Kozmoloji
Evrenbilim (Evren bilimi) veya Kozmoloji bir bütün olarak evreni konu alan bilim dalının ismidir. Kozmoloji sözcüğü türkçeye Yunanca (cosmologia,[kozmos] düzen + [logia] söylev) sözcüğünden türemiştir. Her ne kadar kozmoloji sözcüğü nispeten yakın zamanlı bir sözcük olsa da, evren tarih boyunca bilim, felsefe, ezoterizm ve din gibi farklı disiplinler tarafından araştırma konusu olmuştur. Kozmoloji ise bir sözcük olarak ilk kez 1730 yılında Christian Wolff'un Cosmologia Generalis isimli eserinde kullanılmıştır.
Kozmoloji ile uğraşan bilim adamlarına kozmolog veya evrenbilimci denir. Çağdaş yazında kozmoloji veya evrenbilim ile genelde fiziksel kozmoloji kastedilmektedir. Bu bağlamda, kozmologlar kozmoloji çalışmaların içerisinde astronominin yanı sıra birçok bilim dalını da kullanırlar: biyolojiden matematiğe kadar. Kozmoloji evrenin yapısını, tarihini ve geleceğini inceler. Fiziksel evrenin bir bütün olarak kavranıp anlaşılmasını sağlamak amacıyla, doğa bilimlerini, özellikle gökbilim ve fiziği bir araya getirir. Farklı dallarda kozmoloji Yakın zamanda, fiziksel kozmoloji olarak adlandırılan ve evrenin bilimsel gözlem ve deney yoluyla anlaşılmasını konu edinen bağlamda fizik ve astrofizik bilimleri merkezî bir konumdadırlar. Fiziksel kozmoloji, evrenin büyük patlama (big bang) sonrası yaklaşık olarak 13.7 ± 0.2 milyar (109) yıl önce ortaya çıktığını ve evrenin tarihinin başlangıcından sonuna kadar tamamen fizik kanunları tarafından idare edilen düzenli bir süreç olduğunu ortaya koyar. Anonim Flammarion gravürünün elle boyanmış bir sürümü. (1888) Felsefî bir açıdan evreni inceleyen metafiziksel kozmoloji ise çok eski bir disiplin olup evrenin, insanın, tanrının ve/veya onların ilişkilerinin doğasını aklî ve ruhânî deneyimler ve/veya gözlemler sonucu açıklamaya, sezgisel çıkarımlar bulmaya çalışır.
Dinî kozmoloji ise fiziksel kozmolojiden ziyade metafiziksel kozmolojiye yakın olan ve evrenin tarihi ve doğasının belirli bir dinî bağlamda incelenmesinden ibarettir. Farklı dinlerin inanç yapıları oldukça farklı olduğu gibi evrene bakış açıları da oldukça farklıdır. Bu sebeple her dinin bir veya daha fazla farklı dinî kozmolojik görüşleri bulunmaktadır. Ayrıca kozmoloji sıklıkla dinlerin ve mitolojilerin var oluş ve gerçeğin doğasına dair görüşlerinde de önemli bir yer edinir. Bazı durumlarda, evrenin yaratılışı (kozmogoni) ve yok edilişi, son buluşu (eskatoloji), dinî bağlamda, insanın evrendeki konumu ve kimliği açısından önemli bir yer işgal etmektedir.
Daha ziyade çağdaş bir ayrışık disiplin de ezoterik kozmolojidir ki bu dinî ve felsefî bağlamdaki kozmoloji anlayışlarına yakın olsa da geleneklerden daha ayrık ve belirli bir dogmatik itikaddan bağımsız, sıklıkla inançtan ziyade özellikle çağdaş entelektüel anlayışa dayanan, ve ruhâniliği sadece biçimlendirici bir kavram olarak gören bir kozmoloji anlayışını tanımlamaktadır. Tarih boyunca farklı kozmoloji fikirleri Tarih boyunca kozmoloji dünyanın birçok farklı bölgesinde farklı şekillerde farklı medeniyetlerce keşfedilmiş, çeşitli kozmogoniler, evrenin ortaya çıkışına dair hikâyeler ortaya atılmıştır. Bir antropoloji araştırmasında, kozmoloji incelenen 60'dan fazla farklı kültürde bulunan ortak elementlerden biri olarak geçmiştir. Kozmoloji anlayışı sıklıkla din ile içiçe olmuş, kutsal sayılan dinî metinlerde kendine yer bulmuştur. Bunun sonucu olarak kozmoloji ve kozmogoni topluluk ve hatta birey bağlamında farklı değerlendirmelere yol açmıştır.
