TÜrkİye'nİn En BÜyÜk Sorunu Zİhnİyetlerle
İstanbul Üniversitesi öğretim üyelerinden olan, Türk Mühendis ve Mimarlar Odaları Birliği Jeofizik Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi Doç. Dr. Oğuz Gündoğdu, deprem sonrası Türkiye'nin en büyük sorununun zihniyet problemi olduğu görüşünde :
"TÜBİTAK'a bir konuda projeni gönderdiğinde, onlar da bunları danışma heyetine gönderiyor. O kişiler de, "Ben yokum bu işin içinde" veya "Bu işi bunlar yapamaz" mantığıyla hareket ediyor. Projenin içinde yabancı bilim adamı var mı, ona bakıyorlar. Eğer uluslar arası çalışmamışsan, "Sen uluslar arası çalışma yapmamışsın, ben sana proje vermiyorum" diyorlar. Gerekçeleri aynen böyle. Sen, adama daha çalışma hakkı bile vermeden, karar veriyorsun... Ben bunu Naci Görür'ün yüzüne söyledim. Bana, “Haklı olduğun taraf var” diyor. Öyleyse gerekeni yapman gerekirdi.
Biz bu ülkenin dağlarını, denizlerini geziyoruz. Bir tane Japon’a rastlamadık. Gökova’da araştırma yaparken, Japon'a rastlamadım. Japonlar belge ve bilgileriyle gelip, üç gün araştırma yaparlar ve açıklama yaparlar. Medyada Japonlar bunu söyledi, diye manşet atarlar... Bu bilim dünyasını bitirdi. Deprem turnosol kâğıdı gibidir, iyilerle kötüleri ayırıverir. Deprem büyük bir tabiat olayı, asla sahtekârlıklara izin yok."
İstanbul Üniversitesi öğretim üyelerinden olan, Türk Mühendis ve Mimarlar Odaları Birliği Jeofizik Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi Doç. Dr. Oğuz Gündoğdu ile 19 Ağustos 1999 depreminin sonrasını ve yapılan çalışmaları konuştuk. Aslında söyleşimiz, daha çok işin nerelerde tıkandığını çok net olarak gösteriyor. Bu tıkanıklıkları aşmadan da, Türkiye'nin, özellikle İstanbul'un depreme hazırlıklı olması mümkün görünmüyor... Röportajı okudukça, önümüzdeki en önemli engelin zihniyet sorunu olduğunu göreceksiniz.
* Kuzey Anadolu Fay Hattı'nın İstanbul'un açıklarından geçtiği söyleniyor, ancak hatırladığım kadarıyla Haliç'te, yani şehrin içinde yaklaşık üç şiddetinde sarsıntı olmuştu. Bu fay hattının şehrinden içinden de geçebileceği anlamına geliyor mu?
Marmara Bölgesi'nde yedi yılda yaşanan depremleri görelim. Çorlu'da, hatta Eminönü'nde, Eyüp'te söylediğiniz gibi, yaklaşık üç şiddetinde depremler yaşanmıştır. Ana fay kuzeyi sıkıştırdığı için, ikincil, üçüncül faylar küçük depremler oluşturuyor. Bunlar, büyük bir deprem üretecek niteliğe sahip değil.
* İstanbul depremi konusunda yeni veriler ve gelişmeler var mı?
İtalyan araştırma gemisinin yaptığı çalışmalar dışında, riskleri değiştirecek yeni bir bilgi yok. Tek mi kırılır, çift mi kırılır tartışması hâlâ devam ediyor. Bizim yaptığımız araştırmalarda bunun çoklu kırılma olması ihtimalinin çok yüksek olduğu görünüyor.
* Bu da şiddeti azaltacak değil mi?
Bu şiddeti azaltacak, ama yedinin üzerinde enerji çıkacağını tahmin ediyoruz. Yedinin üzerindeki bir deprem sonrası ikinci bir deprem olursa, yıkıcılığı daha yüksek olacak. Zemin 17 Ağustos’ta depremle yoruldu, gereken önlemleri almadık. Deprem niteliği bakımından hızlı olursa da, daha yıkıcı bir depremle karşı karşıya kalabiliriz.
* Peki insanları, “Depremin şiddeti yüksek olacak” deyip heyecanlandırmak, sizce doğru mu? Bunu daha akl-ı selimle nasıl ifade edebiliriz?
Gölcük Depreminin büyüklüğü 7.6’dır, asla 7.4 değildir. Uluslar arası bir kuruluşa göre, Gölcük Depremine 7.8'e kadar değer verilmiştir. Biz de hazırladığımız raporda, depremin büyüklüğünü 7.6 olarak bildirdik, ancak kabul edilmedi.
* Bilimsel bir veri ise, neden kabul edilmiyor?
