|
|
|
Seçenekler |
Sponsor |
|
||||
Cevap: Uydurma hadİs ?????
Bu konuyu açtığın için teşekkür ederim. Daha önceki başka bir başlıktaki mesajımda söylediğim gibi Kuran ayeti ile çelişen hadis olması, Allah ile Allah'ın peygamberinin birbirlerine ZIT şeyler söylemeleri akla ve mantığa aykırıdır.
Önce Kuran'dan 2 ayet: *Bu Kuran uydurulacak bir hadis(söz) değildir. Aksine o önündekini tasdikleyici, her şeyi detaylandırıcıdır. inanan bir topluluk için kılavuz ve rahmettir. - Yusuf Suresi 111 *Kimin hadisi(sözü) Allah’tan daha doğru olabilir? Nisa Suresi 87 Madem konuyu açtın, kendilerine Ehli Sünnet ismi verenlerin kitaplarının neden uydurma hadislerle dolu olduğunu ve bu iddiayı neden ortaya koyduğuma dair biraz bilgi aktarayım. HADİSLERİN (SÜNNETİN) İNCELENMESİ Kitabın ikinci bölümünde Kuran'ın dini kaynak olarak yeterli olduğunu, Kuran'ın dışında başka bir kaynağa ihtiyaç olmadığını gördük. Bu bölümde hadislerin toplanışı, Peygamberimiz'in hadisleri yazdırmadığı gibi konuları irdeleyerek, Kuran dışında dinin ikinci kaynağı neden olamayacağını bir kez daha göreceğiz. Peygamber'e iftira olarak nakledilen hadislerin Kuran'la, mantıkla ve kendi içlerindeki çelişkisini ise 6.,7., 8. bölümlerde görerek sonuca bakıp, Kuran dışında başka kaynak aramanın felaketine şahitlik edeceğiz. Hadis kelimesinin sözlükte “söz, haber” manalarına geldiğini görüyoruz. Sünnet ise "izlenen yol, alışılmış yol, adet” manasına gelir. Halk arasında yaygın olarak kullanımına göre Peygamber'in söylediği iddia edilen sözlere "hadis”, Peygamber'in davranış biçimleri, hareket tarzları olduğu iddia edilen davranışlara ise "sünnet” denir. Kuran'daki hadis kelimesinin kullanım tarzını da bu bölümde göreceğiz.(Sünnet kavramı ve kelimesinin kullanımı için 16. Bölüme bakın.) Davranış biçimleri sözlerle açıklandığı, aktarıldığı için hadis ve sünnet terimlerinin birbirlerinin yerine kullanıldığını her hadis ve sünneti inceleyen kitapta görebiliriz. örneğin Lübnan üniversitesi'nden Dr. Subhi es Salih kitabının girişinde bunu şöyle açıklamaktadır: “Hadisçilerce hadis ve sünnetin, biri diğerinin yerinde kullanılan iki kelime olduğu kabul edilmiştir. Hadis ve sünnet ifadelerinden, bir sözün, bir hareketin, bir takrinin veya bir sıfatın Peygamberimiz'e izafesi anlaşılmaktadır.” Bu yüzden kitabımızda hadis veya sünnet dediğimiz zaman bu ikisini birbirinin yerine düşünebilirsiniz. Hadisleri incelemeye Peygamberimiz'in dönemine giderek ve sonra yavaş yavaş kendi dönemimize gelerek başlayalım. Peygamberimiz'in hadis yazımına izin vermediğini, kendi sözlerinin yazımını yasakladığını hadisçiler bile kabul etmektedir. En doğru kabul edilen iki hadis kitabından biri olan Müslim'de ve Hanbeli mezhebinin kurucusu İbni Hanbel'in Müsned'inde şu hadisi rivayet ederek Peygamber'in kendi sözlerinin yazımını yasakladığını kabul ederler. "Benden Kuran dışında hiçbir şey yazmayın. Kim benden Kuran dışında bir şey yazmışsa imha etsin.” (Müslim, Sahihi Müslim Kitabı Zühd, Hanbel, Müsned 3/12, 21, 33) Darimi'deki hadis ise şöyledir: "Sahabe Allah'ın elçisinden sözlerini yazmak için izin istediler. Ancak onlara izin verilmedi.”(Darimi, esSünen) El Hatib'teki hadis şöyledir: "Biz hadis yazarken Hz. Peygamber yanımıza geldi ve yazdığınız şey nedir? dedi. Senden işittiğimiz hadisler (sözler) dedik. Hz. Peygamber Allah'ın kitabından başka kitap mı istiyorsunuz? Sizden evvelki milletler Allah'ın kitabı yanında başka kitaplar yazdıkları için yoldan çıktılar.” (El Hatib, Takyid, sayfa 33) Tirmizi'den de bunu öğrenebiliriz: "Allah elçisinden sözlerini yazmak için izin istedik, bize izin vermedi.” (Tirmizi, esSünen, K. İlm, sayfa 11) Hadisleri inceleyen kitaplarda olsun, hadisin dinin kaynağı olduğunu iddia eden kitaplarda olsun Peygamber'in kendi sözlerinin yazımını yasakladığı kabul edilir ve bunun hadislerle Kuran'ın karışmaması için olduğu söylenir. Oysa gelenekçi İslam'ı savunanlara göre hadislerden de aynı Kuran gibi hüküm çıkartılmalıdır. Yani hadisler de Kuran gibi dinin kaynağıdır. Peki dinin kaynaklarından biri de hadis ise Peygamber nasıl olur da hadis yazımını yasaklar, insanların dini eksik öğrenmelerini, sözlerine yalan katılmasını, sözlerinin bir kısmının unutulmasını göze alır? Kuran'da kalemle yazı yazmaya dikkat çekilir; vasiyetin, borcun yazılması söylenir. Eğer hadisler dinin kaynağı ise vasiyetler ve borç bile yazılırken, Peygamber’in dinin kaynağının yazılmasını engellemesi hiç mümkün müdür? Eğer Peygamber dinin bir kaynağının kayda geçmiş olmasını engellemişse, dinin tam ve eksiksiz bir şekilde öğrenilmesini engellemiş olmaz mı? İleride göreceğimiz gibi birçok hadis uydurulmuştur. Eğer ki hadisler dinin kaynağı olsaydı, Peygamber onları yazdıracaktı ve şu anda olduğu gibi hadislerin içine onbinlerce yalan karışmamış olacaktı. Oysa Kuran ayetlerinden anladığımız gibi Kuran yeterlidir. Bunu da en iyi anlayan şüphesiz Peygamber'imiz Hz. Muhammed'dir. Görüldüğü gibi Peygamber'in sünneti (davranış tarzı) hadislerin Kuran’a ilaveler yapan kitaplar olarak yazılması değil, hiç yazılmamasıdır. Peygamber hadis yazdırmamakla kalmamış, üstelik bunu yasaklamıştır. Yani hadis yazmak Peygamber'in tavrı olmadığı gibi üstelik bir yasağıdır. Basiret sahibi Peygamber'imiz insanların detaysever, Peygamber'leri ilahlaştırıcı, mezheplere bölünmeye müsait karakterlerini bildiğinden, bunlara yol açacak hadis yazımını yasaklamıştır. Bugün gelinen nokta Peygamberimiz'in basiretini bir kez daha takdir etmemizi gerektirmektedir. Sırf Peygamber'in hadis yazımını yasaklaması bile anlamaya niyeti olanlar için yeterlidir. HADİSLERİN SAYISAL ÇOKLUĞU Ahmed Emin, hadis uydurmacılığının tablosunu gösteren şu zeki tespiti yapar: “‹lginçtir ki eğer hadisleri açıklayıcı bir şekilde ele alacak olsak piramit biçiminde olduğunu görürüz. Piramidin tepesi Allah'ın elçisinin dönemi olup aşağıya indikçe piramidin eni artmaktadır. Piramidin temeline vardığımızda Peygamber döneminden ne kadar geniş olduğunu farkederiz. Halbuki makul olan tersidir. Çünkü Peygamber’in yanında olanlar hadisleri (Peygamber'in söylediklerini) en çok bilenlerdi. Sonra onların ölümüyle hadisleri bilenlerin sayısı azalacak ve bu şekilde üstteki piramit ters şekilde gelişecekti. Ama bizler Emevi dönemindeki hadislerin bu dönemdekilerden daha kabarık olduğunu görüyoruz.” (Ahmed Emin, Duhaul İslam) Bazı hadis bilginlerinin iddiasına göre 2 milyon hadis vardır. En doğru hadis kitabı olarak gösterilen Buhari'nin kitabındaki hadisleri 600 bin hadis arasından, Müslim'in ise 300 bin hadis arasından seçtikleri söylenir. Ebu Davut kitabındaki hadisleri 500 bin hadisten, mezhep kurucusu olan Malik Muvatta'sını 100 bin hadisten, İbni Hanbel ise Müsned'ini 750 bin hadisten seçtiği söylenir. Peygamberimiz'in aşağı yukarı 23 yıl Peygamberlik yaptığını düşünürsek: 23x365=8395 gün Peygamberlik yapmış olur. Toplam 2 milyon hadis olduğu söylendiğinde Peygamberimiz'in Peygamberlik yaptığı her gün başına 200'den fazla hadis düşer. Herhangi bir kişiye bir yıl önce en çok beraber vakit geçirdiği kişinin; babasının, çocuğunun, karısının veya kocasının hadislerini (sözlerini) ve yaptıklarını yazmasını söyleyelim. Aradan bir yıl geçmesine rağmen yazılan adetleri gördüğümüzde, Peygamberimiz'in vefatından iki yüz yıl sonra, gün başına iki yüz adet rivayet edilen sözlerin toplam sayısından bile bunların içinde ne kadar çok yalan olduğunu anlayabiliriz. Tüm bu hadis kitabı yazarlarının tüm bu hadisleri ezbere bildikleri ve kendilerince en doğru gördükleri hadisleri seçtikleri söylenir. Hadisçilerin kaç hadis bildiklerini söyleyebilmeleri için tüm hadisleri bir yere yazıp saymaları gerekirdi, yoksa kimse ezbere 600 bin hadis bildiğini iddia edemez. Türkçe konuşan bir topluluğa kaç tane kelimeyle Türkçe konuştuklarını soralım, aşağı yukarı kimsenin tam cevap veremediğini görürüz. Sayı 600 bin gibi rakamlara tırmandığında insanın ezberindekini sayması ise imkansızlaşır. HADİSLER DİNİN KAYNAĞI OLSAYDI DİNİMİZ EKSİK OLURDU Zaten bunun doğru olduğunu düşünürsek durum daha da korkunçtur. Müslim sahih olan, yani kesin doğru olduğu kanaatine vardığı her hadisi kitabına almadığını söyler (Müslim, 1. cilt, sayfa 28). Müslim'in mantığına göre hadisler dinin kaynağıdır, fakat kendisi her doğru bildiği hadisi kitabına almaz. Yani bu mantığa göre dinimiz eksik olur. Müslim'in atladığı bir hadisi, başka birinin atlamadığının garantisi olmadığına göre, gelenekçi mantık kendi kendini eksik ilan eden bu izahı kaynaklarında taşımaktadır. Hadisler dinin kaynağıdır diyen Buhari 600 bin hadis bilip 60007000 tanesini yani %1'ini kitabında yazmıştır. Geriye kalan % 99'u ise bunlara ihtiyacımız olmadığına veya bunların güvenilir olmadıklarına kanaat getirip kitabına almamıştır. Eğer hadisler dinin kaynağı olsalardı biz tamamen Buhari'nin insafına ve seçme yeteneğine kalmış olacaktık. Eğer hadisler gerekli olsaydı, %99'luk kesimde, gerekli olan hadisin olmaması imkansız olduğuna göre, hadisleri dinin kaynağı kabul eden zihniyete bakarsak dinimiz geri dönülemeyecek ve düzeltilemeyecek şekilde eksik olurdu. Buhari öldüğüne ve bize ulaştırmadığı, yazmadığı %99'luk kesimi bildiği iddiasında bulunan kimse olmadığına göre biz eksik bir dinin üyeleri olmuş olurduk. Buhari'nin 600.000 hadis bildiği iddiasını ele alalım. Buhari'nin hayatında hiçbir iş yapmadığını, hiç uyumadığını ve her hadisin doğruluğunu, nakil zincirinin sağlamlığını anlamak için her hadise 2 saat ayırdığını düşünelim. Sırf bu süre 130 yıldan fazladır. Oysa bazen bir hadisin, bir zincirinin, bir halkasının sağlamlığını anlamak için günlerce seyahat edildiği iddiasını düşünürsek, Buhari'nin bildiği tüm hadislerin doğruluğunu test etmesi binlerce yıla bile sığmazdı. Kısacası Buhari'nin ve diğer hadisçilerin bildikleri tüm hadislerin sağlamlığını test edip, içinden en sağlamlarını seçtikleri iddiası akıl dışıdır. Kuran başı sonu belli bir kaynaktır. Oysa hadiste insanlar: "Bir tane duydum”, "Bir tane de şu var” diyerek hadisleri çoğaltmışlardır. Hadislerin içine çok uydurma girmesinin en büyük sebeplerinden biri hadislerin başı ve sonu belirsiz bir kaynak oluşudur. Allah'a şükür ki Allah bizi Kuran dışında başka kaynağa muhtaç kılmadı. Biz de Allah'ın bu lütfu sayesinde eksiksiz, tastamam bir dinin üyeleriyiz. Farkında olarak veya olmayarak bizi eksik, belirsiz ve çelişkili bir dine mensupmuşuz gibi gösterenlerin, Peygamber'e fatura ederek Kuran'ın önüne koyduğu bu uydurmalarla dolu hadisleri atalım ki, Kuran tek başına ortaya çıksın ve çelişkisiz, tastamam dinimizin biricik kaynağı olarak bizi aydınlatsın. PEYGAMBERİMİZİN YAZILMASINI YASAKLADIĞI HADİSLER NASIL KİTAPLARA DÖNÜŞTÜ? Peygamberimiz'in hadis yazımını yasaklama şeklindeki tavrı, Peygamberimiz'in vefatından sonra dört halife döneminde; yani Hz. Ebubekir, Hz. ömer, Hz. Osman, Hz. Ali döneminde de devam etti. Bu 4 halifenin hadis yazma girişimlerini nasıl durdurduklarını, yazılan hadisleri nasıl yaktıklarını kitabımızın 11. Bölümünde ayrıntılarıyla göreceğiz. Peygamber döneminde olan olaylara şahit olanların bunları anlatması, Peygamber'le sohbet edenlerin bu sohbetlerdeki konuşmaları birbirlerine aktarmaları doğal, sıradan bir olay gibi görülebilir. Oysa sahabelerin, Peygamber'den bir şey duyduğunu iddia edene şahitlerini sormaları ve tüm bu sohbetlerin yazımını yasaklamaları, Peygamber'deki basiretin, kendisinden sonra da devam ettirildiğini, ileri görüş ile hadislerin dini nasıl dejenere edebileceğini ve yüzeysel bir bakışla doğal olarak algılanabilecek bir davranışın, aslında ileride nasıl bir felakete yol açacağını gördüklerini gösterir. çünkü dört halife döneminde de hadis yazımı yasaktı. Yani dört halife, doğruluğunu kendilerinin bildikleri bir çok Peygamber sözünün yazımına Peygamber’in vefatından hemen sonra bu sözler zihinlerde henüz tazeyken izin vermediler. İzin verildiğini iddia eden olursa "Hani, bu dönemde yazılı olan kitap nerede?” diye sorun, hiçbir şey gösteremediklerini göreceksiniz. Harevi şöyle der: "Ne sahabe (Peygamber'i görenler) ne de tabiyun (Peygamber’i görmeyen ama sahabe görenler) hadisleri yazmıyorlardı. Ama söz olarak aktarıyorlardı. Basit yazılı bir kaç metnin dışında bunun bir istisnası yoktur. İlmin kaybolup, ulemanın ölüp gitmesinden korkulunca, ömer bin Abdülaziz, Ebu Bekr el Hazm'a bir mektupla hadisleri araştırıp, yazmasını emretti.” Yeni halife Yezid bin Abdülmelik ise ömer bin Abdülaziz ölünce Ebu Bekr el Hazm'ı ve onunla çalışanları bu görevden aldı. Sonra Halife Hişam, ez Zuhri hadislerini ilk toplayan kişi olarak kabul edilir. Mahmud Ebu Reyye tüm bu gelişmeleri ayrıntılarıyla anlatırken baskı ortamına da değinir: "Hadislerin toplanmasıyla emrolunan tabiyun bunu ancak baskı altında kabul etmişlerdir. Zira yaşanan tarz ve Sahabe'nin hadisleri toplamaması, onları böyle bir şeye girişme hususunda oldukça sıkıntıya sokuyordu. Ez Zuhri'nin şu sözü nakil edilmiştir: Biz hadisi yazmaktan hoşlanmıyorduk. Ne var ki o yöneticiler bizi buna zorladılar.” (Mahmut Ebu Reyye, Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması) Oysa gelenekçi İslam'ın hadisçileri, Emevi Dönemi'ni bile düzenli bir tasnif dönemi olarak kabul etmezler. Varolan yazmalarda hadis, fıkıh, şiir, haber gibi farklı farklı konular, doğruluk derecesi irdelenmeden karışık bir şekilde yazılmıştır. Gazali (Peygamber'den sonraki ikinci kuşağın) hadis yazımını kötü gördüğünü ve kendileri gibi sonrakilerin de ancak hadisleri ezberlemelerini söylediklerini nakleder. (Gazali, ‹hyayı Ulumiddin, 1. cilt, sayfa 79) Hadislerin ayrı ayrı ele alınıp bu konuda müstakil eserlerin verildiği ilk dönem Abbasiler dönemidir. Hicri ikinci asrın sonlarında elimize geçen bu tarzdaki tek çalışma Maliki mezhebinin kurucusu Malik'in Muvatta'sıdır. (İbni Ferhun, ed dibae el Muzehheb kitabı sayfa 25'te Malik'in Muvatta'da onbine yakın hadis topladığını, bu hadisleri gözden geçirip her sene içinden ayıkladığını, sonunda çok az kaldığını, biraz daha yaşasa hepsini atabileceğini anlatır.) Hemen ardından Hanbeli mezhebinin kurucusu İbni Hanbel'in Müsned'i gelir. Hicri 241 yılında vefat eden Hanbel'in kitabında da, Muvatta'da da sahih, zayıf ayırımları yapılmadan, o günlerde sürüklenen rivayet selinin içindeki her şeyin, ciddi bir ayırım gözetilmeden kitaplarına girdiğini görüyoruz. Buhari'den önce hadisleri doğruluk derecelerine göre ayırma çabası dahi olmamıştır. Sahih ve zayıf şeklindeki hadis ayırım çabası Buhari ile başlar. Hadislerin incelenmesi sonucu bu çabanın gerekli sonucu vermeye yetmediğini görüyoruz. Meşhur hadisçilerden Buhari hicri 256'da, Müslim hicri 261'de, Tirmizi hicri 279'da, Ebu Davud hicri 275'de, Nesei hicri 303 yılında, İbni Mace hicri 273'de vefat etmişlerdir. Şiilerin hadis kitapları ise farklıdır ve Sunniler de, Şiiler de birbirlerinin hadis kitaplarını geçerli kabul etmezler. Şiilerin hadis kitaplarının oluşumu daha da ileri tarihlere rastlar. Meşhur Şii hadisçilerinden Kulani hicri 329'da, Babuvay hicri 381'de, Cafer Muhammed Tusi hicri 411'de, El Murtaza hicri 436'da vefat etmiştir. örneğin Osmanlı padişahı 2. Mahmut'un söylediği iddia edilen bir söz, hiçbir tarih kitabında kaydedilmemiş olsaydı ve sırf kulaktan kulağa iletilme yoluyla günümüze gelseydi, bu söze ne kadar güvenebilirdik? üstelik bu sözün sadece bir kişiden, o bir kişinin başka birinden, onun da birinden... şeklinde 2. Mahmut'a kadar tek bir zincirle bize ulaştırıldığı söylenseydi bu söze kim inanırdı? Oysa 1839'da vefat eden 2. Mahmut'tan günümüze kadar geçen süre, Peygamberimiz'in vefatıyla meşhur hadis kitaplarının ilk yazılanı arasında geçen süreden çok daha azdır. Kimi meşhur hadis kitaplarının yazıldığı zaman ile Peygamberimiz'in vefatı arasında geçen süre ise bu sürenin 2 katından da fazladır. 5. Bölümde göreceğimiz birçok sebepten dolayı en meşhur hadisçiler kitaplarını yazdıklarında, onbinlerce hadis ayıklanamayacak tarzda uydurulmuş bulunuyordu. Bu hadis kitaplarının Kuran, mantık ve diğer hadislerle çelişen birçok hadis içermeleri ve hem yöntemleri, hem naklettikleri hadislerle kendi aralarında da çelişmeleri, Kuran dışında başka kaynak aramanın felaketini bir kez daha gözler önüne sermektedir. Daha evvel bahsettiğimiz piramid bu kitaplar yazıya geçtiğinde uydurmalar ile şişmişti. Bu hadisçiler ise, Peygamber'in ve 4 Halifenin yolunu izleyip onlar gibi hadis yazımına karşı çıkacaklarına; İslam alemine büyük zarar veren, Peygamber'in uygulamasına aykırıyken sözde Peygamber sevgisi kılığında, yalan yanlış birçok sözü hadis diye yazdılar. Unutmayalım ki Hz. İsa'yı ilahlaştıran Hıristiyanların da mazeretleri Hz. İsa'ya sevgileridir. Fakat mazeretleri aynı bizim hadisçilerin mazeretleri gibi kabahatlerini örtmeye yetmez. SAHABENİN HATASIZLIĞININ İLANININ HADİS NAKLİNDEKİ ZARARLARI Sahabe kelimesi; Peygamberimiz'le hiç konuşmasa bile uzaktan dahi olsa Müslüman olarak Peygamberimiz'i gören herkes için kullanılır. Buhari'nin yaptığı bu tanım genel kabul görmüştür. Meşhur hadis kitaplarında, cerh ve tadil adı altında hadis duyulan kişilerin doğru sözlülüğü, hafızası, inancı sorgulanır. Oysa Hicri 3. asra kadar ben şundan, şu bundan, bu ondan duydu diye yapılan nakillerdeki, aradaki tüm bu, şu ve o'ların binlercesinin dürüstlüğü, hafızası ve diğer özelliklerinin sınanmasına kimsenin ömrü yetmez. Ebu Şame bu hususta şöyle der: "Hadis nakil edenler hakkındaki görüşler o kadar farklılık kazanmıştır ki, tek bir nakilci bazılarına göre müminlerin emiri, bazılarına göre ise insanların en yalancısı olarak nitelenebilmiştir.” örneğin İkrime, Buhari ve meşhur birçok hadisçiye göre çok muteber bir nakilci iken, Müslim'e göre yalancıdır. Bunun örnekleri çoktur. Fakat örnekler içinde kanaatimce en ilginci geleneksel İslam'ın en meşhur hadis kitabının yazarı Buhari'nin, geleneksel İslam'ın en büyük mezhebinin başı Ebu Hanife'yi gayrisika yani güvenilmez ilan edip, ondan tek bir hadis dahi nakletmemesidir. En ünlü hadisçiye göre en ünlü mezhebin kurucusu güvenilmezdir, fakat geleneksel İslam'ın taklitçi zihniyetine göre bunlar en güvenilir, en mübarek iki kişidir. Cerh ve tadildeki, yani hadis rivayet edenlerin güvenilirliği hakkındaki tartışmalarda çelişkili izahlar en az hadislerdeki çelişkiler kadar çoktur. Bunların çoğunun gereksiz ve sıkıcı olmasından dolayı detaylara daha fazla girmiyoruz. Yazının başına dönersek, tüm bu hadisler önce nakil zincirlerinin sonunda sahabeye atfedilir, daha sonra Peygamber'den duyulduğu söylenir. Sahabelerden sonraki kişiler, bir sonuç alınamasa dahi, hiç olmazsa tartışma konusu olmuşlardır. Oysa sahabe isimleri geçince sahabeden duyulan söz, sahabe olduğu söylenen kişinin kim olduğuna bakılmadan doğru kabul edilir. Kuran'ın hiçbir yerinde Peygamber'i her görene güvenileceğine dair bir izah yoktur. Bilakis Peygamberimizin etrafındaki "Müslümanım” diyenlerin bir çoğu Kuran'da eleştirilir. Münafıkların, Müslümanların arasına girdiği de Kuran'da belirtilir. 9 Tevbe Suresi 101. ayette Peygamber'in dönemindeki ikiyüzlülerin hepsini Peygamber'in bile bilmediği söylenir. Peki Peygamber'in bile bilmediği ikiyüzlüleri (münafıkları) hadis imamları nasıl bilmişlerdir? Hadis nakil ettikleri kişilerin bu bahsedilen münafıklardan biri olmadığını nasıl iddia edeceklerdir? Yoksa Kuran'da, Peygamber'in hayattayken bilemediği söylenilen kişileri, bu mezhep imamları, bu kişiler öldükten 200 yıl sonra mı bilebiliyorlar? Peygamber’in vefatından sonra sahabelerin bir kısmının diğerleriyle savaşı, birbirlerini kafirlikle ithamları da her sahabe olduğunu söyleyene güvenilemeyeceğini gösterir. Oysa sahabeyi tartışmasız doğru kabul eden zihniyet, sahabeyle aralarındaki zincirlerde bir çok yanlış değerlendirme yaptıkları gibi, sahabeyi toptan doğru kabul edip yine hata yapmışlardır. G.H.A. Juynboll'un dikkat çektiği gibi, eğer tüm sahabenin güvenilir olduğu iddiasının yanlışlığı kanıtlanırsa, bütün hadis mantığı çökecektir.12. Bölümde bazı hadis uydurucularını incelerken bu konuyu teferruatlıca göreceğiz. MANA İLE HADİS NAKLİNİN GETİRDİKLERİ Hadislerin ne kadar güvenilir olduğunu anlamak için günümüzde ana okulunda oynanan bir oyunu bir de biz deneyelim. On, yirmi kelimelik bir hadisi alalım ve yedi, sekiz kişinin bu hadisi kulaktan kulağa söylemesini sağlayalım. Acaba bu hadisler ne kadar doğru olarak iletilecektir? Hadis naklinde ise bu hadislerin hem metin, hem nakil zincirleriyle ezberlenip, yüzlerce yıllık süreçte dağ,tepe,çöl arasında, kulaktan kulağa seyahat ettiğini unutmayalım. Daha evvel saydığımız hadislerin kasıtlı uydurulma sebeplerini, hadis nakil zinciri olmayan hadislere nakil zincirlerinin uydurulduğunu yok saysaydık tüm hadis zincirlerinin doğru, tüm hadis nakilcilerinin iyi niyetli olduğunu varsaysaydık bile hadisler güvenilir olmazdı. Hadisler konusunda yeterli bilgiye sahip olmayan halktan büyük bir kesim, hadislerin Peygamber’in ağzından çıktığı şekilde kelimesi kelimesine bize ulaştırıldığını zannederler. Hadislerin içinde doğruyla yalanın karışmış olması bir yana, hadislerin Peygamberimiz'in ağzından çıktığı şekliyle bize ulaştırıldığını hadisçiler bile iddia etmez. Buhari başta olmak üzere birçok hadisçi, hadisin manasının muhafaza edilmesinin yeterli olduğunu, asıl metinin ezberlenmesinin şart olmadığını kabul etmişlerdir. Bu ise hadislerin içine birçok kimsenin kendi görüşünü sokması, tam anlayamadığı halde anlayamadığını anlamayanların, hadis metnini bozup manayı da bozmaları gibi sonuçlar doğurmuştur. Her nakilci, hadisin metnini akılda tutabilecek güçte bir hafızaya sahip olmadığından da aklında kalanı nakletmiş, bu da dilden dile anlam kaymalarına sebebiyet vermiştir. Tüm bu sakıncalara rağmen Buhari, en büyük iki Sunni mezhep olan Hanefi ve Şafii mezheplerinin başları Ebu Hanife ve Şafii de mana ile rivayeti yeterli görmüşlerdir. Peygamberimiz'in en geniş topluluğa konuştuğu anın Veda Hutbesi olduğunu ve burada yüz binden fazla kişi olduğunu tüm hadisçiler kabul eder. Yüz binden fazla kişinin şahit olduğu bu hutbenin ayrı ayrı metinlerde, nasıl farklı farklı olduğunu görmemiz, mana ile hadis naklinin; hadis uydurmacılığının, en sağlam hadis olması beklenen veda hutbesinde bile nasıl tahrifat yaptığını gösterir. Mana ile hadis nakli olabilir denilince, hadisin başını sonunu duymamak da önemli mana kaymaları yapmıştır. Ebu Hureyre'den "Uğursuzluk üç şeyde olur: Ev, kadın ve at” diye Peygamber'e hadis nispet ettiğini duyan Hz. Aişe: "Allah'a yemin ederim ki Allah'ın elçisi bunu asla söylememiştir. O ancak şunu söylemiştir. Cahiliye ehli şöyle derlerdi: Uğursuzluk şu üç şeyde olur; ev, kadın ve at.” Görüldüğü gibi Hz. Aişe'ye nispet edilen ve Ebu Hureyre'ye yapılan bu itiraz; mana ile hadis rivayeti mümkündür deyip başını, sonunu, durum ve şartları nakletmeden yapılan hadislerin yol açtığı felaketlere bir örnektir. Saydığımız tüm bu koşullardan dolayı hadisçilerin benzer ölçülerle hadis toplayanları bile bir çok hadiste ihtilaf etmişlerdir. Buhari'nin birçok hadisi Müslim'e göre yanlış, Müslim'in birçok hadisi de Buhari'ye göre yanlıştır. Hele dört mezhebin kurucuları Ebu Hanife, Şafi, Malik ve Hanbel'in hadislere bakışı ve değerlendirişinde sahih, zayıf, hasen tipi ayrımlar da yoktur. Dört imam kendi akıllarına yatan hadisleri, Kütübi Sitte'yi (6 meşhur hadis kitabı) yazan hadis imamlarının ölçülerine rivayet etmeksizin mezheplerini kurmuşlardır. Bunlardan en büyük mezhebin kurucusu Ebu Hanife, hadis bilgisinin zayıflığı ve hadisi de bir kenara bırakıp kendi görüşünü, reyi ön plana çıkarması yüzünden hadis imamlarınca eleştirilmiş ve Buhari tarafından güvenilmez bir kişi olarak ilan edilmiştir. HADİS NAKİL ZİNCİRLERİ Sahabenin hatasız ilan edilerek, sahabelerin hepsinin doğru sözlü olduklarının peşinen kabul edildiğini gördük. Hadis kitaplarının yazımına kadar olan süreçte ne bir sahabe, ne de sahabeyi gören(tabiin) bir kimse yaşıyordu. Peygamber'den bu kitapların yazımına kadar 67 nesil geçmişti ve bir hadis nakledilirken, bu hadisi nakleden bu 67 kişiyle naklederdi.(Bu yöntem Buhari ile sistemli bir şekilde başladı ve hadisler, hadisin kimden geldiği hiç bilinmeden nakledildi. Buhari'nin hicri 200’lü yıllarda yaşadığı düşünülürse Buhari'den önce olmayan bir metoda göre hadislerin nakil zincirlerinin akılda tutulması da hiç mantıklı değildir.) Hadis rivayetini aynı şekilde eleştiren Kasım Ahmed "Hadis ve İslam” kitabında şu iki zinciri örnek gösterir: 1 Peygamber'imiz 2 ömer İbni Hattab 3 İbni Vakkas 4 İbni İbrahim et Taimi 5 Yahya İbni Said el Ensari 6 Sufyan 7 Abdullah İbni Zübeyir 8 Buhari 1 Peygamber'imiz 2 Aişe 3 Urvan İbni Zübeyir 4 İbni Shiab 5 Ukail 6 El Baith 7 Yahya İbni Bukheir 8 Buhari Bu hadisler nakil edildiğinde Peygamber'den sonraki halkadan, sonrakinden sonraki bile vefat etmişti. Yani hadisçilerin hadis nakil eden şahısların doğru sözlü olup olmadıklarını tetkik edecekleri şahıslar ölüydü. Bu yüzden mantıksız bir şekilde, tüm sahabeyi doğru sözlü bile kabul etseniz, sahabeden sonraki nesillerden de bayağı bir kısmı, hadis kitapları yazıldığında vefat ettiği için, doğru sözlü olup olmadıklarının kontrolü imkansızdır. Bu yüzden hadis yazarlarının cerh ve tadil ilmi dedikleri uğraş, mezardakilere uygulanamayacağına göre, tamamen neticesiz bir uğraştır. Yaşayan kimselerin doğru sözlü olup olmadıklarını anlamak da imkansızdır. çünkü hadis kitaplarının yazıldığı yıllarda Müslümanlar çok geniş bir coğrafyaya dağılmış bulunuyorlardı. Hadis nakil zincirlerinin yaşayan son halkalarının hepsine de deve üstünde ulaşmak mümkün değildir. Ulaşılanların doğru sözlü olduğunun anlaşılması da mümkün değildir. Kısa bir ziyaretle bir insanın doğru sözlü olup olmadığı nasıl anlaşılacaktır? Din gibi kesinlik gerektiren bir olgu nasıl böyle sübjektif kriterlere dayandırılabilir? Görüldüğü gibi mezhepçi zihniyetin hadis imamı bir süpermendir. öyle bir süpermendir ki; yüzbinlerce hadisi hem de nakledenleriyle ezbere bilir. Bunlar arasından en doğruyu bizim için bulur. Hadis zincirinde hiç görmediği, kendileri daha doğduğunda ölmüş olanlar vardır, ama olsun, hadis imamı onların da doğru sözlü olduğunu bilir. Emrinde helikopteri olan bir kişinin bile ziyaret ede ede bitiremeyeceği kişileri aynı hadis imamı deve üstünde ziyaret eder. Üstelik bir ziyaretle doğru sözlüyü, yalancıyı ayırt eder. Bunlar hadis imamlarının bu kitapları yazmak için sahip oldukları iddia edilen özellikleridir. Bir de manevi üstünlük hikayeleri vardır; ama onları ne siz sorun, ne biz söyleyelim... BU FİKİRLERİ İLK BİZ SÖYLEMİYORUZ Ben şundan duydum, şu bundan, bu ondan, o başkasından duydu şeklinde oluşan zincirdeki herkesin doğru sözlü olduğuna kanaat getiren hadisçi, hadisi, metnine bakmaksızın sahih(doğru) kabul eder. Bu tip hadislere ahad hadisler, ahad haberler denmiştir. Buhari ve Müslim diye adlandırılan en doğru hadis kitapları ve diğer meşhur kütübi sitte kitaplarını, hep bu ahad hadisler oluşturur. Gelenekçi İslamcı kendi uydurmalarla dolu görüşünü kabul ettirmek için aforoz silahına sarılır, Buhari ve Müslim'deki tek bir hadisi bile inkar edenin kafir olacağını ilan eder. Oysa Buhari ve Müslim birbirlerinin birçok hadisini reddetmişlerdir. Gelenekçiye göre onlar birbirlerine itiraz ederse, alimlerin ihtilafı rahmet olduğu için iyi olur, biz itiraz edersek kafir oluruz. Şiiler, Ehli Sünnetin hiçbir hadis kitabını kabul etmezler. Mutezile’nin, Haricilerin hadislerin yazılmasına ve dini kaynak ilan edilmelerine itirazları, kelamcılardan hadislerin sanı olduğunu söyleyenler, Şafi'nin Kuran dışında kaynaklara başvurması yüzünden Basra'da girdiği tartışmalar, Murcie fırkasından gelen tepkilerin hadislerin savunulduğu kitaplarda geçmesi, hadis toplama döneminde hadisçiliğin gördüğü itirazlara örnektir. Kuran'daki İslam'ı savunup, hadislerin dinin kaynağı olamayacağını söyleyenlere: "Bunu ilk siz mi akıl ettiniz? Niye bugüne kadar kimse bunu söylememiş?” diye soranlar tarihte bahsettiğimiz bu vakalardan habersizdirler. Hadisler ilk çıktıklarından beri dinin kaynağı olamayacaklarına dair itiraza uğramışlardır. Fakat merkezi otoritenin baskı ve dayatmasıyla karşı fikirler susturulmuştur. Bu fikirleri ne ilk biz söyledik, ne de bu fikirler yeni türedi. Hadissiz, yalnız Kuran'a dayalı İslam baştan beri var olan İslam'dır. Bilakis hadisler sonradan türemiş ve din diye yutturulmuşlardır. Müslim'i, Buhari'yi adeta gelmiş geçmiş tüm ‹slam alimlerinin kabul ettiği, Peygamber’in ağzından çıkanı hemen kaleme almış kişiler havasında sunanların birçoğunun, hadislerin mana ile naklinden, bu nakil zincirlerine, hadislerin yazım yasağından, hadisçilerin birbirlerine itirazlarına, bazı grupların hadise toptan karşı çıkmalarına kadar birçok konuyu bilmediğini üzülerek gözlemliyoruz. Bilgilerine rağmen mezhep taassubu ile bunları görmezden gelenlerin olduğu da tabi ki ayrı bir gerçektir. Allah'a şükür ki Allah bizi bu yalanlarla dolu, karmaşık, içinden çıkılamayan, zan olan ciltlere muhtaç etmedi ve her açıdan yeterli olan Kuran'ı indirdi. ESBABI NUZUL HADİSLERİ Kuran'daki ayetlerin iniş sebeplerini anlatan hadislere esbabı nuzul hadisleri denir. 