunuz bilinsin ve sizler yanlış davranışlarla incitilmeyesiniz, diye açıklık getiriliyor.
Bu durumda hemen kendimize soralım. Allah hacca gitmemizin örneğini verirken, nasıl o devrin anlayacağı şekliyle örnek verip, uzakta olsa yaya ya da develeriniz yorgun argın bile düşse, Hacca gidin örneğini veriyorsa, Ahzab 59. Ayette de yine o devrin geleneksel kıyafetinden örnek verip, dışarıya çıkarken daha dikkatli olmalarının ikazını yapıyor ve verdiği örnekte, yine o devrin kıyafetini giyerek amacın, hükmedilenin gerçekleştirilmesi isteniyor.
Bu konuya, yaşantımızdan da bir örnek verelim. Şöyle düşünelim. Günümüz devrinde bir kadın, İstanbul da evin dışına çıkarken, nasıl bir giysi, kıyafet giydiğinde, o kadın hakkında hiçbir art niyet düşünülmez ve rahatsız edilmez, bu namuslu bir kadındır deriz, önce bunu düşünelim.
Daha sonra aynı kadın, aynı kıyafetle, ülkemizin daha muhafazakâr, daha farklı bir yerine gittiğinde, yine aynı kıyafeti giydiğinde, daha önce gördüğü olumlu tepkiyi mi görür, yoksa……? Elbette aynı olumlu tepkiyle karşılanmaz. O bölgenin geleneksel, anlayış ve yaşantısı ölçüsünce, daha farklı bir kıyafet, namuslu, iffetli bir kadının giysisi olarak ortaya çıkar. Bu durumda, İstanbul da normal karşılanan bir kıyafeti, bahsettiğimiz o taşra bölgesinde giyemezsiniz, çünkü normal karşılanmaz. Şehirde yaşayan bir kadın, orada giydiği kıyafetlerini, anne ve babasının köyüne, ziyarete gittiğinde giyebilir mi? Kesinlikle giyemez.
Bakın aynı ülkede bile aynı kıyafet, daha farklı tepki görüyor. Önemli olan toplumun anlayışına, geleneklerine, düşünce ve fikir yapısına göre giyinmek olduğu ortaya çıkıyor. Zaten ayetinde bizlere anlatmak isteği amaç, yani verilen hükümde bu konu anlatılmaktadır.
Bu ayette, dikkatinizi çekmek ve üzerinde düşünmenizi istediğim bir konu daha var. Allah ayetinde, mümin kadınlardan bahsederek, cariye hür kadın ayrımı yapmadan, dışarıda gezerken daha dikkatli giysiler giymelerini istiyor. Bu durumda bu ayet, Müslüman cariyeleri kapsamıyor diyebilir miyiz? Asla bunu söyleyemeyiz.
Madem bu ayet de örnek verilerek, Müslüman kadınların başlarını örtmesi, bu ayette geçen CİLBAB giysisiyle de örnek gösteriliyor, bu durumda bu kıyafeti giyerek, cariyelerinde başlarını örtmeleri gerekmez miydi? Elbette gerekirdi, ama bu ayetin ve bahsedilen kıyafetin, başın örtülmesiyle bir ilgisi olmadığı ve peygamberimizde bu ayetten böyle bir anlam çıkarmadığı için, bu ayette indirilmesine rağmen, cariyeler yine başlarını örtemiyorlardı. Çünkü bu ayetin hükmü, amacı namuslu bir kadına yakışacak bir kıyafetle, dışarıda dolaşmaları adınadır. Bu ister hür olsun, ister cariye hepsini kapsamaktadır. Müslüman bir cariyenin, namuslu ve iffetli olması istenmiyor mu? Elbette isteniyor.
Bakın Kur’an ve akıl bir araya geldiğinde, nasılda çözüme yaklaşıyor insanlar. Bu konuyu özetlemek gerekirse, Nur suresi 31. ayetinde geçen bir kelimeye, başörtüsü anlamını dahi vermiş olsak, bu ayetten kadının başını örtme emrini çıkartamıyoruz.
Bu yazıyı yazmamdaki neden, asla başını örtenlere saygısızlık anlamında algılanmamalıdır. Amacım Allah ın ayetlerini doğru anlamak adına, sizleri düşünmeye davet etmektir. Buna Rabbim şahittir.
Kadınlarda başın örtülmesi, bizlerinde geleneğidir. Bunun devam etmesinde de, elbette hiçbir sakınca yoktur. Yeter ki bunun Allah emri olduğunu, örtenlerin iffetli kadın, örtmeyenler iffetinden şüphe edilmesi gerekenlerdir denmemelidir. Çünkü Allah emretmediği halde, bunlarda Allah katındandır diyenlere, Rabbin uyarısı dikkatle düşünülmelidir.
Kur’an din adına, şekilsel bir kıyafet asla emretmemiştir. Çünkü insanların din ve inanç adına ayrışmasına, bölünmesine karşıdır. Dinde bölünmeyin diyen Allah ı, ne yazık ki dinlemediğimiz, anlayamadığımız gibi, şekilsel simgelerle dinde kadınlarımızı bölmenin, ayrıştırmanın da yanlışlığını fark edememişiz.
Allah takvaca üstün olmaktan bahseder. Ama bizler takvanın gizli oluşu, Yalnız Allah ın bilmesi, bizlerin çok hoşuna gitmediği için olsa gerek, nefsimizin dürtüsüyle, inancımızı şekilsel hale sokarak, topluma sunmanın acımasız hazını duymaya çalışıyoruz. Böylece komşularımız, hatta en yakınlarımızdan, başını örtmeyen kadınlarımıza takındığımız tavır, onlara söylediğimiz sözler düşündürücüdür.
