|
|
|
Seçenekler |
Sponsor |
|
||||
Cevap: Osmanlı Hikayeleri...
Kritovulos, 15. yüzyılda yaşamış Bizanslı bir tarihçidir. İstanbul’un fethini ve diğer önemli olayları, savaşları yazıp Fatih Sultan Mehmed’e takdim etmiştir. Ve Fatih’in takdirini kazanmıştır. tarih-i sultan mehmethan-ı sani. yazarı: kritovulos yıl: 1328 fatih sultan mehmet bu tarihi yazan kritovulos u imroz adasına kral yaparak ödüllendirmiştir.
Kritovulos’un Fatih dönemindeki on yedi yıllık olayları yazdığı, İstanbul’un Fethi adlı kitabında İstanbul’un nasıl elden çıkacağını bir falcının gözünden anlatmakta ve sanki bu günlere nazire yapmakta. Fatih, İstanbul’a girip Ayasofya önüne geldiği zaman, derinden derine bir inilti işitti. Sesin geldiği yöne bir adam gönderdi. Sakalları uzamış, perişan durumda bir keşiş bulup getirdiler. Huzura çıkardılar. Korktu, teskin ettiler. Neden zindana atıldığını sordular. Keşiş, Türklerin kuşatma hazırlıkları sırasında Kostantin’in kendisini çağırıp İstanbul’u Türklerin alıp alamayacağını bildirmek için remil açmasını söylediğini; remilde İstanbul’un Türklerin eline geçtiğini bildirmesi üzerine, Kostantin’in kızarak kendisini zindana attırdığını anlattı. Keşiş sonra, “demek remilim doğru imiş” diye ekledi. Bunun üzerine Fatih de İstanbul’un kendi elinden çıkıp çıkmayacağına dair remil açmasını ve doğruyu söylerse armağanlar vereceğini bildirdi. Keşiş yeniden, bu defa Fatih için remil açtı. Ve remili şöyle yorumladı: – İstanbul, Türklerin elinden savaş ile çıkmayacak. Lakin öyle bir zaman gelecek ki ellerindeki emlak ve toprak azalacak, bu suretle İstanbul Türk malı olmaktan çıkacak. Bu falın bildirdiği sonuçtan ileri derecede meteessir olan Fatih, ellerini gökyüzüne kaldırarak: “İstanbul’da edindiği yerleri yabancılara satanlar, Allah’ın gazabına uğrasınlar” diye beddua etti. YA GERÇEK Mİ BUU? |
|
||||
Cevap: Osmanlı Hikayeleri...
bilmiyorum...Alıntı yaptım ancak gerçeklik payı olabilir de
Hünkar'ın Ayasofya ile alakalı bedduasının hışımına mı uğradık? O'nun vasiyet namesindeki şu bedduayi hatirlamak acaba bizi bir uyanış ve silkenişe kavuşturabilir mi?: "Benim bu camimi, camilikten çıkaranlar, ALLAH'ın (c.c), meleklerin ve bütün müslümanların lanetine uğrasınlar!.. Onlar, hiçbir zaman hafiflemeyen bir azap içinde bulunsunlar!.. Yüzlerine bakan ve kendilerine şefaat eden hiçbir kimse bulunmasın!.." Şair, bu hazin manzarayı soyle ifade ediyor: AYASOFYA Ürperdi hayâlim, bu nasıl korkulu rüya?.. Şaştım, neyi temsil ediyorsun. Ayasofya?.. Çöller gibi ıssız, ne hazin ülke muhitin, Yâd el gibi, yurdunda garib olmalı mıydın?.. Beşyüz senelik bezmine ermekti ümidim, Çöller gibi ıssız, seni ben görmeli miydim?.. Bayram, Ramazan, Cum'a, mübârek gecelerde, Avize değil, mum bile yanmaz mı içerde?.. Gâşyolmuş İbâdetlere hayrandı felekler.. Tekbirine ses verdi, asırlarca melekler.. Coşmaz mı