3. Bölümde gördüğümüz gibi Kuran yeterli, detaylı, açık ve din adına her hükmü kapsayan kitabımızdır. Kuran hiçbir hadise gerek duymaz, hadislerin adını esbabı nuzul hadisleri diye değiştirmemiz hiçbir şeyi değiştirmez. Kuran kendi kendini açıklar. Bir konuyu öğrenmek istediğimizde Kuran'ın o konuyla ilgili tüm ayetlerini karşımıza alıp, o konuyu öğrenmemiz gerekir. İçinde onbinlerce yalan olan hadislerle Kuran'ı şartlanmış şekilde değerlendirmeye kalkmak, Kuran'ın berraklığını, saflığını yalanla, gereksiz olanla karıştırmak demektir. Kuran'ın sesini net duymak için diğer frekanslardan gelen sesleri susturup, kulağımızı yalnızca Kuran'a çevirmek zorundayız. Onların sana verdiği her örneğe karşın biz sana gerçeği ve en güzel yorumu(ahsena tefsir) veririz. 25 Furkan Suresi 33 Allah en güzel yorumu kendisinin verdiğini söylemektedir. Kuran'da "yorum” diye çevirdiğimiz kelimenin Arapça orijinali "tefsir”dir. Günümüzde esbabı nuzul (Kuran ayetlerinin iniş sebebi) hadisleri diye anılan hadisler hep tefsir isimli kitapların malzemesi yapılmışlardır. Allah tefsirin en güzelini(ahsena tefsir) kendisinin verdiğini söylemektedir, Allah'ın dini, insanların yazdığı tefsir kitapları olmaksızın tastamamdır. üstelik esbabı nuzul hadisleri arasında yalan hadislerin oran olarak diğer hadislerden de daha çok olduğu kanaatindeyiz. Bu alanda tefsir kitapları, sahih, zayıf endişesi bile olmadan, hatta ‹srailiyat(eski Musevi hikayeleri) olduğu açıkça belli olan hadislerle doldurulmuştur. Aynı ayetin iniş sebebinin; bir kavle göre şöyledir, diğer kavle göre böyledir, bir başka kavle göreyse... şeklinde birbiriyle alakasız hikayelerle aynı kitaplarda anlatılması bu sahadaki uydurmaların çokluğunu gösterir. Bu konuda uydurmaların çokluğu o kadar barizdir ki kendisi de hadisçi ve bir mezhep imamı olan Müsned'in yazarı İbni Hanbel bile: “Esbabı nuzul konusunda tek bir doğru hadis yoktur” der. En önemli sorunların başında akılların mezheplere ipoteklenmesi gelmektedir. Mezheplerdeki uydurmaların ve akıl dışı izahların çokluğunu hatırladığımızda bunun korkunçluğu ortaya çıkar. Mezhepçi yaklaşımla Kuran tefsiri yapanlar, Kuran'ı mezheplerinin doğrultusunda açıklamaya çalışmış ve Kuran'ın metni ile ilgili alakasız açıklamalar getirmişlerdir. Aynı ayetin iniş sebebini birçok farklı biçimde anlatan esbabı nüzul hadisleri, mezhepçi tefsircilerin, Kuran'ı mezheplerine, şahsi fikirlerine uydurmaları için engin bir malzeme oluştururlar. Zaten bu esbabı nüzul hadislerinin birçoğu hadis yazımı zamanında, Kuran'ı kendi şahsi ve mezhepsel fikirlerine uydurmak isteyenler tarafından uydurulmuştur. Elmalılı Hamdi Yazır'ın tefsirinin giriş bölümünde Elmalılı'nın resmi otoriteyle yaptığı bir antlaşma vardır. Bu antlaşmanın 5. maddesinde tefsirin Ehli Sünnet fikrine ve Hanefi mezhebine uygun hazırlanacağı kabul edilir. Prof. Dr. Mehmet Aydın'ın ifadesine göre İdeolojik Tefsir, bizim daha çok kullandığımız ifadeye göre Mezhepçi Tefsir anlayışı Elmalılı'nın daha ilk sayfalarında ortaya çıkmaktadır. Bilgisi ne kadar geniş olursa olsun, Allah'ın onay vermediği bir mezhebe zihinlerini ipotek edenlerin yapacağı tefsir ne kadar isabetli olmuş olabilir? Hadisi dinin kaynağı kabul edenlerin, Kuran'ı, Kuran dışı uydurma kutsallarla açıklama çabaları, Kuran'ı Kuran'la alakasız bir noktaya getirmekten başka bir işe yaramamıştır. Bu uydurma kutsalların adı ister mezhep imamı olsun, ister şeyh olsun, ister hadis olsun, ister esbabı nüzul olsun... SALMAN RÜŞDÜ'NÜN ŞEYTAN AYETLERİ KİTABI ASLINDA ŞEYTAN HADİSLERİDİR Kuran’ı esbabı nuzul hadisleriyle açıklamaya kalkmanın İslam dünyasının başına açtığı en büyük dert; din düşmanı kişilerin bu uydurmaları, din gibi gösterip, dinimize saldırmaları olmuştur. örneğin Salman Rüştü'nün kitabının temeli bu tip hadislere dayanır. Bu uydurma hadislere göre bir gün Peygamber Kuran okurken şeytan Peygamber’in bedeninin içine nüfuz edip, Peygamber’in ağzından Lat, Menat, Uzza putlarını övmüş ve onların şefaatlarının umulduğunu söylemiştir.(Garanik kıssası olarak bilinen bu olayı Tevilu Muhtelifi'l Hadis kitabında İbni Kuteybe de kabul eder.) Hadislere göre, sonradan Peygamber'imiz Hz. Muhammed bunları kendisinin değil şeytanın söylediğini açıklamıştır. Birçok Müslümanın Salman Rüştü'ye küfürler etmesine, Humeyni'nin Rüştü'nün öldürülmesine fetva vermesine ve bu olayın ülkeler arası diplomatik krize yol açtığına şahit olduk. Fakat hiç kimse kalkıp da bu olayın gerçek suçlusu olan bu hadisleri kitaplarında kullanmış olanları kınamadı. Ne de olsa geleneksel İslam'daki bir görüşe göre alime alimcik diyen bile kafir olur! Bu hadisleri savunan hadisçilere de alim etiketi yapıştırılmıştır bir kere. Yani bu hadisleri din adına savunursanız alim olur el üstünde tutulursunuz, Salman Rüştü gibi aynı hadisleri dinsizlik adına kullanırsanız ise... Biz kendimiz dine mal edilen uydurmaları dinden atmazsak bunları malzeme yapan İlhan Arsel'e, Turan Dursun'a, Salman Rüştü'ye, Server Tanilli’ye ne kadar kızabiliriz? Din adına çarpık bir sistemi ortaya çıkaranlar, din düşmanlarının türemesinde ve din düşmanlarının bu çarpıklıkları malzeme yapmasında günahsız kalabilirler mi? PİYASADAKİ KURAN TEFSİRLERİ Kuran tefsiri diye piyasada satılan birçok kitabın esbabı nuzul hikayeleriyle doldurulduğunu görüyoruz. ‹lmihal kitapları nasıl din adına bir şey ifade etmiyorsa, uydurmalarla Kuran’ı bağdaştırmaya çalışmak da Kuran'ın diniyle bağdaşmaz. Diğer yandan bu hikayelerle, Kuran ayetleri sanki belli bir olay için inmiş, bölgesel, sınırlı bir zaman dilimine hitap ediyormuş gibi bir hava verilmiştir. Bu da Kuran'ın evrenselliğini, her döneme bakan izahlarını gölgeleyen bir yaklaşımdır. Kuran'ın izahları bir zaman dilimine ve tek bir hikayeye indirgenemez. Kuran'ın tüm alemlere bir hatırlatma olduğunu söyleyen 81 Tekvir Suresi 27. ayet ve Kuran'ın tüm insanların doğruya iletilmesi için indirildiğini söyleyen 2 Bakara Suresi 185. ayet bu mantığı yalanlar. Allah istediği zaman Kuran ayetlerinin iniş sebebini yine Kuran'da anlatmıştır. örneğin "Sana soruyorlar, de ki” şeklindeki ayetlerde, sorulara mukabil Kuran'ın ayetlerinin indiği yine Kuran'da bellidir. Allah'ın açıklamadığı bizim için gereksiz olanlardır, din adına gerekli olan her şey Kuran'dadır. Kuran'ı yetersiz görenler ne yazık ki uydurmalara ihtiyaç duymuş ve Kuran'ın berrak sesinin kötü frekanslarla karışmasına sebep olmuşlardır. Kuran Dünyanın yuvarlaklığından, Güneşin ve Dünyanın hareketlerine, ceninin oluşumundan, denizin altındaki suların karışmamasına kadar birçok konudaki izahlarıyla, bin dörtyüz yıl öncesinden, günümüzün biliminin son asırda farkettiği gerçekleri en güzel şekilde anlatarak mucizelerini sergiler. Kuran'ın tefsirini hadislerle yapacağım diye ortaya çıkanlar ise ‹bni Kesir’in Bakara Suresi 29. ayetini ve Kalem Suresi 1. ayetini tefsirindeki, aşağıdaki mantık dışı açıklamasında olduğu gibi komik duruma düşmüşlerdir. "Allah, yarattıklarını yaratmak isteyince ince sudan buhar meydana getirdi. Buhar suyun üzerinden yükseldi ve bu yükselen şeye yükseklik manasında gök dedi. Sonra suyu katılaştırdı ve ondan bir tek yer meydana getirdi, sonra bu yerleri parçaladı ve onları iki günde; pazar ve pazartesi günü yedi yer haline getirdi. Yeri balığın üzerinde yarattı ki balık Allah Teala'nın Kalem suresinde: Nun ve Kaleme andolsun ki diye söz konusu edilen Nun balığıdır. Balık sudadır. Su ise kayalığın üzerindedir. Kayalık ise hiçbir bitki bitirmeyen büyük bir taşın üzerindedir. Taş ise, bir meleğin sırtındadır, melekte bir kayanın üzerindedir, kaya rüzgardır. İşte Hz. Lokman'ın "Ne gök vardı, ne yeryüzü, balık hareket etti ve kımıldadı, yeryüzü sarsıldı ve üzerine dağlar çekilerek durduruldu. Bunun için dağlar yeryüzünün üzerine oturtulmuştur” diye bahsettiği kaya budur.” İbni Kesir, Kuran Tefsiri Tüm bu dünyayı balığın üzerinde ilan eden hadisçi görüşlerden Kuran'ın dışındaki kaynakları bir kenara atmadan kurtulmak mümkün değildir. Aynı tablodan rahatsız olan Mehmet Akif Ersoy bakın şiirleriyle bu durumu nasıl yeriyor: Hani vaiz diye geçinen maskara şeyler var ya Der ki bir tanesi peştahtayı yumruklayarak: Dinle, dünya neyin üstünde duruyor hey avanak! Yerin altında öküz var, onun altında balık; Onun altında da bir zorlu deniz var kayalık, öteden Kürd atılır: Doğru mu dersin be hoca? Ne demek doğru mu dersin? Gidi cahil amuca! Sözlerim basma değil yazma kitaptan tekmil Kim inanmazsa kızıl kafir olur böylece bil. ........ (Safahat) Başka bir şiirinde Mehmet Akif maskara diye nitelendirdiği tipe şöyle çatar: Nebiye atf ile binlerce herze uydurdun. Yıktın da dini mübini yeni bir din kurdun. Mehmet Akif bu din adamı tipini yererken hiçbir zaman ümitsiz değildir. Aşağıdaki mısralarda ise uydurmalara karşı çözümünü şöyle dile getirir: Doğrudan doğruya Kuran'dan alarak ilhamı. Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam'ı. KURAN'DAN SONRA HANGİ HADİSE İMAN EDİYORLAR? Bu alt başlığımız 7 Araf suresinin 185. ayetidir. Ayetin Türkçe çevirilerinde hadis kelimesinin yerine söz dendiğine de şahit olabilirsiniz. Bu çeviri de tabi ki doğrudur; çünkü Arapça hadis kelimesi Türkçe söz kelimesinin karşılığıdır. Bu ayette ve diğer ayetlerde hadis kelimesinin kullanımı ve Kuran'a eş kaynaklar olarak uydurulan sözlere hadis denmesi, Kuran'ın bir mucizesidir. Kuran dinin başına bela olacak, Peygamber’e atfedilecek, dinin tek kaynağını yüzlere çıkaracak hadislere mucizevi bir tarzda işaret etmiştir. Peygamber'e birçok yalanı atfeden hadisçiler, agval=sözler, ahber=haberler, hikem=hikmetler veya başka bir Arapça kelimeyi Peygamber'in sözlerini belirtmek için kullanabilirlerdi. Her hususta çelişen hadisçilerin bu sözlere oy birliğiyle hadis deyip, Kuran'ın bu ayetlerinin işaretine girmeleri, Kuran'ın sayısız mucizelerinden biridir. Bu Kuran uydurulacak bir hadis(söz) değildir. Aksine o önündekini tasdikleyici, her şeyi detaylandırıcıdır. ‹nanan bir topluluk için kılavuz ve rahmettir. 12 Yusuf Suresi 111 Allah, Kuran'ın uydurulan bir hadis olmadığını söylediği bu ayette, kitabın detaylandırıldığı gibi geleneksel İslamcıların bir türlü anlayamadıkları bir gerçeği de vurgular. Oysa gelenekçiler kitabın detaylı olduğunu görmezlikten gelip hadisleri, gelenekleri, şahsi görüşlerini Kuran'ın detayları yetersizmiş gibi dine sokarlar. Bunlarda da hadisler başroldedir. Oysa aynı ayet Kuran'ın uydurulmuş bir hadis olmadığını söyleyerek, anlamaya niyeti olana mucizesini sergiler. Şimdi sen bu hadise(söze) inanmazlarsa, belki de arkalarından kendini eritircesine üzüleceksin. 18 Kehf Suresi 6 Ayetten, Peygamber'in insanlar inanmıyor diye üzüldüğü yegane hadisin(sözün) Kuran olduğunu anlıyoruz. Peygamber Kuran dışında bir hadise kimseyi davet etmemiştir. Hiç kimsenin kendi hadislerini yazmasını da söylememiştir. Eğer Peygamber’in kendi hadisleri de dinin kaynağı olsaydı Peygamber'imiz onları da yazdırırdı, insanlar o hadislere inanmadığı için de kendisini eritircesine üzülürdü. Peygamberimiz'in uğrunda mücadele verdiği tek hadis Kuran'dır. Kuran'ın hadis kelimesiyle belirtip uymamızı istediği tek hadis de Kuran'dır. Kuran kendisi dışında uymamız gereken hiçbir hadise işaret etmez. Eğer Peygamber'in hadisleri(sözleri) de Kuran dışında dinin bir kaynağı olsalardı, Kuran bunu bir çok ayetle belirtirdi. Bu konuda tek bir ayet olmaması ve hadis kelimesinin Kuran'da gösterdiğimiz şekliyle kullanımı, günümüzdeki hadis kavramının sonradan uydurulduğunun açık bir delilidir. İşte bunlar, Allah'ın ayetleridir ki, onları sana gerçek olarak okuyoruz. Hal böyleyken Allah’tan ve ayetlerinden sonra hangi hadise inanıyorlar? 45 Casiye Suresi 6 Allah ayette böyle sormaktadır. Geleneksel İslam savunucuları, Sunni ve Şii mezheplerinin taklitçilerinin hareket tarzlarından çıkan cevap ise şöyledir: Buhari'ye, Müslim'e, Oniki İmamın hadislerine(sözlerine), Ebu Davud'a, İbni Mace'ye inanıyoruz. Kimin hadisi(sözü) Allah’tan daha doğru olabilir? 4 Nisa Suresi 87 Eğer doğru sözlüler iseler onun benzeri bir hadis getirsinler. 52 Tur Suresi 34 Kuran'ın bu izahına karşı Ebu Davud adlı meşhur hadis kitabında Peygamber'in kendisine, Kuran ve benzeri hadis verildiği söylenerek hadisler kurtarılmaya çalışılır. Oysa bu söz hadisleri kurtarmaya yetmez. çünkü hadisler Kuran kadar değil, Kuran'ın hacminden kat kat fazladır. üstelik bu gelenekçi zihniyeti ifade eden hadis, Kuran'ın benzeri bir hadis olamayacağını söyleyen yukarıdaki ayetle çelişmektedir. İnsanlardan öyleleri vardır ki, Allah yolundan bilgisizce saptırmak ve o yolu oyalanma aracı yapmak için hadis eğlencesi satın alırlar. İşte böylelerine rezil edici bir azap vardır. 31 Lokman Suresi 6 Aynı surenin 7. ayetinde, ayetler bu şahıslara okunduğunda yüz çevirdiklerini görüyoruz. Ne yazık ki sadece Kuran'a dayandırarak bir hükmü söylediğimizde, mezhep taassubu yüzünden ayetleri görmezlikten gelenler, bu ayetleri sadece musikisi için değil, anlamak için de okurlarsa açıklamaya çalıştıklarımızı daha iyi kavrayacaklardır. (26. Bölümdeki Recm konusu, Kuran'a rağmen hadisi Kuran'ın önüne geçirenlere iyi bir örnektir.) Kuran'da Peygamberimiz'le ilişkili olarak hadis kelimesi sadece iki defa ve aşağıdaki şekliyle kullanılmıştır: Ey inananlar yemeğe çağırılmadan Peygamber'in evlerine girmeyiniz... Yemeği yiyince dağılın, bir hadise dalmayın. Böyle davranmanız Peygamber'i rahatsız eder. 33 Ahzab Suresi 53 Hani Peygamber eşlerinden birine gizli bir hadis söylemişti. Derken o bunu haber verip, Allah da ona bunu açığa vurunca, o da bir kısmını açıklamış bir kısmından vazgeçmişti. 66 Tahrim Suresi 3 Görüldüğü gibi hadis kelimesi Peygamberimiz'le ilişkili olarak iki defa geçer. Oysa buradaki kullanımın Sunni ve Şii mezhepçi görüşle hiçbir alakası yoktur. Hadis kelimesini Hz. Muhammed Peygamberimiz'in sözleri olarak kullanan iki ayetin işareti, tartışmamız açısından çok önemlidir. Geleceği bilen Allah, hadis kelimesini Sunnilerin ve Şiilerin iddia ettikleri gibi dini öğretiler için değil, Peygamber'in kişisel sözleri için kullanır. üstelik her iki yerde de hadis kelimesi olumsuz bir bağlamda kullanılır. Sünnet kelimesi ise Kuran'da tek geçerli sünnetin Sünnetullah (Allah'ın sünneti, Allah'ın adeti) olduğu şeklinde geçer. (16. Bölümde göreceğiz.) İslam'ın diğer kaynaklarından biri olarak gösterilen icma kelimesi ve türevlerinin Kuran'daki geçişi de sürekli olumsuzdur. Bu, Kuran'ın hadis ve sünnet kavramları gibi, icmayı da mucizevi bir şekilde mahkum ettiğini gösterir. (İcma kelimesi ve türevleri için bakınız 20 Taha 60, 70Mearic 18, 104 Hümeze 2, 3Ali İmran 173, 3Ali İmran 157, 10Yunus 58, 43Zuhruf 32, 26Şuara 38, 12Yusuf 19, 10Yunus 71, 20Taha 64, 17İsra 88, 22Hac 73, 54Kamer 45, 28Kasas 78, 7Araf 48, 26Şuara 39, 26Şuara 56, 54Kamer 44) DOĞRU HADİSLERİ NE YAPACAĞIZ? Buraya kadar yazdıklarımızdan bu sorunun cevabı bellidir. Hadislerin içinde onbinlerce uydurma hadis olduğu kesindir. Kuran'la çelişen, Kuran'a ilave hüküm getiren, mantıkla, aklın açık verileriyle çelişen hadislerin yalan olduğu kesindir. Dine ilave yapan hadisler, Kuran'ın detaylı, her şeyi açıklayan, hiçbir eksiği olmayan kitap olduğunu açıklayan ayetleriyle çeliştikleri için kesinlikle yalandırlar. Bunun dışında kalan hadisler, Kuran'a %100 uymaları şartıyla doğru olabilirler. Dikkat ederseniz doğru olabilirler diyoruz, kesinlikle doğrudur demiyoruz. Doğru hadisleri ne yapacağız sorusunun cevabı; “Hangi hadislerin doğru olduğunu bilemeyiz.” olacaktır. Yalan olan hadislerin bir kısmını yukarıdaki ölçülerden tanıyabiliriz. Ama bir hadisin kesinlikle doğru olduğuna hiçbir şekilde emin olamayız. çünkü tanık olduğumuz yalan hadislerle, doğru olabilecek hadisler aynı kişilerce, aynı ölçülerle, aynı yıllarda toplanmıştır. Hicri 200'ü geçtikleri sırada Buhari, Müslim ve diğerleri gerçek hadisleri bulmaya çalıştılar ama beceremediler. Peki biz hicri 1400'de bunu nasıl yapabiliriz? Kuran'a tamamen uyan söz herhangi bir Müslüman'ın söylediği söz olup Peygamber'in sözüyle karıştırılmış olabilir. Dine iyilik yapacağım diye hadis uyduranlar olduğunu 5. bölümde göreceğiz. Bu hadisler dine sözde iyilik yapmak isteyenlerin uydurduğu hadisler olabilir. Hadis nakleden, hatta toplayanların "Nerede insanların işine yarayan güzel bir söz bulursak başına Peygamber dedi ki demekten korkmayın” dediği de vakidir. Bu oluşum ve ihtimaller bizim Kuran'a hiçbir ilave yapmayan, Kuran'la çelişmeyen hadislere de bakış açımızı oluşturur. Bu yüzden hem Kuran'a uyan, hem de hiçbir hüküm ifade etmeyen bir sözü bile Peygamber'e yalan söz isnadından çekinip hadis diye nakil etmemek gerekir. İllaki Peygamber'in bir sözüne uyacaksak bu, Peygamber'in elçilik vazifesi gereği Allah'ın kelamını insanlara iletirken, Kuran olarak ağzından çıkan söz (hadis) olmalıdır. Aslen Allah'ın sözü olan bu sözleri insanlar, Peygamber’in ağzından insan sözü hüviyetinde duymuşlardır. Elçinin(Peygamber'in) getirdiği bu mesaja uyarak hem Resul'e(elçiye), hem mesajın kendisine (Kuran'a), hem de aslen mesajı gönderen Allah'a uymuş oluruz. AMACIMIZ ÇORBAYI DEĞİL, ZEHİRİ İÇİRTMEMEK Peygamberimiz'in tavrını bu bölümde gördük, 4 halifenin hadislere karşı tavrını ise 11. Bölüm'de göreceğiz. Kuran yeterliyken –Peygamber ve daha sonra 4 halife hadis naklini yasaklamış, hatta hadisleri yaktırmış olmalarına karşı– biz bugün hadisleri niye kurtarmaya çalışalım? Bir çorbanın yarısı çorba, diğer yarısı zehirse bunun bir kısmı içilebilir diyebilir miyiz? Hadislerde aynı bu şekilde doğru ile yanlış ayrılamayacak şekilde karışmıştır. Hadislere uymayın dememiz insanlara çorba içirmek istemediğimiz için değil, zehir içmelerini önlemek içindir. Bize gerekli tüm dini bilgi, Peygamberimiz'in karakteri ve yaptıklarıyla ilgili gerekli bilgi Kuran'da vardır. Bunun dışındaki bilgiler gereksizdir. Bu gereksiz bilgilerin doğrusunu ayıklamak da imkansızdır. Hadislerin ve mezheplerin Kuran'ın dinine yaptığı ilaveleri 37. Bölüm'de okuduktan sonra tavır olarak hadislerden hiç örnek vermemek, hiç hadis kullanmamak neden daha iyi olur anlayabiliriz. Hadis Kuran’a tamamen uysa bile, Peygamber adına yalan konuşuyor olma ihtimalimizi unutmamalıyız. çünkü Kuran'a uygun her söz de Peygamberimiz'in değildir. Kuran en doğru yola götüren, apaçık bir kitaptır. Kuran’a uygun sözü kim söylerse doğru konuşmuştur. Bazı istismarcıların, bu tavrı Peygamber'in sözlerine saygısızlık olarak göstermeye çalışıp, istismarcılık yapacaklarını biliyoruz. Peygamber'e asıl saygısızlık, Peygamber’in büyülendiğini söyleyen, cinsel hayatıyla ilgili abuk sabuk açıklamalar yapan, dünyayı öküz ile balık üzerine koyan kitaplardaki sözleri, Peygamber söyledi demektir. Bunları nakledenlerin doğru sözüne hangi hususta inanılabilir ve bunu kim garanti edebilir? Kuran dışındaki hadisleri inkar etmek Peygamber'e sevgi ve saygının, dini Allah'a halis kılarak idrakın ve Kuran'ı tek başına yeterli kabul etmenin sonucudur. Hz. İsa'ya sevgisini Hz. ‹sa’yı tanrı ilan ederek gösterenler olduğu gibi, Peygamber'i sevdiğini söyleyip sonra onu büyülenmiş, Allah'a yalan sözler isnat etmiş, çelişkili birçok hükümler bırakmış gibi gösteren kitapları, dinin kaynağı kabul eden ve bu kitaplardaki tek sözü inkar edeni kafir ilan edenler de vardır. Peygamberler bizim Allah'a inanmamızı, Allah'ın dinine bağlanmamızı ister; yoksa hiçbir Peygamber kendisine yalan sözler yakıştırılıp tanrılaştırılmasını veya Allah'ın dinine ilaveler yapılmasını istemez. Peygamberler'in en çok hoşnut olacağı hareket; halis, saf, katıksız şekliyle gerçek dine uymamızdır. Yoksa Peygamberler'e hamasi laflarla sevgi gösteren Hıristiyanlar gibi, diğer yandan bu sevgi bahanesiyle hakiki dinden uzaklaşmamız değildir. DİNE SOKULAN İLAVELERİN, HADİSLERİN UYDURULMA SEBEPLERİ İlk üç bölümde, özellikle ikinci bölümde Kuran'a giderek Kuran'ın yeterliliğini gördük. Dördüncü bölümde hadislerin toplanış yönteminin açıklamasını vererek kutsal kılıfı giydirilmiş hadislerin neden dinin kaynağı olamayacağını anladık. O bölümde gördüğümüz sahabeyi hatasız ilan etme, mana ile hadis nakli gibi hadis toplama tekniğindeki konular hiç kasıt olmasa dahi nasıl uydurma hadis çıkabileceğini açıklamaktadır. Bu bölümde hadis toplama yönteminin sonucunda çıkan uydurmalara değinmeyeceğiz. Onları dördüncü bölümde gördüğümüzden, bu bölümde dine kasıtlı olarak yapılan ilaveleri on maddede inceleyeceğiz. Böylece 6., 7., 8. ve 9. Bölümlerde örneklerini göreceğimiz uydurmaların neden uydurulduğunu kavrayacağız. 1) DİNİ BOZMAK, DEJENERE ETMEK İÇİN UYDURMALAR Din düşmanları dinimizi yaşanmaz bir şekle sokmak, dini saçma gösterip yıpratmak için birçok hadis uydurmuşlardır. Daha sonra kendileri ve kendilerinden sonra gelen birçok dinsiz de dini yıkma uğraşlarında bu hadisleri kullanmışlardır. İslama olan inançsızlıklarını, kin ve nefretlerini içlerinde gizleyerek, samimi dindar görüntüsünde halkın arasına karışan birçok münafık, her şeyden önce İslam inancını bozmayı ve Müslümanların kalplerindeki inançlarına şüphe ve tereddütler sokmayı başlıca amaç edinmişlerdi. Bu amaçla akla hayale sığmayan, kafaları bulandıracak, Peygamber'in söylemesine imkan olmayan onbinlerce uydurmayı hadis adı altında Peygamber'e fatura ettiler. Kuran'daki ayetler, daha Peygamber'imiz sağken münafıkların nasıl Müslümanlar'ın arasına karıştığını göstermektedir. Halife Mehdi zamanında boynu vurulmak üzere yakalanan ünlü dinsiz Abdülkerim bin Ebil Avca öldürülmeden önce şu dehşetli açıklamayı yapar: "Siz beni öldürüyorsunuz ama, ben dininizde helali haram, haramı helal yapan 4000 hadis uydurdum.” 6000 küsür Kuran ayeti olduğunu düşünürsek sırf bir kişinin 4000 hadis uydurabilmesinin açacağı dehşetli tahribi anlayabiliriz. Ahmed bin el Cuveybari, Muhammed bin Ukeşa ve Muhammed bin Temim'in Hz. Peygamber hakkında 10.000'den fazla hadis uydurdukları söylenir [İbni Hacer, Lisanu'l Mizan]. Zehebi, Ahmed bin Abdullah'ın binlerce hadisi hadis imamlarına dayandırarak uydurduğunu, Enes bin Malik'in hizmetçisi olduğunu iddia eden Dinar Ebu Mikyes'in de Enes bin Malik'ten duyduğunu söylediği uydurma dolu bir sayfayı naklettiğini anlatır (Zehebi, Mizan). Hadisçilerin kitapları dini bozmak için kasıtlı yapılan uydurmaların itiraflarıyla doludur. Bu uydurmaların varlığı bellidir. Ama kim bu uydurmaların bugün meşhur olan hadis kitaplarına karışmadığını neye dayanarak garanti edecektir? Kuran'da geçen, Peygamber yaşarken var olan münafıkları, bundan sonra iki yüz yıl boyunca çıkan münafıkları kim nasıl teşhis etmiştir de onların uydurduğu hadislerden kitaplarını korumuştur? 2) SİYASİ AYRILIKLARDAN DOLAYI UYDURMALAR Peygamberimiz'in vefatı üzerinden 40 yıl bile geçmeden Hz. Ali ve Muaviye arasında çatışmalar boy göstermiştir. Bu dönemden itibaren İslam alemi geriye dönüşü olmayacak bir şekilde siyasi ayrılıkların içine girmiştir. Siyasi olarak ayrılan toplumlarsa birçok alanda çelişmeyi, birbirine muhalefet etmeyi hüner saymışlar, kendi siyasi fırkalarını destekleyen hadisler uydurmuşlar, kendi siyasal hareketlerine inanmayı Allah'ın bir farzı olarak sunmuşlardır. Bu arada kendi liderlerini yüceltip, karşı görüşün liderlerini yerin dibine sokmuşlardır. Halili'de, Şiilerin Hz. Ali hakkında 300.000 hadis uydurduğu ve Hz. Ali'nin sözlerini nasıl saptırdıkları anlatılır (Halili, elİrşad). Bu sayı, Kuran'daki ayet sayısının 50 katı kadardır. Şiilikten ayrılan bir kimse Şiileri kastederek "Allah onların canını alsın, nice hadisleri değiştirdiler” demiştir (Müslim, Sahihi Müslim). Hz. Ebubekir'i Hz. Ali'ye üstün sayan ve bunu, mezheplerinin bir şartı gören Sunni görüşle, Hz. Ali'yi üstün saymayı imanın şartına dönüştüren Şii görüş ve onların asırlar süren Kuran dışındakilerle vakit kaybetmekten ibaret olan boş çekişmeleri, bu maddeye güzel bir örnek teşkil etmektedir. İslam siyasallaşınca, siyasi gücü elinde bulunduranlar dini, halkı isteklerine göre şekillendirmek için kullandılar. Bu kullanımlarında dini de kendi görüşleri ve menfaatleri doğrultusunda şekillendirerek, dine eklemeler ve çıkarmalar yaptılar. 3) DİNİ EKSİK ZANNEDİP, KENDİNCE DİNİ KURTARANLARIN UYDURMALARI Dindar olarak tanınan birçok gözde(!) Müslümanın durumu Yahya bin Said'in: "Salih kişileri hadiste olduğu kadar hiçbir şeyde yalancı görmedik.” sözünde en güzel ifadesini bulmuştur. Bu gerçeği itiraf edenlerden biri de en güvenilir olduğu iddia edilen iki hadis kitabından birinin yazarı olan Müslim'dir. Müslim, Ebu Zennat'dan şunu nakleder: "Medine'de yüz kişiyle karşılaştım, hepsi de güvenilirdi, ama hadisleri alınmazdı” (Müslim, Sahihi Müslim, 1. cilt, sayfa 13). Görüldüğü gibi birçok sözde dindarın hadis uydurduğu hadisçilerin bile malumudur. Kendi görüşlerini çok değerli bulan bu tipler, dine kendi görüşlerini kattıklarında çok yerinde bir hareketle dine büyük hizmet ettiklerini sanıyorlardı. örneğin Kuran'da olmayan haremlik selamlığı dine sokanlar belki de kadınla erkeği ayırarak zinayı, yozlaşmayı kendilerince önlemek istediler. Oysa Allah'ın kendilerinden daha iyi düşündüğünü, Allah'ın unutkan olmadığını ve gerekseydi Kuran’da gerekli konularda açıklama yapılacağını bilmeleri gerekirdi. Allah'ın açıklamadığı bir şeyi dine sokarak dine fayda getireceğini sanmak, ilkel bir düşünme tarzıdır ve acı son da ortadadır. 14. Bölüm'de hadis dışında şahsi görüşlerin rey, içtihad adı altında nasıl dinselleştirildiğini göreceğiz. Dini şahsi reylerine muhtaç görüp, sözde dine yardım edenleri, Allah'ın serbest bıraktığı konuları açıklayarak din gibi sunanları da, dini eksik zannedip din kurtaranlar sınıfına sokabiliriz. 4) DİNİ SEVDİRMEK İÇİN UYDURMALAR Bu madde kısmen 3. maddeye benzemektedir, bu maddedeki tipler de dini kurtaracağını zannedenlerden, Allah'ın dini kurtardığından habersiz olanlardan oluşur. Bu tiplerdeki esas kaygı dini sevdirmek, ibadetleri sevimli göstermek gibi kaygılardır. Bu popülist kaygı Allah'ın indirilmiş dininin, uydurulmuş hadislerle ve izahlarla karışmasına yol açmıştır. Bu tipler arasında Ebu İsmet Nuh gibi Kuran'ın her suresinin faziletleri hakkında hadis uyduranlar da vardır. Peygamberimiz'i yüceltmek için Peygamber'in üstünlüklerine dair hadisler üretenler mevcuttur. Bu uydurucuların kendilerini savunmak için şöyle söyledikleri aktarılır: "Biz Hz. Peygamber adına yalan uydurmadık, bilakis bunu Peygamber'in getirdiği dini güçlendirmek için yaptık.”[İbni Hacer, Fethul Bari]. Bu alıntıda gördüğümüz gibi bunlar, bu tarzda hadis uydurmayı yalan olarak bile görmemişler, hatta bu korkunç fiillerinde belki de sevap ummuşlardır. "Biz Peygamber lehinde yalan söylüyor ve şeriatını takviye ediyoruz” (İbnul Cevzi, K. Mevzuat). Görüldüğü gibi bu uydurucular Allah'ın Kuran'ını eksik görmekle, bir de üstüne hadis uydurmakla kalmamış, üstüne üstlük dindarlık şampiyonluğunu da kimseye bırakmamışlardır. Aşırı dindar tanınan kimseler bu özellikleriyle din namına en tehlikeli sınıflardan biri haline gelmişlerdir. Zira onlar halkın sevip güvendiği, sözlerine önem verip, hareketlerini örnek kabul ettiği kimselerdi. Onların hadis olarak tanıttığı söz, daha rahat kabul görüyor ve itiraza uğramıyordu. Böylece saf İslam, Kuran'ın ruhundan daha çok uzaklaştı ve oluşan yeni yapı tüm katkılarıyla katıksız İslam sanıldı. 