Eğer başını örtmeyen bir kadına, İFFETSİZ yakıştırmasını yapıyorsak, bu düşünce bizlerin Kur’an dan, Allah ın dininden ne derece uzak olduğumuzu gösteriyor demektir. DİN TOPLUMU, ŞEKİLSEL KIYAFETLERLE, SİMGEYLE ASLA AYRIŞTIRMAZ. Kıyafet geleneklere, yaşam şekline ve iklime göre değişiklikler arz edeceğinden, serbest bırakılmış ve bu konuda asla hiç bir hüküm özellikle Kur’an da verilmemiştir. Sizleri tek bir ümmet yaratmadım, dünya üzerine yaydım derken, Rabbin bu sözleriyle, bizlere ne anlatmak istediğini, akıl Kur’an çizgisinde doğru anlamalıyız.
EĞER TOPLUM OLARAK, DİN ADINA GİYİM-KUŞAM, KIYAFETLERLE AYRIŞIYORSAK, O DİNDEN ASLA DEĞİLDİR, LÜTFEN BUNU UNUTMAYALIM.
Peygamberimizin bu konuyla ilgili bir hadisi geldi aklıma.
(Allah’ın kitabında helal kıldığı helal, haram kıldığı haramdır. Hakkında sustuğu ise serbesttir. Allah’ın serbest bıraktıklarını kabul edin ve bilin ki Allah hiçbir şeyi unutucu değildir.
Ebu Davud K. Etime 39/Tırmizi K. Libas 6 İbni Mace K. Etime 60/ El-Müracaat sayfa 20 )
Anlayana, düşünene çok şeyler anlatıyor. Fakat bizler öyle yanlış itikatlarımıza, öyle deliller arıyoruz ki, ancak nefsimizi oyalıyoruz. Allah haram ve helal ne emretmişse, bu açıkça Kur’an da vardır. Allah Kur’an da Kadınında, erkeğinde kıyafeti konusunda, hiçbir şekilsel kıyafet belirtilmemiş, yalnız ana kurallar konmuştur.
Hz. Ömer in aşağıdaki sözleri, sanırım dikkatle düşünülmelidir.
Hz. Ömer:
İnancına göre yaşamazsan, yaşadığını inanç zannetmeye başlarsın.
Kur’an gerektiği konularda, çok önemli detaya girer ve bizleri bilgilendirir. Örneğin Bakara 233. Ayetinde, bir annenin çocuğunu 24 ay süt emzirmesinin önemine işaret eder. Nisa 23. Ayetinde, aynı anneden süt emmiş, sütkardeşlerin birbiriyle evlenemeyeceğini açıklar. İki kız kardeşi aynı anda alıp, evlenmenin yasak olduğu detayını dahi verir. Boşanmış kadınların, üç adet dönemi geçmeden, tekrar evlenmemeleri gerektiği uyarısını yapar. Sizce bunlar en ince detay değil de nedir?
Tüm bunları söyleyen, açıklayan Yaradan, kadının saçı namahrem olup, kapatılmasını emretseydi, apaçık yukarıdaki örneklerde olduğu gibi, bizlere söylemez miydi? Bazı kelimelerin arkasından, herkesin anlayamayacağı şekilde, açıkça değil de, dolaylımı anlatırdı bizlere?
Allah Nahl 116. Ayetinde, bizlerin dikkatini çekerek bakın nasıl uyarıyor.
(Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak "Bu helaldir, şu da haramdır" demeyin, çünkü Allah'a karşı yalan uydurmuş oluyorsunuz. Kuşkusuz Allah'a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa eremezler.)
Demek ki açıkça Allah, kadın saçlarını göstermesi haramdır demediği halde, bizler bazı ayetlerinde ki, kelimelerin ardına sığınarak, aslında burada Allah dolaylı olarak, kadın saçını örtmelidir, saçını göstermesi HARAMDIR diyorsak, lütfen bu yanlışın bizleri nerelere götüreceğini de iyi hesap edelim. Çünkü Allah a karşı yalan uydurmak, haramların, günahların en büyüğüdür.
Başörtüsü konusu bugün, içinden çıkılamayacak bir durumdadır. Bu konu ülkemizde siyasete öyle bir alet edildi ki, bu düşünceyi, fikri öne sürenlerin bile, bazen söyledikleri dikkate alınmaz oldu. Sizlere bir örnek vermek istiyorum. Günümüz de başın örtülme şekline dahi yön veren bir kişinin, sözlerini yorumsuz sizlere nakletmek istiyorum. Bu sözleri söylediği dönemde, ilginç yorumlar yapılmış ve bu sözlerin unutulması adına çok çaba harcanmıştı. Düşünen, aklını kullanan gerçekleri anlayacaktır.
(Kadınların başlarını örtmesi iman meselesi ölçüsünde önem arz etmez. Allah’a karşı kulluk, umumi manada kulluk ölçüsünde önem arzetmez bunlar. Teferruata ait meseledir. Nitekim Allah’a iman meselesi Mekke’de Efendimize tebliğ edilmiş, namaz meselesi orada bize farz kılınmış, daha sonra da zekât bize farz kılınmış. Ama tesettür meselesine gelince biraz farklı. Zannediyorum Peygamberliğin 16. ve 17. senesinde müslüman kadınların başları açıktır. Temel meseleler varken, teferruatla uğraşılmamalı.”
Fethullah Gülen 1995)
Dilerim Rabbimden, Kur’an gerçeklerini fark edebilen batılın, hurafenin, sanı ve rivayetin ardı sıra değil, hakkın FURKAN IN peşinden koşan, Rabbin halis kullarından oluruz. Bunu başaramayan toplumlar, Allah ile aldatılmaktan asla kurtulamazlar.
Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
|