Bu sorunun cevabı o kadar derin bir şey ki...
* Acaba, depremin şiddet sınırı belli bir noktayı aştığında, o bölge afet bölgesi ilân edileceğinden, devletin vergiden mahrum kalmama endişesi, bunda etkili oldu mu?
Bir depremin büyüklüğü ile afet bölgesi ilân etmek arasında bir ilişki yok. Herhangi bir afette devletin bakışı hep doğrudur. Devlet diyorum, hükümetleri kastetmiyorum. Marmara Bölgesinin afet bölgesi ilân edilmesi halinde, sizin söylediğiniz gibi, vergi gelirlerinden mahrum kalacaksın. O zaman Türkiye'yi nasıl devam ettireceksin? Afet bölgesi ilân edilmemesi son derece normal, ancak olağan üstü hal ilân edilebilirdi. Eşgüdümü sağlayacak valiyi bile sonradan atadılar. Bizde olağanüstü hal, hep PKK terörü için yapılıyor.
* Türkiye deprem araştırmaları konusunda yetersiz mi ki, yabancı bilim adamlarını ülkemize dâvet ediyoruz?
Aşağılık kompleksimizi her yerde gösteriyoruz. Ben aşağılık kompleksi diyorum, alınıyorlar. Kompleks aydınlarda da var. En çok sıkıntı veren de o zaten... Gelip de onlar bizim faylarımızı çizmiyor aslında. Bizden bu toprakları iyi bilirler mi? Arkadaşlarımız deprem bölgelerini karış karış gezmişlerdir... Deprem sonrası, üzerinde büyük sorumluluklar olan üniversiteler sınıfta kalmıştır. Çakmışlardır yani... Depremden sonra bir dekanın, rektörün özeleştiri yaptığını görmedim, duymadım.
* Özeleştiri derken, neyi kastediyorsunuz?
Ne yaptık? Biz bu yedi yıl içinde depreme nasıl yaklaştık? Artılarımız, eksilerimiz ne? İlla eksilerimizi değil, artılarımızı ön plana çıkarıp planlamalar yapabilirdik.
* Az önce yabancı bilim adamına büyük önem vermenin kompleksten kaynaklandığını ima ettiniz. Bunun sebebi bilim adamlarının yeteri kadar çalışmaması da olabilir mi?
TÜBİTAK'ından bilmem nesine kadar, yıllarca bir entelektüel kuşatılmışlık içindeyiz.. Bunlar gelirler odasına, kapanıp çalışmalarını yaparlar. Toplumsal bir kaygısı yoktur. Doğrudur, entelektüeller bu işi yaparlar, yani bilinmeyeni çözmeye çalışırlar. Aydın ise, aynı işi yapar, ama bilgisini topluma aktarır. Bu yapı, TÜBİTAK'a da yerleşmiş durumdaydı. Son zamanlarda TÜBİTAK Başkanı, bu yapıyı değiştirmeye çalışıyor. Bilimsel araştırmalara bütün kesimleri katmak istiyor, ama başaramayacak. Çünkü bilimde bir ağ kurulmuş, bunu kırmanız imkânsız. Bunun yanında, İstanbul Üniversitesi de Kemal Alemdaroğlu’nun türban tavrı yüzünden dışlanmıştır. Alemdaroğlu’yla kavgan varsa yap. Ama bu üniversitede bir çok değerli insan var...
* O zaman depremle ilgili bilimsel bir projeyi kabul ettirmek zor olsa gerek?
Meselâ, TÜBİTAK'a bir konuda projeni gönderdiğinde, onlar da bunları danışma heyetine gönderiyor. O kişiler de, "Ben yokum bu işin içinde" veya "Bu işi bunlar yapamaz" mantığıyla hareket ediyor. Projenin içinde yabancı bilim adamı var mı, ona bakıyorlar. Eğer uluslar arası çalışmamışsan, "Sen uluslar arası çalışma yapmamışsın, ben sana proje vermiyorum" diyorlar. Gerekçeleri aynen böyle. Sen, adama daha çalışma hakkı bile vermeden, karar veriyorsun... Ben bunu Naci Görür'ün yüzüne söyledim. Bana, “Haklı olduğun taraf var” diyor. Öyleyse gerekeni yapman gerekirdi.
* Sizi bu tavır rahatsız ediyor mu?
Biz bu ülkenin dağlarını, denizlerini geziyoruz. Bir tane Japon’a rastlamadık. Gökova’da araştırma yaparken, Japon'a rastlamadım. Japonlar belge ve bilgileriyle gelip, üç gün araştırma yaparlar ve açıklama yaparlar. Medyada Japonlar bunu söyledi, diye manşet atarlar... Bu bilim dünyasını bitirdi. Deprem turnosol kâğıdı gibidir, iyilerle kötüleri ayırıverir. Deprem büyük bir tabiat olayı, asla sahtekârlıklara izin yok.