denizler gibi, yâdındaki âlem?.. Göklerde melekler, tutuyor hep sana mâtem.. Yâdında bin üçyüz senelik menkıbeler var. Her menkıbe, hicrânına mâtem tutar, ağlar!. Beş yüz sene âlem, seni tehdid ediyorken, Devler gibi düşmanlara, meydan okudun sen!.. Târihimin ömründe, gönüller dolu güldün, Çılgınca esen, bir acı rüzgârla döküldün!.. Paslanmada! Altın yazılar, âh! O eserler. Kabrinde kan ağlar, bunu gördükçe (Kazasker).. Fâtihleri ağlatmada, hâlin, Ulu Mâbed.. Yâdın, kanar imânlı gönüllerde müebbed!... Gamlı renklerle örülmüş, ne hâzin çerçevesin, Bir yıkık türbe mi, virâne misin, yoksa nesin? Bak, hayâlimdeki âlem, geliyor vecde yine, Gözlerim daldı; sütunlarla (Fetih Âyeti) ne!.. Muhteşem âbidesin: Dinimin ulviyetine, Remz idin, beş asır ecdâdımızın şevketine!... Aldı senden beş asır, azmine kuvvet kaleler.. Yine hep, aynı tehassüsle yücelmiş kuleler.. Nerde: Yandıkça, Süreyyâlara dehşet vererek, Coşan âvizelerinden yayılan: Binbir renk!.. Çan sesinden, seni kurtarmış ezanlar nerde?.. Hani bülbül gibi Kur'ân okuyanlar nerde? 0 ezanlar, bütün İslâm'a şerefler verdi, Sanki her pencere, lâhuta bakan gözlerdi!.. O ilâhî yüce sesler, yine gelmez mi dile? Şimdi artık, işitilmez mi, sönük nağme bile? Şimdi Cennet, sana sermez mi yeşil gölgesini?.. Şimdi hûriler, işitmez mi ilâhî sesini?.. Nice bin hâtıra, gönlümde coşup canlanıyor.. O ne parlak görünüş! Sanki hayâlim yanıyor! Hutbeler çağlamaz olmuş, şu yeşil minberden, Gamlı bir gölge yayılmakta bugün, her yerden! Gizli bir âh ile artık yanar ağlar mı için?.. Nice bin derdile kalbin doludur çünki senin! Hangi eller, sana akşamları, zinci vuruyor? Yüce feryâdını, kimler boğuyor, susturuyor?.. Sen, ne âlemleri gördün, ne ömürler sürdün.. Batı dünyasına dehşet saçıyorken daha dün. Gizli kurşunla, habersizce vuruldun mu bugün?.. Dönmeler, dans ederek yapmada karşında düğün'... Dehre meydan okuyan, koskoca tarih, nerde?'.. Ülkeler fetheden erler, yüce (Fâtih) nerde?.. Seni Tevhide kavuşturmanın aşkıyla yanan, O şehir orduların, döktüğü seller gibi kan, Heder olmuş mu desem? Ah! Dilim varmaz ki, Bugün onlar bile, mâtem tutuyorlar. Belki! Bugün ağlattın eminim, ölüler âlemini, Kerbelâ tutsa gerektir yeniden mâtemini!.. Tek ziyâretçin olan gün de yol almış gidiyor, Muhteşem kubbeni, zulmette nasıl terkediyor?'.. Cemiyetlerden uzak; çölde mezâr olsaydın, Orda billâhi, mezarlar bile senden aydın!.. Çöllerin, Ay-Güneş, en hisli ziyâretçisidir, Hilkâtin Arşa çıkan zikrini her an işitir! Şu perişan denizin inlemesinden duyulan! Hıçkırıklarla boğulmuş, tutuşan bir hicran!.. Çağıdır ağlamanın, ey Ulu Mâbed, ağla!.. İntikam aldı firenkler, seni ağlatmakla!.. Dostun ağlarken, o bir yanda da düşman gülsün, Kanamıştır yeniden kalbi, hazin (Endülüs)'ün!.. Bu elim fâcia, billâhi, yürekler acısı, Müslüman Türkün evet şimdi bu en kanlı yası!.. Ey derin