Farklı dinler arasındaki dinî farklılıklar bu dinlerin ortaya attığı kozmoloji ve kozmogonilerde de görülebilir. Mezopotamya kozmolojisi Mezopotamya halklarının kozmolojik görüşleri çağdaş fiziksel kozmolojinin ilk örneklerinden biri, hatta bazı bilim adamlarınca ilk örneği olarak kabul edilir; zira bu kozmoloji anlayışında matematik ve deneysel gözlem önemli bir yer edinmiştir. Özellikle Babilliler matematiksel hesaplamalar ve deneysel gözlemlerle gök cisimlerinin hareketleri konusunda büyük ilerleme katetmişlerdi ve evreni bu şekilde, dönemin ve daha sonraki dönemlerin daha ziyade dinî kozmoloji anlayışlarına oranla, bugünkü standartlara göre daha fiziksel olarak ele almışlardır. Bununla birlikte bu medeniyetlerce geliştirilen kozmoloji teorik bir alt yapı barındırmamaktadır ve bu bazı bilim adamlarının fiziksel kozmolojinin kökenini Antik Yunan olarak görmesine yol açmıştır. Hindu kozmolojisi El yazması bir Rig-Veda nüshası, erken 19. yüzyıl.
Hindu kozmolojisi tarihte bilinen ilk evren modelini barındırır ve Hinduizmin kutsal Vedik metinlerinden Rig-Veda'da açıklanmıştır. Buna göre evre genişleme ve tamamen yıkıma uğrama arasında gidip gelir. Çok daha yoğun bir formdan (ki bu noktaya Bindu denir) genişlemiştir. Evren canlı bir özdür ve sürekli olarak devam eden bir doğum, ölüm ve yeniden doğum döngüsü içerir. Vedik metinlerin en eskileri olan Samhitalar oldukça basit bir kozmolojiye yer verir ve bu kozmoloji genelde iki veya üç parçalı bir yapıya sahiptir: (ikili olduğu durumda) gök-arz veya (üçlü olduğu durumda) gök-atmosfer-arz.
Bu noktada kozmogoni belirsizdir ve yaratımcılık fikri çok vurgulanmamıştır. Hatta Rig-Veda'da bulunan ve kozmogoniye ilişkin olan bazı ilahilerde evrenden önce hiçbir şeyin, tanrılar dahil, var olmadığından veya var olup olmadığının belirsizliğinden bahsedilir; tanrıların var oluşları ile evrenin var oluşu arasındaki ilişki genel olarak belirsizdir ve birkaç çeşitli kozmogoniler Rig-Veda'da yer alır: 10. kitaptaki 90. ilahi gibi. Ayrıca Rig-Veda'daki kozmoloji ile ilgili şarkılarda rita yani evrensel düzen kavramı bulunur.
Bu metinlerden yaklaşık bin yıl sonra yazılmış olan (yaklaşık olarak M.Ö. birinci bin yılda) Upanişadlarda ise bu temel ve basit kozmoloji anlayışı gelişir ve özellikle felsefî olarak da derinleşir. Upanişadik "kozmik yumurta" temeli bundan sonraki dönemde Hindu kozmolojisinin temelini arz eder. Evrensel döngü vurgusu bu kozmolojide büyük bir rol oynar ve sonuç olarak daha önceki metinlerde er alan rita kavramından ziyade mokşa (yani reenkarnasyon döngüsünden kurtuluş) vurgulanır, önem kazanır. Bu kozmolojide bulunan Brahman ve Atman kavramları ve ritanın yanı sıra kişilerin bireysel hayatları bağlamında ele alınan dharma kavramı da kozmolojinin temel taşlarını oluşturur. Ayrıca Upanişadlardaki evren ayrımları da genişler; örneğin yedi parçalı evren anlayışı mevcuttur. Hinduizmdeki kozmoloji Upanişadlardaki gelişiminden sonra da gelişmeye devam etmişse de bu gelişim Upanişadlardakindeki gibi Vedik temelleri terk etmez.