5) MEZHEPLERİNİ, FİKİRLERİNİ DOĞRU ÇIKARMAK İÇİN UYDURANLAR Saf vahiy olan Kuran'a dayalı bir İslam modelinden uzaklaşılıp, insan sözlerinin Allah'ın hükmü olarak takdim edildiği, hadise dayalı gelenekçi bir modelin kuvvetlendiği ortamda, insanlar dini farklı farklı anlamaya başlamışlardı. Bu tablo İslam'ı anlama ve yaşamada birbirleriyle uzlaşmayan, dini konularda ayrılığa düşen farklı düşüncelerin, kamplaşmaların, mezheplerin doğmasına sebep oldu. İnsanlar Kuran savunuculuğundan uzaklaşıp mezhep savunuculuğuna başladılar. Bunu yaparken de kendi düşüncelerinin haklılığını ispat edip halkı etkileyebilmek, kendi mezheplerine çekebilmek için Hz. Peygamber’in dilinden kendi mezheplerini öven, öteki mezhepleri aşağılayan uydurma hadislere dayanma ihtiyacı hissettiler. Hanefi mensuplarının bu şekildeki uydurmasını görebiliriz: "ümmetimde imam Şafii adında bir kimse ortaya çıkacaktır. O ümmetime şeytandan daha zararlı olacaktır. Ve yine ümmetim arasından adına Ebu Hanife denecek bir kimse gelecektir ki, o ümmetimin ışığıdır” (İbnu Arrak, Tenzihus Şeria, 2. cilt, sayfa 14). Bu arada Şafii taraftarları da boş durmaz ve kendi imamlarını kurtaracak hadis uydururlar: "Kureyş alimi (İmamı Şafii) yeryüzünün her yerini ilimle dolduracaktır.” Maliki mezhebi taraftarları hiç durur mu, onlar da kendi hadislerini açıklarlar: " İlim talebi için bir gün gelecek develerin boyunları vurulacak (yani uzun seyahatlere girişilecek) da Medine aliminden (İmamı Malik) daha alim birisi olmayacak.” Sunni mezheplerde durum böyleyken Kaderiyecilerin de nasıl hadis uydurduğu eski bir Kaderiye mezhebi üyesi Ebu Reca Muhriz'e dayandırılarak anlatılır: "Kaderiyecilerden kesinlikle bir şey rivayet etmeyiniz, vallahi biz insanları mezhebimize çekebilmek için hadisler uydurur ve bu hareketimizle de sevap kazanacağımızı umardık. Ben bu suretle Kaderiye mezhebine dört bin kişi kattım.” (Er Cerhu Ve'l Tadi'l, 1. cilt, sf. 32) 6) ZORLAMA ALTINDA UYDURANLAR Daha evvel de değindiğimiz gibi hadis toplama hareketinin ilk başlamasında özellikle Emevi halifelerinin zorlama, tehdit ve işkenceleri önemli yer tutar. İlk hadis toplayan kişi olduğu iddia edilen Ez Zuhri'nin şu sözü bunun delilidir: "Biz hadisi yazmaktan hoşlanmıyorduk. Ne var ki o yöneticiler (Emevi halifeleri ve adamları) bizi buna zorladılar.” Zorlama altında yapılan toplamalarda hadislerin mevcut yönetimin hoşuna gidenleri, mevcut yönetimin iktidar, kültür, gelenek, tarih anlayışını destekleyenleri toplanmış, buna aykırı olanlar elenmiştir. Mevcut hadisler zaten mana ile nakledildiğinden, birçok hadis kelime oyunlarıyla geleneği hükümleştirme yolunda kullanılmıştır. örneğin Peygamber'in kendi şahsi tercihi olarak yaptığı bir fiil anlatılırken; “Peygamber buyurdu ki”, “Peygamber emretti ki” tarzında, Peygamber'in muradı olmayacak bir tarzda kullanılmıştır. Tüm bu uydurma ve anlam kaydırmaları ise hiç şüphesiz hakim olan sınıfın, hadis toplama için zorlama yapan sınıfın görüşleri doğrultusunda olmuştur. Zorlama altında dine sokulan uydurmalar, sırf Emevi ve daha sonra Abbasi dönemleriyle sınırlı değildir. Bu dönemde çoğunlukla hadis uydurma yoluyla dine sokulan ilaveler, daha sonra halifelerin, valilerin zorlamasıyla fetva, içtihad adı altında kendini gösterir. Osmanlı döneminde halifeliğin, padişahlık gibi babadan oğula geçebileceği, devletin yararı için padişahların günahsız öz kardeşlerini bile öldürtebileceği şeklindeki görüş, içtihad ve fetvalar hep zorlama altında gerçekleşmiştir ve bunlar, mevcut iktidarların güçlerini devam ettirmek için dini yozlaştırmayı bile umursamadıklarını gösterir. Unutmayın ki, tüm bu fetvalar şeyhülislam etiketini görenin önemli birisi sanacağı, mevcut yönetimin atadığı ve maaşa bağladığı kişiler tarafından verilmiştir. 7) MADDİ ÇIKAR SAĞLAMAK İÇİN UYDURANLAR Hadis toplayan gezginler ticaret düşüncesiyle hadis toplamaya başlamışlardı. örneğin Yakub bin İbrahim'in ancak 1 dinar karşılığı hadis rivayet etmeyi kabul ettiği söylenir. Ebu Naym ElFadl da naklettiği her hadis için ücret talep ediyordu. Onun talebelerinden Ali bin Cafer der ki: "Ebu Naym El Fadl'dan hadis yazardık, buna karşılık bizden kıymetli dirhemler alırdı. Yanımızda kıymeti düşük dirhemler bulunursa üste para alırdı.” Fakirlerden kesinlikle hadis yazmayın tavsiyesinde bulunduktan sonra Umera bin Hafsa'nın zengin olduğunu ve yalan söylemeyeceğini, dolayısıyla hadislerinin alınabileceğini söyleyen Şube bin Haccac'a Ali bin Asım şöyle karşılık vermiştir: "Yalan söyleyen nice zengin gördük” (El Kifaye, sayfa 155). Müşterilerinin isteği üzerine sipariş olarak hadis üretenler de vardır. Birçok tüccar sattıkları mallara karşı halkın ilgisini artırabilmek için ilgili malların yararlarını anlatan hadisleri, para karşılığında hadis simsarlarına uydurtmuşlardır. örneğin koku satıcılarının güzel koku kullanmanın faziletleri hakkında uydurttukları hadisler buna örnektir. Şube bin Haccac'ın ifade ettiği gibi 1 kuruş karşılığında 70 hadis uyduran Ebul Muhezzem gibiler, hadis uydurucularına birer örnektirler. 8) MANEVİ çIKAR SAĞLAMAK İçİN UYDURANLAR Peygamberimiz'in vefatından ve dört halife devrinden sonra hikayecikıssacı denilen bazı kimseler, cami ve mescitlerde oturmayı ve çevrelerinde halka oluşturan cemaate vaaz ve öğütte bulunmayı alışkanlık haline getirmişlerdi. Aslında bu kimseleri vaaz ve öğütten ziyade, halkın nazarında kazanacakları yüksek mertebe ve şöhret ilgilendiriyordu. Vaazlarını, kendilerini bu amaca götürecek bir şekilde hazırlıyorlardı. Bunlar şöhrete giden yolun, halkın nazarında önemli bir müessese olan dinin, dini duyguların tahrik edilmesinden geçtiğini bildikleri için, onları coşturacak şekilde vaaz ediyorlar, dramatik konuşmalarla halkı ağlatmaya gayret ediyorlardı. Bunun için Peygamber’imizin adına düzenledikleri garip hikayelerle konuşmalarını süsleyerek, halkı etkileme ve inandırma uğraşı içindeydiler. Halkı en çok etki altında bırakan konuşmaların başında cennet, cehennem tasvirleri geliyordu. Cennet ve cehennem hakkında gerekli olan her şey Kuran’da anlatılmasına rağmen bu hikayecikıssacı kesim halkı daha çok hüzünlendirmek, şaşırtmak ve coşturmak için uydurma hadislerde buldukları zengin hazineyi özellikle bu konuda çok kullandılar. Bu kesimin mesleki başarısı bol hadis uydurmaktan geçiyordu. Ortaya çıkan iç sızlatıcı tabloda belki de insanı en çok güldürebilecek olaylardan biri; bu kıssacılardan Şair Külsüm'ün dilini burnunun ucuna dokundurabilen herkesin cehenneme girmeyeceğinin garanti olmasını söylemesi üzerine, vaaz ettiği cemaatin bunu denemeye başlamasıdır. İbnul Cevzi, bu tipleri şöyle anlatır: "Bunlar arasında suratlarını her çeşit boyaya batıranlar ve bu şekilde sarımsı bir ten kazanarak, kendilerini fazla oruç tutmaktan soluk benizli hale gelmiş takva dindarlar gibi gösterenler bulunmaktaydı. Diğerleri istediği an gözyaşı dökebilmek için tuzlar kullanmaktaydı. Başka bir grup kıssacı ise allı pullu süslettikleri kürsünün tepesinden kendilerini atacak derecede gösteride ileri gitmekte veya dinleyicinin alışık olmadığı biçimde, samimiyetsiz hikayelerini abartılı jestlerle nakletmekte, kürsüyü yumruklamakta, basamakları koşar adım inip çıkmaktaydılar.” (İbnul Cevzi, elKussas vel Müzekkirin, sayfa 93) Etrafımızı biraz incelersek, İbnul Cevzi'nin tespit ettiği uydurmaların kökenlerinden biri olan bu insan tiplerine tabi olanların, uydurukçu köklerine ne kadar benzediğini görürüz. Sahte gözyaşı, salya, sümük, kürsü yumruklamalı, abartılı jestli tipler hepimize İbnul Cevzi'nin geçmişte tarif ettiği bu kıssacıları çağrıştıracaktır. Uydurmacılardan öylesi görülmüştür ki Cafer bin Nastur Ferab 320 yaşında olduğunu, Peygamber'i gördüğünü ve Peygamber'in duası sayesinde bu kadar yaşadığını söylemiştir. Reten'in durumu da buna benzerdir. Hicri 4. ve hicri 8. asırda yaşayan bu adamlar sahabe olduklarını iddia etmişler ve bunlardan Reten üç yüz hadislik hadis kitabı yazmış ve etrafına bayağı adam da toplamıştır. 9) GELENEK, GöRENEKLERİ DİNSELLEŞTİRMEK İçİN UYDURMALAR Kuran, insan hayatındaki belli davranışlara yön vermiş, açıklamadığı birçok konuyu ise insanların reyine, seçimine bırakmıştır. 2. Bölümde bunu teferruatlıca gördük, 39. Bölümde de göreceğiz. İnsanlar, serbest oldukları bu konularda, kendi gelenek, görenek ve dünya anlayışları çerçevesinde davranırlar. örneğin Kuran yemeği elle mi, çatalla mı, çubuklarla mı yememiz gerektiği konusunda bir açıklama yapmaz. Erkek ve kadın kıyafetinin sarık, cübbe mi olacağı, kravat, gömlek mi olacağı, yoksa kimono mu olması gerektiği konusunda Kuran’da bir izah yoktur. Açıklanmayan konularda tercihimizde serbest olduğumuza göre, Kuran’a göre biz yemekte veya kıyafette bu şıklardan herhangi birini seçebiliriz demektir. Herhangi bir seçimde fazladan günah veya sevap olacağını söylemek ise Kuran'la çelişir. Emevi ve Abbasi döneminde Kuran'ın İslamına eklemelerin önemli bir bölümü, gelenek ve göreneklerin kutsal damgası altında Kuran'ın İslamına karıştırılmasıyla oldu. Kuran'ın başı sonu belliydi ve Kuran'da bu gelenek ve görenekleri tavsiye eden hiçbir izah yoktu. öyleyse tek yol, uydurma hadislerle ve Kuran'da geçmeyen bir sünnet anlayışıyla; Kuran'ın özgür bıraktığı bu konuları da dinselleştirip, kutsallaştırmaktı. AraplarınEmevilerin ırkçı, kavmiyetçi anlayışıyla, Arap dilinden, o dönemin kıyafetlerine, yemek menüsünden, tuvaleti yapış biçimine kadar birçok hareket sünnet adı altında böylece dine sokuldu.(Ayrıntılı bilgi için 16. Bölümü okuyun) 10) DİĞER DİNLERDEKİ UYDURMALARIN DİNİMİZE TAŞINMASIYLA OLUŞAN UYDURMALAR Bu uydurmaları taşıyanları iki bölüme ayırabiliriz: Birinci bölüm, İslam'ı dejenere etmek, mantıksızlaştırmak veya kendi asıl inancına benzetmek için kasıtlı olarak uydurmaları dine sokanlardır. İkinci bölüm ise İslam'a geçmelerine rağmen kendi eski dini, örfi alışkanlıklarını üzerlerinden atamadıkları için, bunları dinimize taşıyanlardır. Yahudiler'in kıssaları, Hıristiyan hikayeleri, Putperest adetleri, Türkler açısından düşünürsek Şaman adetleri hep dinimizin içine hadis veya içtihad olarak girmiştir. Hacim olarak bakarsak, ‹srailiyat denen Yahudi hikayeleri uydurma kaynağında birinci, Mesihhiyat denen Hıristiyan hikayeleri ise ikincidir. Bunlar diğer dinlerde daha evvel kök saldıklarından dinimize de daha rahat geçmişlerdir. Biz sadece İsrailiyat ve Mesihhiyata değineceğiz. Dinimize İsrailiyat'ı taşıyan kişilerin en önemlileri Kab el Ahbar, Vehb bin Münebbih, Abdullah bin Selam'dır. 12. Bölümde bazı önemli hadis uydurucularına değinirken bunlara da değineceğimiz için 12. bölümü okuyup İsrailiyatın kaynaklarının ne kadar güvenilir olduğunu görebilirsiniz. Müslümanlarsa bu aktarımları Kuran ayetlerinin yanında hikaye etmekte bir zarar görmediler. İşte bu, hadislerin çoğalma kaynaklarından biriydi. Bugünkü tefsir kitapları başta olmak üzere, birçok hadis kitabında bu kimseler kaynaklı yüzlerce uydurmaya rastlayabiliriz. Biz örnek olarak sadece iki tanesini verelim. Vehb bin Münebbih'ten rivayet edilen İsrailiyat menşeli hadis denen uydurma şöyledir: "Beytul Makdis'in halkı Allah'ın komşularıdır. Komşularına azap etmemek Allah'ın üzerine haktır. Beytul Makdis'e gömülen kabir imtihanından ve darlığından kurtulur.” Kurtubi'nin tefsirinde de geçen Kab el Ahbar kaynaklı bir uydurma ise şöyledir: "Allah Teala kendisini yarattığında Arş dedi ki: Allah benden daha büyük bir mahluk yaratmadı. Ve böbürlenerek sallandı. Allah ona öyle bir yılan doladı ki o yılanın yetmiş bin kanadı vardı. Her bir kanadında yetmiş bin tüy vardı. Her bir tüyde yetmiş bin surat vardı. Her bir suratta yetmiş bin ağız vardı. Her bir ağızda yetmiş bin dil vardı. Her gün onun ağızları yağmur damlaları, ağaç yaprakları, kum ve çakıl taneleri, dünyanın günleri ve tüm meleklerin sayısı kadar tespih eder. Yılan arşın üzerine dürülür ve arş onun ancak yarısına uzanabilir. İşte o zaman arş alçak gönüllü olmaya başlar.” Mesihhiyat; yani Hıristiyan uydurma hikayelerinin dinimize sokulmasının kaynaklarından olaraksa Temim ed Dari ve İbn Cureyc'i gösterebiliriz. Hz. İsa'nın yeniden dünyaya geleceği, Deccal, ölüm meleği, cennet ve cehennem Mesihhiyat uydurmalarının en çok olduğu alanlardır. (20. bölümde Hz. İsa'nın yeniden dünyaya gelişi, Mehdi ve Deccal konularının dinimizde nasıl derin yaralar açtığını göreceğiz.) Gelenekçi İslamcılar sırf Kuran'dan dinini anlayan Müslümanlar'a çok kızdıkları gibi, yabancı ‹slam araştırmacılarının da hadislerin güvenilmezliğini ortaya koymalarına çok kızmaktadırlar. Bu araştırmacıların niyeti ne olursa olsun bizi ilgilendiren onların ortaya koyduklarının bilimsel değeridir. Müslüman toplumlarda mevcut olmayan özgür ortama sahip olan bu kişilerin hem ciddi, hem de düşünülmesi gereken hususları ortaya koydukları bir gerçektir. Onların çalışmalarına objektif bir şekilde yaklaşmalı, hatalarını göstermeli ve ortaya koydukları doğru hususlardan yararlanmalıyız. Bu araştırmacılardan özellikle Goldziher'in, Schacht'ın Van Kremer'in, Sprenger'in ve Dozi'nin kitaplarında herkesin yararlanabileceği birçok nokta olduğu kanaatindeyiz. Bunların en ünlüsü Goldziher şöyle der: “Rabbanilerin (Musevi, Hıristiyan din adamları) sözleri, uydurma ‹ncil’lerden alıntılar, Yunan felsefesinin öğretileri, Fars ve Hind kökenli deyişler ve daha niceleri hadis kanalıyla İslam'a girmiştir. Tüm bunlar doğrudan veya dolaylı olarak İslam kültürünün malı haline gelmiştir. Yine dini kıssalardan büyük bir bölümü İslam’a sızmıştır. Eğer hadislerde kullanılan materyali ve Yahudi din kültürünü incelersek bu ikinciden büyük bölümünün, İslam din kültürüne sızmış olduğunu görürüz.”(Goldziher, El Aqide veş şeria, sayfa 4243) HADİS KURAN ÇELİŞKİLERİ Kitabın buraya kadar olan bölümlerinde önce Kuran'ın kendi diliyle Kuran'ın dinin tek kaynağı olduğunu anlattık. Daha sonra ise Peygamberimizin hadisleri yazdırmamasından, mana ile hadis naklinin getirdiklerinden ve daha bir çok incelediğimiz konudan, hadislerin neden dinin kaynağı olamayacağını gördük. Bu bölümde ise hadislerin dinin kaynağı kabul edilmesinin sonucunda uydurulan hadislerin dinin temel ve tek kaynağı olan Kuran ile nasıl çeliştiklerini anlayacağız. Yani yapılan yanlışlığın sonuçlarını görüp, dinin tek kaynağı olan Kuran'a dönmenin önemini kavrayacağız. Kuran ile çelişen hadisleri göstermek için en ünlü hadis kitaplarının hadislerini seçtik; daha zayıf hadis kitaplarını sizin tahmininize bırakıyoruz. Kuran ile çelişen hadislerin olması tüm hadisleri reddetmemiz, Kuran'a gidip dini yeniden kavramamız için yeterlidir. Kuran ile çelişen binlerce hadis vardır. Biz bu bölüme on tane örnek vermeyi yeterli görüyoruz. Zaten kitabımızdaki bir çok konunun akışı içindeki açıklamalarda, Kuran ile çelişen hadisler sergilenmektedir. Biz Kuran'ın Allah sözü olduğunu nereden biliyoruz? Kimisi, Kuran öyle söylüyor diyebilir. Peki birileri Allah'a iftira olarak başka kitapları göstererek: “Bu da Allah katındandır.” derlerse ne diyeceğiz? Biz Kuran'ın Allah sözü olduğunu ancak Kuran'ı inceleyip, Kuran'ın içerdiklerini değerlendirip iddia edebiliriz. Allah'ın mesajının doğruluğunu tartışmak bizzat mesajın kendisiyle alakalıdır. Aynı mantıkla, hadisleri incelersek Allah'ın dininin kaynağı olmaya layık olup olmadıklarını görürüz. Nasıl Kuran'ın dinin kaynağı olup olmadığı bizzat Kuran'ın irdelenmesiyle tartışılabilirse, hadislerin dinin kaynağı olup olmadığı mevzusu da hadislerin irdelenmesiyle karara bağlanabilir. Kitabımız boyunca Kuran'ı ve hadisleri inceleyip dinin kaynağının ne olduğunu, nasıl olması gerektiğini açığa kavuşturmayı amaçladık. Bu bölümde ve bundan sonraki bölümlerde göstereceğimiz hadisler, hadislerin dinin kaynağı olmaya ne kadar layık(!) olabileceklerini ortaya çıkaracaktır. Kitabımızda eleştirdiğimiz hadisler, hadisçilerin kabul ettiği, en ünlü hadis kitaplarının hadisleridir. Hadisçilerin reddettiği, yalandır(mevzudur) dediği hadisleri almadık. örneğin "Allah kendisini yaratmayı isteyince atı koşturdu ve onu koşturup terletti. Sonra kendisini bu terden yarattı.” veya "Allah melekleri iki kolunun ve göğsünün kıllarından yarattı.” veya "Allah'ın gözleri hastalandı, melekler Allah'ı ziyarete geldi.” veya "Allah'ı rüyada gördüm. Uzun saçlı güzel bir genç suretindeydi. Yeşil bir elbise giymiş, altın nalınları vardı.” hadisleri bunlara örnektir. (Hadis Müdafası İbni Kuteybe sayfa 66 – 67) Meşhur hadisçilerin bu tarz uydurma hadisleri nakledenleri yalanladıkları ve bu hadisleri kabul etmedikleri doğrudur. Fakat bu bölümde ve bundan sonraki bölümlerde en ünlü, en doğru, en güvenilir hadis kitaplarındaki hadisleri görünce, hadis kitaplarında doğru ile yalanın ayırt edilemeyecek şekilde karıştığını, hadis toplarken gösterilen doğru ile yalanı ayırt etme çabasının bir işe yaramadığını anlayacağız. Zaten Kuran yeterli, eksiksiz, tüm teferruatları içeren kitabımız olduğuna göre böyle çabalara da gerek yoktur. Kuran'ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o Allah'tan başkasının katından olsaydı elbette içinde bir çok çelişkiler bulacaklardı. 4 Nisa Sûresi 82 Hiç şüphesiz Hatırlatıcı'yı biz indirdik biz. Onun koruyucuları da gerçekten biziz. 15. Hicr Sûresi 9 Nisa suresindeki ayetten dinimizin kaynağının çelişkisiz olduğunu öğrenebiliriz. Allah Kuran'ın çelişkisiz olduğunu söyleyerek hem Kuran'ın doğruluğunu, hem de dinin kaynağının sahip olması gereken özelliği öğretiyor. Kuran ile çelişen hadislerin olması, hadislerin Allah katından olmadığının ve dinin kaynağı olamayacağının ispatıdır. Ayrıca Hicr suresindeki ayetten Kuran'ın korunduğunu , böylece dini kaynak olarak korunmuş bir kitaba sahip olduğumuzu anlıyoruz. Bu bölüm ve bundan sonraki 3 bölümde, hadislerin Kuran'la, kendi içlerinde ve mantıkla çelişkilerini sergilememiz sonucunda hadislerin korunmadığını ve binlerce uydurma ile düzeltilemeyecek şekilde karıştıklarını göreceğiz. Yani bu bölümlerde hadislerin dinin kaynağı kabul edilmesinin korkunç sonucunu görüp; çelişkisiz ve korunmuş olan dinimizin tek kaynağı Kuran'a, yalnız Kuran'a dönmenin gerekliliğini daha da iyi kavrayacağız. 1 ALLAH'IN BALDIRI OLUR MU? Kuran : " ... O'nun benzeri gibi hiçbir şey yoktur.” 42 Şura Suresi 11 Hadis: "Allah ahirette Peygamberlere kimliğini kanıtlamak için bacağını açıp baldırını gösterir.” Müslim İman 302, Buhari 97/24,10/29, Hanbel 3/1 Bu hadisin hangi kitaplarda geçtiğine iyice dikkat edin. Hadis kitaplarının sözde en doğrusu olarak gösterilen, tek hadisini inkar edenin kafir olacağı söylenen Müslim ve Buhari'de. Hadisçilerin mantığına göre bu hadisi inkar eden kafir, bu hadise inanan gerçek Müslüman olacaktır. Allah'a hiçbir şeyin benzemediğini söyleyen ayete karşın, hiçbir mecazi ifadeyi çağrıştırmadan, Allah'ın baldırı olduğunu ve ahirette baldırını açacağını söylemenin saçmalığını uzunca anlatmaya gerek var mı? 2 ALLAH EL SIKIŞIR MI? Kuran: "Ve hiçbir şey O'nun dengi değildir.” 112 İhlas Suresi 4 Hadis: "Allah benimle görüştü ve el sıkıştı. Elini iki omuzum arasına koydu. öyle ki parmaklarının soğukluğunu iki göğsüm arasında hissettim.” Hanbel 5/243 Yine bu hadiste hiçbir mecazi manayı çağrıştırmadan, Allah’a parmak, parmaklarına da soğukluk atfederek Allah şekilleştirilmektedir. Bu hadis1 İhlas Suresi'nin Allah'ın hiçbir şeye denk olmadığını söyleyen ayeti gibi daha birçok ayetle de çelişir. Eğer hadisteki "el” ifadesi mecazi bir manaya gelip insani eli çağrıştırmasa kabul edilebilir olurdu. örneğin "Her şey Allah'ın elindedir.” dediğimizde cümlenin akışından her şeyin Allah'ın kontrolünde olduğu anlaşılır. Fakat Allah'a parmak, parmaklara soğukluk atfeden bu hadisten böyle mecazi bir manayı kimse çıkaramamaktadır. üstelik bu hadiste Allah ile Peygamber'in el sıkışması gibi kabul edilemez bir ifade de yer almaktadır. Şimdi bu hadisleri din kabul eden hadisçiler, mezhepçiler mi gerçek Müslümandır, yoksa hadislerdeki yanlışlıkları görüp Kuran'ı yeterli gören Kuran Müslümanları mı? 3 DİN DEĞİŞTİREN öLDüRüLSüN Mü? Kuran: "Dinde zorlama yoktur.” 2Bakara Suresi 256 Hadis: "Dinini değiştireni öldürün.” Nesei 78/14,Buhari 12/1883 Allah'ın hükmünü hadisle aşmaya, Allah'ın dinini kendi kafalarına uydurmaya çalışanların bu uydurması yüzünden çok kelleler gitmiştir. Radikal dinci örgütlerin yaptığı katliamları bu örgütlerin zihinlerinde meşrulaştıran bunun gibi hadislerdir. Evlerinin bodrumunu insan mezarına çevirenleri Diyanet kınamaktadır, ama aynı Diyanet Buhari ve Nesei gibi hadis kitaplarını da övmekte, dinin kaynağı olarak göstermektedir. Bu ne biçim bir iştir? Eğer Sunniliği savunursanız bu katliamlara karşı çıkmanız boşunadır. çünkü bu katliamlara temel olacak deliller Sunni hadis kitapları ve mezhep izahlarında mevcuttur. 4 öLüNüN SUçU NE? Kuran: “Doğrusu hiçbir günahkar bir başkasının günah yükünü yüklenmez.” 53 Necm Suresi 38 Hadis: "ölü ailesinin kendisi için ağlamasından dolayı azaba uğratılır.” BuhariK. Cemiz 32,33,34 Ne akla, ne de Kuran'ın genel mantığına uymayan bu hadis de uydurmacılığın Kuran ve akılla çelişkilerine örnektir. 5 NEDİR BU KADIN DüŞMANLIĞI? Kuran: "Ben sizden erkek olsun, kadın olsun hiçbir çalışanın ürettiğini boşa çıkarmayacağım. Hepiniz birbirinizdensiniz.” 3 Ali İmran Suresi 195 Hadis: Kadınlar arasında iyi kadın, yüz tane karga arasında alaca bir karga gibidir. Buhari 9/1391 Kuran hayır üreten erkeğin de kadının da önünü açık tutarken, hadisler kadının önünü kapamaktadır. Kadın konusu, Peygamber'e iftira olarak uydurulan hadislerin en çok olduğu konulardan biridir. Ayrıntılı bilgi için 21. ve 22. bölümleri okuyunuz. 6 ZALİM KİM? SöYLEYİN BAKALIM Kuran: "Zulmedenler dedi ki: Siz olsa olsa büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz.” 25 Furkan Suresi 8 Hadis: “Peygamber Medine’de bir Yahudi tarafından büyülendi. Günlerce ne yaptığını bilmez durumda ortalıkta dolaştı.” Buhari 76/47 Hanbel 6/57,4/367 Muhammed Abduh ve Mutezile’nin bu hadise itirazlarına karşın Muhammed Ebu Şehbe hadisi şöyle savunur: "Eğer Abduh sihir hadisini inkar etmişse akıl ve nakil ilimlerinde söz sahibi el Maziri, el Hattabi, Kadı İyaz, İbn Teymiyye, İbnul Kayyım, İbn Kesir, en Nevevi, İbn Hacer, el Kurtubi ve Alusi gibi pek çok alim de O’nun hem rivayet ve hem de dirayet yönünden doğru olduğunu ispat etmişlerdir.” Şehbe, Buhari ve Müslim'in de hadisi kabul ettiğini anlatır ve sihir sonucu olanları hadislere dayandırarak şöyle aktarır: " Peygamberimiz'e sihir yapılmıştı. Öyle ki hanımları ile cinsi münasebette bulunmadığı halde bulunduğunu zannederdi. Süfyan bunun en şiddetli sihir olduğunu söylemiştir.” (Ebu Şehbe, Sünnet Müdafaası, sayfa 152153) Kuran'a göre ise Peygamber'in büyülendiğini söyleyenler zalimlerdir. En güvenilir (!) hadisçilerin çoğuysa Peygamber'in büyülendiğini söylemektedir. Lütfen bu önermelerden mantık kuralları içerisinde sonuç önermesini çıkarın ve zalimin kim olduğunu söyleyin. 7 MİRASTA VASİYET VAR MI? Kuran: "Ey iman edenler!Herhangi birinize ölüm gelip çattığında vasiyet zamanı aranızda tanıklık şöyle olsun: Kendinizden adalet sahibi iki kişi yahut, yolculuk etmekte iken ölüm musibeti başınıza geldiyse sizin dışınızda iki kişi” 5 Maide Suresi 106 Hadis: "Varis için vasiyet yoktur.” Hanbel 14/238 Kuran'da hem Maide suresindeki bu ayette hem diğer ayetlerde vasiyet anlatılır. Vasiyetten arta kalanlar Kuran'da tavsiye edilen şekilde dağıtılır. Vasiyeti iptale yönelik bu hadis aslında Kuran'ın bir hükmünü iptale yönelik bir girişimdir. 8 EN BüYüK AZAP RESSAMLARA MI? Kuran: "Gerçekten Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı ise dilediğini bağışlar.” 4Nisa Suresi 48 Hadis: Cehennemde en şiddetli azaba uğratılacak kişiler ressamlardır. BuhariTesavir, 89 Kuran'a göre en büyük günah Allah'a ortak koşmadır. Allah ortak koşmayı affetmeyeceğini söylemekte, bunun dışında her günahın affedilebileceğini belirtmektedir. Bu yüzden Allah'ın en şiddetli azabına uğrayacak olanlar da ortak koşanlardır. Oysa Buhari'nin yukarıda alıntıladığımız hadisine göre en şiddetli azaba ressamlar uğrayacaklardır. (Mezhepçi, hadisçi İslam'ın sanat düşmanlığı sonucunda uydurdukları hadisleri kitabın 18. bölümünde okuyabilirsiniz.) Bu hadis başta Kuran ile çelişmektedir. Ayrıca mantık ile çelişen bu hadisin çeliştiği başka hadisler de vardır. örneğin diğer bir hadise göre cehennemde en şiddetli cezaya satranç oynayanlar çarptırılacaktır. (Büyük Günahlar, Hafız Zehebi, sayfa 9697) 9 ALTIN TAKILIR MI, İPEK GİYİLİR Mİ? Kuran: "De ki; ‘Allah'ın kulları için çıkardığı süsü ve temiz rızıkları kim haram etmiş? De ki: ‘ Bunlar dünya hayatında iman edenler için, kıyamet gününde ise yalnızca onlarındır. Bilen bir topluluk için biz ayetleri böyle detaylı anlatırız'” 7 Araf Suresi 32 Hadis: "Altın ve ipek ümmetimin kadınlarına helal, erkeklerine ise haramdır.” Müslim 2/16 Altın ve ipek hem erkek için, hem de kadın için bir süs eşyasıdır. Kuran'da hiçbir ayette yasaklanmazlar. Allah inananların dünyada da bu süslerden yararlanabileceklerini söyler ve erkek kadın ayrımı yapmaz. Her hadisinin doğru olduğu iddia edilen Müslim'in bu hadisi Kuran'ın belirttiğimiz ayeti ile çelişir. 10 DEPREMLERİN SEBEBİ OLAN BALIĞIN CİNSİ NE? Kuran: "Bundan sonra yeri yumurta biçimine soktu.” 79 Naziat Suresi 30 Hadis: "Dünya balığın üzerindedir. Balık başını sallayınca Dünya'da depremler olur.” İbni Kesir Tefsiri 2/29 68/1’in açıklamaları Kuran, mucizevi bir şekilde dünyanın yumurta biçiminde elipsoid olduğunu, ceninin oluşumunu, evrenin oluşumunu, rüzgârların aşılayıcı olması gibi bir çok konuyu açıklarken (Kuran Hiç Tükenmeyen Mucize kitabında bu konuyu çok detaylı bir şekilde işledik), hadislerde yer alan yukarıdakilere benzer hurafeler hem Kuran'la, hem de mantıkla çelişirler. Dünyayı balığa oturtan, depremleri balığın kuyruğunun sallanmasına bağlayan bu zihniyete bir soralım: Bu balık palamut mudur, yunus mudur, lüfer midir? Lütfen bir hadis daha bulup, bizi aydınlatın! HADİS - HADİS ÇELİŞKİLERİ Bir evvelki konuda gördüğümüz gibi Allah Kuran’ın korunduğunu ve içinde çelişki olmadığını söylemektedir. Allah, Kuran’ın çelişkisiz olmasını Kuran’ın kendi katından oluşuna delil gösterir. Böylece dinin kaynağının çelişkisiz ve korunmuş olması gerektiği anlaşılır. Bu mantıktan hareketle 6. Bölümde Kuran ile hadislerin çelişkilerini ortaya koyup hadislerin dinin kaynağı olamayacağını gösterdik. Bu bölümde ise hadislerin kendi aralarındaki çelişkilerini de gösterip hadislerin çelişik ve korunmamış olduklarını, dolayı-sıyla dinin kaynağı olamayacaklarını bir kez daha ispat edeceğiz. Böylece hadislerde doğru ile yalanın ayırt edilemeyecek şekilde karıştıklarını bir kez daha anlayacağız. Herhangi bir hadis Kuran, başka bir hadis ve mantıkla çelişmiyorsa dahi zandır. Din ise zanna ta-bi olarak oluşturulamaz. Bu yüzden hiçbir hadis; din olarak algıla-namaz, hiçbir hadis din adına bir şey ifade edemez. Yer yüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan seni Allah’ın yolundan saptırırlar. Onlar sadece zanna uyuyorlar ve onlar sadece tahminde bulunup saçmalıyorlar. 6- En’am Suresi 116 Onların çoğunluğu zandan başkasına uymaz. Doğrusu zan gerçek adına hiçbir şey ifade etmez. Şüphesiz Allah onların yaptıklarını bilendir. 10- Yunus Suresi 36 Ey iman edenler ! Zandan çok sakının çünkü; zannın bir kısmı günahtır. 49- Hucurat Suresi 12 Ayetlerden insanların çoğunluğunun zanna (sanıya) uyabileceğini, fakat bunun bir şey ifade etmeyeceğini görüyoruz. Dini hadislere bina etmeye çalışmak; dini, zan gibi temelsiz, çürük bir temele bina etmektir. Oysa elde Kuran gibi her açıdan mucize, korunmuş, çelişkisiz, sapasağlam bir temelimiz vardır. Şimdi de hadislerin ken-di içindeki çelişkilerini, seçtiğimiz 10 örnekle görüp, bu temelin çü-rüklüğünü, dolayısıyla temel olamayacağını anlayalım. 1- ORUÇLU İKEN KAN ALDIRILIR MI? 1. çelişik Hadis:“Kan aldırmak yapanın da yaptıranın da orucunu bozar.” Tirmizi Oruç 60/Ebu Davud Oruç 28/Buhari Oruç 32 2. çelişik Hadis:“Peygamber’imiz oruçlu iken kan aldırmış-lardır.” Ebu Davud Oruç 29-30/Tirmizi Oruç 59/Buhari Tıp 11 Peygamber eğer kan aldırmanın orucu bozduğunu söyleseydi, hiç şüphesiz kendisi kan aldırmazdı. üstelik Kuran’da orucu; yemek, içmek ve cinsel ilişkinin bozduğu geçer. Yani birinci çelişik hadis ikinci hadisle olduğu gibi Kuran’la da çelişmiştir. Fakat en doğru denen altı hadis kitabının üçünden yaptığımız bu alıntı, çelişik hadislerin en doğru denen kitaplara nasıl girdiğinin bir delilidir. 2- TUVALET HANGİ YÖNLERE KARŞI YAPILABİLİR? 1. çelişik Hadis:“Gerek küçük, gerek büyük tuvaletinizi yaparken kıbleye dönmeyin.” Hanbel 3/12 2. çelişik Hadis:“Peygamber’imiz bir takım insanların küçük ve büyük tuvaletleri için kıbleye dönmeyi hoş karşılamadıklarından, bu bidatı (hurafeyi) kaldırmak için tuvaletini kıbleye doğru yaptırdı.” Buhari 4/11 Bir hadiste kıbleye karşı tuvaleti yapmanın hurafe olduğu anla-tılırken, diğer bir hadiste ise Peygamber hurafe uygulayıcısı olarak gösterilmiş oluyor. Görüldüğü gibi hadisleri Peygamber’e atfetmek aslında Peygamber’e bir çok iftirayı beraberinde getirmiştir. 