fâcia, manzumeye sen sığmazsın, Tutuşup yanmada kalbim, seni târih yazsın!.. Ali Ulvi KURUCU Bakınız...: "23 Mayıs 1936’da İngiltere’de çıkan ünlü “The Times” gazetesi, Fatih’in kayıp vasiyetinin bulunduğu haberiyle çıkmıştır. Bu haberi okuduktan sonra iflah olmaz bir Fatih sevdalısı olan Süheyl Ünver hocanın yerinde durması mümkün müdür? İngiltere’de bulunan dostu Esad Fuad Tugay’dan yazıyı bulup kendisine göndermesini ister. Yazı eline geçer ama elindekinden yine de tatmin olmaz ateşli ruhu. Gözü, belgenin Fransızca aslındadır. “The Times”a mektup gönderip belgenin aslı hakkında bilgi rica eder. Londra civarında bir kütüphanede bulunduğunu, lakin kitapların Amerikalılar tarafından satın alınmak istendiğini öğrenir. Bu defa Londra Büyükelçisi Cevat Açıkalın’dan belgenin Princeton Üniversitesi Kütüphanesi’ne satıldığını öğrenir. Ne de olsa işin ucunda Fatih vardır ve Süheyl hocanın altın oku, hedefine ustaca yaklaşmaktadır. Yıllardan 1950 olur. Süheyl hoca, Princeton Üniversitesi Kütüphanesi’nde yazma eserler kataloğunda 168 numarada kayıtlı olduğunu öğrendiği kitabın bir kopyasını sonunda temin etmiştir. Belge, eski Fransızca ile kaleme alınmıştır, dolayısıyla Türkçeye tercümesinden önce ‘yeni Fransızca’ya çevrilmesi gerekmektedir. Bu görevi Galatasaray Lisesi profesörlerinden M. P. Gauthier üstlenir. İstanbul Üniversitesi de basmayı kabul etmiştir. Gayri hocanın keyfine diyecek yoktur. Yıllardan 1952’dir ve işte elimizde bir kitapçık durmaktadır: “Fâtih Sultan Mehmed’in Ölümü ve Hâdiseleri Üzerine Bir Vesika.” “Fatih’in Vasiyetnamesi” denilen ve bir mektubun içinde geçen bu metinde neler vardır? Mektup Galata’da oturan bir Ceneviz tüccarı tarafından Avrupa’da oturan kardeşine yazılmıştır. Bir kere, Fatih’in hâlâ bir sır olmaya devam eden ve ölümüyle yarıda kalan son seferini hangi devlete karşı açtığıyla ilgili meseleye dair bir ipucu yakalıyoruz mektupta. Sefere katıldığını öğrendiğimiz yazar, 3 Mayıs 1481’de vefat eden Fatih’i, nisan ayının sonunda Halep’ten gelen elçilerin ziyaret ettiğini ve eğer kalkıp gelirse, şehri kendisine seve seve teslim edeceklerini bildirdiklerini aktarır. Takdir edersiniz ki, Fatih, İtalyanların 12 Ada’yı teklif ettikleri ve ‘Teşekkürler, almayayım’ diyen İsmet İnönü’ye hiç mi hiç benzemez. Derhal harekete geçen Fatih, Memlûklar üzerine sefer açmış, ancak Gebze civarına vardığında hastalanmış, ölümünün yaklaştığını anlayınca da, huzuruna 3 önemli kişiyi çağırıp vasiyetini yazdırmıştır. Mektup bu vasiyetnameyi ve Fatih’in ölümüyle ilgili bazı bilinmeyen noktaları aydınlatan ‘içeriden’ bir belge hüviyetinde. Sıhhati tartışmalı da olsa, seferde hazır bulanan birisi tarafından yazıldığı besbelli olan bu belgeye göre Fatih 1) İstanbul’da yaptırdığı Fatih Camii’nin avlusuna gömülmek istemiştir (bilindiği gibi o zamana dek padişahların cenazeleri Bursa’da