* Yabancı bilim adamı tartışması, bana inşaat mühendisleriyle mimarların arasındaki anlaşmazlığı hatırlattı...
Bütün mimar ve mühendisleri bu tartışmanın içine sokmak yanlış, ama mimar sanatı ön plana çıkarıyor, ancak yapı güvenliğini düşünmüyor. İnşaat mühendisi ise, binayı ayakta tutmanın olmazsa olmazlarını düşünüyor. Mühendis, bazı durumlarda balkon yapmanın sakıncalı olduğunu söylüyor, ancak mimar balkon yapıyor. Ve deprem sonrası, çökmüş balkonlarla karşı karşıya kalıyoruz. Aslında yapı çalışması, önce yer bilimciden zemin etüdünü alarak başlamalı ve mimarla inşaat mühendisinin aynı masada çalışması sonucu ortaya çıkarılmalı ve inşa edilmelidir. Ama bizde mimar, önce projeyi çiziyor, sonra inşaat mühendisine gidiyor, daha sonra yerbilimciye... Eğer sizin yapmayı düşündüğünüz bina, o zemine uygun değilse, ne yapacaksınız?
Deprem, gözlem refleksimi güçlendirdi. Bunun sonucunda sahtekârla doğru adamı ayırır duruma geldiğim için, kafamı yemeye başlıyorum.
* Sahtekârlar ne yapıyor peki?
Falanca üniversitedeki bilim adamı, sorunlu ve kuşkulu alanlarda söylemlerde bulunuyor. Bunu duyan yetkililer de, konu hakkında bilgi sahibi olmadıkları için, bu bilim adamına proje veriyorlar. Yani bilim kelimesini kullanarak, kendi çıkarlarına alet ediyor. Onun için, “bilimsel” kelimesini az kullanmaya karar verdim. Ben iyi bir araştırmacı olmaya çalışıyorum. Benim bilimselliğimi başkaları değerlendirsin. Onlar da, "Senin uluslar arası yayının ve ilişkilerin yok, sen adam değilsin" diyor. Elli kişilik toplantı yapıyorlar. İstanbul Üniversitesi'nden bir hoca çağırmıyorlar, korkuyorlar çünkü...
Meselâ, Belediye, Dünya Bankası'yla bir toplantı yaptı. Tonlarca para harcadı, yazık bunlara ya... Belediye Başkanı Kadir Topbaş, “sınıfta kaldık” diye bir açıklama yaptı. Ama milletvekili, Gölcük'te yanıma geliyor “İstanbul'un yüzde doksanını bitirdik” diyor. Bunlar doğru değil. Belediye olarak, şantiye haline getirdin, şuraya katrilyonlarca lirayı gömdün. Sen bunu gömerken, akıllıca bir iş yapıp, okul ve hastahanelerde gerekenleri yapsan daha iyi değil miydi?
* Katrilyonlar boşa mı gitti?
E-5 yeterince genişliğe sahip. Yanda binalar olduğu için genişletemezsin. Yan yollar açmanın mantığını söyler misin? Eskiden yan yolda bekliyordum, çıkamıyordum. Şimdi E-5'te bekleyeceğim. Göreceğiz bakalım, çoğu zaten bu yolu tercih etmeyecek. Bunun yerine, aynı güzargâhta metro yapsa, sonuna kadar kendisine destek olurdum. Olası metro güzargâhının önüne alt yollar açıyorlar...
Geçen kış, biliyorsun, elektrikler kesilmiş, sular akmaz duruma gelmişti. Bir buçuk gün tek damla su akmadı. Valiliğin yaptığı açıklamadaki önerilerden bir tanesi, "Dışarı çıkmayın"dı. Bunu başka bir yerde söyleseniz, yer yerinden oynar. İki günlük soğuk dalgasında İstanbul bu duruma geliyor, ama biz “depremde çok iyiyiz” diyoruz. Ben vali olsaydım, afet yönetimi düğmesine basardım ve eksiklerimizi söylerdim. "Altyapımız yetersiz, trafolarımız yetersiz" derdim. O zaman yan yollardan vazgeçer elektrik kablolarını yerin altına alırdım. O yoklukta, o soğuk krizinde Beyoğlu'nun taşlarını beğenmediler, değiştirelim dediler. Üçüncü defa değişiyor. Ayıp değil mi? Bunun üzerine bizim söylediklerimizi duyuyorlar, bizi kara listeye yazıyorlar ve üstümüzü çiziyorlar. Çok hatırım kalır... Benim umurumda bile değil ... Biz lâleleri unuttuk mu, zannediyorsunuz? Osmanlı son zamanlarında da böyleydi. İstanbul’un yollarına lâle dikmek için üç trilyon harcandı...