3- ORUÇLU İKEN HANIM ÖPÜLÜR MÜ? 1. çelişik Hadis:“ Peygamber oruçlu iken hanımlarını öptü.” İbn-i Kuteybe- Hadis Müdafası 372 2. çelişik Hadis:“Oruçluyken hanımını öpenin durumu sorul-duğunda Peygamber; “Orucu bozulmuştur” dedi.” İbn-i Kuteybe Hadis Müdafası 372 Bu hadisler aslında İbn-i Kuteybe’nin dışında Kütüb-ü Sitte denilen meşhur altı hadis kitabında da vardır. Fakat biz bu hadislere, İbn-i Kuteybe’nin çelişik ve mantıksız hadisleri zorlama yorumlarla kurtarmak çabasından ibaret olan eserinde rastladık. Eğer hadislerin mantıksızlığını ve çelişikliğini bu hadisleri savunan birinin eserinden öğrenmek istiyorsanız size de İbn-i Kuteybe’nin “Hadis Müdafası” kitabını tavsiye ederiz. Bir hadise göre Peygamber oruçlu iken hanımını öpüyor, diğer hadis oruçlunun öpüşemeyeceğini söylüyor. Belli ki bu hadislerden en az biri uydurmadır. İkisini de doğru olarak almak Peygamber’i ne yaptığını bilmez, çelişkili hareketleri olan, (haşa) bunakvari bir kişi yerine koymak olur. Bu yüzden Peygamber’e en büyük iltifat, hadisleri bir kenara atıp Kuran’ı ele almakla olur. 4- BİR NAMAZ İKİ KERE KILINIR MI? 1. çelişik Hadis:“Biriniz evinde namazı kılar da sonra namaz kılmakta olan imama yetişirse, onun arkasında namaza dursun. İkinci kıldığı onun için nafile olur.” İbn-i Kuteybe Hadis Müdafası 366 2. çelişik Hadis:“Bir namazı günde iki defa kılmayın.” Ebu Davud 2/56 İkinci hadis hem birinci hadisle, hem de Kuran’la çelişir. Ku-ran’da namaz kılmak övülmüştür. Fazladan kılınan namazın ne zararı olabilir. Kimi durumlarda kılınacak olan namazın kılınmamasına neden olacak bu hadis, kişilerin Allah’ı daha çok anmasını engellemektedir. 5- KüçüK TUVALET NASIL YAPILIR? 1. çelişik Hadis:“Kim size Peygamberimiz’in ayakta küçük tuvaletini yaptığını söylerse inanmayın. Süneni Nesei 1-2/25 2. çelişik Hadis:“Peygamber’imiz bir kavmin süprüntüsüne varıp ayakta küçük tuvaletini yaptı.” Buhari 1/167 Birinci hadisin anlattığı ve Kuran’da olmayan bu uygulamanın aslında bizi hiç ilgilendirmemesine rağmen, geleneksel İslam anla-yışında ağırlığı olduğunu görüyoruz. Peygamber’in ayakta küçük tuvaleti yasakladığı söylenen uydurmalara binaen, bazı kişilere ra-hatsızlık vermesi muhtemel olan oturarak tuvalet yapmaya ‘Sünnet’ denmiş ve bundan sevap umulmuştur. Ayakta tuvaleti yapmak ise çirkin görülmüştür. 6- SU NASIL İçİLİR? 1. çelişik Hadis:“Peygamber ayakta su içilmesini yasakladı.” Ebu Davud 4/No:3717 2. çelişik Hadis:“Peygamber’i sizin benim gibi ayakta su içerken gördüm.” Ebu Davud 4/No:3718 Bu örnek hadislerde de birinci hadis, kendisiyle çelişen ikinci hadis de olmasına rağmen daha çok itibar görmüştür. Günümüzde de geleneksel İslam’ı yaşayanların suyu oturarak ve üç yudumda içtiklerini ve bundan da sevap beklediklerini gözlemleyebiliriz. 7- AYBAŞILI KADIN CAMİYE GİREBİLİR Mİ? 1. çelişik Hadis: Peygamber’imiz caminin bahçesine girerek şöyle dedi: “Şurası muhakkak ki cami ne cenabete, ne aybaşılıya helal değildir.” Müslim Hayz 11, Ebu Davud Taharet 104 Tirmizi Taharet 101, Nesai Hayz 18 2. çelişik Hadiseygamber’in hanımı anlatıyor: “Peygam-ber’imiz bizden biri aybaşılı olduğu halde onun kucağına başını koyar, Kuran okurdu. Bizden birimiz aybaşılı iken camiye gidip Pey-gamber’e birşeyler götürürdük.” Nesai, Hayz, 19 Bir hadise göre aybaşılı kadın camiye girebilirken, diğer hadise göre aybaşılı kadın camiye giremez. (Aybaşılı kadının ibadetlerden nasıl alıkonduğunu 35. bölümün 2. sorusunda, 36. bölümün namaz kısmında ve 21. bölümde inceleyeceğiz.) 8- HACDA İHRAMLI OLAN EVLENEBİLİR Mİ? 1. çelişik Hadis:“Peygamber Meymune ile evlendiği zaman her ikisi de ihramlıydı.” Nesei 5-6/179 2. çelişik Hadis:“İhramlı olan bir kişi [Hacda olan] ne evlenebilir, ne kız isteyebilir, ne de başkasının nikahını kıyabilir.” Nesei 5,6/249 Kuran’da haccın nasıl yapılacağı açıklanmıştır. Kuran ile yetinmeyip, hadislere din bina edilmeye kalkışılınca ortaya çıkan çelişkiler yumağı ortadadır. 9- ERKEKLERİN BALDIRI GÖZüKEBİLİR Mİ? 1. çelişik Hadis:“Baldırları açık olan bir sahabeye Peygam-ber’imiz rastlamış ve ‘Baldırlarını ört. Baldırlar da avret yerlerindendir.’ demiştir.” Tehzibut Tezhip 2/69 2. çelişik Hadis:“Peygamber’imiz evde baldırları açık yan üstü yatıyorlardı. Ebu Bekir izin istedi Peygamber hiç istifini bozmadan izin verdi. Ömer istedi aynı şekilde ona da verdi.” Hanbel 1/71 Hadislerden birine göre baldırları örtmek lazımdır. Diğer hadiste ise Peygamber’in yanına birileri gelmesine rağmen baldırları-nı örtmediği gözükür. Nitekim bazı mezhepler birinci hadisi alıp erkeklerin dizle göbek arasını örtmelerinin farz olduğu şeklindeki bir zorluğu dine sokmuşlardır. 10- ÖLÜ HAYVANIN DERİSİ NE OLACAK? 1. çelişik Hadiseygamber’imiz; “Deri işlendi mi temiz olur” dedi. Sonra ölü bir koyuna rast geldi ve “Onun derisinden faydalansanıza” dedi. Buhari 72/30 2. çelişik Hadis: Peygamber’imiz “Ölü hayvanın ne derisinden ne de sinirinden faydalanınız.” dedi. Hanbel 4/310,311 Kuran’a göre leşi yemek haramdır. Leşin derisinin haramlığına dair Kuran’da bir ifade yer almaz. Bu konuda söylenen iki hadiste ise birine göre leşin (ölü hayvanın) derisi kullanılamaz, diğerine göre kullanılabilir. Elimizde çelişkisiz Kuran varken, bu çelişkiler yığınına dönmüş hadislerle uğraşmak bizi Kuran’dan uzaklaştırmaktan başka bir işe yaramamıştır. Bu yüzden Allah’ın elçisi Peygamber’imiz Hz. Mu-hammed’in ahirette toplumundan tek şikayeti şöyledir: Elçi de şöyle der; “Ey Rabbim, benim toplumum bu Kuran’ı devre dışı tuttular.” 25- Furkan Suresi 30 HADİS MANTIK ÇELİŞKİLERİ Bu bölümden önceki bölümlerde verdiğimiz örnekler, Kuran’ın korunmuş, tutarlı, tamamlanmış, çelişkisiz ve dinin tek kaynağı olma vasıflarına sahip olduğunu; buna karşın hadislerin korunmadığını, tutarsız, çelişkili olduklarını ve sadece zan olan hadislerin dine kaynak olamayacaklarını, üstelik Kuran yeterli ve detaylı olduğu için buna gerek de olmadığını ortaya koymaktadır. Bundan sonraki bölümlerde vereceğimiz örneklerle bu tezi iyice ispatlayacağız. Bu bölümde ise hadislerin mantıkla çeliştiklerini göstermeye çalışacağız. Kuran’a göre insanlar sürekli akıllarını çalıştırmalı, gerek evrende, gerek kendi yaratılışlarında, gerekse Kuran’da Allah’ın delillerini görmelidirler. Akıllarını çalıştırmadan toplumdaki kelle sayısına, törelere, geleneklere, kabullere göre din oluşturanların, hatalı olduğunu Kuran’dan anlıyoruz. Kuran’a göre Allah’ın nimeti olan akıl, evrenle ve evreni, hayatı değerlendirmede rehberlik eden Allah’ın kitabıyla, mükemmel bir uyum içindedir. Bu uyumun bir parçası olan aklın dinle çeliştiğini söylemek, aklı bir kenara atıp dini anlamaya kalkmak, aklı çalıştırmada değil, aklı kullanmamada erdem aramak, dine akılsızca uygulamaları sokanların veya din düşmanlarının tezidir. Akıl dinle nasıl çelişir? Akıl Allah’ın bize hediyesi değil mi? Kuran defalarca bize aklınızı çalıştırın demiyor mu? Allah pisliği akıllarını kullanmayanların üzerine yağdırır. 10 Yunus Suresi 100 Bu ayet İslâm adına dine sokulan pisliklerin sebebini de göstermektedir. Mantıkla çelişen yüzlerce hadisi kitabımıza sığdıramayacağımız için sadece on tane örnek hadis ile yetineceğiz. Bu hadisleri incelememiz, aklını kullanmayanların üzerine yağan pisliği anlamamızı daha iyi sağlayacaktır. Anlattıklarımıza, geleneksel İslâmcılar her seferinde: “Bunlar Peygamber düşmanı, Peygamberimiz’in sözlerini inkar ediyorlar, Peygamberimiz’i kaale almıyorlar” sözleri ile iftira atmaktadırlar. Örnek verdiğimiz her hadiste şunu bir kez daha iyice düşünün: Bu hadisleri inkar, Peygamber’i iftiralardan kurtarmak mıdır, yoksa Peygamber’e iftira atmak mıdır? Hadisleri kabul Peygamber’e atılan iftiraları onaylamak ve kabul olmuyor mu? Hadisler dinin kaynağıdır diyenler bu iftiraların ortağı değil midir? Lütfen hadislerin Kuran’la, mantıkla ve kendi içlerindeki çelişkilerine dair bu bölümleri bir de bu soruları düşünerek okuyun. 1 YERYÜZÜNÜN ÜSTÜNDE OLDUĞU BALIĞIN CİĞERİ Hadis: “Yer yüzü balığın sırtındadır. Cennete girecekler ilk olarak bu balığın ciğerinden yiyecektir.” Buhari 3/51 Kuran’ın dünyanın yuvarlaklığına, Dünya’nın, Güneş ve Ay’ın hareketlerine, uzayın yaratılışına dair mükemmel izahlarına karşı hadislerdeki dünyanın öküzün ve balığın üzerinde olduğu saçmalığını tevil edenler (yorumla geçiştirmeye çalışanlar), balığın ciğerinden yenmesini ve balığın sallanıp deprem yapmasını nasıl tevil edecekler? Bu konuya açıklık getirecek arkadaşlar lütfen şu konuya da açıklık getirsinler. Bir hadiste Arş’ın 8 dağ keçisinin sırtında olduğu söyleniyor.(Bakın Ebu Davut Sünnet 19, Tirmizi Hadis no: 3320, İbni Mace Mukaddime 193) Bu dağ keçileri acaba nasıl keçilerdir? Ayrıca dağ keçilerinden bahseden hadiste yer ile gök arasının ya yetmiş bir, ya yetmiş iki, ya yetmiş üç yıllık mesafe olduğu geçiyor. Bu mesafe acaba yürüyerek yetmiş üç yıl mı, yoksa deve üstünde yetmiş üç yıl mı? 2 ALLAH = ZAMAN, HİÇ OLUR MU? Hadis: Peygamber’e Allah’ın yerleri ve göğü yaratmadan önce nerede olduğu soruldu, Peygamber ; “Bir bulut içerisinde idi, üstü hava, altı hava idi.”dedi. Hanbel 4/11 Hadis: Allah zamandır. Muvatta 56/3 Niye bu tarz saçma izahlar Kuran’da geçmiyor da hep hadislerde var? Dört hak mezhep diye sunulan mezheplerden birinin kurucusu Hanbel’dir ve hadis kitabı Hanbel de ona aittir. İkinci hadis kitabı da yine dört mezhepten birinin kurucusu olan Malik’in Muvatta’sıdır. Yukarıdaki iki hadisi kitaplarına alanların kurdukları mezhepler de ortadadır. Atomlardan oluşan hava da, maddenin değişiminden ibaret zaman da madde ile beraber yaratılmıştır. “Allah’ın kendisi zamandır, Allah bulutta idi etrafı ise havaydı” diyenlerin bilgi seviyeleri ve Kuran’ı hiç anlamadıkları, hava ve zamanın ne olduğundan habersiz oldukları da ortadadır. 3 HZ. MUSA AZRAİL’İ TOKATLADI MI? Hadis: Ölüm meleği Musa’ya gelerek: “Rabbine icabet et” dedi. Bunun üzerine Musa ölüm meleğinin gözüne tokat vurarak onu çıkarttı. Melek hemen Allah’a dönerek “Sen beni ölmek istemeyen bir kuluna göndermişsin, o benim gözümü çıkardı” dedi. Sahihi Müslim 10/176 Mantıkla hiç bağdaşmayan bu hadis aynı zamanda Hz. Musa’ya hakarettir. Allah’ın üstün ahlaklı bir Peygamber’i nasıl olur da ölümden kaçar. üstelik de meleğin gözünü kör edip ölümden kurtulur. Hiçbir yanlışı olmayan hadis kitabı diye tanıtılan Müslim’de ve diğer meşhur hadis kitaplarında bu hadis geçmektedir. Bu hadisi doğru diye kitaplarına alanların hiç şüphesiz hiçbir hadisine de, hiçbir sözüne de güven olmaz. 4 PEYGAMBERİMİZ HİÇ ZALİM OLUR MU? Ureyne ve Ukeyle kabilelerinden bir grup Medine’ye gelerek Müslüman oldular. Medine’nin havası onlara dokununca Peygamber onlara deve sidiği içmelerini öğütledi. Adamlar develeri dağıttılar ve çobanı da öldürdüler. Peygamber onları yakalattı, ellerini ve ayaklarını kesti, gözlerini oydu, çölde susuz ölüme terk etti. Biz onlara su vermek isteyince, Peygamber bizi engelledi.” Buhari Tıp5/1, Hanbel 3/107,163 Gözleri oymak, çölde susuz ölüme terk etmek hangi Kuran ayeti ile bağdaşır. Kendi yaptıkları canilikleri hoş göstermek için bu hadisi uyduranlar, Peygamber’i cani gibi gösterip, Peygamber’e hakaret etmiş oluyorlar. 5 YANGIN NASIL SÖNER Hadis: “Yangın gördüğünüzde tekbir getiriniz, zira tekbir (Allahuekber demek) onu söndürür. Ramuzel Hadis Ramuzel Hadis diğer hadis kitapları kadar ünlü olmadığı için, bu kitabımızda Ramuzel Hadis’ten hadislere az yer verdik. Fakat ülkemizde en çok satan hadis kitaplarından biri de bu kitaptır ve alıntıladığımız hadis gibi birçok hadisi içermektedir. Eğer bu hadisi birileri doğru kabul ederse itfaiye ekipleriyle beraber (Belki de itfaiye ekibi olmadan) tekbir getirecek bir koroyu da yangın yerine götürmeleri gerekirdi. 6CİNSEL MÜNASEBETLE İLGİLİ ÖNEMLİ BİR UYARI Hadis: “Sizden birisi cinsel münasebette bulunduğu zaman eşinin cinsel organına bakmasın, zira cinsel organa bakmak körlüğe sebep olur.” Feyzul Kadir 1326 Bu garip uydurmayla dinle dalga geçmek isteyenlerin eline ilginç bir malzeme verilmiştir. Belki de bu hadisi uydurarak Peygamber’e iftira edenin amacı da dinle dalga geçmekti. İnsanların hayatına ve cinselliğine Kuran’ın getirmediği zorlukları ve yasakları getirmek, insanlığa yapılmış bir zulümdür. Cinsel hayatı kısıtlayıcı bu tür hadislere karşın, Peygamber’in ve arkadaşlarının cinsel hayatını olağanüstü bir tarzda anlatan münasebetsiz hadisler de vardır. Bu hadislerden birine göre sahabeler Hacc’ı bitirip, kadınlarına yöneldiklerinde cinsel organlarından spermler damlıyordu.[Buhari, Hacc, 81; Müslim Hacc, 141] Diğer bir hadise göre Peygamber’imiz 30 erkeğin cinsel gücüne sahipti [Sahihi Buhari]. Başka bir hadise göre ise Peygamber nerede güzel bir kadın görse hemen eve koşar, hanımı Zeynep’le cinsel ilişkiye girerdi. [Buhari, Hibe, 8]. Bu hadisleri kabul etmek mi, yoksa reddetmek mi Peygamber’e saygısızlıktır, karar sizin! 7 CERAHAT YALAYAN KADIN Hadis: “Eğer erkeğin tepesinden tırnağına kadar cerahat aksa, kadın da bunları ağzı ile temizlese, yine de erkeğin hakkını ödemiş olmaz.” İbni Hacer el Heytemi 2/121 Geleneksel İslâm’da en çok hadis uydurulan konuların başında kadınlarla ilgili konular gelmektedir. Kuran’da, kadınlara yönelik kendi bakış açılarını bulamayıp, kadınları sokmak istedikleri şekli dinselleştirmek isteyenler, bol bol hadis uydurmuşlardır. Kitabımızın 21. bölümünde detaylı bir şekilde işlediğimiz kadın konusunda, uydurulan diğer hadislerden örnekleri de bulabilirsiniz. 8 NE YAPTIN EY KEÇİ? Hadis: “Zina yapan evlilerin taşlanarak öldürülmelerini emreden ayet Hz. Ayşe’nin döşeğinin altındaki sayfada yazılı bulunuyordu. Peygamber ölünce Hz. Ayşe onun gömülme işlemleri ile meşgulken, evin açık kapısından içeri giren bir keçi o sayfayı yedi. Böylece taşlayarak öldürme cezası Kuran’dan çıktı. Ama hükmü devam etmektedir.” İbni Mace 36/194,Hanbel 3/61,5/131 Bu hadis ve taşlayarak öldürmeyi savunan diğer saçma hadisler dinimize büyük zarar vermişlerdir. Bu hadislerle: 1 Kuran’ın zina edenlerle ilgili hükmü iptal edilmektedir. 2 Kuran’ın hükmüne ilaveten yeni bir hüküm getirilmektedir. 3 Kuran’ın eksik olduğu iddia edilmektedir. 4 Kuran’ı eksiltenin bir keçi olduğu gibi bir saçmalık savunulmaktadır. Kuran’ı yeterli kabul etmemenin sonucunda, en ünlü hadis kitaplarına uydurma hadisler sokarak savunulan bu inanılmaz iddiayı, önemine binaen 26. Bölüm’de özel olarak işleyeceğiz. 9 NE TAŞTIR BU TAŞ? Hadis: “Hacerül Esved cennettendir. O kardan daha beyaz idi ve müşriklerin günahı onu kararttı.” Hanbel 1/307 Hadis: “Hacerül Esved Allah’ın yeryüzündeki sağ elidir. Onunla insanlardan dilediği ile tokalaşır.” Camiüs Sağır 1/151 Hacerül Esved taşı için uydurulan bu tip hadisler, hac sırasında Kabe’de ilkel hareketlerin sergilenmesine sebep olmaktadır. Hacerül Esved taşına dokunmak için birbirini ezenleri dinimizi bilmeyenler görse, bazı insanların bu taşı put edindiklerini bile zannedebilirler. Bu hadisler daha evvel de alay konusu olmuştur. Hadislerin güvenilmez olduğunu Abbasiler döneminde savunup, sonra siyasi konjonktürde yok olan Mutezileler: “Bu hadise göre Hacerül Esved denen taş müşriklerin günahı yüzünden Kabe putperestlerin elinde iken karardıysa, şimdi Kabe Müslümanların elinde olduğuna göre bu taşın beyazlaması gerekir.” diyerek bu hadisi savunanlarla alay etmişlerdir. 10 GEL DE ÇIK İŞİN İÇİNDEN! Hadis: “Kalbinde hardal tohumu kadar kibir bulunan cennete giremez. Yine kalbinde hardal tohumu kadar iman olan da cehenneme giremez.” Buhari 81/51 Kişiyi en ufacık fiilinde cennete gönderen bir sürü hadis vardır. Kişiyi en ufacık bir fiilinde cehenneme gönderen de bir çok hadis vardır. Bu mantıksız yaklaşımlar kimi zaman yukarıdaki örnekte olduğu gibi tek bir hadiste de buluşabilmektedir. Peygamber’e yapılabilecek en büyük hakaret bu hadisleri onun söylediğini söylemektir. Peygamber’in bize tek yazdırdığı, mesaj olarak Allah’tan getirdiği Kuran dinimizin tek kaynağıdır. And olsun ki size hatırlatıcı bir kitap gönderdik. Hala aklınızı çalıştırmayacak mısınız? 21 Enbiya Suresi 10 HADİS İLAVELERİ itabımızın buraya kadarki bölümlerinde belirttiğimiz çok önemli bir noktayı, bazı yanılgıları düzeltmek için bir daha belirteceğiz. Kimileri Kuran’la, diğer hadislerle ve mantıkla çelişmeyen hadisleri kullanalım diyebilir. Fakat bu diğer hadisleri nakil edenler de aynı hadisçilerdir. Bu gördüğümüz hadisleri nakledenlerin sözüne nasıl güvenebiliriz? Hadisler Kuran, diğer hadisler veya mantıkla çelişmiyorsa dahi, dini bir mantığa, cennet veya cehennem tasvirine, her hangi bir sevap veya günah kavramıyla, sünnet veya mekruh tipi bir kavramla dahi ilave getiriyorlarsa, o hadis veya hadisin yorumu uydurma demektir. çünkü Kuran, kendisinin her şeyi açıklayan, yeterli ve dinin tek kaynağı olduğunu söylemektedir. Sana her şey için ayrıntılı bir açıklayıcı, doğruya ileten, rahmet olan ve Müslümanlara müjde olan kitabı indirdik. 16- Nahl Suresi 89 Kuran’a ilave bir sevap veya günah kavramını ileri sürmek bu ayetle ve kitabın 2. bölümünde bir kısmını belirttiğimiz ayetlerle çelişir. Bu yüzden herhangi bir hadis Kuran’dan anlaşılmayan bir şeyi ifade ediyorsa veya hadisin yorumuyla Kuran’dan anlaşılmayan bir sevap, günah, sünnet, mekruh kavramı çıkartılıyorsa Kuran’ın her şeyin detaylı açıklayıcısı olmasına binaen bu hadisler veya yorumları yalandır. Burada yeni bir soru ortaya çıkabilir. Eğer bir ha-dis, Kuran, başka bir hadis ve mantıkla çelişmiyor ve dini anlayışa ilave yapmıyorsa doğru mudur? Bu sorunun cevabı: “Bilemeyiz”dir. Nasıl bilebiliriz ki; bu hadisler, tüm o yalanları nakledenlerin kita-bından alınmıştır. üstelik Kuran yeterli iken şüpheli kaynak olan hadislerle niye uğraşalım ki? Kuran’da Allah zanna tabi olmamamı-zı söylerken, niye Allah’ın bu emrini çiğneyip zan olan hadislerden medet umalım. Hicri 200-300 yıllarında toplanmaya çalışıldığında içine giren çelişki, yalan ve mantıksızlıkları gördüğümüz hadisleri, Hicri 1400’de biz mi düzelteceğiz? Tüm bu çabalar aslında Kuran’ı yetersiz görmenin ve hadise kapı açmanın dinde oluşturduğu felaketi anlamamanın sonucudur. Kuran’da geçmeyen bir mantığı veya bir uygulamayı dine ilave eden hadislere ise aşağıdaki 10 örneği verebiliriz. 1- HESAP MAKİNESİ İLE İBADET Hadis: “Cemaatle kılınan namaz tek başına kılınan namazdan 27 derece daha üstündür. “ Buhari Ezan 30, Müslim Mescid 249, Muvatta Cemaat 1 Eğer ki bu hadisin Kuran’la, başka bir hadis veya mantıkla çelişkisini göremiyorsanız, yine de uydurma olduğunu söyleyebilirsiniz. çünkü Kuran’da böyle bir bilgi yoktur. Misvakla(diş fırçası yerine kullanılan bir ağaç kökü) alınan abdestin, sarıkla kılınan nama-zın yirmi yedi veya yetmiş kat daha sevap olduğunu söyleyen hadisler de böyledir. 2- SOL ELE DİKKAT Hadis: “Sol elinizle yemeyiniz, içmeyiniz. çünkü Şeytan sol eliyle yer, içer.” Hanbeli 2/8,33 Bazı gelenekçi dini grupların kurslarında sol elle yemek yiyen çocukların elleri dayaktan şişirilmekte, yüzü koyun yatan çocuklar dövülüp gece yarısı kaldırılmaktadır. çocukların psikolojisini bozan bu uygulamaların sebebi ise bu ve benzeri hadislerdir. 3- DOĞAN çOCUK İLE İLGİLİ SEREMONİLER Hadis: “Hazreti Peygamber çocuğa doğumunun yedinci gününde isim konmasını, çocuğun yıkanarak pisliklerden temizlenmesini ve kurban kesilmesini emir buyurdu.” Tirmizi- Edeb 63/2834, Ebu Davud 2837 Bu hadisi okuyan bu hadiste kötü bir şey görmeyebilir. Fakat Kuran’da çocuğa yedinci günü isim konmasının veya kurban kesilmesinin gerekliliğine dair hiçbir şey yoktur. Demek ki dinde olmayan bir sevap kavramını dine ilave eden bu hadis de uydurmadır. İllaki hadisin zararlı bir şey ifade etmesi gerekmez. Hatta hadis iyi bir şeyi dahi sevap gibi dine sokuyor veya zararlı bir şeyi mekruh yapı-yorsa dine ilave getirdiği için hadisin yine uydurma olduğu anlaşı-lır. Bu tip uydurmaların sebebi kitabın 5. Bölüm’ünde değindiğimiz gibi dini sevdirmek olabilir. Fakat sebebi ne olursa olsun, insani olanı Allah’ın dinine katmak, insansal ile Allah’tan olanı karıştırmaktır ki bu dine ihanettir. 4- KARA KÖPEKLERİ ÖLDüRELİM Mİ? DEVE ŞEYTANDAN MI YARATILDI? Hadis: “Tüm kara köpekleri öldürünüz. çünkü onlar Şeytan-dır.” Hanbeli 4/85,5/54 Kuran’daki Kehf suresinde gençler ve köpekleri anlatılır. Bu gençler övülmekte ve köpeklerin aleyhinde hiçbir şey söylenilmemektedir. Bu ayetleri eğer hatırlamazsanız, Peygamber döneminde köpeklerin mescidde dolaştığına dair hadisi de bilmiyorsanız, bu hadis size mantıksız da gelmiyorsa, sırf Kuran’da geçmeyen bir şeyi dine ilave ettiğine bakarak bu hadisi ve köpekler aleyhine diğer hadisleri reddedebilirsiniz. Bu tarz hadisler yüzünden köpeğin abdesti bozduğu gibi uydurmalar üretilmiş ve insanlar hayvanlar alemindeki en yakın dostlarından uzaklaştırılmışlardır. Aslında hayvanlar alemiyle ilgili uydurma hadisler çok fazladır. Örneğin bir hadiste horozun melek gördüğü için öttüğü, eşeğin şeytan gördüğü için anırdığı söylenir. (Bakınız Sahihi Müslim) Fa-renin aslında Yahudi olduğu, bu yüzden deve sütü içmediği başka bir hadistir.(Bakınız Sahihi Müslim Zühd) Karganın sapkın(fasık) olduğu da hadistir.(Bakınız Buhari 59/16, Hanbeli Müsned 2/52) Devenin şeytandan yaratıldığı biyolojiye (!) ışık tutacak bir hadistir! (Bakınız Hanbeli Müsned 4/85) Kedinin aslanın aksırığından, domuzun filin aksırığından yaratıldığını iddia eden hadisler de vardır. (Bakınız El Mecruhin 1/101) Tüm bu hadisler Kuran’da geçmeyen uydurmalarıyla dinin mantıksız sanılmasına sebep olmuşlardır. Şimdi sadece Kuran’dan din anlaşılmaz diyenlere soralım. Sizin dini anlamadaki yönteminize göre hadisler dinin kaynağıdır. O zaman sizin yönteminize göre en güvenilir hadis kitaplarında geçen bu izahları da kabul etmeniz gerekir. Kabul ediyor musunuz? Kabul etmiyorsanız, sadece Kuran’ın güvenilir olduğuna ve o zaman dinin Kuran’dan anlaşılması gerektiği sonucuna varırsınız. Eğer bu hadisleri kabul ediyorsanız, ne diyelim, hayırlı olsun!... 5- YEMEK TAKIMLARI GüMüŞSE DEĞİŞTİRMEK! Hadis: “Peygamber bize: ‘Altın ve gümüş kap içerisinde yemek yemeyi ve su içmeyi yasakladı.” Buhari 12/1952 Kuran’da böyle bir yasak da, hüküm de yoktur. Bu tarzda bir ilaveyi dine sokmak, Kuran’ı yetersiz görmek, Kuran’ın üzerine ilaveler yapmak manasına gelir. 6- üç PARMAK KESEN DÖRDüNCüYü DE KESSİN DAHA İYİ Hadis: “Bir kadının parmaklarını kesmenin cezası, deve cinsinden tazminat olarak şöyledir; bir parmak için on deve, iki parmak için yirmi deve, üç parmak için otuz deve, dört parmak için yirmi deve.” Muvatta 43/11 Hanbel 2/182 Erkek olsun, kadın olsun birinin parmağını isteyerek veya yan-lışlıkla kesenin ceza olarak tazminat vermesinde bir gariplik yoktur. Fakat Kuran’da yukarıdaki gibi bir tazminat belirlenmemiştir. Yani insanlar içlerinde bulundukları devir ve şartlara göre tazminatları belirleyebilir. Belli bir devirde buna benzer bir tazminat verilmiş olabilirse de bu tazminatın evrensel olduğu ve her dönemde deve üzerinden yapılması gerektiği yorumu uydurmadır, dine ilavedir. üstelik yukarıdaki tablo mantıklı da değildir. Nasıl üç parmağı kesmenin tazminatı otuz deve iken dört parmağı kesmenin tazminatı yirmi deve olur? 7- KADINLARINIZI SüNNET ETTİRDİNİZ Mİ? Hadis: “Ey Atıyye, yufkadan sünnet et, derin gitme, çünkü yufka sünnet etmek(kanın üste çıkmasıyla) yüzü güzelleştirir ve kocası için daha zevkli olur. İhyau Ulumiddin – İmamı Gazali – 1/382 Kuran’da kadının da, erkeğin de sünnet olması geçmez. Sünnetin sağlığa faydalı olduğunu düşünen sünnet olabilir, ama sünnet olmak istemeyen olmayabilir de. Bu dini bir sorumluluk değildir. Hadiste görüldüğü gibi, kadınların sünneti de hadis başlığıyla dinimize mal edilmiş bir uygulamadır. Hadise göre kadının sünneti derin kesilmemek kaydıyla yapılmalıdır. Bu uygulama yüzü güzelleştirecektir(!) ve kadının kocasının zevk almasını sağlayacaktır. Gazali’yi yere göğe sığdıramayıp ona Hüccetül İslam(İslam’ın senedi), Zeynüddin(Dinin süsü) lakaplarını takanlar, Gazali’yi ilmin doruğu görenler, hadisleri Kuran’a eş koşanlar! Kadınlarını, kızla-rınızı sünnet ettirdiniz mi? Ettirmediyseniz, niye ettirmiyorsunuz? Yoksa siz sünnete muhalefet mi ediyorsunuz? Yoksa siz sünneti be-ğenmiyor musunuz? Bu uydurma sünnetleri beğenmeyenlerin, uydurma izahlarınıza göre kafir olacağını bilmiyor musunuz? Ne ya-zık ki dine sokulan bu ilaveler dinin uygulanamaz bir sistem olarak görülmesine sebep olmuştur. Ne yazık ki Gazali gibi en çok ciddiye alınan kişiler bu izahlara yer vermiştir. 8- NE AĞAçTIR O! NE DİŞTİR O! NE DERİDİR O! Hadis: “Cennette bir ağaç vardır ki binekli onun gölgesinde yüz yıl gider.” İbn-i Mace Züht 39, Müslim Cennet 6, Tirmizi Cennet 19 Hadis: “Cehennemde kafirin azı dişi Uhud dağı kadar, derisinin kalınlığı da üç günlük mesafe kadardır.” Sahihi Müslim Hadis: “Cehennem ehli ateşte o kadar büyüyecek ki kulak memesi ile boynu arası yediyüz yıllık mesafe kadar olacaktır.” Hanbel – Müsned Hadis: “ümmetimin fakirleri zenginlerden beş yüz sene evvel cennete girecektir.” Tirmizi, İbn-i Mace Kuran’da geçmeyen bu anlatımlar, cenneti ve cehennemi anlama hususunda ilavelerdir. Kuran gerekli cennet ve cehennem tarifini yapar. Kuran gerekli izahları yapmışken bu izahları yapmak, Kuran’ın izahlarına yeterince önem verilmemesine yol açar. Hadislerde Kuran’da olmayan bir çok cennet ve cehennem manzarasına rastlayabiliriz. Bu açıklamalar ister mantıklı olsun, ister mantıksız olsun hiçbirine aldırış etmemek gerekir. Sadece uygulama alanında değil, ilave bir dini anlayış getirme alanında da hadisler kabul edilemez. 9- DEVE ETİ YİYENE ABDEST ALDIRMAK Hadis: “Peygamber deve eti yemekten soruldu, Peygamber ‘Onu yediyseniz hemen abdest alın’ dedi.” Ebu Davud 1/185 Kuran’da deve etinin abdesti bozduğu geçmez. Bu yüzden Ku-ran’a ilave olan bu dini zorlaştırıcı hüküm de dine ilavedir. Kimi mezhepler bu hadise göre deve eti yiyenin yeniden abdest alması gerektiğini söylemişlerdir. Kitabımızın 36. Bölümünde Kuran’dan anlaşıldığı şekliyle abdesti anlatacağız. 10- GAZALİ’NİN KURTULUŞ REçETESİ Hadis: “Salı günü gündüzün ortasında veya güneş yükseldiğin-de kim ki her rekatında bir Fatiha, bir Ayetel Kürsi ve üç İhlas okumak suretiyle on rekat namaz kılarsa, yetmiş gün defterine günah yazılmaz, bu yetmiş gün içerisinde ölürse şehit olarak ölür ve yetmiş senelik günahı bağışlanır.” İhyau Ulumiddin 1/539 Hadis: “Kim ki çarşamba günü güneş yükselince on iki rekat namaz kılar, her rekatında bir Fatiha, bir Ayetel Kürsi, üç İhlas ve üç Muavezeteyn okursa arşın altından bir münadi: ‘Ey Allah’ın kulu! Geçmiş günahların bağışlandı. Allah kabir karanlığı azabını ve kıyametin şiddetini senden kaldırdı, artık senin için fazla amele lüzum yok” diye bağırır ve o gün kendisi için bir Peygamber sevabı yükselir.” İhyau Ulumiddin 1/540 İslam aleminin en önemli klasiklerinden kabul edilen İhyau-Ulumiddin’de Gazali, Kuran’da geçmeyen namazları açıklamakla dine ilaveler yapmıştır. Bu hadislere göre yetmiş günde bir Salı günkü namazı kılmak veya hayatta bir kez çarşamba günkü nama-zı kılmak bir Müslüman’a yetecektir. Tek namazla yetmiş senelik günahın bağışlanması da, Peygamber sevabı da mümkün olmaktadır. Bu açıklamaları bilmeyenler İmam Gazali’nin İhyau Ulumiddin eserini alsınlar da tek bir kez namaz kılmayla kurtuluşun reçetesini öğrensinler! İmam-ı Gazali akla sığmayan bu uydurmaları yapmakta ve ısrarla aklın bu yollarda yürümeyeceğini, akılla sonuca gidenin hüsrana uğrayacağını anlatmaktadır. Gazali felsefecilerle atışırken zirvede izahlar yapmıştır. Ama fıkıh, hadis, tasavvuf alanlarında ne yazık ki aynı başarıyı gösterememiştir. SİZ BU HADİSLERİ DİNİMİZE KAYNAK OLARAK YAKIŞTIRIYOR MUSUNUZ? Hadislerin dinin kaynağı olmayacağını anlattıktan sonra hadisleri; Kuran, Diğer hadisler, Mantık İlaveler açısından inceleyip dinin kaynağı olamayacaklarını, böylece Kuran’ın dinin tek kaynağı olması gerektiğini gösterdik. Bu bölümlerde kullandığımız hadislerin kimisi hem Kuran, hem diğer hadisler, hem mantıkla çelişip, hem de dine ilaveler yapıyordu. Fakat biz dört bölümün dördüne de giren veya iki, üç maddeyi de kapsayan hadisleri tek bir başlık altında inceleyip, o madde açısından o hadislerin geçersizliğini açıkladık. Kitabı ansiklopedi yapmak istemedi-ğimiz için her bölümde sadece on örnek verdik. ümit ediyoruz ki tüm bu anlatılanlar Kuran’daki aydınlığın, hadislerdeki karanlığın kavranmasını sağlayacaktır. Şimdi hadislerin dinin kaynağı olduğunu söyleyenlere ve hadisleri dinin kaynağı yapan mezheplere uyup ben Hanefi’yim, ben Şa-fi’yim, ben Maliki’yim diyenlere soruyoruz. Siz bu hadisleri Al-lah’ın dininin kaynağı olmaya layık görüyor musunuz? Cevabınız eğer “Layık görmüyorum” ise o zaman tüm hadisleri ve mezhebinizi terk etmek zorundasınız. çünkü tüm bu verdiğimiz örnekler hadisçilere, mezhepçilere göre en itibarlı, en doğru kaynaklara dayanmaktadır. Eğer bu kaynaklar güvenilmezse, mezheplerin zihniyeti çökeceği için mezhep diye bir kurum da kalmaz. Hadis ve mezheplerin ortada kalmadığı bir ortamda ise dinin kaynağı olarak Kuran tek başına kalır. Zaten Allah’ın isteği de budur. 2. Bölüm’de Al-lah’ın Kuran’da; Kuran’ın tastamam olduğunu, her şeyi açıkladığı-nı, yeterli olduğunu, her detayı içerdiğini söylediğini gördük. Bu son 4 bölümde de dinin kaynağı olarak gösterilen hadislere örnekler verdik ki dinin tek kaynağının Kuran olduğu fikri iyice pekişsin. Dinin kaynağının Kuran olduğunu anladıysanız mezhep ve hadislere dayalı bilgilerinizi bir kenara bırakın, yalnız ve yalnız Kuran’a göre dinin teorisini ve pratiğini öğrenin. Eski bilgilerinizin geleneklere, geleneğinizin ise mezhep ve hadislere dayanabileceğini unutmayın. Bu yüzden zihninizi sıfırlayıp, Kuran’a göre dini baştan yapılandırmanız çok önemlidir. Eğer cevabınız “Layık görüyorum” ise, lütfen Kuran’ı daha çok okuyun, sonra bir de hadisleri okuyun... Ve gerçekten O (Kuran) iman edenler için bir doğruluk rehberi ve bir rahmettir. 