toprağa veriliyordu dolayısıyla bu hanedanın ‘mezar siyaseti’nde köklü bir değişiklik demekti) 2) Sanılanın tersine sağ olan iki oğlundan Cem Sultan’ın değil Bayezid’in kendisinden sonra tahta çıkmasını emretmiştir 3) Ordudaki yeniçerilerin Bayezid tahta çıkmadan önce İstanbul’a sokulmamasını tavsiye etmiştir (yağmaya girişeceklerinden korkuyordu) 4) Tahta geçecek olan oğlu II. Bayezid’e bazı danışmanlarından şikayet ederek onların tavsiyeleriyle ‘yenilikler’ yapmak zorunda kaldığını bu yüzden onları hizmetinde tutmamasını söylemiştir 5) Topladığı muazzam hazinenin büyük bir itina ile muhafaza edilmesi gerektiği zira ileride ona muhtaç olacakları uyarısında bulunmuş 6) Kölelerinin âzad edilmesini buyurmuştur. Metinde dikkat çeken nokta Fatih’in ölümünden önce gerçekleştirdiği hızlı reformlarından neredeyse bir tür pişmanlık duymuş olmasıdır. Bu tavır değişikliği muhtemelen ölümünden önce yeniliklere karşı biriken toplumsal ve siyasî tepkilere bir tür taviz olarak anlaşılabilir. Gerçi genç tarihçilerimizden Oktay Özel Fatih’in gerçekleştirdiği reformların abartıldığı kadar radikal olmadığını söylemektedir ama zamanın toplumu Fatih’in kararları karşısında açıkça ‘sürklase’ olmuş daha doğrusu ‘yorulmuş’ vaziyetteydi. Tahta ‘fütuhatçı’ politikasıyla öne çıkan Cem’in değil de ‘güvercin’ kanada mensup Bayezid’in geçirilmesinden Fatih’in peşinde şimşek hızıyla kıtadan kıtaya savrulmuş olan Osmanlı siyaset ve toplumunun 30 yıllık koşturmanın ardından bir hazım sürecine bir sükûnet devrine ihtiyaç duyduğu sonucunu çıkarmamız daha doğru görünüyor. Vasiyetname’nin bir diğer önemli maddesi Fatih’in Kanunname’sine sonradan katıldığına inandığım Cem Sultan’ı öven paragrafı yalanlayan cümledir. Burada Fatih’in de toplumu aktif bir dinlemeye geçirmeye ikna olduğunu görmekteyiz. II. Bayezid’i ‘pısırıklık’la suçlayanlar onun iktidarının Yavuz ve Kanuni’nin gelişini hazırlayan bir pekişme çağı olduğunu unutuyorlar nedense. Aslında ‘danışmanlar’ meselesi bugün de güncel. Demek ki Fatih’in çevresinde ona sürekli fikir ve proje sunan onu yönlendiren ve kendisi üzerinden siyaset üretmeye hevesli bir danışman kadrosu vardı ve tıpkı bugün Başbakan’ı yönlendiren çekirdek kadro gibi hedeflerini ona dikte ediyor onu harekete zorluyor onun üzerinden siyaset üretiyorlardı. Mektuptan Fatih’in bu kadronun tasfiyesini düşünmüş ama başaramamış olduğunu anlıyoruz." Bu mesaj; Estergon tarafından '21.11.09 - 11:45' tarihinde değiştirildi. Sebep: Üst üste birden fazla mesaj yazamazsınız. |
|
||||
Cevap: Osmanlı Hikayeleri...
Asıl ben teşekkür ederim ,
Hımm..... Çok şüpheli. Belki Fatih'in yanındakiler onun yapmak istedikleri ıslahatlardan hoşlanmıyorlardı... Ama sonuçta tahta 2. Beyazid geçti... Dilerim günün birinde o belgeyi görebilirim. Bu mesaj; Joannie tarafından '04.03.10 - 22:16' tarihinde değiştirildi. |