* Bu parayla çok şey halledilebilir miydi?
Ne diyorsun sen? Lâlelere harcanan parayla, kâr amacı gütmeden, masrafımızın karşılanması şartıyla, bütün okulların muayenesini yapardık. Üniversiteler bunları yapmıyor, ticarî boyuta ulaşacak düzeyde, parasal noktalarda direniyor. “Döner sermayeye yarısını yatıracaksın” diyor. Oysa üniversiteler, “Ben döner sermaye payı almıyorum” diye neden itiraz etmedi? Peki, yönetici olarak olağanüstü hal ilân edip, insanların karın tokluğuna arama kurtarmada nasıl çalıştırıyorsun? Ben buna takılıyorum. Bunları çözemezsen, bu problemi çözemezsin. Siyasî erk yumruğu masaya vuracak. Hiç kimse, “Üniversiteler özerktir, biz karışamıyoruz” demesin. Ama sen, bazı nedenlerden dolayı, bunların paralarını kesiyorsun. Politik gibi konuşuyoruz, ama asla siyasî bir tavırla konuşmuyoruz. Çünkü başka çözüm yok.
* Bu tartışmaları bir kenara bırakırsak şu anda binaların durumu nedir?
Eskisine göre durumumuz çok iyi, ama beklenen felâket için yetersiz. Eskiye göre yapı denetimlerimiz daha iyi. Namuslu çalışan insanlar var, korkular yüzünden daha kaliteli yapılar yapıyoruz. Eski binaları konuşacak olursak, inşaat mühendislerinin söylediği gibi, teknik düzeyde araştırması yapılmış mı? Kolonlardan, kirişlerden örnek alacaksın, binanın planını getireceksin, zeminine bakacaksın, buna göre karar vereceksin. İstanbul’un böyle bir çalışması yok.
İstanbul'da iki okulu muayene ettiler ve daha sonra diğer okullar için karar verdiler. Özeleştirimi kendilerine ilettim ve bunun ön araştırma olduğunu söylediler. Tamam, doğru da, dört sene geçti üzerinden, artık bitirin...
Okulların büyük çoğunluğunun muayenesi tamamlanmıştır. Özel okullarda kendi imkânlarıyla yaptılar. Ama hangi kalitede yaptılar bilmiyorum. Gerekleri yapılan okul sayısı 250... İnsanların oturduğu yapılar sanayi tesislerinde alfabenin a'sında bile değiliz.
‘Ankara yeteri kadar sallanmamış’
Deprem konusunda kimin bilgisi varsa, getirsin, tartışalım. Bingöl ve Düzce depremini, ben Meclis Araştırma Komisyonuna söyledim. Araştırma Komisyonunda anlatmaktan helâk olmuşum, kimse dinlemiyor. Ben de “Anlaşılan Ankara yeteri kadar sallanmamış” dedim. Bir irkildi üyeler. Bolu milletvekili Özcan Bey, “Düzce’de durum nedir?” dedi. Ben de, “Yakın zamanda deprem olabilir” dedim. Araştırmalar var. Ben bir ay sonrasını kast etmemiştim. Ama bilim adamlarının elinde ciddî veriler varsa, bunlar tartışılır ve gereği yapılır. Söylendiği gibi, deprem anında bizim otuz değil, beş saniyemiz var. Size enteresan bir örnek vermek istiyorum. Doğalgazların sarsıntı anında otomatik kapatılması için sensör sistemi geliştirildi. Ancak tırlar geçtiğinde bile bu sistem gazı kapattı. Bunun için de bu sistem devre dışı bırakıldı. Maliyeti 3 milyon dolar!!!
Turistler depremden kaçmadılar
Hiç psikolojiden anlamıyorlar, ben sana söyleyeyim mi? Eğer bir ülkede depremi konuşturup da, o ülkenin ekonomi çarkları yavaşlayacaksa, batsın daha iyi. Hiç olmazsa, batarsa yeniden yaparız. Şimdi ne yapacağımızı bilmiyoruz. Bu abukluktan başka bir şey değil. Gökova depremleri başladı. “Merak etmeyin”, dedim. “Turistler gelmez”, dediler. Ben de bir turist Türkiye’ye geldiğinde, broşürlerde Türkiye’nin deprem kuşağında olduğunu bilerek ve onun kararını vererek geliyor. Binalarımızın da iyi olmadığını bilerek geliyorlar. Bodrum'dan onlar kaçmadı. Bodrum’dan kaçanlar depremzede olan İstanbullulardı. Anında Bodrum’dan İstanbul'a geldiler. Bunu akıl, mantık almıyor. Yine de medya deprem olayında görevini en iyi yapan aktörlerin birincisidir... Medyanın mutfağında çok değerli insanlar var...
Yeni Asya
|