27- Neml Suresi 77 HADİS İLAVELERİ itabımızın buraya kadarki bölümlerinde belirttiğimiz çok önemli bir noktayı, bazı yanılgıları düzeltmek için bir daha belirteceğiz. Kimileri Kuran’la, diğer hadislerle ve mantıkla çelişmeyen hadisleri kullanalım diyebilir. Fakat bu diğer hadisleri nakil edenler de aynı hadisçilerdir. Bu gördüğümüz hadisleri nakledenlerin sözüne nasıl güvenebiliriz? Hadisler Kuran, diğer hadisler veya mantıkla çelişmiyorsa dahi, dini bir mantığa, cennet veya cehennem tasvirine, her hangi bir sevap veya günah kavramıyla, sünnet veya mekruh tipi bir kavramla dahi ilave getiriyorlarsa, o hadis veya hadisin yorumu uydurma demektir. çünkü Kuran, kendisinin her şeyi açıklayan, yeterli ve dinin tek kaynağı olduğunu söylemektedir. Sana her şey için ayrıntılı bir açıklayıcı, doğruya ileten, rahmet olan ve Müslümanlara müjde olan kitabı indirdik. 16- Nahl Suresi 89 Kuran’a ilave bir sevap veya günah kavramını ileri sürmek bu ayetle ve kitabın 2. bölümünde bir kısmını belirttiğimiz ayetlerle çelişir. Bu yüzden herhangi bir hadis Kuran’dan anlaşılmayan bir şeyi ifade ediyorsa veya hadisin yorumuyla Kuran’dan anlaşılmayan bir sevap, günah, sünnet, mekruh kavramı çıkartılıyorsa Kuran’ın her şeyin detaylı açıklayıcısı olmasına binaen bu hadisler veya yorumları yalandır. Burada yeni bir soru ortaya çıkabilir. Eğer bir ha-dis, Kuran, başka bir hadis ve mantıkla çelişmiyor ve dini anlayışa ilave yapmıyorsa doğru mudur? Bu sorunun cevabı: “Bilemeyiz”dir. Nasıl bilebiliriz ki; bu hadisler, tüm o yalanları nakledenlerin kita-bından alınmıştır. üstelik Kuran yeterli iken şüpheli kaynak olan hadislerle niye uğraşalım ki? Kuran’da Allah zanna tabi olmamamı-zı söylerken, niye Allah’ın bu emrini çiğneyip zan olan hadislerden medet umalım. Hicri 200-300 yıllarında toplanmaya çalışıldığında içine giren çelişki, yalan ve mantıksızlıkları gördüğümüz hadisleri, Hicri 1400’de biz mi düzelteceğiz? Tüm bu çabalar aslında Kuran’ı yetersiz görmenin ve hadise kapı açmanın dinde oluşturduğu felaketi anlamamanın sonucudur. Kuran’da geçmeyen bir mantığı veya bir uygulamayı dine ilave eden hadislere ise aşağıdaki 10 örneği verebiliriz. 1- HESAP MAKİNESİ İLE İBADET Hadis: “Cemaatle kılınan namaz tek başına kılınan namazdan 27 derece daha üstündür. “ Buhari Ezan 30, Müslim Mescid 249, Muvatta Cemaat 1 Eğer ki bu hadisin Kuran’la, başka bir hadis veya mantıkla çelişkisini göremiyorsanız, yine de uydurma olduğunu söyleyebilirsiniz. çünkü Kuran’da böyle bir bilgi yoktur. Misvakla(diş fırçası yerine kullanılan bir ağaç kökü) alınan abdestin, sarıkla kılınan nama-zın yirmi yedi veya yetmiş kat daha sevap olduğunu söyleyen hadisler de böyledir. 2- SOL ELE DİKKAT Hadis: “Sol elinizle yemeyiniz, içmeyiniz. çünkü Şeytan sol eliyle yer, içer.” Hanbeli 2/8,33 Bazı gelenekçi dini grupların kurslarında sol elle yemek yiyen çocukların elleri dayaktan şişirilmekte, yüzü koyun yatan çocuklar dövülüp gece yarısı kaldırılmaktadır. çocukların psikolojisini bozan bu uygulamaların sebebi ise bu ve benzeri hadislerdir. 3- DOĞAN çOCUK İLE İLGİLİ SEREMONİLER Hadis: “Hazreti Peygamber çocuğa doğumunun yedinci gününde isim konmasını, çocuğun yıkanarak pisliklerden temizlenmesini ve kurban kesilmesini emir buyurdu.” Tirmizi- Edeb 63/2834, Ebu Davud 2837 Bu hadisi okuyan bu hadiste kötü bir şey görmeyebilir. Fakat Kuran’da çocuğa yedinci günü isim konmasının veya kurban kesilmesinin gerekliliğine dair hiçbir şey yoktur. Demek ki dinde olmayan bir sevap kavramını dine ilave eden bu hadis de uydurmadır. İllaki hadisin zararlı bir şey ifade etmesi gerekmez. Hatta hadis iyi bir şeyi dahi sevap gibi dine sokuyor veya zararlı bir şeyi mekruh yapı-yorsa dine ilave getirdiği için hadisin yine uydurma olduğu anlaşı-lır. Bu tip uydurmaların sebebi kitabın 5. Bölüm’ünde değindiğimiz gibi dini sevdirmek olabilir. Fakat sebebi ne olursa olsun, insani olanı Allah’ın dinine katmak, insansal ile Allah’tan olanı karıştırmaktır ki bu dine ihanettir. 4- KARA KÖPEKLERİ ÖLDüRELİM Mİ? DEVE ŞEYTANDAN MI YARATILDI? Hadis: “Tüm kara köpekleri öldürünüz. çünkü onlar Şeytan-dır.” Hanbeli 4/85,5/54 Kuran’daki Kehf suresinde gençler ve köpekleri anlatılır. Bu gençler övülmekte ve köpeklerin aleyhinde hiçbir şey söylenilmemektedir. Bu ayetleri eğer hatırlamazsanız, Peygamber döneminde köpeklerin mescidde dolaştığına dair hadisi de bilmiyorsanız, bu hadis size mantıksız da gelmiyorsa, sırf Kuran’da geçmeyen bir şeyi dine ilave ettiğine bakarak bu hadisi ve köpekler aleyhine diğer hadisleri reddedebilirsiniz. Bu tarz hadisler yüzünden köpeğin abdesti bozduğu gibi uydurmalar üretilmiş ve insanlar hayvanlar alemindeki en yakın dostlarından uzaklaştırılmışlardır. Aslında hayvanlar alemiyle ilgili uydurma hadisler çok fazladır. Örneğin bir hadiste horozun melek gördüğü için öttüğü, eşeğin şeytan gördüğü için anırdığı söylenir. (Bakınız Sahihi Müslim) Fa-renin aslında Yahudi olduğu, bu yüzden deve sütü içmediği başka bir hadistir.(Bakınız Sahihi Müslim Zühd) Karganın sapkın(fasık) olduğu da hadistir.(Bakınız Buhari 59/16, Hanbeli Müsned 2/52) Devenin şeytandan yaratıldığı biyolojiye (!) ışık tutacak bir hadistir! (Bakınız Hanbeli Müsned 4/85) Kedinin aslanın aksırığından, domuzun filin aksırığından yaratıldığını iddia eden hadisler de vardır. (Bakınız El Mecruhin 1/101) Tüm bu hadisler Kuran’da geçmeyen uydurmalarıyla dinin mantıksız sanılmasına sebep olmuşlardır. Şimdi sadece Kuran’dan din anlaşılmaz diyenlere soralım. Sizin dini anlamadaki yönteminize göre hadisler dinin kaynağıdır. O zaman sizin yönteminize göre en güvenilir hadis kitaplarında geçen bu izahları da kabul etmeniz gerekir. Kabul ediyor musunuz? Kabul etmiyorsanız, sadece Kuran’ın güvenilir olduğuna ve o zaman dinin Kuran’dan anlaşılması gerektiği sonucuna varırsınız. Eğer bu hadisleri kabul ediyorsanız, ne diyelim, hayırlı olsun!... 5- YEMEK TAKIMLARI GüMüŞSE DEĞİŞTİRMEK! Hadis: “Peygamber bize: ‘Altın ve gümüş kap içerisinde yemek yemeyi ve su içmeyi yasakladı.” Buhari 12/1952 Kuran’da böyle bir yasak da, hüküm de yoktur. Bu tarzda bir ilaveyi dine sokmak, Kuran’ı yetersiz görmek, Kuran’ın üzerine ilaveler yapmak manasına gelir. 6- üç PARMAK KESEN DÖRDüNCüYü DE KESSİN DAHA İYİ Hadis: “Bir kadının parmaklarını kesmenin cezası, deve cinsinden tazminat olarak şöyledir; bir parmak için on deve, iki parmak için yirmi deve, üç parmak için otuz deve, dört parmak için yirmi deve.” Muvatta 43/11 Hanbel 2/182 Erkek olsun, kadın olsun birinin parmağını isteyerek veya yan-lışlıkla kesenin ceza olarak tazminat vermesinde bir gariplik yoktur. Fakat Kuran’da yukarıdaki gibi bir tazminat belirlenmemiştir. Yani insanlar içlerinde bulundukları devir ve şartlara göre tazminatları belirleyebilir. Belli bir devirde buna benzer bir tazminat verilmiş olabilirse de bu tazminatın evrensel olduğu ve her dönemde deve üzerinden yapılması gerektiği yorumu uydurmadır, dine ilavedir. üstelik yukarıdaki tablo mantıklı da değildir. Nasıl üç parmağı kesmenin tazminatı otuz deve iken dört parmağı kesmenin tazminatı yirmi deve olur? 7- KADINLARINIZI SüNNET ETTİRDİNİZ Mİ? Hadis: “Ey Atıyye, yufkadan sünnet et, derin gitme, çünkü yufka sünnet etmek(kanın üste çıkmasıyla) yüzü güzelleştirir ve kocası için daha zevkli olur. İhyau Ulumiddin – İmamı Gazali – 1/382 Kuran’da kadının da, erkeğin de sünnet olması geçmez. Sünnetin sağlığa faydalı olduğunu düşünen sünnet olabilir, ama sünnet olmak istemeyen olmayabilir de. Bu dini bir sorumluluk değildir. Hadiste görüldüğü gibi, kadınların sünneti de hadis başlığıyla dinimize mal edilmiş bir uygulamadır. Hadise göre kadının sünneti derin kesilmemek kaydıyla yapılmalıdır. Bu uygulama yüzü güzelleştirecektir(!) ve kadının kocasının zevk almasını sağlayacaktır. Gazali’yi yere göğe sığdıramayıp ona Hüccetül İslam(İslam’ın senedi), Zeynüddin(Dinin süsü) lakaplarını takanlar, Gazali’yi ilmin doruğu görenler, hadisleri Kuran’a eş koşanlar! Kadınlarını, kızla-rınızı sünnet ettirdiniz mi? Ettirmediyseniz, niye ettirmiyorsunuz? Yoksa siz sünnete muhalefet mi ediyorsunuz? Yoksa siz sünneti be-ğenmiyor musunuz? Bu uydurma sünnetleri beğenmeyenlerin, uydurma izahlarınıza göre kafir olacağını bilmiyor musunuz? Ne ya-zık ki dine sokulan bu ilaveler dinin uygulanamaz bir sistem olarak görülmesine sebep olmuştur. Ne yazık ki Gazali gibi en çok ciddiye alınan kişiler bu izahlara yer vermiştir. 8- NE AĞAçTIR O! NE DİŞTİR O! NE DERİDİR O! Hadis: “Cennette bir ağaç vardır ki binekli onun gölgesinde yüz yıl gider.” İbn-i Mace Züht 39, Müslim Cennet 6, Tirmizi Cennet 19 Hadis: “Cehennemde kafirin azı dişi Uhud dağı kadar, derisinin kalınlığı da üç günlük mesafe kadardır.” Sahihi Müslim Hadis: “Cehennem ehli ateşte o kadar büyüyecek ki kulak memesi ile boynu arası yediyüz yıllık mesafe kadar olacaktır.” Hanbel – Müsned Hadis: “ümmetimin fakirleri zenginlerden beş yüz sene evvel cennete girecektir.” Tirmizi, İbn-i Mace Kuran’da geçmeyen bu anlatımlar, cenneti ve cehennemi anlama hususunda ilavelerdir. Kuran gerekli cennet ve cehennem tarifini yapar. Kuran gerekli izahları yapmışken bu izahları yapmak, Kuran’ın izahlarına yeterince önem verilmemesine yol açar. Hadislerde Kuran’da olmayan bir çok cennet ve cehennem manzarasına rastlayabiliriz. Bu açıklamalar ister mantıklı olsun, ister mantıksız olsun hiçbirine aldırış etmemek gerekir. Sadece uygulama alanında değil, ilave bir dini anlayış getirme alanında da hadisler kabul edilemez. 9- DEVE ETİ YİYENE ABDEST ALDIRMAK Hadis: “Peygamber deve eti yemekten soruldu, Peygamber ‘Onu yediyseniz hemen abdest alın’ dedi.” Ebu Davud 1/185 Kuran’da deve etinin abdesti bozduğu geçmez. Bu yüzden Ku-ran’a ilave olan bu dini zorlaştırıcı hüküm de dine ilavedir. Kimi mezhepler bu hadise göre deve eti yiyenin yeniden abdest alması gerektiğini söylemişlerdir. Kitabımızın 36. Bölümünde Kuran’dan anlaşıldığı şekliyle abdesti anlatacağız. 10- GAZALİ’NİN KURTULUŞ REçETESİ Hadis: “Salı günü gündüzün ortasında veya güneş yükseldiğin-de kim ki her rekatında bir Fatiha, bir Ayetel Kürsi ve üç İhlas okumak suretiyle on rekat namaz kılarsa, yetmiş gün defterine günah yazılmaz, bu yetmiş gün içerisinde ölürse şehit olarak ölür ve yetmiş senelik günahı bağışlanır.” İhyau Ulumiddin 1/539 Hadis: “Kim ki çarşamba günü güneş yükselince on iki rekat namaz kılar, her rekatında bir Fatiha, bir Ayetel Kürsi, üç İhlas ve üç Muavezeteyn okursa arşın altından bir münadi: ‘Ey Allah’ın kulu! Geçmiş günahların bağışlandı. Allah kabir karanlığı azabını ve kıyametin şiddetini senden kaldırdı, artık senin için fazla amele lüzum yok” diye bağırır ve o gün kendisi için bir Peygamber sevabı yükselir.” İhyau Ulumiddin 1/540 İslam aleminin en önemli klasiklerinden kabul edilen İhyau-Ulumiddin’de Gazali, Kuran’da geçmeyen namazları açıklamakla dine ilaveler yapmıştır. Bu hadislere göre yetmiş günde bir Salı günkü namazı kılmak veya hayatta bir kez çarşamba günkü nama-zı kılmak bir Müslüman’a yetecektir. Tek namazla yetmiş senelik günahın bağışlanması da, Peygamber sevabı da mümkün olmaktadır. Bu açıklamaları bilmeyenler İmam Gazali’nin İhyau Ulumiddin eserini alsınlar da tek bir kez namaz kılmayla kurtuluşun reçetesini öğrensinler! İmam-ı Gazali akla sığmayan bu uydurmaları yapmakta ve ısrarla aklın bu yollarda yürümeyeceğini, akılla sonuca gidenin hüsrana uğrayacağını anlatmaktadır. Gazali felsefecilerle atışırken zirvede izahlar yapmıştır. Ama fıkıh, hadis, tasavvuf alanlarında ne yazık ki aynı başarıyı gösterememiştir. SİZ BU HADİSLERİ DİNİMİZE KAYNAK OLARAK YAKIŞTIRIYOR MUSUNUZ? Hadislerin dinin kaynağı olmayacağını anlattıktan sonra hadisleri; Kuran, Diğer hadisler, Mantık İlaveler açısından inceleyip dinin kaynağı olamayacaklarını, böylece Kuran’ın dinin tek kaynağı olması gerektiğini gösterdik. Bu bölümlerde kullandığımız hadislerin kimisi hem Kuran, hem diğer hadisler, hem mantıkla çelişip, hem de dine ilaveler yapıyordu. Fakat biz dört bölümün dördüne de giren veya iki, üç maddeyi de kapsayan hadisleri tek bir başlık altında inceleyip, o madde açısından o hadislerin geçersizliğini açıkladık. Kitabı ansiklopedi yapmak istemedi-ğimiz için her bölümde sadece on örnek verdik. ümit ediyoruz ki tüm bu anlatılanlar Kuran’daki aydınlığın, hadislerdeki karanlığın kavranmasını sağlayacaktır. Şimdi hadislerin dinin kaynağı olduğunu söyleyenlere ve hadisleri dinin kaynağı yapan mezheplere uyup ben Hanefi’yim, ben Şa-fi’yim, ben Maliki’yim diyenlere soruyoruz. Siz bu hadisleri Al-lah’ın dininin kaynağı olmaya layık görüyor musunuz? Cevabınız eğer “Layık görmüyorum” ise o zaman tüm hadisleri ve mezhebinizi terk etmek zorundasınız. çünkü tüm bu verdiğimiz örnekler hadisçilere, mezhepçilere göre en itibarlı, en doğru kaynaklara dayanmaktadır. Eğer bu kaynaklar güvenilmezse, mezheplerin zihniyeti çökeceği için mezhep diye bir kurum da kalmaz. Hadis ve mezheplerin ortada kalmadığı bir ortamda ise dinin kaynağı olarak Kuran tek başına kalır. Zaten Allah’ın isteği de budur. 2. Bölüm’de Al-lah’ın Kuran’da; Kuran’ın tastamam olduğunu, her şeyi açıkladığı-nı, yeterli olduğunu, her detayı içerdiğini söylediğini gördük. Bu son 4 bölümde de dinin kaynağı olarak gösterilen hadislere örnekler verdik ki dinin tek kaynağının Kuran olduğu fikri iyice pekişsin. Dinin kaynağının Kuran olduğunu anladıysanız mezhep ve hadislere dayalı bilgilerinizi bir kenara bırakın, yalnız ve yalnız Kuran’a göre dinin teorisini ve pratiğini öğrenin. Eski bilgilerinizin geleneklere, geleneğinizin ise mezhep ve hadislere dayanabileceğini unutmayın. Bu yüzden zihninizi sıfırlayıp, Kuran’a göre dini baştan yapılandırmanız çok önemlidir. Eğer cevabınız “Layık görüyorum” ise, lütfen Kuran’ı daha çok okuyun, sonra bir de hadisleri okuyun... Ve gerçekten O (Kuran) iman edenler için bir doğruluk rehberi ve bir rahmettir. 27- Neml Suresi 77 HADİS HADİSLERİ YARGILARSA Daha evvel gördüğümüz gibi hadis adı altında söylenen sözlerin birçoğunu Kuran ve akıl reddetmektedir. Bunun yanında dine kaynak gibi gösterilen bu hadisleri yargılayıp, bunların yanlışlığını ortaya koyacak hadisler de mevcuttur. 4. Bölümdeki hadis incelenmesinde ve 7. Bölümdeki hadis-hadis çelişkisi konusunda bunun örneklerini gördük. Bu bölümde hadisleri hadislere yargılatırken ama-cımız bir kısım hadisleri reddedip, kendi kafamıza uyanları toplamak değildir. çünkü böyle bir gayret içinde olmayı (hele günümüzdeki tabloyu görenler için) Kuran’ı yetersiz bulmanın bir uzantısı olarak görmekteyiz. Kuran yeterliyse onla yetinmek ve gerçekle yalanın ka-rıştığı izahlardan medet ummamak zorundayız. Amacımız, hadisleri dini kaynak diye uyduranların yorumla ve görmemezlikten gelerek ve birçok ayrı anlamlı hadisten kafalarına uyanı seçme yoluyla kendi uydurdukları hadislerle bile çeliştiklerini göstermektir. Sünni ve Şii İslam’ın hadis kitapları yazmaları bile kendi kabul ettikleri hadislerde anlatılan, Peygamber’in hadis yazımını yasaklayan tavrıyla çelişmektedir. 4. Bölümde de değindiğimiz bu konuyla ilgili şu hadislere bakalım: Allah’ın elçisinden sözlerini yazmak için izin istedik, bize izin vermedi. Tirmizi, Es Sunan, K. İlm 11 Biz hadis yazarken Hz. Peygamber yanımıza geldi ve “Yazdığı-nız şey nedir?” dedi. “Senden işittiğimiz hadisler” dedik. Hz. Peygamber: “Allah’ın kitabından başka kitap mı istiyorsunuz? Sizden evvelki milletler Allah’ın kitabı yanında başka kitaplar yazdıkları için yoldan çıktılar.” El Hatib, Takyid 33 PEYGAMBERİMİZ HADİS YAZIMINI YASAKLAMIŞTI Dikkat ederseniz Peygamber’in hadis yazımını yasaklayan bu hadislerini, hadis kitaplarını dinin kaynağı kabul edenler nakletmiştir. Madem bu hadisleri biliyorsunuz, o zaman niye hadis kitapları yazıyorsunuz? Siz Peygamber’den daha mı akıllı olduğunuzu iddia ediyorsunuz? Yoksa Peygamber’den daha mı çok dini düşünüyorsunuz? “Peygamber o zaman Kuran’la hadis karışmasın diye hadis yazdırmadı, artık Kuran’la karışma tehlikesi yok, o yüzden hadis kitapları yazıyoruz” demek tatmin edici bir açıklama değildir. Hadisler Kuran gibi dinin kaynağı olsaydı ve Peygamber hadisleri yazdır-mayıp, unutulmaya mahkum etseydi dini eksik tebliğ etmiş olmaz mıydı? Hadisler dinin bir kaynağı, lüzumlu bir parçası ise nasıl olur da yazılmak yoluyla muhafaza edilmezler? Kuran’daki sureler karış-mıyordu da, hadisler niye karışacaktı? Peki Peygamber’in, Kuran’la karışma tehlikesi ortadan kalkınca hadisleri yazın diye bir hadisi var mı? Sonuç olarak diyebiliriz ki; ey hadislere dinini yaslayanlar, bu hadislerin yargısına göre hadis kitaplarınızı yakmak, yok etmek zo-rundasınız. Bu hadislerin yargısına uyuyor musunuz? Hadislerle Kuran’da olmayan helal ve haramların dine girdiğini de görüyoruz. Bir de şu hadisleri inceleyelim: Ey insanlar ateş tutuşturuldu ve karanlık gecenin parçaları gibi fitneler yakınlaştı. Allah’a yemin ederim ki aleyhimde tutunacak bir şeyiniz yoktur; Kuran’ın helal kıldıkları dışında bir şeyi helal kılma-dım. Kuran’ın haram kıldıkları dışındakileri de haram kılmadım. İbni Hişam Siret 4 sayfa 332 Allah bazı farizalar vazetmiştir, onları aşmayın. Bazı hadler koymuştur, onlara yaklaşmayın. Bazı şeyleri haram kılmıştır, onları yapmayın. Bazı şeyleri de unutmaksızın size rahmet olması için ha-tırlatmamıştır, onları da araştırmayın. Mahmud Ebu Reyye, Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması, sayfa 403 Allah’ın kitabında helal kıldığı helal, haram kıldığı haramdır. Hakkında sustuğu ise serbesttir. Allah’ın serbest bıraktıklarını kabul edin ve bilin ki Allah hiçbir şeyi unutucu değildir. Ebu Davud K. Etime 39/Tırmizi K. Libas 6 İbni Mace K. Etime 60/ El-Müracaat sayfa 20 Bu hadislere göre Kuran’ın belirttiklerinin dışında haram yoktur. Şimdi nasıl kadınlarla el sıkışmayı, müzik dinlemeyi, resim yap-mayı haramlaştıracaksınız. Bunları yapmak için uydurulmuş hadislere başvurduğunuzu biliyoruz. Oysa bu hadislerin yargısına göre Peygamber Kuran’ın haramları dışında hiçbir şeyi haram kılmadı. Yani bu hadislerin yargısına göre sizin Peygamber’in dediğiniz o hadisler, Peygamber’in hadisleri değildir. “Benden sonrası 30 yıl hilafet, ondan sonrası Melikiyet’tir...” Sahihi Buhari Bakın en doğru denilen hadis kitabına göre 30 yıllık halifelik döneminden sonrasını Peygamber beğenmemektedir. Gerçekten de 4 halife dönemi (Ebubekir, Ömer, Osman, Ali) 30 yıl sürmüştür. Bu dönemde ne bir mezhep oluşturulmuştur, ne de Kuran dışında bir hadis kitabı yazılmıştır (11. Bölüm’ü okuyunuz). Neden bu dönemdeki gibi Kuran’ın tek kaynak olduğu mezhepsiz bir İslam’ı ya-şamıyorsunuz? Gerçi biz bu hadisin Emeviler’i sevmeyen Ali taraf-tarlarınca uydurulduğunu sanıyoruz. Fakat Ehli Sünnet’e göre Bu-hari’nin tek hadisini inkar eden kafir olur. O zaman bu hadisin hak-kını verip, 4 halife dönemindeki gibi niye hadis kitaplarını yakmı-yorsunuz? Neden 4 Halife’den sonraki Melikler’in idare ve gözetiminde oluşturulan mezheplere ve yazılan hadis kitaplarına inanı-yorsunuz? YALNIZ VE YALNIZ KURAN Yine bazı hadislere göre Peygamber efendimiz Kuran’ı tebliğ etmek ve Kuran’ı yaşamak dışındaki dini konularda bazı hatalar yapabilmektedir. Bu yüzden Kuran’ın bildirdiğinin dışında Peygam-ber’in hayatından Kuran’a ilaveler çıkarmak yanlıştır. çünkü bu, yukarıdaki hadisten de anlaşılacağı üzere insanların serbest bırakıl-dığı alandır. Hadisler şöyledir: Peygamber’imiz Medine’ye geldiğinde Medineliler hurmayı aşılıyorlardı. Peygamber’imiz “Ne yapıyorsunuz?” diye sordu. Onlar “Biz bunu yapardık.” dediler. Peygamber’imiz “Belki yapmazsa-nız daha iyi olur.” dedi. Onun sözüne uyarak bu işlemi terk ettiler de hurma ürün vermez oldu. Bu durumu Peygamberimiz’e hatırlat-tıklarında kendilerine şöyle buyurdu: “Ben ancak bir insanım. Size dininizle ilgili bir şeyi emrettiğimde onu alın. Kendi görüşümden bir şeyi emrettiğimde ise ben ancak bir insanım.” Müslim, K. Fazail 140 / İbni Hanbel 3/152 Peygamber’imiz Bedir’de suyun yakın olduğu bir yeri ordugah olarak seçmişti. Sahabeden el Habbab b. el Munzir O’na şöyle dedi: “Ey Allah’ın elçisi, burası bize laf düşmeyecek şekilde Rabbinin senin için seçip yerleştirdiği bir yer midir? Yoksa o bir görüş, öneri ve harp hilesi midir?” Allah’ın elçisi cevaben “ Aksine o bir görüş ve harp hilesidir.” dedi. Bunun üzerine el Habbab: “Burası hiç de iyi bir konak yeri değildir. Kalkıp karşımızdaki topluluğa en yakın suyun başına karargah kuralım. Sonra orada bir kuyu kazıp suyu de-polayalım da biz içelim, onlar içmesinler.” dedi. Peygamber’imiz: “Doğru söyledin.” dedi ve onun söylediğini yaptı. İbni Hişam, es Sireh c.1 sf.620/ Taberi-et Tarih c.2 sf.144 Ben ancak bir insanım. Sizler aranızdaki davaları bana getiriyorsunuz, umulur ki bazılarınız delillerini diğerlerinden daha iyi di-le getirirler de ben duyduğum üzere onlar lehinde bir hükme varı-rım. Kime (haksız yere) kardeşinin hakkından hüküm verirsem, o kardeşinin hakkı olan bu şeyi kesinlikle almasın. Haksız yere alan için ancak ateşten bir parça ayırırım. El Kadı Iyaz, Eş Şifa, c.2 sf.179 Buraya kadar olan bu hadislerin yargısına göre: 1-Kuran dışında helal, haram kaynağı yoktur. 2-Hadis kitapları oluşturulmayacak, mevcutlar imha edilecektir. 3-Peygamber’in Kuran (din) dışındaki hareketlerine dini bir mana yüklenip dine ilave yapılmayacaktır. Hiç şüphesiz biz Kuran’ın yeterli ve eksiksiz olduğunu, Kuran dışında hadis ve benzeri hiçbir kaynağa ihtiyaç olmadığını Kuran’a dayanarak öğreniyoruz. Burada göstermek istediğimiz dine ilaveler yapanların, kendi türettikleri kaynaklara aldıkları hadislerle de, her şeyle olduğu gibi çeliştikleridir. HADİSLERE GÖRE HADİSLERİ İMHA ETMEK LAZIM Buraya kadar hadis yazımını, hadisle helal-haram kılmayı ve Peygamber’in din dışı hareketlerinin de ibadete dönüştürülmesini yargılayan ve reddeden hadislere yer verdik. Böylece Kuran’ın anlattığı İslam’ı destekleyen, hatta hadislerin imhasını söyleyen hadislerin varlığını gördük. Kuran’ın dinine ilave olan hükümleri incele-diğimizde, bu hükümlere karşı olan birçok hadisin de olması ilginçtir. Peygamber’in baldırların örtülmesini emrettiğine dair uydurma hadis vardır ama Peygamber’in baldırlarının gözüktüğünü söyleyip öbür hadisi yargılayan hadis de vardır. Midye, karides yenemeyece-ğini söyleyen Hanefi mezhebinin bir izahı vardır ama diğer yanda diğer mezheplerin denizden ne çıkarsa yenebileceğini söyleyen hadisi vardır. İpeğin haram olduğuna, altının giyilemeyeceğine dair uydurma hadisler vardır ama Peygamber’in yanında sahabelerin ipek giydiğini, Peygamber’in bir ara altın yüzük taktığını söyleyen ve diğer hadisleri yargılayan hadisler de vardır. Haremlik selamlığı savunan, kadının sesinin duyulamayacağını söyleyen izahlara karşı sahabelerin erkek, kadın aynı yerde abdest aldığını, karşılıklı sohbetlerinin olduğunu anlatan hadisler de vardır. Çözüm Kuran’ı yeterli görüp her ilavenin bir uydurma izah veya uydurma bir yorumdan kaynaklandığını görmektir. Öyle hadisler vardır ki aslen Peygamber’in yapması mümkün olan bir fiil veya söylemesi mümkün olan bir sözdür. Fakat bu sözün başına Peygamber emretti ki, Peygamber buyurdu ki şeklindeki doğal uygulamayı emre çeviren uydurma, doğru sözü dahi Peygamber’e iftiraya çevirebilmiştir. Veya Peygamberin, Allah’ın serbest bıraktığı bir konudaki tavrını dinselleştirip, serbest alanın dinsel alana döndürülmesi de hadis yorumu uydurmacılığı ile gerçekleşmiştir. Örne-ğin Allah’ın Kuran’da kıyafet hakkında detay vermemesi; isteyenin takım elbise, isteyenin kimono, isteyenin cübbe veya isteyenin bambaşka bir yöre kıyafeti giyebileceğini gösterir. Bu serbest konuda muhtemeldir ki Peygamber, yöresinin kıyafetleri olan entariyi, cübbeyi tercih etmiştir. Fakat bu kıyafeti putperestler de, Peygam-ber’in en büyük düşmanları da gelenekler gereği giymekteydi. Yani Peygamberimiz’in bu konudaki tavrı bir dinsel uygulama, bir sevap değil, Allah’ın serbest bıraktığı konudaki bir tercihtir. Oysa Pey-gamber’in kıyafetini tarif eden hadisin kendisi değil, onun uydurma yorumu dine ilave yapmıştır. Uydurma yorumları Kuran’a denetleterek düzeltmek için aşağıdaki hadis örnektir: “Bilin ki; Kuran’dan başka bir şey eken, ektiğini biçerken belalara uğrar. Artık siz de O’nu ekin, O’na uyun. Rabbinize O’nu delil edin, nefislerinize O’nu öğütçü yapın. Kendi reyleriniz O’na uymazsa reylerinizi (yorumlarınızı, seçiminizi) töhmetleyin, dilekleriniz O’na aykırıysa dileklerinize hıyanette bulunun.” Nehcül Belağa sayfa 55 Hadislerin hepsi zandır (sanıdır). Kuran’a göre ise din zanna bi-na edilemez. Kuran’la çelişen, Kuran’a ilaveler yapan yorum ve hadislerin yanlışlığı kesindir. Kuran’la çelişmeyen ve Kuran’la uyuşan hadislere gelince; onların bile Peygamberin sözleri olduğuna inanmak zandır, sanıdır. Geleneksel İslamcıların hadislerini yargılayıp, Kuran’ın hükümleriyle örtüşen yukarıdaki hadisleri Peygamber’in söylediğini kabul etmek de zandır, sanıdır. Yani bu hadisler Ku-ran’la örtüştükleri halde, onları Peygamber’in söylediği %100 de-ğildir. Hadislerin uydurulma sebeplerinde gördüğümüz gibi dine fayda sağlamak niyetiyle hadis uyduranların olması, dördüncü ko-nuda hadislerin incelenmesinde gördüğümüz gibi uzun hadis nakil zincirlerinden doğan hatalar, Peygamber’le sahabe sözünün karış-ması gibi sonuçlar, en düzgünü (!) Peygamberimiz’in vefatından ikiyüz yıl sonra yazılmış olan hadis kitaplarının en düzgün hadisinin bile zan (sanı) olduğunu ortaya koyar. Zaten bizim istediğimiz, bu bölümde gelenekçilerin uydurmalarla dolu kitaplarını yine ken-di naklettikleri hadislere yargılatıp, bu inanılmaz çelişkilerini de gözler önüne sermektir. Yoksa karşıtlığımızı hep belirttiğimiz gibi kendimize göre hadis kitabı oluşturma niyetimiz olamaz. Öyle bir şey gerekseydi onu Peygamber yapardı. Din eşittir %100 Kuran. Ne bir eksik, ne bir fazla. Bundan gayrısında ise zan vardır, gerçekle yalanın ayrılamaz bir şekilde birbirine geçmişliği vardır. Bile bile gerçekle yalanı karıştırmayın. 2- Bakara suresi 42 Onların çoğu zandan başka bir şeyin ardınca gitmiyor. Doğrusu da şu ki zan gerçek namına bir şey ifade etmez. 10- Yunus suresi 36 HADİS HADİSLERİ YARGILARSA Daha evvel gördüğümüz gibi hadis adı altında söylenen sözlerin birçoğunu Kuran ve akıl reddetmektedir. Bunun yanında dine kaynak gibi gösterilen bu hadisleri yargılayıp, bunların yanlışlığını ortaya koyacak hadisler de mevcuttur. 4. Bölümdeki hadis incelenmesinde ve 7. Bölümdeki hadis-hadis çelişkisi konusunda bunun örneklerini gördük. Bu bölümde hadisleri hadislere yargılatırken ama-cımız bir kısım hadisleri reddedip, kendi kafamıza uyanları toplamak değildir. çünkü böyle bir gayret içinde olmayı (hele günümüzdeki tabloyu görenler için) Kuran’ı yetersiz bulmanın bir uzantısı olarak görmekteyiz. Kuran yeterliyse onla yetinmek ve gerçekle yalanın ka-rıştığı izahlardan medet ummamak zorundayız. Amacımız, hadisleri dini kaynak diye uyduranların yorumla ve görmemezlikten gelerek ve birçok ayrı anlamlı hadisten kafalarına uyanı seçme yoluyla kendi uydurdukları hadislerle bile çeliştiklerini göstermektir. Sünni ve Şii İslam’ın hadis kitapları yazmaları bile kendi kabul ettikleri hadislerde anlatılan, Peygamber’in hadis yazımını yasaklayan tavrıyla çelişmektedir. 4. Bölümde de değindiğimiz bu konuyla ilgili şu hadislere bakalım: Allah’ın elçisinden sözlerini yazmak için izin istedik, bize izin vermedi. Tirmizi, Es Sunan, K. İlm 11 Biz hadis yazarken Hz. Peygamber yanımıza geldi ve “Yazdığı-nız şey nedir?” dedi. “Senden işittiğimiz hadisler” dedik. Hz. Peygamber: “Allah’ın kitabından başka kitap mı istiyorsunuz? Sizden evvelki milletler Allah’ın kitabı yanında başka kitaplar yazdıkları için yoldan çıktılar.” El Hatib, Takyid 33 PEYGAMBERİMİZ HADİS YAZIMINI YASAKLAMIŞTI Dikkat ederseniz Peygamber’in hadis yazımını yasaklayan bu hadislerini, hadis kitaplarını dinin kaynağı kabul edenler nakletmiştir. Madem bu hadisleri biliyorsunuz, o zaman niye hadis kitapları yazıyorsunuz? Siz Peygamber’den daha mı akıllı olduğunuzu iddia ediyorsunuz? Yoksa Peygamber’den daha mı çok dini düşünüyorsunuz? “Peygamber o zaman Kuran’la hadis karışmasın diye hadis yazdırmadı, artık Kuran’la karışma tehlikesi yok, o yüzden hadis kitapları yazıyoruz” demek tatmin edici bir açıklama değildir. Hadisler Kuran gibi dinin kaynağı olsaydı ve Peygamber hadisleri yazdır-mayıp, unutulmaya mahkum etseydi dini eksik tebliğ etmiş olmaz mıydı? Hadisler dinin bir kaynağı, lüzumlu bir parçası ise nasıl olur da yazılmak yoluyla muhafaza edilmezler? Kuran’daki sureler karış-mıyordu da, hadisler niye karışacaktı? Peki Peygamber’in, Kuran’la karışma tehlikesi ortadan kalkınca hadisleri yazın diye bir hadisi var mı? Sonuç olarak diyebiliriz ki; ey hadislere dinini yaslayanlar, bu hadislerin yargısına göre hadis kitaplarınızı yakmak, yok etmek zo-rundasınız. Bu hadislerin yargısına uyuyor musunuz? Hadislerle Kuran’da olmayan helal ve haramların dine girdiğini de görüyoruz. Bir de şu hadisleri inceleyelim: Ey insanlar ateş tutuşturuldu ve karanlık gecenin parçaları gibi fitneler yakınlaştı. Allah’a yemin ederim ki aleyhimde tutunacak bir şeyiniz yoktur; Kuran’ın helal kıldıkları dışında bir şeyi helal kılma-dım. Kuran’ın haram kıldıkları dışındakileri de haram kılmadım. İbni Hişam Siret 4 sayfa 332 Allah bazı farizalar vazetmiştir, onları aşmayın. Bazı hadler koymuştur, onlara yaklaşmayın. Bazı şeyleri haram kılmıştır, onları yapmayın. Bazı şeyleri de unutmaksızın size rahmet olması için ha-tırlatmamıştır, onları da araştırmayın. Mahmud Ebu Reyye, Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması, sayfa 403 Allah’ın kitabında helal kıldığı helal, haram kıldığı haramdır. Hakkında sustuğu ise serbesttir. Allah’ın serbest bıraktıklarını kabul edin ve bilin ki Allah hiçbir şeyi unutucu değildir. Ebu Davud K. Etime 39/Tırmizi K. Libas 6 İbni Mace K. Etime 60/ El-Müracaat sayfa 20 Bu hadislere göre Kuran’ın belirttiklerinin dışında haram yoktur. Şimdi nasıl kadınlarla el sıkışmayı, müzik dinlemeyi, resim yap-mayı haramlaştıracaksınız. Bunları yapmak için uydurulmuş hadislere başvurduğunuzu biliyoruz. Oysa bu hadislerin yargısına göre Peygamber Kuran’ın haramları dışında hiçbir şeyi haram kılmadı. Yani bu hadislerin yargısına göre sizin Peygamber’in dediğiniz o hadisler, Peygamber’in hadisleri değildir. “Benden sonrası 30 yıl hilafet, ondan sonrası Melikiyet’tir...” Sahihi Buhari Bakın en doğru denilen hadis kitabına göre 30 yıllık halifelik döneminden sonrasını Peygamber beğenmemektedir. Gerçekten de 4 halife dönemi (Ebubekir, Ömer, Osman, Ali) 30 yıl sürmüştür. Bu dönemde ne bir mezhep oluşturulmuştur, ne de Kuran dışında bir hadis kitabı yazılmıştır (11. Bölüm’ü okuyunuz). Neden bu dönemdeki gibi Kuran’ın tek kaynak olduğu mezhepsiz bir İslam’ı ya-şamıyorsunuz? Gerçi biz bu hadisin Emeviler’i sevmeyen Ali taraf-tarlarınca uydurulduğunu sanıyoruz. Fakat Ehli Sünnet’e göre Bu-hari’nin tek hadisini inkar eden kafir olur. O zaman bu hadisin hak-kını verip, 4 halife dönemindeki gibi niye hadis kitaplarını yakmı-yorsunuz? Neden 4 Halife’den sonraki Melikler’in idare ve gözetiminde oluşturulan mezheplere ve yazılan hadis kitaplarına inanı-yorsunuz? YALNIZ VE YALNIZ KURAN Yine bazı hadislere göre Peygamber efendimiz Kuran’ı tebliğ etmek ve Kuran’ı yaşamak dışındaki dini konularda bazı hatalar yapabilmektedir. Bu yüzden Kuran’ın bildirdiğinin dışında Peygam-ber’in hayatından Kuran’a ilaveler çıkarmak yanlıştır. çünkü bu, yukarıdaki hadisten de anlaşılacağı üzere insanların serbest bırakıl-dığı alandır. Hadisler şöyledir: Peygamber’imiz Medine’ye geldiğinde Medineliler hurmayı aşılıyorlardı. Peygamber’imiz “Ne yapıyorsunuz?” diye sordu. Onlar “Biz bunu yapardık.” dediler. Peygamber’imiz “Belki yapmazsa-nız daha iyi olur.” dedi. Onun sözüne uyarak bu işlemi terk ettiler de hurma ürün vermez oldu. Bu durumu Peygamberimiz’e hatırlat-tıklarında kendilerine şöyle buyurdu: “Ben ancak bir insanım. Size dininizle ilgili bir şeyi emrettiğimde onu alın. Kendi görüşümden bir şeyi emrettiğimde ise ben ancak bir insanım.” Müslim, K. Fazail 140 / İbni Hanbel 3/152 Peygamber’imiz Bedir’de suyun yakın olduğu bir yeri ordugah olarak seçmişti. Sahabeden el Habbab b. el Munzir O’na şöyle dedi: “Ey Allah’ın elçisi, burası bize laf düşmeyecek şekilde Rabbinin senin için seçip yerleştirdiği bir yer midir? Yoksa o bir görüş, öneri ve harp hilesi midir?” Allah’ın elçisi cevaben “ Aksine o bir görüş ve harp hilesidir.” dedi. Bunun üzerine el Habbab: “Burası hiç de iyi bir konak yeri değildir. Kalkıp karşımızdaki topluluğa en yakın suyun başına karargah kuralım. Sonra orada bir kuyu kazıp suyu de-polayalım da biz içelim, onlar içmesinler.” dedi. Peygamber’imiz: “Doğru söyledin.” dedi ve onun söylediğini yaptı. İbni Hişam, es Sireh c.1 sf.620/ Taberi-et Tarih c.2 sf.144 Ben ancak bir insanım. Sizler aranızdaki davaları bana getiriyorsunuz, umulur ki bazılarınız delillerini diğerlerinden daha iyi di-le getirirler de ben duyduğum üzere onlar lehinde bir hükme varı-rım. Kime (haksız yere) kardeşinin hakkından hüküm verirsem, o kardeşinin hakkı olan bu şeyi kesinlikle almasın. Haksız yere alan için ancak ateşten bir parça ayırırım. El Kadı Iyaz, Eş Şifa, c.2 sf.179 Buraya kadar olan bu hadislerin yargısına göre: 1-Kuran dışında helal, haram kaynağı yoktur. 2-Hadis kitapları oluşturulmayacak, mevcutlar imha edilecektir. 3-Peygamber’in Kuran (din) dışındaki hareketlerine dini bir mana yüklenip dine ilave yapılmayacaktır. Hiç şüphesiz biz Kuran’ın yeterli ve eksiksiz olduğunu, Kuran dışında hadis ve benzeri hiçbir kaynağa ihtiyaç olmadığını Kuran’a dayanarak öğreniyoruz. Burada göstermek istediğimiz dine ilaveler yapanların, kendi türettikleri kaynaklara aldıkları hadislerle de, her şeyle olduğu gibi çeliştikleridir. HADİSLERE GÖRE HADİSLERİ İMHA ETMEK LAZIM Buraya kadar hadis yazımını, hadisle helal-haram kılmayı ve Peygamber’in din dışı hareketlerinin de ibadete dönüştürülmesini yargılayan ve reddeden hadislere yer verdik. Böylece Kuran’ın anlattığı İslam’ı destekleyen, hatta hadislerin imhasını söyleyen hadislerin varlığını gördük. Kuran’ın dinine ilave olan hükümleri incele-diğimizde, bu hükümlere karşı olan birçok hadisin de olması ilginçtir. Peygamber’in baldırların örtülmesini emrettiğine dair uydurma hadis vardır ama Peygamber’in baldırlarının gözüktüğünü söyleyip öbür hadisi yargılayan hadis de vardır. Midye, karides yenemeyece-ğini söyleyen Hanefi mezhebinin bir izahı vardır ama diğer yanda diğer mezheplerin denizden ne çıkarsa yenebileceğini söyleyen hadisi vardır. İpeğin haram olduğuna, altının giyilemeyeceğine dair uydurma hadisler vardır ama Peygamber’in yanında sahabelerin ipek giydiğini, Peygamber’in bir ara altın yüzük taktığını söyleyen ve diğer hadisleri yargılayan hadisler de vardır. Haremlik selamlığı savunan, kadının sesinin duyulamayacağını söyleyen izahlara karşı sahabelerin erkek, kadın aynı yerde abdest aldığını, karşılıklı sohbetlerinin olduğunu anlatan hadisler de vardır. Çözüm Kuran’ı yeterli görüp her ilavenin bir uydurma izah veya uydurma bir yorumdan kaynaklandığını görmektir. Öyle hadisler vardır ki aslen Peygamber’in yapması mümkün olan bir fiil veya söylemesi mümkün olan bir sözdür. Fakat bu sözün başına Peygamber emretti ki, Peygamber buyurdu ki şeklindeki doğal uygulamayı emre çeviren uydurma, doğru sözü dahi Peygamber’e iftiraya çevirebilmiştir. Veya Peygamberin, Allah’ın serbest bıraktığı bir konudaki tavrını dinselleştirip, serbest alanın dinsel alana döndürülmesi de hadis yorumu uydurmacılığı ile gerçekleşmiştir. Örne-ğin Allah’ın Kuran’da kıyafet hakkında detay vermemesi; isteyenin takım elbise, isteyenin kimono, isteyenin cübbe veya isteyenin bambaşka bir yöre kıyafeti giyebileceğini gösterir. Bu serbest konuda muhtemeldir ki Peygamber, yöresinin kıyafetleri olan entariyi, cübbeyi tercih etmiştir. Fakat bu kıyafeti putperestler de, Peygam-ber’in en büyük düşmanları da gelenekler gereği giymekteydi. Yani Peygamberimiz’in bu konudaki tavrı bir dinsel uygulama, bir sevap değil, Allah’ın serbest bıraktığı konudaki bir tercihtir. Oysa Pey-gamber’in kıyafetini tarif eden hadisin kendisi değil, onun uydurma yorumu dine ilave yapmıştır. Uydurma yorumları Kuran’a denetleterek düzeltmek için aşağıdaki hadis örnektir: “Bilin ki; Kuran’dan başka bir şey eken, ektiğini biçerken belalara uğrar. Artık siz de O’nu ekin, O’na uyun. Rabbinize O’nu delil edin, nefislerinize O’nu öğütçü yapın. Kendi reyleriniz O’na uymazsa reylerinizi (yorumlarınızı, seçiminizi) töhmetleyin, dilekleriniz O’na aykırıysa dileklerinize hıyanette bulunun.” Nehcül Belağa sayfa 55 Hadislerin hepsi zandır (sanıdır). Kuran’a göre ise din zanna bi-na edilemez. Kuran’la çelişen, Kuran’a ilaveler yapan yorum ve hadislerin yanlışlığı kesindir. Kuran’la çelişmeyen ve Kuran’la uyuşan hadislere gelince; onların bile Peygamberin sözleri olduğuna inanmak zandır, sanıdır. Geleneksel İslamcıların hadislerini yargılayıp, Kuran’ın hükümleriyle örtüşen yukarıdaki hadisleri Peygamber’in söylediğini kabul etmek de zandır, sanıdır. Yani bu hadisler Ku-ran’la örtüştükleri halde, onları Peygamber’in söylediği %100 de-ğildir. Hadislerin uydurulma sebeplerinde gördüğümüz gibi dine fayda sağlamak niyetiyle hadis uyduranların olması, dördüncü ko-nuda hadislerin incelenmesinde gördüğümüz gibi uzun hadis nakil zincirlerinden doğan hatalar, Peygamber’le sahabe sözünün karış-ması gibi sonuçlar, en düzgünü (!) Peygamberimiz’in vefatından ikiyüz yıl sonra yazılmış olan hadis kitaplarının en düzgün hadisinin bile zan (sanı) olduğunu ortaya koyar. Zaten bizim istediğimiz, bu bölümde gelenekçilerin uydurmalarla dolu kitaplarını yine ken-di naklettikleri hadislere yargılatıp, bu inanılmaz çelişkilerini de gözler önüne sermektir. Yoksa karşıtlığımızı hep belirttiğimiz gibi kendimize göre hadis kitabı oluşturma niyetimiz olamaz. Öyle bir şey gerekseydi onu Peygamber yapardı. Din eşittir %100 Kuran. Ne bir eksik, ne bir fazla. Bundan gayrısında ise zan vardır, gerçekle yalanın ayrılamaz bir şekilde birbirine geçmişliği vardır. Bile bile gerçekle yalanı karıştırmayın. 2- Bakara suresi 42 Onların çoğu zandan başka bir şeyin ardınca gitmiyor. Doğrusu da şu ki zan gerçek namına bir şey ifade etmez. 10- Yunus suresi 36 4 HALİFENİN HADİSLERE KARŞI TAVRI DAHA EVVEL HİÇ KİMSE BUNLARI AKIL EDEMEDİ Mİ? Ne yazık ki ülkemizin üzerinde bulunduğu topraklara İslam adına ilk giren, kitabımız boyunca eleştirdiğimiz mezheplerin uydurmalarla dolu dini yapısıdır. Günümüze kadar sayısal olarak ülkemizde çoğunluğu temsil eden ve halife olan padişahlarca da kollanan Sunni mezhepler olmuştur. (Özellikle Hanefilik) Bu mezhep, merkezi yönetimin politikaları sonucu kollanmış, karşıt fikirler bastırılmıştır. Tarihsel süreçte hadislerin dinin kaynağı ilan edilmelerine, Mutezile ve Harici gibi grupların ve de bir çok kişinin karşı çıktığını görürüz. Fakat ülkemizin topraklarının uzun yıllar baskıcı Sunni yönetimlerin egemenliğinde olmasının, karşıt fikirlerin eserlerinin tahrif ve yok edilmesinin ve halkımızın tarihsel bilgisinin zayıflığının sonucunda, bu söylediklerimizi ilk duyanların çok şaşırdığını ve “Bunları daha evvel kimse akıl edemedi mi? İlk siz mi bunları akıl ettiniz?” diye sorduklarını görmekteyiz. Oysa bu fikirler tarih boyunca birçok kişi tarafından söylenmiştir. Günümüzde de birçok insan bu fikirleri seslendirmektedir. (Kitabımızda bu fikre yakın yazarların bir kısmından alıntılar yaptık.) Fakat mezheplerin İslam’ının daha organize olması ve mezhepçilerin baskısından bazılarının çekinmesi sonucu Kuran’daki İslam’ın sesi mezhepçilerin sesi kadar gür çıkamamaktadır. Kitabımızın bu bölümünü okuyanlar, Peygamberimiz’in vefatından hemen sonraki devirde 4 Ha-life’nin Kuran dışında dini kaynak oluşmaması için nasıl çabaladık-larını kavrayacaklardır. Böylece “Bu söylediklerinizi ilk siz mi akıl ettiniz?” diye soranlar, bu fikirleri Peygamber’in vefatından sonraki ilk yıllarda, 4 Halife başta olmak üzere birçok insanın seslendir-diğini anlayacaklardır. Tüm bu fikirleri tarih boyunca akıl edenler hep vardır. Ama akıl etmek istemeyenlerin uyduracakları mazeretleri de hep vardır. 4 HALİFE TEK BİR HADİS BİLE YAZDIRMADI Kuran’ın dışında başka kaynakları da dinin kaynağı ilan edenlere, Kuran’ı tek başına yetersiz görenlere, Kuran’la beraber uydurmalarla dolu hadis kitaplarından da dini anlamaya çalışanların kabulüne göre İslam’ın en mutlu dönemi önce Peygamberimiz’in zamanı, sonra ise 4 Halife dönemidir. Fakat ne yazık ki bu halifelerin üstünlüğünü kabul edenlerin uygulamaları 4 Halife ile de çelişmiştir. Daha evvel 4. Bölüm’de Peygamberimiz’in hadisleri yazdırma-dığını gördük. 4 Halife de, bırakın hadis yazdırmayı, kişilerin hadis nakletmelerini engellemeye çalışmışlar ve Kuran dışında başka kaynak oluşmamasının mücadelesini vermişlerdir. üstelik bu mücadeleyi Peygamber’in vefatından sonraki ilk yıllarda vermişlerdir. Yani uydurmaların çok daha az olduğu bir dönemde. Oysa isteselerdi Peygamber’in en azından birkaç yüz veya birkaç bin hadisini topla-yıp bir kitap yapabilirlerdi. Hem de Peygamber’i gören ve çok ya-kın olan 4 Halife eminiz ki çok az yanlışla böyle bir hadis kitabını oluşturabilirlerdi. Bu bölümde izah etmek istediğimiz ; doğru olsa bile Kuran dışında başka dini kaynak oluşturmamanın en güzel ör-neğinin, Peygamber’den sonra 4 Halife döneminde görüldüğüdür. Onlar doğru olan hadisleri bile toplamadılar, insanların Kuran dı-şına taşmasını önlemeye çalıştılar. Oysa ünlü hadisçi Darekutni’nin ifadesine göre: “Yalan hadisler arasında sağlam hadis, siyah öküzün derisindeki tek tük beyaz kıl kadardır.” Gün gelmiş yalan hadislerin çokluğu doğru olan hadisleri geçmiş ve siyasi, maddi, manevi menfaatlerin baş gösterdiği devirde, bugünün en ünlü hadis kitapları ya-zılmıştır. Oysa 4 Halife kendi gözetimleri de mümkünken bırakın tek hadis yazmayı, kimseye tek hadis bile yazdırmamış, hadis naklini de kötü görmüşlerdir. üstelik doğruların yalanlardan fazla oldu-ğu, kendilerinin ise hakem olabileceği bir ortamda. Şimdi birileri kalkıyor 4 Halife aşağı, 4 Halife yukarı onları öve öve bitiremiyor; ama Kuran’ı dinin tek kaynağı kılmak için onların bu tavırlarını uygulamaya gelince, sanki böyle bir olay olmamış, sanki kendi kaynakları bile bu gerçekleri kabul etmiyormuş gibi, tarihin bu olayla-rını görmezden geliyorlar. Gelin Hz. Ebubekir’den başlayarak sıra-sıyla 4 halifenin hadis toplamaya ve nakline karşı tavrını geleneksel İslamcıların da kabul ettiği kaynaklardan alıntılar yaparak görelim: Ebubekir Peygamberimiz’in vefatından sonra halkı toplamış ve onlara şöyle demiştir: “Sizler Allah’ın elçisinden farklı hadisler naklediyorsunuz. Bu durumda sizden sonrakiler daha büyük anlaşmaz-lıklara düşecektir. Allah’ın elçisinden hiçbir hadis nakletmeyin. Sizden hadis nakletmenizi isteyenlere deyiniz ki: İşte Allah’ın Kitabı aramızda, onun helalini helal kılın, haramını haram görün.” Zehebi, Tezkiratul Huffaz 1/3, Buhari 1.cilt Görüldüğü gibi ilk halife Hz. Ebubekir, Kuran dışında başka bir kaynak ortaya çıkmamasının reçetesini şöyle yazmıştır: “Hiçbir hadis nakletmeyin.” Dikkat edin; “Şu kadar şahit olursa, şu şu haller de olursa, doğru hadisi toplayın, yalanı şöyle atın, geriye doğru-su kalsın...” diye tarifler yapmamış, kestirme şekilde hadis nakil edilmemesini istemiştir. Hz. Ebubekir döneminde yaşayanların ço-ğunun Peygamber’i görenler olduğunu, Peygamber’in birçok sözünün en taze dönemi olduğunu düşünürsek, Hz. Ebubekir’in bu konudaki tavrı daha da anlamlı olur. Hz. Ömer’in bu konudaki tavrı aynı Hz. Ebubekir gibidir, hatta diyebiliriz ki Hz. Ömer bu konuda Hz. Ebubekir’den çok daha sert de davranmıştır. HZ. ÖMER’İN UYDURUKçULARA ATTIĞI KÖTEK Hz. Ömer diğer şehirlerdeki sahabelere de mektuplar yazarak ellerinde yazılı bulunan hadis mecmualarını yok etmelerini istedi. İbni Abdil Berr, Camiul Beyanil İlm ve Fazluhu 1/64-65 Hadisler Ömer döneminde çoğalmıştı. Ömer halktan beraberlerinde bulunan hadis sayfalarını getirmelerini istedi. Sonra bunla-rın yakılmasını emrederek şunu söyledi: Kitap Ehli’nin Mişna’sı gi-bi Müslümanların Mişna’sıdır bunlar. İbni Sad/Tabakat 5/140 Hz. Ömer çok değerli bir tespitle; Museviler’in dinlerini dejenere edişlerinde Tevrat dışında Mişna adlı kitapları dini kaynak edinişlerini görmüş ve Peygamber’e fatura edilerek dinin kaynağı kılınmak istenen hadislerin bu Mişnalar’ın fonksiyonunu kazanaca-ğını anlamıştır. Buna karşı hem diliyle, hem eliyle mücadele etmiş ve bu mişnaları yakmıştır. Hz. Ömer’in yaktırdığı Mişnalar’daki doğru hadis oranı tahminimizce bugünkü en doğru kabul edilen Buhari’den de, Müslim’den de çok daha yüksektir. çünkü Peygam-ber’i görenler o dönemde hayattadır, ayrıca ileride olacak siyasi ay-rılıklar ve kargaşalar henüz olmamıştır. Geleneksel İslam’ı savunanlara soralım: Sizce Hz. Ömer Pey-gamber’i sevmiyor muydu? Peygamber’e sizin kadar (!) saygı duymuyor muydu? Günümüzde Kuran’ın yeterliliğini savunanlara ve hadislere gerek olmadığını söyleyenlere bu iddialarda bulunuyorsunuz. Peki aynı tavrı gösteren, hatta hadisleri yakan Hz. Ömer’e niye aynı eleştiriyi getirmiyorsunuz? Hiç şüphesiz ki Hz Ömer, Pey-gamber’i çok seviyordu; fakat O, Kuran’ın mesajını, Hz. Peygam-ber’in vaaz ettiği dinin özünü iyi kavramıştı. Hadisleri yakışının al-tındaki neden de Peygamber’e olan saygısızlığı değil, bilakis saygı-sıydı. çünkü daha evvel Peygamber de hadis yazımını yasaklamıştı. çünkü Kuran detaylı ve yeterli olduğunu, her şeyi açıkladığını söylüyordu. Hz. Ömer böylece dinimizi Mişnalardan, Peygamberi-miz’i iftiralardan korumaya çalıştı. Oysa günümüzde Hz. Ömer’e övgüler düzenler, hadislere uymayı; Peygamber’e saygı, Peygam-ber’e uyma, takva olmak zannediyorlar. Böylece kraldan çok kralcı olup, farkında olarak veya olmayarak Kuran’dan uzaklaşıyorlar. Bazı hadis uydurucularını göreceğimiz bundan bir sonraki bölümde, en çok kendisinden hadis nakledilen Ebu Hureyre ve Kab gibi kişilere karşı Hz. Ömer’in hadis nakillerinden dolayı şiddetli tepki ve tehditlerini, bu konudaki tavrını ve çabasını açıkça göreceğiz. (12. Bölümü okuyunuz) Hz. Ömer Irak’a yolculuğa giden arkadaşlarına şöyle demiştir: “Siz öyle bir ülkeye gidiyorsunuz ki halkı arı uğultusu gibi Kuran okur. Hadislerle onları meşgul etmeyiniz ve yollarını saptırmayı-nız.” Ahmed İbni Hanbel, Kitabul Ilel 1/62-63 Hz. Ömer şöyle der: “Ancak sizden önceki kavimleri hatırla-dım, onlar da kitaplar yazmışlar ve Allah’ın Kitabı’nı bırakarak onlara sarılmışlardı. Allah’ın Kitabı’na hiçbir şeyi karıştırmam.” diğer bir rivayette “Allah’ın Kitabı’nı asla başka bir şeyle değiştirmem.” başka bir rivayette “Ben yemin ederim ki Allah’ın Kitabı’nı hiçbir şeyle gölgelemem.” El Hatip, Takyıdul İlm Sayfa 50; İbni Sad, Tabakat, 3/206 Hz. Ömer’in bu tavrını 3. halife Hz. Osman da çok hadis nakleden Ebu Hureyre ve Kab’a karşı koyarak devam ettirmiştir. MEŞHUR SAHABELER HADİS NAKLİ İLE SAVAŞTI Hz. Osman çok hadis nakletmelerinden dolayı Ebu Hureyre’yi Devş dağlarına göndermekle, Kab’ı Kırede dağlarına sürgün etmekle tehdit etmiştir. Tahzırul Havas 10b. 4 Halife’nin dışında Peygamberimiz’i gören birçok değerli sahabe, gerek 4 Halife döneminde, gerekse 4 Halifeden sonra arka-daşlarının hadislere karşı takındıkları tavrı benimsemişlerdir. Bu konuda İbni Abbas ve Abdullah bin Mesud adlı meşhur sahabeleri görelim: Şeddad, İbni Abbas’a “Hz. Peygamber bir şey bıraktı mı?” diye sordu. O da “Sadece Kuran’ın iki kapağı arasında olanları bıraktı.” cevabını verdi. Buhari K. Fezailul Kuran 16; Müslim K. Fezailus Sahabe 30,31 Ebu Davud K. Fiten 1, Tırmizi K. Fiten 43 İbni Abbas hadis yazmayı yasaklar ve şöyle derdi: “Sizden önceki ümmetlerin sapmaları bu şekilde kitaplar vücuda getirmek yüzünden olmuştur.” İbn Abdül Berr, Camiul Beyanil ilm 1/63-68 Abdullah bin Mesud elinde bir hadis sayfasıyla geldi. Sonra su isteyerek yazıları sildi, sayfanın yakılmasını emretti ve şunu söyledi: “Allah kime bir hadis sayfasının yerini bildirirse ve o da beni bun-dan haberdar ederse Allah’a yemin ederim ki, Hindistan’da dahi olsa o hadisi arar bulur ve yok ederdim. Ebu Reyye, Muhammedi Sünnetinin Aydınlatılması s. 27 Eğer hadisler dinin kaynağı olsa yazılması, korunması ve bu faaliyetlerin emredilmesi gerekirdi. Oysa görüyoruz ki ünlü sahabeler tam tersine hadis yazımını yasaklamışlar, yazılı hadisleri yakmış-lar ve Kuran’la yetinilmesini söylemişlerdir. Sahabe sahabe diye or-talığı inletenlerin sahabenin bu hareketi ile çelişmeleri, birçok çelişkilerine şahit olanlar için hiç de sürpriz değildir. Kuran’ın yeter-liliğine dair açık ayetlerle çelişenler, Peygamber’in hadis yazmama emrine muhalefet edenler, sahabenin bu tavrıyla çelişirlerken tevil veya görmemezlikten gelme gibi bir mekanizma bulmuşlardır. Ama tüm bu mekanizmalar ve sahabelere atfedilen yalanlar 4 halife döneminden yazılı tek bir hadis sayfasının bile bize ulaşmadığı gerçe-ğini yok edemez. Gerek yukarıdaki halifelerin ve ünlü sahabelerin sözleri, gerekse bu sözlerle uyumlu hiçbir hadis kitabı oluşturma-dıkları gerçeği, Kuran dışında uydurulan kaynaklardan bu sahabelere yapılan atıflarla söylenen hadislerin, Peygamber’e olduğu gibi, bu kişilere de iftira olduğunu gösterir. HZ. ALİ DE HADİS SAYFALARINI YOK ETTİRDİ Diğer 3 halife gibi 4. halife olan ve Sunnilerin kadar, onlardan daha da fazla Şiilerin ve Alevilerin çok saydığı Hz. Ali’nin hadislere karşı aşağıdaki sözlerde göreceğimiz tavrı; inşallah Şii, Alevi ve Sunni kesimlerin Kuran’ın Müslüman’ı olup mezhep manasında Şiilik, Sunnilik ve Aleviliği bırakmalarına ve sadece Kuran’dan dini anlamalarına sebep olur. Hz. Ali minberden şu hutbeyi veriyordu: “Yanında hadis sayfaları bulunanlar gidip onları yoketsinler. Zira halkı helak eden olay, alimlerin naklettikleri hadislere uyarak Kuran’ı terk etmeleridir.” İbn Abdülberr, Camiul Beyanil İlm Birgün Hz. Ali’ye gelirler ve “Halk hadislere dalmış.” derler. Hz. Ali sorar: “Gerçekten öyle mi?” “Evet” derler. Peygamber’den işittim ki gelecekte vuku bulabilecek bir fitneden söz ediyordu. “O fitneden kurtuluş nedir, nasıldır?” diye sordum. Resullullah dedi ki: “Kurtuluş Kuran’dadır. çünkü sizden öncekilerin haberleri de, sizden sonrakilerin haberleri de, aranızdakilerin hükmü de ondadır. O gerçek ile yalanı birbirinden ayıran kesin bir hükümdür, şaka ve boş söz değildir. O’nu terkeden her zorbanın Allah boynunu kırar. Hidayeti, doğru yolu O’ndan başkasında arayanı Allah sapkınlığa düşürür. O, Allah’ın en sağlam urganıdır. O, hikmetle dolu Kuran’dır. O en doğru yoldur. O, boş arzuların haktan saptıramayacağı, dillerin, karıştırıp belirsiz edemeyeceği, ilim adamlarının doyamayacağı, çok tekrarlanılmasından bıkılmayan, ilginç özellikleri bitip tükenmeyen bir kitaptır.” Sünen-i Tırmizi/Darimi 4 HALİFENİN HADİSLERE KARŞI TAVRI DAHA EVVEL HİÇ KİMSE BUNLARI AKIL EDEMEDİ Mİ? Ne yazık ki ülkemizin üzerinde bulunduğu topraklara İslam adına ilk giren, kitabımız boyunca eleştirdiğimiz mezheplerin uydurmalarla dolu dini yapısıdır. Günümüze kadar sayısal olarak ülkemizde çoğunluğu temsil eden ve halife olan padişahlarca da kollanan Sunni mezhepler olmuştur. (Özellikle Hanefilik) Bu mezhep, merkezi yönetimin politikaları sonucu kollanmış, karşıt fikirler bastırılmıştır. Tarihsel süreçte hadislerin dinin kaynağı ilan edilmelerine, Mutezile ve Harici gibi grupların ve de bir çok kişinin karşı çıktığını görürüz. Fakat ülkemizin topraklarının uzun yıllar baskıcı Sunni yönetimlerin egemenliğinde olmasının, karşıt fikirlerin eserlerinin tahrif ve yok edilmesinin ve halkımızın tarihsel bilgisinin zayıflığının sonucunda, bu söylediklerimizi ilk duyanların çok şaşırdığını ve “Bunları daha evvel kimse akıl edemedi mi? İlk siz mi bunları akıl ettiniz?” diye sorduklarını görmekteyiz. Oysa bu fikirler tarih boyunca birçok kişi tarafından söylenmiştir. Günümüzde de birçok insan bu fikirleri seslendirmektedir. (Kitabımızda bu fikre yakın yazarların bir kısmından alıntılar yaptık.) Fakat mezheplerin İslam’ının daha organize olması ve mezhepçilerin baskısından bazılarının çekinmesi sonucu Kuran’daki İslam’ın sesi mezhepçilerin sesi kadar gür çıkamamaktadır. Kitabımızın bu bölümünü okuyanlar, Peygamberimiz’in vefatından hemen sonraki devirde 4 Ha-life’nin Kuran dışında dini kaynak oluşmaması için nasıl çabaladık-larını kavrayacaklardır. Böylece “Bu söylediklerinizi ilk siz mi akıl ettiniz?” diye soranlar, bu fikirleri Peygamber’in vefatından sonraki ilk yıllarda, 4 Halife başta olmak üzere birçok insanın seslendir-diğini anlayacaklardır. Tüm bu fikirleri tarih boyunca akıl edenler hep vardır. Ama akıl etmek istemeyenlerin uyduracakları mazeretleri de hep vardır. 4 HALİFE TEK BİR HADİS BİLE YAZDIRMADI Kuran’ın dışında başka kaynakları da dinin kaynağı ilan edenlere, Kuran’ı tek başına yetersiz görenlere, Kuran’la beraber uydurmalarla dolu hadis kitaplarından da dini anlamaya çalışanların kabulüne göre İslam’ın en mutlu dönemi önce Peygamberimiz’in zamanı, sonra ise 4 Halife dönemidir. Fakat ne yazık ki bu halifelerin üstünlüğünü kabul edenlerin uygulamaları 4 Halife ile de çelişmiştir. Daha evvel 4. Bölüm’de Peygamberimiz’in hadisleri yazdırma-dığını gördük. 4 Halife de, bırakın hadis yazdırmayı, kişilerin hadis nakletmelerini engellemeye çalışmışlar ve Kuran dışında başka kaynak oluşmamasının mücadelesini vermişlerdir. üstelik bu mücadeleyi Peygamber’in vefatından sonraki ilk yıllarda vermişlerdir. Yani uydurmaların çok daha az olduğu bir dönemde. Oysa isteselerdi Peygamber’in en azından birkaç yüz veya birkaç bin hadisini topla-yıp bir kitap yapabilirlerdi. Hem de Peygamber’i gören ve çok ya-kın olan 4 Halife eminiz ki çok az yanlışla böyle bir hadis kitabını oluşturabilirlerdi. Bu bölümde izah etmek istediğimiz ; doğru olsa bile Kuran dışında başka dini kaynak oluşturmamanın en güzel ör-neğinin, Peygamber’den sonra 4 Halife döneminde görüldüğüdür. Onlar doğru olan hadisleri bile toplamadılar, insanların Kuran dı-şına taşmasını önlemeye çalıştılar. Oysa ünlü hadisçi Darekutni’nin ifadesine göre: “Yalan hadisler arasında sağlam hadis, siyah öküzün derisindeki tek tük beyaz kıl kadardır.” Gün gelmiş yalan hadislerin çokluğu doğru olan hadisleri geçmiş ve siyasi, maddi, manevi menfaatlerin baş gösterdiği devirde, bugünün en ünlü hadis kitapları ya-zılmıştır. Oysa 4 Halife kendi gözetimleri de mümkünken bırakın tek hadis yazmayı, kimseye tek hadis bile yazdırmamış, hadis naklini de kötü görmüşlerdir. üstelik doğruların yalanlardan fazla oldu-ğu, kendilerinin ise hakem olabileceği bir ortamda. Şimdi birileri kalkıyor 4 Halife aşağı, 4 Halife yukarı onları öve öve bitiremiyor; ama Kuran’ı dinin tek kaynağı kılmak için onların bu tavırlarını uygulamaya gelince, sanki böyle bir olay olmamış, sanki kendi kaynakları bile bu gerçekleri kabul etmiyormuş gibi, tarihin bu olayla-rını görmezden geliyorlar. Gelin Hz. Ebubekir’den başlayarak sıra-sıyla 4 halifenin hadis toplamaya ve nakline karşı tavrını geleneksel İslamcıların da kabul ettiği kaynaklardan alıntılar yaparak görelim: Ebubekir Peygamberimiz’in vefatından sonra halkı toplamış ve onlara şöyle demiştir: “Sizler Allah’ın elçisinden farklı hadisler naklediyorsunuz. Bu durumda sizden sonrakiler daha büyük anlaşmaz-lıklara düşecektir. Allah’ın elçisinden hiçbir hadis nakletmeyin. Sizden hadis nakletmenizi isteyenlere deyiniz ki: İşte Allah’ın Kitabı aramızda, onun helalini helal kılın, haramını haram görün.” Zehebi, Tezkiratul Huffaz 1/3, Buhari 1.cilt Görüldüğü gibi ilk halife Hz. Ebubekir, Kuran dışında başka bir kaynak ortaya çıkmamasının reçetesini şöyle yazmıştır: “Hiçbir hadis nakletmeyin.” Dikkat edin; “Şu kadar şahit olursa, şu şu haller de olursa, doğru hadisi toplayın, yalanı şöyle atın, geriye doğru-su kalsın...” diye tarifler yapmamış, kestirme şekilde hadis nakil edilmemesini istemiştir. Hz. Ebubekir döneminde yaşayanların ço-ğunun Peygamber’i görenler olduğunu, Peygamber’in birçok sözünün en taze dönemi olduğunu düşünürsek, Hz. Ebubekir’in bu konudaki tavrı daha da anlamlı olur. Hz. Ömer’in bu konudaki tavrı aynı Hz. Ebubekir gibidir, hatta diyebiliriz ki Hz. Ömer bu konuda Hz. Ebubekir’den çok daha sert de davranmıştır. HZ. ÖMER’İN UYDURUKçULARA ATTIĞI KÖTEK Hz. Ömer diğer şehirlerdeki sahabelere de mektuplar yazarak ellerinde yazılı bulunan hadis mecmualarını yok etmelerini istedi. İbni Abdil Berr, Camiul Beyanil İlm ve Fazluhu 1/64-65 Hadisler Ömer döneminde çoğalmıştı. Ömer halktan beraberlerinde bulunan hadis sayfalarını getirmelerini istedi. Sonra bunla-rın yakılmasını emrederek şunu söyledi: Kitap Ehli’nin Mişna’sı gi-bi Müslümanların Mişna’sıdır bunlar. İbni Sad/Tabakat 5/140 Hz. Ömer çok değerli bir tespitle; Museviler’in dinlerini dejenere edişlerinde Tevrat dışında Mişna adlı kitapları dini kaynak edinişlerini görmüş ve Peygamber’e fatura edilerek dinin kaynağı kılınmak istenen hadislerin bu Mişnalar’ın fonksiyonunu kazanaca-ğını anlamıştır. Buna karşı hem diliyle, hem eliyle mücadele etmiş ve bu mişnaları yakmıştır. Hz. Ömer’in yaktırdığı Mişnalar’daki doğru hadis oranı tahminimizce bugünkü en doğru kabul edilen Buhari’den de, Müslim’den de çok daha yüksektir. çünkü Peygam-ber’i görenler o dönemde hayattadır, ayrıca ileride olacak siyasi ay-rılıklar ve kargaşalar henüz olmamıştır. Geleneksel İslam’ı savunanlara soralım: Sizce Hz. Ömer Pey-gamber’i sevmiyor muydu? Peygamber’e sizin kadar (!) saygı duymuyor muydu? Günümüzde Kuran’ın yeterliliğini savunanlara ve hadislere gerek olmadığını söyleyenlere bu iddialarda bulunuyorsunuz. Peki aynı tavrı gösteren, hatta hadisleri yakan Hz. Ömer’e niye aynı eleştiriyi getirmiyorsunuz? Hiç şüphesiz ki Hz Ömer, Pey-gamber’i çok seviyordu; fakat O, Kuran’ın mesajını, Hz. Peygam-ber’in vaaz ettiği dinin özünü iyi kavramıştı. Hadisleri yakışının al-tındaki neden de Peygamber’e olan saygısızlığı değil, bilakis saygı-sıydı. çünkü daha evvel Peygamber de hadis yazımını yasaklamıştı. çünkü Kuran detaylı ve yeterli olduğunu, her şeyi açıkladığını söylüyordu. Hz. Ömer böylece dinimizi Mişnalardan, Peygamberi-miz’i iftiralardan korumaya çalıştı. Oysa günümüzde Hz. Ömer’e övgüler düzenler, hadislere uymayı; Peygamber’e saygı, Peygam-ber’e uyma, takva olmak zannediyorlar. Böylece kraldan çok kralcı olup, farkında olarak veya olmayarak Kuran’dan uzaklaşıyorlar. Bazı hadis uydurucularını göreceğimiz bundan bir sonraki bölümde, en çok kendisinden hadis nakledilen Ebu Hureyre ve Kab gibi kişilere karşı Hz. Ömer’in hadis nakillerinden dolayı şiddetli tepki ve tehditlerini, bu konudaki tavrını ve çabasını açıkça göreceğiz. (12. Bölümü okuyunuz) Hz. Ömer Irak’a yolculuğa giden arkadaşlarına şöyle demiştir: “Siz öyle bir ülkeye gidiyorsunuz ki halkı arı uğultusu gibi Kuran okur. Hadislerle onları meşgul etmeyiniz ve yollarını saptırmayı-nız.” Ahmed İbni Hanbel, Kitabul Ilel 1/62-63 Hz. Ömer şöyle der: “Ancak sizden önceki kavimleri hatırla-dım, onlar da kitaplar yazmışlar ve Allah’ın Kitabı’nı bırakarak onlara sarılmışlardı. Allah’ın Kitabı’na hiçbir şeyi karıştırmam.” diğer bir rivayette “Allah’ın Kitabı’nı asla başka bir şeyle değiştirmem.” başka bir rivayette “Ben yemin ederim ki Allah’ın Kitabı’nı hiçbir şeyle gölgelemem.” El Hatip, Takyıdul İlm Sayfa 50; İbni Sad, Tabakat, 3/206 Hz. Ömer’in bu tavrını 3. halife Hz. Osman da çok hadis nakleden Ebu Hureyre ve Kab’a karşı koyarak devam ettirmiştir. MEŞHUR SAHABELER HADİS NAKLİ İLE SAVAŞTI Hz. Osman çok hadis nakletmelerinden dolayı Ebu Hureyre’yi Devş dağlarına göndermekle, Kab’ı Kırede dağlarına sürgün etmekle tehdit etmiştir. Tahzırul Havas 10b. 4 Halife’nin dışında Peygamberimiz’i gören birçok değerli sahabe, gerek 4 Halife döneminde, gerekse 4 Halifeden sonra arka-daşlarının hadislere karşı takındıkları tavrı benimsemişlerdir. Bu konuda İbni Abbas ve Abdullah bin Mesud adlı meşhur sahabeleri görelim: Şeddad, İbni Abbas’a “Hz. Peygamber bir şey bıraktı mı?” diye sordu. O da “Sadece Kuran’ın iki kapağı arasında olanları bıraktı.” cevabını verdi. Buhari K. Fezailul Kuran 16; Müslim K. Fezailus Sahabe 30,31 Ebu Davud K. Fiten 1, Tırmizi K. Fiten 43 İbni Abbas hadis yazmayı yasaklar ve şöyle derdi: “Sizden önceki ümmetlerin sapmaları bu şekilde kitaplar vücuda getirmek yüzünden olmuştur.” İbn Abdül Berr, Camiul Beyanil ilm 1/63-68 Abdullah bin Mesud elinde bir hadis sayfasıyla geldi. Sonra su isteyerek yazıları sildi, sayfanın yakılmasını emretti ve şunu söyledi: “Allah kime bir hadis sayfasının yerini bildirirse ve o da beni bun-dan haberdar ederse Allah’a yemin ederim ki, Hindistan’da dahi olsa o hadisi arar bulur ve yok ederdim. Ebu Reyye, Muhammedi Sünnetinin Aydınlatılması s. 27 Eğer hadisler dinin kaynağı olsa yazılması, korunması ve bu faaliyetlerin emredilmesi gerekirdi. Oysa görüyoruz ki ünlü sahabeler tam tersine hadis yazımını yasaklamışlar, yazılı hadisleri yakmış-lar ve Kuran’la yetinilmesini söylemişlerdir. Sahabe sahabe diye or-talığı inletenlerin sahabenin bu hareketi ile çelişmeleri, birçok çelişkilerine şahit olanlar için hiç de sürpriz değildir. Kuran’ın yeter-liliğine dair açık ayetlerle çelişenler, Peygamber’in hadis yazmama emrine muhalefet edenler, sahabenin bu tavrıyla çelişirlerken tevil veya görmemezlikten gelme gibi bir mekanizma bulmuşlardır. Ama tüm bu mekanizmalar ve sahabelere atfedilen yalanlar 4 halife döneminden yazılı tek bir hadis sayfasının bile bize ulaşmadığı gerçe-ğini yok edemez. Gerek yukarıdaki halifelerin ve ünlü sahabelerin sözleri, gerekse bu sözlerle uyumlu hiçbir hadis kitabı oluşturma-dıkları gerçeği, Kuran dışında uydurulan kaynaklardan bu sahabelere yapılan atıflarla söylenen hadislerin, Peygamber’e olduğu gibi, bu kişilere de iftira olduğunu gösterir. HZ. ALİ DE HADİS SAYFALARINI YOK ETTİRDİ Diğer 3 halife gibi 4. halife olan ve Sunnilerin kadar, onlardan daha da fazla Şiilerin ve Alevilerin çok saydığı Hz. Ali’nin hadislere karşı aşağıdaki sözlerde göreceğimiz tavrı; inşallah Şii, Alevi ve Sunni kesimlerin Kuran’ın Müslüman’ı olup mezhep manasında Şiilik, Sunnilik ve Aleviliği bırakmalarına ve sadece Kuran’dan dini anlamalarına sebep olur. Hz. Ali minberden şu hutbeyi veriyordu: “Yanında hadis sayfaları bulunanlar gidip onları yoketsinler. Zira halkı helak eden olay, alimlerin naklettikleri hadislere uyarak Kuran’ı terk etmeleridir.” İbn Abdülberr, Camiul Beyanil İlm Birgün Hz. Ali’ye gelirler ve “Halk hadislere dalmış.” derler. Hz. Ali sorar: “Gerçekten öyle mi?” “Evet” derler. Peygamber’den işittim ki gelecekte vuku bulabilecek bir fitneden söz ediyordu. “O fitneden kurtuluş nedir, nasıldır?” diye sordum. Resullullah dedi ki: “Kurtuluş Kuran’dadır. çünkü sizden öncekilerin haberleri de, sizden sonrakilerin haberleri de, aranızdakilerin hükmü de ondadır. O gerçek ile yalanı birbirinden ayıran kesin bir hükümdür, şaka ve boş söz değildir. O’nu terkeden her zorbanın Allah boynunu kırar. Hidayeti, doğru yolu O’ndan başkasında arayanı Allah sapkınlığa düşürür. O, Allah’ın en sağlam urganıdır. O, hikmetle dolu Kuran’dır. O en doğru yoldur. O, boş arzuların haktan saptıramayacağı, dillerin, karıştırıp belirsiz edemeyeceği, ilim adamlarının doyamayacağı, çok tekrarlanılmasından bıkılmayan, ilginç özellikleri bitip tükenmeyen bir kitaptır.” Sünen-i Tırmizi/Darimi BAZI ÖNEMLİ HADİS UYDURUCULARI Peygamberimiz’in hadisleri, eğer Kuran-ı Kerim gibi dinin te-mel bir kaynağı ve her Müslüman’ın bilmesi ve uyması gereken bir esas olsaydı, Peygamber’imiz kendinden sonrakilere ulaşması için sahabeden bunların hem yazılmasını, hem ezberlenmesini isterdi. Peygamberimiz’in bunu istemek bir yana, hadislerin yazımı-nı yasakladığını daha önceki bölümlerde gördük. Eğer Peygam-ber’imiz bunların ezberlenmesini isteseydi, sahabenin Peygamber’e en yakın olanlarının; Ebu Bekir’in, Ömer’in, Osman’ın, Ali’nin, Zübeyr’in, Zeyd bin Sabit’in, Selman el Farisi’nin onbinlerce hadis nakletmesi beklenirdi. Oysa bu sahabelerin söylediği iddia edilen sözler çok azdır. Örneğin birazdan göreceğimiz hadis uydurucula-rından Ebu Hureyre’nin söylediği iddia edilen hadislerin üçte, dörtte biri bile dört büyük halife ve diğer önemli sahabelerin hepsinin söylediğinin toplamına birden atfedilmez. İşte bu Ebu Hurey-re’yi ve İsrailiyat adındaki Musevi hikayelerini ve Mesihhiyat adın-daki Hıristiyan hikayelerini dine sokan birkaç uydurucuyu bu bölümde inceleyeceğiz. Bunu yaparken bu hadis uydurucular çok fazla miktarda hadis naklettikleri için naklettikleri binlerce hadisin tümünün neden güvenilir olmadığını anlayacağız. Ayrıca hadisçilerin hadis toplarken, hadis nakleden kişileri söyledikleri kadar iyi incelemediklerini bu bağlamda anlayıp, böylece hadisçilerin tüm çalış-malarının da güvenilmez ve şüpheli olduğunu kavrayacağız. 4. Bölümde hadisleri incelerken Peygamber’i her görene sahabe denildi-ğini ve her sahabenin kesin adil ve doğru sözlü kabul edilip, her sahabeden her hadisin alındığını gördük. (Sahabe kelimesinin bu ta-nımı benimsenerek yaygınlık kazanmıştır. Sahabe kelimesini, sade-ce Peygamberimizin yakın çevresi için kullananlar da olmuştur.) Oysa Kuran, Peygamber’in döneminde birçok münafığın inanmadığı halde kendini inanmış gibi gösterdiğini, birçok zayıf inançlı, inancı oturmamış kişinin, inandıklarını söylemelerine rağmen Pey-gamber’e zorluklar çıkardıklarını haber vermektedir. Ne yazık ki yüzlerce Kuran ayetiyle çelişen, dine binlerce ilave yapan hadisçiler, bu ayetlerin manasını görmezden gelerek tüm sahabeyi tartışıl-maz ilan etmişler, hangi sahabeye uyulursa uyulsun kurtuluşun bu-lunacağını söylemişlerdir. Oniki İmamın masum ilan edilmesinde Şiiler’in hatasını çok iyi tespit eden Sunniler, ne yazık ki bütün bir nesli, hem de Kuran’ın birçok ayetiyle eleştirdiği kişilerin ve hatta münafıkların da içinde bulunduğu belirtilen bir nesli toptan tartışıl-maz ilan ederek, Şiiler’den çok daha büyük bir hataya düşmüşler ve Şiiler’e getirdikleri doğru eleştiride bile gülünç olmuşlardır. Gelin sahabe damgasıyla mühürlendiği için her sözüne itibar edilmiş olan ve mevcut binlerce hadisi olan Ebu Hureyre’yi inceleyelim ve bu zihniyetin bizi nereye, nasıl götürdüğünü anlayalım. EBU HUREYRE’YE GüVENİLMEZSE TüM HADİS KİTAPLARI GüVENİLMEZ OLUR Ebu Hureyre’nin Müslüman olmadan önceki hayatı hakkında kendi anlattıklarından başka bir şey bilinmez. Müslüman olduktan sonra fakirliğinden dolayı Ashabı Suffe’den olduğu bilinir. Müs-lim’in Fezailus Sahabe’deki 159. Bölüm’ünde Ebu Hureyre’nin sırf karın tokluğuna Peygamber’le beraber olduğu anlatılır. İbn Hazm sırf Baki bin Mahled’in müsnedinde Ebu Hureyre’ye ait 5374 hadis olduğunu söyler. Buhari bunlardan 446’sını kitabına almıştır. Ebu Hureyre’nin anlattıklarından, en çok korktuğu kişinin Hz. Ömer olduğunu görüyoruz. Hz. Ömer’in Ebu Hureyre’yi hadis naklinden dolayı tehdit ettiği ve tartakladığı hadis kitaplarında an-latılır. Ebu Hureyre: “Size naklettiğim şu hadisleri Ömer zamanın-da anlatsaydım değneği ile beni döverdi.” der (Ez Zehebi – Tezki-retul-Huffaz). Ebu Hureyre’nin şöyle dediği geçer: “Ömer ölünceye kadar Allah’ın Resulu buyurdu diyemezdik.”(Müslim, Sahihi Müslim, 1. cilt, sayfa 34). Müslim’i eğer görebilseydik kendisine şöyle sorardık: Ey Müslim, sen Sahihi Müslim diye tüm hadislerinin doğru olduğunu iddia ettiğin bir kitap yazdın, cerh ve tadille ki-tabında hadis nakledenleri incelediğini söyledin. Ebu Hureyre’yi kendin de görmemene rağmen, onu gören ve halife olan Hz. Ömer’in onu yalancılıkla ithamını, Ebu Hureyre’nin şüpheli bir şa-hıs olması için neden yeterli görmedin? Demek ki senin sahih de-diğin hadisler bu kadar sağlam temellere dayanıyor. Ne yazık ki Müslim de tüm sahabenin yıldızlar gibi olup, hangisine olursa olsun uyulabileceği şeklindeki asılsız inanca kanmış. Veya Ebu Hureyre ve diğerlerine gerçekte sıkı ölçüler uygulasa elinde hiçbir ha-dis kalmayacağını gördüğü için ve de özellikle Ebu Hureyre’den hatırı sayılır derecede çok hadis geldiği için, bu açık gerçekleri görmezlikten gelmiş. Ebu Hureyre’yi yalancılıkla suçlayan bir tek Hz. Ömer değildir. Hz. Aişe’nin de onu defalarca suçladığını Ebu Hu-reyre’ye sahip çıkan hadis kitaplarında bile görebiliriz. Hz. Aişe Ebu Hureyre’ye: “Sen Peygamber’den duymadığım hadisler rivayet ediyorsun!” dediğinde ona edepsizce bir cevap verir: “Ayna ve sürme seni Peygamber’le ilgilenmekten uzak tuttu.”(Zehebi, Siyeru Alemin Nubela 2. cilt, sayfa 435). Hz. Ali şöyle demiştir: “Yaşayanlar arasında Allah Resulu’na en fazla yalan isnad eden Ebu Hurey-re’dir.”(İbni Ebul Hadid, Şerhu Nehcul Belağa, 1. cilt, sayfa 360). Yine Hz. Ali onun “Sevgili dostum bana haber verdi ki” diye Pey-gamber’den bahsettiğini duyunca: “Peygamber ne zaman senin sevgili dostun oldu?” demiştir. İbn Mesud gibi meşhur bir sahabe ise onun “Ölü yıkayan ve taşıyan kişi abdest alsın.” sözünü kabul etmeyerek hakkında ağır sözler söylemiş ve sonra şöyle demiştir: “Ey insanlar, ölülerinizden dolayı necasete (pisliğe) bulaşmazsınız.” ATIN KANDIRILMASI HZ. ÖMER’İN KÖTEĞİNDEN DAHA MI ÖNEMLİ? Hadisçilerin hadis nakledilen kişilerin doğruluğunu tespit etmek hususunda ne kadar titiz oldukları şu hikayeyle anlatılır: “Meşhur bir hadisçi, kendisinden hadis naklettiği bir kişiyi görmek için onun bu-lunduğu yere seyahat etmiş. O yere vardığında, bu kişinin atına yiyecek verecekmiş gibi yapıp atı çağırdığını ve sonunda ata yiyecek vermediğini görmüş. Atı kandıran insanları da kandırabilir diye onun naklettiği hadisi almamış.” Bu hikayeyi dinleyen bizlerin “Aman hadisçiler ne titizmiş!” deyip, onların yalancı hiç kimseden söz almadıklarını, böylece naklettikleri hadislerin ne kadar güvenilir olduğunu görmemizi umarlar. Buraya kadar birçok yerde hem sebebi, hem de sonucu ile hadislerin nasıl uydurmalarla karıştığını gösterdik. İleri sürülen bu mantık hiç şüphesiz geçersizdir. Yüzbinlerce hadisten hadislerini seçtiğini söyleyenlerin bu şundan, şu ondan, o öbüründen şeklinde giden hadislerin nakilcilerinin önemli kısmı ha-dis kitapları toplandığında vefat etmişti. Geri kalanların çoğu ise İslam coğrafyasının dört bir yanına dağılmıştı. Bunların hepsini ziyaret etmek ve doğru sözlü olduklarını tespit etmek özellikle o dönemin ulaşım şartları düşünülürse mümkün değildir. Ziyaret mümkün olsaydı bile, bu kısa ziyaretler bir insanın ne kadar doğru sözlü oldu-ğunu tespit için elbette ki yetersizdir. Herhalde her hadisçi atını kandıran bir hadis nakilcisini tespit edecek kadar şanslı değildi! Bizim örneğimiz olan Ebu Hureyre’ye gelecek olursak; atını kandıran hadis nakilcisini kabul etmemekle hava atan hadisçiler, Hz. Ömer ve Hz. Ali gibi iki halifenin yalancılıkla itham ve dayaklarına, Peygam-ber’in hanımı Hz. Aişe’nin bu şahsın izahlarını reddine rağmen na-sıl kendisini kabul ediyorlar? Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Aişe’nin bu ta-vırları atın kandırılmasından daha mı az önemli? Hz. Ömer’in Ebu Hureyre’yi atadığı valilikten hırsızlıkları nedeniyle geri çağırttığı anlatılır. Hz. Ömer Ebu Hureyre’ye hitaben: “Seni Bahreyn’e vali yaptığımda ayağında bir çift ayakkabı yoktu. Sonra duydum ki sen 1000 dinara, 600 dinara atlar satın almışsın. Sen Bahreyn’in en ücra köşesinden, insanlar vergilerini, Allah ve Müslümanlar için değil de, senin için versinler diye mi geldin?” der (Zehebi, Siyer). Ebu Hureyre’nin bizzat kendisinin aktardığı bir hadiste ise Hz. Ömer ona şöyle demiştir: “Ey Allah’ın ve Kitabının düşmanı! Allah’ın malını çaldın değil mi? Yoksa senin on bin dina-rın nereden olacak?” (İbni Sa’d, Tabakat, 4. cilt, sayfa 59). Ne ya-zık ki Ebu Hureyre Hz. Ömer’in kendisine çıkışmalarını böyle an-latır, ama hadisçiler Hz. Ömer’in bu çıkışlarına rağmen Ebu Hu-reyre’yi birinci dereceden güvenilir kabul edip, en çok hadisi ondan naklederler. Bir de cerh ve tadil ilmiyle güvenilmeyen hiçbir kimseden hadis nakletmediklerini söylerler. Hz. Ömer’in “Allah’ın ve Kitabı’nın düşmanı” ilan ettiği şahsı en güvenilirler arasında kabul eden hadisçilerin, cerh ve tadil uygulamalarının ne kadar titizlikle yapıldığı görülmektedir. EMEVİLER EBU HUREYRE’NİN ALTIN çAĞIYDI Hz. Ömer’in ve daha sonra Hz. Ali’nin öldürülmelerinden son-ra Emeviler dönemi Ebu Hureyre’nin altın çağı olmuştur. Emeviler Ebu Hureyre’ye el Akik’te bir köşk inşa edip arazi vermişlerdir. Muaviye dönemindeki bu ikramlara karşılık İbni Kesir’in el Bidaye ve’n Nihaye eserindeki şu hadisler Ebu Hureyre’nin nasıl karşılık verdiğini göstermektedir: Ebu Hureyre rivayet eder ki: “Allah’ın Resulu Muaviye’ye bir ok verdi ve şöyle dedi: Bu oku al ve cennette beni onunla karşıla!” Ebu Hureyre’den yine şu hadis rivayet edilmiştir: “Allah’ın Re-sulu şunu derken duydum: Allah vahyini üç kişiye emanet etti: Ben, Cebrail ve Muaviye” Tüm bu delillere rağmen “Her sahabe doğrudur” yanlış inancı-nın hadisçileri sürüklediği nokta ortadadır. Ebu Hureyre kimdir ki, Peygamber’in en yakınlarının bile nakletmediği en garip uydurmaları Peygamber’le az görüşmesine rağmen nakletmiştir. Örneğin şu garip hadis Ebu Hureyre’den gelen mantıksız hadislerin yüzlercesinden biridir: Ebu Hureyre Peygamber’in kendisine şunu dediğini nakleder: “Ölüm meleği Musa’ya gönderildi. Musa’nın yanına gelince O ona vurdu. Melek Rabbinin yanına döndü ve şöyle dedi: Beni ölmek istemeyen birisine gönderdin. Allah Musa’nın kör ettiği meleğe gözlerini verdi ve şöyle dedi: “Git ve ona elini bir öküzün üzerine koy-masını söyle. Elinin kapladığı yerdeki kıl sayısınca ona yıl olarak ömür verildi!” Melek: “Evet, Rabbim. Sonra ne olacak?” Allah: “Sonra, ölüm” dedi.” Ne yazık ki Ebu Hureyre’yi kurtarma derdinde olanlar bir yandan böyle bir mantıksızlığı İslam’a fatura edip zarar veriyorlar, di-ğer taraftan Ebu Hureyre’yi kırmamak için Hz. Musa’yı Allah’ın takdirinden kaçan, meleğin gözüne tokat atıp kör eden bir insan olarak gösteriyorlar. Ebu Hureyre’ye bir çok sahabe (Peygamber’i gören Müslüman) muhalefet etmiştir. Örneğin Ebu Hureyre’nin “Av ve çoban köpekleri dışındaki köpekleri öldürün” hadisine tarla köpeklerini de eklemesi üzerine İbni Ömer, Ebu Hureyre’nin tarlaları olduğu için böyle bir yalanı uydurduğunu söylemiştir (Cemal Sait Aktaş, Hadis Kritiği Makalesi). Ebu Hureyre’den nakledilen hadislerin eleştirisine bu kitabı ayırsak başka bir şey yazmaya yer kalmaz. Ebu Hureyre’nin geleneksel İslam için önemini, bu yapının en ateşli savunucularından ve ülkemizde en çok satan gelenekçi, hadisçi İslam’ın kitaplarından Saadeti Ebediye- Tam İlmihal kitabının yazarı Hüseyin Hilmi Işık şöyle anlatmaktadır: “Ebu Hureyre’yi inkar eden şeriatın yarısını inkar eder, çünkü hükümlerin çıktığı hadislerin yarısını Ebu Hureyre nakletmiştir.” Bize göre itiraf, Hüseyin Hilmi Işık Bey’e göre şeriata sahip çıkma olan bu söz, neden Ebu Hureyre’yi bir alt baş-lık yaptığımızın sebebidir. Allah’a şükür ki dinimiz tek başına yeterli olan Kuran’dadır ve ne Ebu Hureyre’nin, ne de başkalarının hadislerine ihtiyacımız yoktur. İSRAİLİYAT VE MEŞHUR UYDURUCULARI Özellikle Yahudilikten İslam’a geçenler, Yahudilikteki birçok hikayeyi, uydurmayı hadis adı altında İslam’a taşıdılar. Bunu İslam’ın saflığını bozmak için yaptıkları görüşü hakim olsa da, eski adetlerinden, eski dinlerindeki inançlardan kurtulamayıp, kendilerince katkı sağlamak veya dinimizi Yahudileştirmek gibi niyetlerle de yaptıkları düşünülebilir. İbni Haldun, Mukaddime adlı eserinde konuyla ilgili şu açıklamaları yapar: “Hadis nakil tefsirleri yanlış doğru, makbul merdud her şeyi içeriyordu. Bunun sebebi şuydu; Araplar ne kitap, ne de ilim ehlinden değillerdi. Onlara hakim olan yaşam tarzı bedevilik ve cahillikti. Yaratılışın esrarı, kainatın durumu, v.b. konularda bir şey öğrenmek istediklerinde bunu kendilerinden önce Kitap verilenlere sorarlar ve bu konularda onlardan ya-rarlanırlardı. Bunların aralarında Kab el Ahbar, Vehb İbni Münebbih, Abdullah bin Selam vardı. Hadis nakilli tefsirler bu tür kişilerden yapılan nakillerle dolmuştur. Tefsirciler bu hususta gevşek dav-ranmış ve tefsirlerini bunların nakilleriyle doldurmuşlardır.” İbni Haldun’un dediğini günümüzde Türkçe’ye çevrilen birçok tefsirde görebiliriz. KAB EL AHBAR’A DAYANDIRILAN DİN Kab el Ahbar İsrailiyat’ı, Yahudi uydurmalarını dinimize en çok sokan kişidir. Peygamberimiz’in vefatından sonra Hz. Ebubekir veya Hz. Ömer dönemlerinden birinde İslam’a girdiği söylenir. İsrailiyat hakkındaki bilgisi ve bitmek tükenmek bilmeyen hikayeleri onu, devrinde ilgi odağı haline getirmiştir. Peygamber’e iftira ederek söylenen hadislerin birinde “İsrailoğullarından hadis naklinde bulunun, bunda zarar yoktur.” denir. Bu hadisi Abdullah bin Amr’ın nakletti-ği söylenir. Tırmizi, Ebu Davud, Buhari bu hadise yer vermiştir. Birazdan göreceğimiz gibi Abdullah bin Amr, Kab el Ahbar’ın talebelerindendir. Uyduracakları binlerce İsrailiyat’tan önce bu hadisi uyduranlar, daha sonraki uydurmalarını buna bina etmişlerdir. Kab el Ahbar bunların en önde gelenidir. Kendisi yalnız hadis nakil etmekle kalmamış, daha evvel incelediğimiz Ebu Hureyre’ye, bunun yanın-da Abdullah bin Amr, İbni Ömer, İbni Abbas gibi şahıslara da ders vermiştir. Böylece uydurmaların yayılması için bu şahısları da kullan-mıştır. Ebu Hureyre’ye karşı çıkan Hz. Ömer, aynı tavrı Kab el Ahbar’a da göstermiş ve onu sürgünle tehdit etmiştir. Hz. Ömer’in öldürülmesine kadar fikriyatını yaymakta güçlük çeken Kab Hz. Ömer’in vefatıyla kısmen ferahlamıştır. Kab’ın tüm bu hareketlerini anlatan Mahmud Ebu Reyye, Kab’ın Hz. Ömer’in öldürülmesinde parmağı olduğunu söyleyerek şu izahları yapar: “Hz. Ömer’in bu da-hi Yahudi’yi akıllıca ve ısrarlı bir şekilde izlemesi ve ileride de göre-ceğimiz üzere bir takım çirkin emellerinin farkına varmasına rağmen sonunda o dehasının gücüyle Hz. Ömer’in uyanık ve iyi niyetli oluşuna galebe çalmış, gizli ve açık tuzağını kurmaya devam etmiştir. İş Hz. Ömer’in katledilmesine kadar varmıştır. Elde varolan verilerin hepsi bu olayın gizli bir cemiyetçe tertiplenmiş olduğunu göstermektedir. Büyük deha Kab’ın da üyelerinden biri olduğu bu cemiyetin başkanı Hürmüzandı. Malum olduğu üzere Hürmüzan Huzistan’ın kralıydı ve Medine’ye esir olarak getirilmişti. Hz. Ömer’i katletme görevi ise Ebu Lülüe’ye verilmişti.” (Mahmud Ebu Reyye, Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması, sayfa 171). Mahmud Ebu Reyye’nin İbni Kesir’den alıntılarla anlattığı bu ihtimalin kesin olarak doğru olduğunu savunacak durumda değiliz. Fa-kat Hz. Ömer’in hadisten men ettiği ve ihtimal dahi olsa Hz. Ömer’in ölümünde parmağı olan bir kişiden ve onun ders verdiği Ebu Hureyre, Abdullah bin Ömer, İbni Ömer ve diğer şahıslardan hadis nakli ne kadar sağlıklı olabilmiştir? Tüm bu şahıslardan İsrailiyatı ve diğer hadisleri nakil edenlerin bu konudaki titizliği güvenilir midir? Bu şahıslarda yanılan hadisçilerin, diğer şahıslarda yanılıp ya-nılmadıklarına nasıl karar verebiliriz? Apaçık Kuran dururken ve Kuran tek başına yeterliyken hala bu hadislerden medet ummak dine ya-pılan zulüm değil midir? Bu sorulardan sonra Kab’a geri dönersek, Kab kaynaklı uydurmalar dünyanın yaratılışı, ahiret manzaraları, Şam şehrinin önemi ve daha bir çok konuda kendini göstermiştir. KAB KAYNAKLI UYDURMALARA ÖRNEKLER: Bir adam Kab’la karşılaştı. Kendisine selam vererek dua etti. Kab ona “Kimlerdensin?” diye sordu. Adam “Şamlılardanım” diye cevap verdi. O zaman Kab şöyle dedi “Belki de sen Şamlıların arasından çıkacak ve hesaba ve azaba uğratılmayacak yetmiş bin asker-den birisin! İbni Asakir-Tarih-1/57 Kab dedi ki: Allah yeryüzüne baktı ve şöyle dedi; “Senin bir bölümüne dokunacağım.” Dağlar O’na koşuştu. Kaya aşındı. Allah bu yüzden onlara teşekkür edip ayağını üzerlerine koydu! Mahmud Ebu Reyye Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması 185 Hesap için diriltilme ve hesap, Beytul Makdis’ten olacaktır. Beytül Maktis’te gömülü olan azaba uğratılmayacaktır. Mahmud Ebu Reyye Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması 185 Kab’ın uydurduğu tefsir ve diğer kitaplara giren buna benzer uydurmaların bir kısmı kendisinden nakledilse de, talebeleri aracı-lığıyla nakledilenler doğrudan kendisinden alınanlardan çoktur. Ebu Hureyre’ye destek veren Muaviye, Kab’a da destek vermiş ve ona kıssa anlatmasını emretmiştir (İbni Hacer, İsabe 5/323). VEHB İBNİ MüNEBBİH Kab her ne kadar İsrailiyat kaynaklı uydurmalarda bir numaraysa da, onun hemen ardından Vehb İbni Münebbih gelir. Kendisi birçok sahabeye atıfla hadis nakletmiş, Ebu Hureyre, İbni Ömer, İbni Abbas da kendisinden hadis nakletmişlerdir. Ahmed Emin şöyle der: “Sıret kitapları, en eski ve en güvenilir olanları da dahil hurafe ve İsrailiyat’tan arınmış değildir. Tam aksine bunların kronolojik sırada en önce gelenleri İsrailiyat’la en fazla doldurulmuş olan-larıdır. İlk ve en güvenilir kaynak sayılan İbni İshak’a bakalım. Bu zatın esas kaynaklarından biri de Yahudilikten İslam’a geçen Vehb İbni Münebbih’tir. İbni İshak’ın ayrıca Hıristiyan ve Mecusi kaynaklardan da büyük ölçüde yararlandığı bilinmektedir.” (Ahmed Emin, Duhaul İslam, 2. cilt, sayfa 311). Ne yazık ki herkes Ahmed Emin’in tahlil ettiği gibi Vehb’i tahlil edememiş ve bol hadis nakletmek uğruna doğrudan veya dolaylı olarak aşağıdaki gibi uydurmaları Vehb’den nakletmişlerdir. Arşı dört melek omuzları üzerinde taşırlar. Her birinin dört yüzü vardır: Öküz yüzü, aslan yüzü, kartal yüzü ve insan yüzü. Her birinin dört kanadı vardır. Bunların ikisi yüzünü kaplar ve arşa bakıp yanıvermesini engeller. Onun azameti gökleri ve yerleri kaplamıştır. Malti-Kitab et Tenbih sayfa 99 Reşid Rıza, Kab ve Vehb ikilisinin dine zararlarını ve uydurma-larını şöyle anlatır: “İsrailiyat rivayet eden ve Müslümanları kandı-rıp aldatanların en şerlileri bu ikisidir. Yaratılış, tekvin, Peygamberler, geçmiş ümmetler, fitneler, kıyamet ve ahiret meseleleriyle ilgili olarak tefsir ve tarih kitaplarında yer almayan hiçbir hurafe yoktur ki üzerinde bu ikisinin imzası olmasın. Bu kişilerin rivayetleri arasında Tevrat ve diğer Semavi kitaplara dayandırdıklarını iddia ettikleri nakiller bu kitaplarla çeliştiğinden dolayı, bir çoklarının yalan oluşu hususunda kesin hükme vardık. Kuşkusuz önceki alimlerin bunların farkına varması mümkün değildi. Zira onlar Ehli Ki-tabın kitaplarına muttali olamamışlardır. Kuşkusuz bu iki Yahu-di’nin rivayetlerinin çoğu İsrailiyat kaynaklı hurafeler olup, tefsir ve diğer sahalarda yazılmış kitapları bulandırmışlardır. Bunlar sayesinde İslam düşmanı mülhidler, İslam’ın da diğer dinler gibi hurafeler ve evham dini olduğunu iddia etmişlerdir.” (Reşid Rıza, Mecelletül Menar). MESİHHİYAT VE MEŞHUR UYDURUCULARI Dinimize sokulan uydurmaların kaynaklarından biri Yahudi kaynaklı İsrailiyat olduğu gibi, bir diğeri de Hıristiyan kaynaklı Mesihhiyat’tır. Mesihhiyat kaynaklı uydurucuların en önemlileri Temim ed Dari ve İbni Cureyc’dir. Deccaliyet, şeytan, ölüm mele-ği, cesas, cennet ve cehenneme dair izahlar, Hz. İsa hakkında uydurmalar Mesihhiyat’tan dinimize devşirilen en önemli uydurmala-rın başında gelir. Mesihhiyat kaynaklı uydurmalara aşağıdaki hadisleri örnek gösterebiliriz: Allah Resulü halkı topladıktan sonra şöyle dedi: Allah’a yemin ederim ki sizi korkutmak veya bir şeye teşvik etmek için toplamadım. Sizi şunun için topladım. Temim ed Dari bir Hıristiyandı. Sonra gelip bana biat ederek Müslüman oldu ve bana şunu anlattı: O iğrenç cüzzamlı otuz kişiyle bir deniz gemisine binmiş, yolda bir ay dalgalarla boğuştuktan sonra denizin ortasında bir adaya ulaşmış-lar. Güneşin battığı yerde yer alan bu adaya girdiklerinde kendileri kıldan önü arkası ayırt edilemeyen bir hayvan karşılayıp şöyle demiş: Ben Cesase’yim. Sonra onlara manastırdaki bir adamı görmelerini önermiş. Temim ve arkadaşları manastıra girdiklerinde yaratılışça daha önce hiç görmedikleri kadar iri ve topuklarından boynuna ka-dar her yeri demirle bağlı bir adam görmüşler. Adam, onların hikayesini ve Arap olduklarını öğrenince kendilerine birçok soru sormuş. Temim ve arkadaşları da onu cevaplıyorlarmış. Sonunda: “Ba-na ümmilerin Peygamber’inden haber verin ne yaptı?” demiş. Bunlar da “Mekke’den çıkıp Medine’ye yerleşti.” demişler. O “Araplar onunla savaştı mı?” diye sorduğunda “Evet” demişler. O zaman o “Peygamber onlara nasıl bir muamelede bulundu?” diye sormuş. Bunlar da “Karşısında bulunan Arapları hezimete uğratarak, kendisine itaat etmelerini sağladı.” cevabını vermişler. O zaman demiş ki: “Size kendimden bahsedeyim, ben Mesih’im, bana izin verilme zamanı yaklaştı. çıktığımda kırk günde yeryüzünü dolaşıp, Mekke ve Medine dışında kırk gece içinde uğramadık köy bırakmayacağım. O iki şehirse bana haram kılınmıştır. Onlardan birine girmek istedi-ğimde elinde kılıç olan bir melek beni karşılar ve bana engel olur. Bunları zikrettikten sonra Peygamber’imiz asasını minbere vurarak şöyle dedi: İşte Medine, işte Medine, işte Medine.” Müslim-Fiten 119/Ebu Davud-K. Melahım 15 İbni Mace-K. Fiten 33 Bu hadis Müslim, Ebu Davud, İbni Mace gibi Sunni düşüncenin tartışılmaz ilan edilmiş eserlerinde geçiyor. Okuduğunuz bu hadisi Müslim’de geçtiği için reddeden kafir oluyor, kabul eden ise sünnete, hadise, Peygamber’e bağlı kişi oluyor. Bir de bu hadislere inananlar; bunları inkar edenleri Peygamber düşmanı, kabul edenleri ise Peygamber aşkıyla yanıp tutuşan (!) kişiler olarak ilan ediyorlar. Diğer bir Mesihhiyat kaynaklı uydurma hadisi daha inceleyelim: Şeytan her insanı doğarken yaralar. Ancak Meryem oğlu İsa’yı yaralayamamış, yaralamak için gittiğinde onun örtüsüne vurmuştur. Buhari-K. Bedul Halk 11- Hanbel 2/523 Yukarıdaki hadisle Hz. İsa yüceltilirken, Peygamberimiz’in de içinde olduğu diğer insanlar şeytan tarafından yaralanmış ilan edilirler. Bu hadisten sonra Peygamberimiz’in, kalbindeki şeytanın darbesinden kurtulmak için melekler tarafından beş defa ameliyat edilip kalbindeki siyah pıhtının çıkarıldığına dair yakışıksız hadisler de nakledilir. Kimin tarafından? En doğru hadis kitabı Buhari ve Hanbeli mezhebinin kurucusu Hanbel tarafından! Yine de ısrarla savunulan şudur: Hadisleri inkar eden Peygamber’i inkar eder. En doğru hadis kitabı ise Buhari’dir! İşte en doğru hadis kitabının hadisi! İşte Kuran dışında başka hadis (söz) arayanların düştüğü durum! DİNİ UYDURMACILIKTA EMEVİLER, ABBASİLER VE DİĞER TARİHİ SEBEPLER Ne yazık ki bugün İslam diye ortaya sunulan din; özellikle Emevi döneminden başlayarak, daha sonra Abbasiler döneminde sonuca ulaşan uydurma hareketinin ürettiği İslam’dır. Bu İslam, kökenini sırf Kuran’dan alan, Kuran’ı yeterli gören bir İslam değildir. Bu İslam Emeviler’in ve Abbasiler’in reforma uğrattığı İs-lam’dır. Bizim bu kitapta yapmaya çalıştığımız kitabın 3. bölümünde belirttiğimiz gibi dinde reform yapmak değil, bilakis en çok Emevi ve Abbasiler’in ürünü olan reformu ortadan kaldırıp, Ku-ran’ın saf mesajını ortaya çıkarmaktır. Kitabın ileriki bölümlerinde göreceğimiz gibi dine Emeviler ve Abbasiler tarafından yapılan reform; dini zorlaştırma, karartma, insanla çatışır hale getirme ve ka-dınları toplumdan soyutlama şeklinde yapılmıştır. Bu ilaveleri yapanlar da ne yazık ki dini savunduklarını söylemişler ve dinin kay-nağı olduğunu iddia ettikleri yüzlerce hadis ve fıkıh kitaplarıyla dini dejenere etmişlerdir. Dini dejenere eden bu tarihi sürecin en baştaki basamağı Emevi devridir. Bu yüzden Emeviler’in kim oldu-ğunu iyice incelersek, din diye uydurulan mezheplere, hadislere ne-den güvenemeyeceğimizi daha iyi anlarız. Bundan önceki bölümlerde Peygamberimiz’in tek kaynak olarak Kuran’ı bıraktığını, dört halifenin de Kuran dışında bir kaynak, bir mezhep oluşturmadıkla-rını gördük. Bir önceki bölümde Kab ve Ebu Hureyre gibi hadis uydurucularına 4 halife döneminde nasıl göz açtırılmadığını inceledik. Emevi dönemi gelince 4 Halife döneminde hadis nakillerinden dolayı azarlanan Ebu Hureyre ve Kab gibiler bir anda baş tacı oldular. Muaviye’nin bu şahısları manevi itibar ve maddi çıkar sağla-mak yoluyla nasıl teşvik ettiğini 12. Bölüm’de inceledik. Aynı Emeviler İslam’daki ilk ciddi kargaşayı çıkarmış ve Hz. Ali’ye karşı sa-vaşmışlardır. Hz. Ali’nin kendilerini yeneceğini anlayan Emeviler mızraklarının ucuna Kuran geçirmiş ve Hz. Ali’nin ordusu “Biz Kuran’a karşı savaşmayız.” diyerek Emevilerin kurtulmasına imkan tanımışlardır. Hz. Ali Kuran’ın mızraklardaki sayfalar olmadığını, kendisinin Kuran’a bağlı olduğunu söylemesine rağmen Emevi oyunu başarılı olmuştur. EMEVİLERİN PEYGAMBERİMİZİN TORUNLARINI ÖLDüRMELERİ Aynı Emeviler Hz. Ali’ye karşı olan düşmanca tutumlarını, Hz. Ali’nin oğulları ve Peygamberimiz’in torunları olan Hasan ve Hü-seyin’e karşı da göstermişlerdir. Mesudi’nin anlatımlarına göre Ha-san kendisini rakip gören Muaviye tarafından zehirletilerek öldürülmüştür. Hasan’ın karısını bu zehirleme işinde kullanan Muaviye ise ölüm haberini alınca şarkılar söyleyerek, kendisini ibadete verip siyaset sahnesinden çekilmiş olan Hasan’ın ölümüne çok sevinmiştir. Hasan’ın kardeşi Hüseyin ise Kerbela olayında Muaviye’nin oğ-lu Yezid tarafından öldürülmüştür. Kaynaklar Yezid’in nasıl Hüse-yin’in ölüsüne bile saygı göstermediğini ve Hüseyin’in kesik başını sopayla didikleyip alay ettiğini anlatırlar. Hasan ile Hüseyin’in kız kardeşi Zeynep ise halkın ayaklanmasına ön ayak olur korkusuyla yaşadığı yerden sürülmüştür. Tüm bunları yapan, Peygamber to-runlarının katilleri olan Emeviler, ne yazık ki tüm bunları yaparken din için, dinin hayrına yaptıklarını savunacak kadar yüzsüzdüler. Burada bu olayların teferruatına girmek ve bu savaşlardaki suçluyu göstermek şeklinde malumu ilan etmek istemiyoruz. Yapmak iste-diğimiz bugün ortaya çıkan dini tablonun, Kuran’ın dinine ilaveler yapan hadislerin, mezheplerin ilk kaynağı olan Emeviler’in ne ka-dar güvenilir(!) olduğunu göstermektir. Bu dönemde uydurulan hadisler daha sonra Abbasiler zamanında (kendi dönemlerinin uydur-malarını da ekleyerek) hadis kitaplarına dönüştü. Bu hadisler, mezheplerin oluşturduğu İslam’a temel oldular. Bu şahıslar halifeliği babadan oğula geçen bir saltanata dönüştürdüler. Bu halifelerin ço-ğunun nezaretinde mezhepler ve hadis kitapları oluştu. Peygamber torunlarının katillerinin halife olduğu, yönetici olduğu bir yapıda oluşturulan bu mezhepler ve bu hadisler güvenilir olabilir mi? Ta-bi ki hayır. Fakat Sunni İslamcıların çoğu Sıffın savaşını bir içtihat (tercih) hatası gibi göstermekte, Emevi saltanatını temize çıkartma-ya çalışmaktadırlar. Böylece kendi inanç sistemlerini kuran kişileri, dolayısıyla kendi inançlarını aklamaya çalışmaktadırlar. Oysa güneşin balçıkla sıvanamayacağı gibi, Emeviler’in yanlış uygulamaları da örtbas edilemez. Emevi dönemine kadar ne saltanata dönüştürülmüş halifelik vardı, ne de Kuran dışında bir dini kaynak. Peygam-ber’imiz ve 4 Halife dönemindeki sade yaşantının saray ihtişamları-na, debdebeye, şölenlere dönüşü, dini liderliğin paraya ve güce çevrilmesi, halifeliğin aile içi saltanata dönüştürülüp balığın baştan kokmaya başlaması bu devire rastlar. İçki alemleri ve yaptırdıkları saraylarla meşhur olan bir çok Emevi halifesinin yanı sıra Velid gi-bi Kuran’dan hoşuna gitmeyen ayetlerin okunması üzerine Kuran’ı hedef yapıp ok yağmuruna tutanlar da halife olmuştur.(Bakın Mesudi 3/228, İsfahani 7/49, İbnul Esir 5/290) Hadisler ilk kez işte bu dönemde yazılmaya başlandı. Fakat bu yazım işleminde hadislerle, kıssalar ve görüşler karışıktı. Emeviler döneminde hadislerin yazıldığı bilinse de, bu dönemden elimize geçen bir hadis kitabı yoktur. Kütüb-i sitte (altı en meşhur hadis kitabı) daha sonra Abbasiler döneminde yazılmıştır. Bu dönemde toplanan hadislerde Emeviler’in köprü, hatta kaynak olduğunu düşünürsek (Abbasilerin uydurmalarını yok saysaydık bile), hadis konusunda bu kadar vahim bir tablonun ortaya çıkış sebebini anlarız. Şimdi gelin karar verelim; Kuran yeterli olduğunu kendisi anlatır-ken, Peygamber kendi hiçbir sözünü yazdırmamışken, dört halife döneminde de aynı şekilde Kuran dışında bir kaynak oluşturulma-mışken, Peygamber torunlarının katillerinin saltanatları döneminde temeli atılan hadis ve mezheplere itibar edelim mi, yoksa sadece Kuran’a mı itibar edelim? Kendi görüşünü doğru çıkartmak yerine, Kuran’ın gerçek isteğini bulmaya çalışanların, geleneklerine kapıl-mamaları şartıyla Kuran dışında hiçbir kaynağa itibar etmemeleri gerektiğini anlayacaklarına inanıyoruz. ELBİSEYİ TERS GİYENLER Hz. Ali’nin Emeviler için söylediği şu güzel vecizesi Emeviler’i çok güzel tarif etmektedir: “Bunlar da din elbisesi giyiyorlar, ama ters çevirerek giyiyorlar.” İşin en aldatıcı yanı işte buradadır. Din adına ortaya çıkan mezheplerin sistemi, kendilerini gerçek din diye yutturmuştur. Ve ne yazık ki o zamandan dine ilave edilenler bugün de din zannediliyor. Bir deli kuyuya taş atmıştır, kırk akıllı onu çıkartmakta zorlanmaktadır. Sorun İslam’ın kendisinde değil, İslam’ı ters giyenlerdedir. En şık elbise bile ters giyilince nasıl sahibini maskara yapıyorsa, İslam’ı ters giyenler de aynı şekilde kendilerini maskara yapmışlardır. Ne yazık ki bazı saf bilgisizler ile ard niyetlilerse İslam maskara oldu sanmakta veya öyle göstermeye ça-lışmaktadırlar. Oysa kabahat elbisede değil, onu ters giyendedir. Emevi zulmünü anlatmaya bu kitap yetmez, bizimse amacımız bu değildir. Allah istese Kuran’ı daha kalın bir kitap yapar ve şu an-da istediklerine ilave söyleyecekleri varsa ilave ederdi. Allah Kuran’ı bu kalınlıkta yaptığına göre, eksiksiz ve fazlasız bizden istedikleri, bizi sorumlu tuttuğu bu kadardır. Allah’a şükür ki Allah kendi dinini Kuran’da bildirdi ve bizi Emeviler gibilerin yeniden din yazma-sına, birilerinin hadis seçmesine, falancanın mezhep oluşturmasına muhtaç bırakmadı. EMEVİLERLE BAŞLAYAN UYDURMACILIK SONRA DA SüRDü Emeviler ile en önemli atağı yapan uydurmacılık, doruk eserlerini Abbasiler döneminde vermiştir. Her şeye rağmen hem Emeviler döneminde, hem Abbasiler döneminde Kuran dışı dini kaynak oluşturulmasına karşı çıkanlar olmuştur. Hatta kimi Abbasi halifelerinin hadisçiliğe ve aklı dışlayıcılığa şiddetle karşı çıkan Mutezile ekolüne tabi oldukları bilinmektedir. Fakat yönetici kadrolara sonradan hakim olan Sunni görüş, resmi görüş olarak halka kabul ettirilmiştir. Böylece Abbasi döneminin sonuna gelmeden Sunnilik, karşı görüşleri tasfiye ederek, uzun yıllar sürecek olan saltanatını kurmuştur. Emeviler’den aldıkları miras, gördüğümüz gibi bu fikir yapısında en önemli kaynaktır. Fakat uydurmacılık burada önemli bir seviyeye gelse de bitmiş değildir. Sonraki devirlerde yaygınlaşa-cak olan tarikatlarda, Hint mistik kültürüyle ve diğer kültürlerin etkisiyle gelen çilecilik, sofilik, tarikatçılık, kendi kendine azap çektirme ve bundan medet umma da Kuran’ın verdiği zihniyeti tahrif etmekte rol oynamıştır.(Tarikatlar hakkında teferruatlı bilgi için 15. Bölümü okuyun) İslam’ın tarihin ilerleyen sürecinde gelişmesiyle dinin yeni bağ-lıları, İslam’ın etkisine girmelerine karşın çoğu zaman eski kültürlerinin etkisinden de kurtulamamışlardır. Örneğin Türkler’in İs-lamlaşmasında tarikatçı yapıların dervişlerinin, sofilerin etkisi var-dır. Türkler’in Şaman geçmişlerindeki Şaman babalarını aşırı yüceltmelerinin paralelliğini bu sofilerin bağlı oldukları şeyhlerine aşırı bağlılıkta görmeleri, birçok Türk’ün asırlarca dini tarikatçı ya-pılarda yaşamasının köklerini oluşturdu. Böylece Hint mistik kültürü ve Şaman kültürünün de izlerini taşıyan tarikatlar ve tasavvuf, Türkler’in dini yaşantısında önemli bir yer tuttu. Günümüzde de etki ve gücünü sürdüren bu tarikatların dine ilaveleri ve şeyhlerini aşırı yüceltmeleri gibi tehlikelerden kurtuluşun reçetesi, sadece ve sadece Kuran’a sarılmaktır. Önceki zamanlarda uydurma hadis ve mezhepleri, sonra yabancı kültür ve zihniyetleri İslam’a sokan zihniyet daha ileriki tarihlerde ise fetva, içtihad adı altında dine ilavelerine devam etti. Osman-lı’yı örnek olarak alırsak, padişahların kardeşlerini öldürebilecekleri şeklinde fetva (hem de Kuran’ın açık ayetleriyle çelişen, büyük günah olmasına rağmen) din adına, dinin başı olan şeyhül-İslam’ın verdiği bir fetvaydı. Şapka giyenin kafir olacağına dair fetva verip şapka devriminde birçok kimsenin asılmasına sebep olan da yine sözde bir din adamıydı. Matbaayı din adına yasaklayıp bu görüşlerine içtihad veya fetva gibi başlıklar atan, bu kararlarını hadis gibi, mezhep gibi dinin bir parçası yapanlar da din alimi etiketli şahıslar-dı. Tüm bunlar üst üste, yan yana geldi ve aydınlık Kuran’ın mesa-jı yerine insanların uydurdukları felaket bir sistem insanlara din di-ye sunuldu ve hala da sunulmaktadır. çözüm ise basit: Kuran’ı ele alıp, din diye sunulan bu uydurmaları bir kenara bırakmak. Yani üretileni (insansalı) bırakıp, indirilmiş olan Kuran’ı (Allah’tan olanı) rehber edinmek. EMEVİLER DÖNEMİNDE YAZILMIŞ BİR KİTAP: İRCA Emeviler dönemindeki siyasal ortamda Hz. Ali ile Hz. Os-man’ın karşılaştırılması, Muaviye ve Hz. Ali hakkında tartışmalar, karşı tarafı kafir ilan etmeler yayılmıştı. Bu ortamda siyasi olarak belli bir pozisyon alan kişilere karşı bazı kişiler kimin kafir, kimin mümin olduğu konusunda sessiz kaldılar. Bu kişiler “Kimin mümin, kimin kafir olduğunu Allah bilir” şeklindeki yaklaşımlarıyla kimin haklı olduğunun ahirette belli olacağını iddia ediyorlar, siyasi olarak bir pozisyon almıyorlardı. Doğrunun anlaşılmasını ahirete erteledikleri için bu şahıslara “Mürcie” yani “Erteleyici” denildi. Mürcie’nin fikirleri ilk olarak “İrca” yani “Erteleme” kitabında kendini gösterir. Bu kitap hicri 60’lı yıllarda; Emeviler’in son döneminde yazılmıştır. Yani bu kitap bilinen ünlü bir çok hadis kitabın-dan 200 yıl önce yazılmıştır. Hadis kitaplarından en erken yazılanı bile bu kitaptan çok sonradır. Bu kitaptaki izahları okuyanlar, İs-lam’ın ilk asırlarında dini sadece Kuran’dan anlama mantığının yaygınlığına bir örnek daha bulurlar. Emevi ve Abbasi dönemi Ku-ran’ın yanına ilave kaynakların konulmaya başlandığı asırlar olsalar da, Kuran’dan uzaklaşılıp Hadisçi dinin siyasi otoritenin desteğiyle tam hakimiyeti ancak Abbasi döneminin sonlarında olmuştur. İrca kitabında Hasan bin Muhammed Kuran’ı Kuran’ın kendisinden alıntıladığı şu ayetlerle anlatır: “Kuran Allah’ın katından kendi ilmiyle indirdiği (11, Hud Suresi 14; 4, Nisa Suresi 166), muhkem kıldığı (22, Hac Suresi 52, 11 Hud Suresi 11) sonra da ayetlerini uzun uzun açıkladığı (11 Hud Suresi 1, 6 Enam Sure-si 55-97-98-126, 7, Araf Suresi 52, 174, 9 Tevbe Suresi 11) Her taraftan gelebilecek saldırı ve noksanlıklardan koruduğu (15 Hicr Suresi, 9, 17) yüce bir kitaptır. Allah bu kitapta (14, İbrahim Suresi, 45, 30 Rum Suresi 58) ibret alınacak şeyleri açıkladı (3, Ali İmran Suresi 13, 12 Yusuf Suresi 11, 71 Nuh Suresi 66) ve onu iyiyi kötüden ayırt edici (25 Furkan Suresi 1, 8 Enfal Suresi 29) karanlıktan aydınlığa çıkarıcı (2 Bakara suresi 150, 5 Maide suresi 3) ve yol gösterici (5 Maide Suresi 3), sapıklıktan hidayete ulaştırıcı (4 Nisa Suresi 131) kıldı.” Hasan bin Muhammed’e göre Kuran’ın inmesiyle Allah’ın nimeti tamamlandı, ibadetler en son halini aldı. Allah’ın vasiyetleri böylece kaydedildi ve Allah sünnetini uyguladı. Bundan sonra öğüt verme bitmiştir. Kuran’da emredilenlere itaat konusunda söz alınmıştır. İşte bu kopmak bilmeyen sağlam bir kulptur. Allah bu Kuran’ı kendi hükmünün geçerli olduğu ve kullarına uymayı farz kıldığı bir kitap yaptı. İnsanlığa bundan sonra düşen görev onu ezberleyip koruyarak başkasına ulaştırmaktır. Onu ihmal edip kaybedenden, onun dışında hiçbir şey kabul edilmeyecektir. Hasan bin Muhammed Kuran’ın dışında bir vahyi reddettiği için insanların bilmediği gizli bir vahiy ve gizli bir ilimle hidayete erdiklerini iddia eden Sebeiler’i düşman ilan etmiştir. (Bakınız; İrca Kitabı, sayfa 20-24 ve Türkler’in İslamlaşma Sürecinde Mürcie ve Tesirleri, sayfa 72, Doç. Dr. Sönmez Kutlu) İrca kitabında tek bir hadise yer verilmeden yukarıdaki izahla-rın yapılması, İrca kitabının yazarının bugün seslendirdiğimiz fikirlerle aynı temel mantığa sahip olduğunu göstermektedir. Gerek Mürcie’nin fikirlerini seslendiren bu kitap, gerek Hariciler’in hadisçilere cephe alması, gerek Mutezile’nin aklı kucaklayıp, hadisleri dışlayan yaklaşımı; Abbasi siyasi otoritelerinin hadisçi, mezhepçi dini anlayışı resmi görüş olarak zorla kabul ettirdiği döneme kadar hadisçi, mezhepçi dinin gördüğü dirençlere örnektir. kaynak: kurandakidin.com DİNİ UYDURMACILIKTA EMEVİLER, ABBASİLER VE DİĞER TARİHİ SEBEPLER Ne yazık ki bugün İslam diye ortaya sunulan din; özellikle Emevi döneminden başlayarak, daha sonra Abbasiler döneminde sonuca ulaşan uydurma hareketinin ürettiği İslam’dır. Bu İslam, kökenini sırf Kuran’dan alan, Kuran’ı yeterli gören bir İslam değildir. Bu İslam Emeviler’in ve Abbasiler’in reforma uğrattığı İs-lam’dır. Bizim bu kitapta yapmaya çalıştığımız kitabın 3. bölümünde belirttiğimiz gibi dinde reform yapmak değil, bilakis en çok Emevi ve Abbasiler’in ürünü olan reformu ortadan kaldırıp, Ku-ran’ın saf mesajını ortaya çıkarmaktır. Kitabın ileriki bölümlerinde göreceğimiz gibi dine Emeviler ve Abbasiler tarafından yapılan reform; dini zorlaştırma, karartma, insanla çatışır hale getirme ve ka-dınları toplumdan soyutlama şeklinde yapılmıştır. Bu ilaveleri yapanlar da ne yazık ki dini savunduklarını söylemişler ve dinin kay-nağı olduğunu iddia ettikleri yüzlerce hadis ve fıkıh kitaplarıyla dini dejenere etmişlerdir. Dini dejenere eden bu tarihi sürecin en baştaki basamağı Emevi devridir. Bu yüzden Emeviler’in kim oldu-ğunu iyice incelersek, din diye uydurulan mezheplere, hadislere ne-den güvenemeyeceğimizi daha iyi anlarız. Bundan önceki bölümlerde Peygamberimiz’in tek kaynak olarak Kuran’ı bıraktığını, dört halifenin de Kuran dışında bir kaynak, bir mezhep oluşturmadıkla-rını gördük. Bir önceki bölümde Kab ve Ebu Hureyre gibi hadis uydurucularına 4 halife döneminde nasıl göz açtırılmadığını inceledik. Emevi dönemi gelince 4 Halife döneminde hadis nakillerinden dolayı azarlanan Ebu Hureyre ve Kab gibiler bir anda baş tacı oldular. Muaviye’nin bu şahısları manevi itibar ve maddi çıkar sağla-mak yoluyla nasıl teşvik ettiğini 12. Bölüm’de inceledik. Aynı Emeviler İslam’daki ilk ciddi kargaşayı çıkarmış ve Hz. Ali’ye karşı sa-vaşmışlardır. Hz. Ali’nin kendilerini yeneceğini anlayan Emeviler mızraklarının ucuna Kuran geçirmiş ve Hz. Ali’nin ordusu “Biz Kuran’a karşı savaşmayız.” diyerek Emevilerin kurtulmasına imkan tanımışlardır. Hz. Ali Kuran’ın mızraklardaki sayfalar olmadığını, kendisinin Kuran’a bağlı olduğunu söylemesine rağmen Emevi oyunu başarılı olmuştur. EMEVİLERİN PEYGAMBERİMİZİN TORUNLARINI ÖLDüRMELERİ Aynı Emeviler Hz. Ali’ye karşı olan düşmanca tutumlarını, Hz. Ali’nin oğulları ve Peygamberimiz’in torunları olan Hasan ve Hü-seyin’e karşı da göstermişlerdir. Mesudi’nin anlatımlarına göre Ha-san kendisini rakip gören Muaviye tarafından zehirletilerek öldürülmüştür. Hasan’ın karısını bu zehirleme işinde kullanan Muaviye ise ölüm haberini alınca şarkılar söyleyerek, kendisini ibadete verip siyaset sahnesinden çekilmiş olan Hasan’ın ölümüne çok sevinmiştir. Hasan’ın kardeşi Hüseyin ise Kerbela olayında Muaviye’nin oğ-lu Yezid tarafından öldürülmüştür. Kaynaklar Yezid’in nasıl Hüse-yin’in ölüsüne bile saygı göstermediğini ve Hüseyin’in kesik başını sopayla didikleyip alay ettiğini anlatırlar. Hasan ile Hüseyin’in kız kardeşi Zeynep ise halkın ayaklanmasına ön ayak olur korkusuyla yaşadığı yerden sürülmüştür. Tüm bunları yapan, Peygamber to-runlarının katilleri olan Emeviler, ne yazık ki tüm bunları yaparken din için, dinin hayrına yaptıklarını savunacak kadar yüzsüzdüler. Burada bu olayların teferruatına girmek ve bu savaşlardaki suçluyu göstermek şeklinde malumu ilan etmek istemiyoruz. Yapmak iste-diğimiz bugün ortaya çıkan dini tablonun, Kuran’ın dinine ilaveler yapan hadislerin, mezheplerin ilk kaynağı olan Emeviler’in ne ka-dar güvenilir(!) olduğunu göstermektir. Bu dönemde uydurulan hadisler daha sonra Abbasiler zamanında (kendi dönemlerinin uydur-malarını da ekleyerek) hadis kitaplarına dönüştü. Bu hadisler, mezheplerin oluşturduğu İslam’a temel oldular. Bu şahıslar halifeliği babadan oğula geçen bir saltanata dönüştürdüler. Bu halifelerin ço-ğunun nezaretinde mezhepler ve hadis kitapları oluştu. Peygamber torunlarının katillerinin halife olduğu, yönetici olduğu bir yapıda oluşturulan bu mezhepler ve bu hadisler güvenilir olabilir mi? Ta-bi ki hayır. Fakat Sunni İslamcıların çoğu Sıffın savaşını bir içtihat (tercih) hatası gibi göstermekte, Emevi saltanatını temize çıkartma-ya çalışmaktadırlar. Böylece kendi inanç sistemlerini kuran kişileri, dolayısıyla kendi inançlarını aklamaya çalışmaktadırlar. Oysa güneşin balçıkla sıvanamayacağı gibi, Emeviler’in yanlış uygulamaları da örtbas edilemez. Emevi dönemine kadar ne saltanata dönüştürülmüş halifelik vardı, ne de Kuran dışında bir dini kaynak. Peygam-ber’imiz ve 4 Halife dönemindeki sade yaşantının saray ihtişamları-na, debdebeye, şölenlere dönüşü, dini liderliğin paraya ve güce çevrilmesi, halifeliğin aile içi saltanata dönüştürülüp balığın baştan kokmaya başlaması bu devire rastlar. İçki alemleri ve yaptırdıkları saraylarla meşhur olan bir çok Emevi halifesinin yanı sıra Velid gi-bi Kuran’dan hoşuna gitmeyen ayetlerin okunması üzerine Kuran’ı hedef yapıp ok yağmuruna tutanlar da halife olmuştur.(Bakın Mesudi 3/228, İsfahani 7/49, İbnul Esir 5/290) Hadisler ilk kez işte bu dönemde yazılmaya başlandı. Fakat bu yazım işleminde hadislerle, kıssalar ve görüşler karışıktı. Emeviler döneminde hadislerin yazıldığı bilinse de, bu dönemden elimize geçen bir hadis kitabı yoktur. Kütüb-i sitte (altı en meşhur hadis kitabı) daha sonra Abbasiler döneminde yazılmıştır. Bu dönemde toplanan hadislerde Emeviler’in köprü, hatta kaynak olduğunu düşünürsek (Abbasilerin uydurmalarını yok saysaydık bile), hadis konusunda bu kadar vahim bir tablonun ortaya çıkış sebebini anlarız. Şimdi gelin karar verelim; Kuran yeterli olduğunu kendisi anlatır-ken, Peygamber kendi hiçbir sözünü yazdırmamışken, dört halife döneminde de aynı şekilde Kuran dışında bir kaynak oluşturulma-mışken, Peygamber torunlarının katillerinin saltanatları döneminde temeli atılan hadis ve mezheplere itibar edelim mi, yoksa sadece Kuran’a mı itibar edelim? Kendi görüşünü doğru çıkartmak yerine, Kuran’ın gerçek isteğini bulmaya çalışanların, geleneklerine kapıl-mamaları şartıyla Kuran dışında hiçbir kaynağa itibar etmemeleri gerektiğini anlayacaklarına inanıyoruz. ELBİSEYİ TERS GİYENLER Hz. Ali’nin Emeviler için söylediği şu güzel vecizesi Emeviler’i çok güzel tarif etmektedir: “Bunlar da din elbisesi giyiyorlar, ama ters çevirerek giyiyorlar.” İşin en aldatıcı yanı işte buradadır. Din adına ortaya çıkan mezheplerin sistemi, kendilerini gerçek din diye yutturmuştur. Ve ne yazık ki o zamandan dine ilave edilenler bugün de din zannediliyor. Bir deli kuyuya taş atmıştır, kırk akıllı onu çıkartmakta zorlanmaktadır. Sorun İslam’ın kendisinde değil, İslam’ı ters giyenlerdedir. En şık elbise bile ters giyilince nasıl sahibini maskara yapıyorsa, İslam’ı ters giyenler de aynı şekilde kendilerini maskara yapmışlardır. Ne yazık ki bazı saf bilgisizler ile ard niyetlilerse İslam maskara oldu sanmakta veya öyle göstermeye ça-lışmaktadırlar. Oysa kabahat elbisede değil, onu ters giyendedir. Emevi zulmünü anlatmaya bu kitap yetmez, bizimse amacımız bu değildir. Allah istese Kuran’ı daha kalın bir kitap yapar ve şu an-da istediklerine ilave söyleyecekleri varsa ilave ederdi. Allah Kuran’ı bu kalınlıkta yaptığına göre, eksiksiz ve fazlasız bizden istedikleri, bizi sorumlu tuttuğu bu kadardır. Allah’a şükür ki Allah kendi dinini Kuran’da bildirdi ve bizi Emeviler gibilerin yeniden din yazma-sına, birilerinin hadis seçmesine, falancanın mezhep oluşturmasına muhtaç bırakmadı. EMEVİLERLE BAŞLAYAN UYDURMACILIK SONRA DA SüRDü Emeviler ile en önemli atağı yapan uydurmacılık, doruk eserlerini Abbasiler döneminde vermiştir. Her şeye rağmen hem Emeviler döneminde, hem Abbasiler döneminde Kuran dışı dini kaynak oluşturulmasına karşı çıkanlar olmuştur. Hatta kimi Abbasi halifelerinin hadisçiliğe ve aklı dışlayıcılığa şiddetle karşı çıkan Mutezile ekolüne tabi oldukları bilinmektedir. Fakat yönetici kadrolara sonradan hakim olan Sunni görüş, resmi görüş olarak halka kabul ettirilmiştir. Böylece Abbasi döneminin sonuna gelmeden Sunnilik, karşı görüşleri tasfiye ederek, uzun yıllar sürecek olan saltanatını kurmuştur. Emeviler’den aldıkları miras, gördüğümüz gibi bu fikir yapısında en önemli kaynaktır. Fakat uydurmacılık burada önemli bir seviyeye gelse de bitmiş değildir. Sonraki devirlerde yaygınlaşa-cak olan tarikatlarda, Hint mistik kültürüyle ve diğer kültürlerin etkisiyle gelen çilecilik, sofilik, tarikatçılık, kendi kendine azap çektirme ve bundan medet umma da Kuran’ın verdiği zihniyeti tahrif etmekte rol oynamıştır.(Tarikatlar hakkında teferruatlı bilgi için 15. Bölümü okuyun) İslam’ın tarihin ilerleyen sürecinde gelişmesiyle dinin yeni bağ-lıları, İslam’ın etkisine girmelerine karşın çoğu zaman eski kültürlerinin etkisinden de kurtulamamışlardır. Örneğin Türkler’in İs-lamlaşmasında tarikatçı yapıların dervişlerinin, sofilerin etkisi var-dır. Türkler’in Şaman geçmişlerindeki Şaman babalarını aşırı yüceltmelerinin paralelliğini bu sofilerin bağlı oldukları şeyhlerine aşırı bağlılıkta görmeleri, birçok Türk’ün asırlarca dini tarikatçı ya-pılarda yaşamasının köklerini oluşturdu. Böylece Hint mistik kültürü ve Şaman kültürünün de izlerini taşıyan tarikatlar ve tasavvuf, Türkler’in dini yaşantısında önemli bir yer tuttu. Günümüzde de etki ve gücünü sürdüren bu tarikatların dine ilaveleri ve şeyhlerini aşırı yüceltmeleri gibi tehlikelerden kurtuluşun reçetesi, sadece ve sadece Kuran’a sarılmaktır. Önceki zamanlarda uydurma hadis ve mezhepleri, sonra yabancı kültür ve zihniyetleri İslam’a sokan zihniyet daha ileriki tarihlerde ise fetva, içtihad adı altında dine ilavelerine devam etti. Osman-lı’yı örnek olarak alırsak, padişahların kardeşlerini öldürebilecekleri şeklinde fetva (hem de Kuran’ın açık ayetleriyle çelişen, büyük günah olmasına rağmen) din adına, dinin başı olan şeyhül-İslam’ın verdiği bir fetvaydı. Şapka giyenin kafir olacağına dair fetva verip şapka devriminde birçok kimsenin asılmasına sebep olan da yine sözde bir din adamıydı. Matbaayı din adına yasaklayıp bu görüşlerine içtihad veya fetva gibi başlıklar atan, bu kararlarını hadis gibi, mezhep gibi dinin bir parçası yapanlar da din alimi etiketli şahıslar-dı. Tüm bunlar üst üste, yan yana geldi ve aydınlık Kuran’ın mesa-jı yerine insanların uydurdukları felaket bir sistem insanlara din di-ye sunuldu ve hala da sunulmaktadır. çözüm ise basit: Kuran’ı ele alıp, din diye sunulan bu uydurmaları bir kenara bırakmak. Yani üretileni (insansalı) bırakıp, indirilmiş olan Kuran’ı (Allah’tan olanı) rehber edinmek. EMEVİLER DÖNEMİNDE YAZILMIŞ BİR KİTAP: İRCA Emeviler dönemindeki siyasal ortamda Hz. Ali ile Hz. Os-man’ın karşılaştırılması, Muaviye ve Hz. Ali hakkında tartışmalar, karşı tarafı kafir ilan etmeler yayılmıştı. Bu ortamda siyasi olarak belli bir pozisyon alan kişilere karşı bazı kişiler kimin kafir, kimin mümin olduğu konusunda sessiz kaldılar. Bu kişiler “Kimin mümin, kimin kafir olduğunu Allah bilir” şeklindeki yaklaşımlarıyla kimin haklı olduğunun ahirette belli olacağını iddia ediyorlar, siyasi olarak bir pozisyon almıyorlardı. Doğrunun anlaşılmasını ahirete erteledikleri için bu şahıslara “Mürcie” yani “Erteleyici” denildi. Mürcie’nin fikirleri ilk olarak “İrca” yani “Erteleme” kitabında kendini gösterir. Bu kitap hicri 60’lı yıllarda; Emeviler’in son döneminde yazılmıştır. Yani bu kitap bilinen ünlü bir çok hadis kitabın-dan 200 yıl önce yazılmıştır. Hadis kitaplarından en erken yazılanı bile bu kitaptan çok sonradır. Bu kitaptaki izahları okuyanlar, İs-lam’ın ilk asırlarında dini sadece Kuran’dan anlama mantığının yaygınlığına bir örnek daha bulurlar. Emevi ve Abbasi dönemi Ku-ran’ın yanına ilave kaynakların konulmaya başlandığı asırlar olsalar da, Kuran’dan uzaklaşılıp Hadisçi dinin siyasi otoritenin desteğiyle tam hakimiyeti ancak Abbasi döneminin sonlarında olmuştur. İrca kitabında Hasan bin Muhammed Kuran’ı Kuran’ın kendisinden alıntıladığı şu ayetlerle anlatır: “Kuran Allah’ın katından kendi ilmiyle indirdiği (11, Hud Suresi 14; 4, Nisa Suresi 166), muhkem kıldığı (22, Hac Suresi 52, 11 Hud Suresi 11) sonra da ayetlerini uzun uzun açıkladığı (11 Hud Suresi 1, 6 Enam Sure-si 55-97-98-126, 7, Araf Suresi 52, 174, 9 Tevbe Suresi 11) Her taraftan gelebilecek saldırı ve noksanlıklardan koruduğu (15 Hicr Suresi, 9, 17) yüce bir kitaptır. Allah bu kitapta (14, İbrahim Suresi, 45, 30 Rum Suresi 58) ibret alınacak şeyleri açıkladı (3, Ali İmran Suresi 13, 12 Yusuf Suresi 11, 71 Nuh Suresi 66) ve onu iyiyi kötüden ayırt edici (25 Furkan Suresi 1, 8 Enfal Suresi 29) karanlıktan aydınlığa çıkarıcı (2 Bakara suresi 150, 5 Maide suresi 3) ve yol gösterici (5 Maide Suresi 3), sapıklıktan hidayete ulaştırıcı (4 Nisa Suresi 131) kıldı.” Hasan bin Muhammed’e göre Kuran’ın inmesiyle Allah’ın nimeti tamamlandı, ibadetler en son halini aldı. Allah’ın vasiyetleri böylece kaydedildi ve Allah sünnetini uyguladı. Bundan sonra öğüt verme bitmiştir. Kuran’da emredilenlere itaat konusunda söz alınmıştır. İşte bu kopmak bilmeyen sağlam bir kulptur. Allah bu Kuran’ı kendi hükmünün geçerli olduğu ve kullarına uymayı farz kıldığı bir kitap yaptı. İnsanlığa bundan sonra düşen görev onu ezberleyip koruyarak başkasına ulaştırmaktır. Onu ihmal edip kaybedenden, onun dışında hiçbir şey kabul edilmeyecektir. Hasan bin Muhammed Kuran’ın dışında bir vahyi reddettiği için insanların bilmediği gizli bir vahiy ve gizli bir ilimle hidayete erdiklerini iddia eden Sebeiler’i düşman ilan etmiştir. (Bakınız; İrca Kitabı, sayfa 20-24 ve Türkler’in İslamlaşma Sürecinde Mürcie ve Tesirleri, sayfa 72, Doç. Dr. Sönmez Kutlu) İrca kitabında tek bir hadise yer verilmeden yukarıdaki izahla-rın yapılması, İrca kitabının yazarının bugün seslendirdiğimiz fikirlerle aynı temel mantığa sahip olduğunu göstermektedir. Gerek Mürcie’nin fikirlerini seslendiren bu kitap, gerek Hariciler’in hadisçilere cephe alması, gerek Mutezile’nin aklı kucaklayıp, hadisleri dışlayan yaklaşımı; Abbasi siyasi otoritelerinin hadisçi, mezhepçi dini anlayışı resmi görüş olarak zorla kabul ettirdiği döneme kadar hadisçi, mezhepçi dinin gördüğü dirençlere örnektir. kaynak: kurandakidin.com Bu mesaj; izmyr tarafından '16.09.10 - 17:46' tarihinde değiştirildi. Sebep: Üst üste birden fazla mesaj yazamazsınız. |