Hindu kozmolojisi aynı zamanda bir kozmografi ve evren tarihi (kozmik tarihçe) de barındırır. Hindu evren tarihinde evren, döngüsel kozmolojiyle uyumlu bir şekilde, altın çağla başlayan ve giderek kötüleşen, bayağılaşan 4 çağdan geçer ve sonunda yok edilir ve tekrar yaratılarak aynı 4 çağı yaşar; bu şekilde bir döngü içerisinde evrenin doğuşu, ölümü ve yeniden doğuşu devam eder. Hindu kozmografisi ise şaraptan denizler, farklı yerleri ayıran geometrik şekildeki sıradağlar gibi öğeler barındıran zengin bir kozmografidir. Çin kozmolojisi Taijitu geleneksel olarak ying ve yangı sembolize eden simgedir. Siyah kısmı yini, beyaz kısmı ise yangı sembolize eder. Çin kozmolojisinde de çok büyük önem taşıyan, Çin düşüncesinin ısrarla vurguladığı, her şeyde bir ikiliğin olduğunu savunan fikri yapıyı temsil etmektedir.
Çin kozmolojisi düzen vurgusu yapan ve ahenk içindeki bir evren modelini kullanan, evren anlayışını yin-yang, 64 hekzagram ve 5 element (Wu Xing: ateş, su, toprak, hava ve metal) üzerinde temellendiren bir kozmolojidir. Çin kozmolojisinin ilk örnekleri MÖ birinci binyılda Shang Hanedanlığı sırasında ortaya çıkmıştır ve oldukça sadedir. Evren cennet ve dünyaya ayrılmış, en baş Tanrı tarafından denetlenirken, evrenin bütünü ile parçaları arasında tam bir ahenk ve ilişki bulunmaktadır. Evrendeki düzenin küçük ölçekte evrenin parçalarında ve insan hayatında bulunması fikri ve cennet-arz ikiciliği daha sonraki gelişimlerde iyice vurgulanır. Çin kozmolojisi özellikle Zhou Hanedanlığı sırasında çok gelişir ve daha sonra kozmolojinin temellerinden olacak yin-yang ikiciliği gibi kavramlar bu dönemde kozmolojiye yerleşirler.
Yin-yang ikiciliği farklı formlarda evrenin her yanında ve bir bütün olarak evrende ortaya çıkan önemli bir özelliktir ve birbiriyle çelişen, birbirine zıt olan bir çiftten oluşan bu anlayış zıtlıkların ve zıt olanların temelde birbiriyle yakından ilişkili olduğu ve birbirleriyle var olabildikleri anlayışına dayanır. Çin kozmolojisinin diğer temelleri olan 64 hekzagram ve 5 element de gene bu dönemde Çin kozmolojisindeki yerlerini alırlar. Daha önceki dönemlerde kehanet için kullanılan 64 hekzagram bu dönemde evrendeki değişiklik türleriyle ilişkilendirilerek kozmolojik bir anlam kazanmıştır. Son olarak 5 element evrenin doğası gereği, evrendeki farklı şeylerin birbirlerine doğru değişimi, değişerek farklı şeyler olmalarını simgeleyen bir şekilde kozmolojideki yerini alır. Ayrıca bu dönemde kral da kozmolojideki yerini alır. "Cennetin oğlu" olarak evrensel bir statü ve meşruiyet kazanan kral aynı zamanda bu payesiyle cennet ile arz arasındaki köprü haline gelmiştir. Aynı zamanda kral dünyadaki işlerin evrenin işleyişi ve evrensel ahlâkî unsurlarla uyum içinde olmasından sorumlu olan kişidir.
Daha sonraki Han Hanedanlığı döneminde bu kozmoloji anlayışı büyük oranda aynı kalmış fakat bütünleştirilmiş, ve sistematize edilmiştir ve bu açıdan da bu dönem önem taşır. Özellikle Budizm Çin'e gelişi ve yayılışı sebebiyle olumsuz etkilenen Çin kozmolojisi Song Hanedanlığı döneminde tekrar yükselişe geçse de daha sonraları tekrar gözden düşmüş, özellikle Batı'dan gelen yeni bilim ve çağdaş kozmoloji anlayışından olumsuz etkilenmiştir. Çin kozmolojisi aynı zamanda zengin bir kozmografiye sahiptir. Büyük oranda geometrik vurgular barındıran bu kozmolojiye göre dünya kare, cennet (gök) ise kubbe şeklinde yani daireseldir. İlk kozmolojilerde de bulunan bu kozmografi daha sonraki dönemlerde de devam etmiştir. Kare şeklindeki dünyanın tam ortasında Çin'in bulunduğuna, her köşede dağ ve krallıkların bulunduğuna inanılır.
Zhou Hanedanlığı döneminde bu kozmografi anlayışı devam etmiş bununla birlikte dünya karesi dokuz parçaya ayrılarak açıklanmıştır. Dokuz sayısı bu dönemde kozmografide vurgulanmış, kozmografinin birçok parçası dokuza bölünmüştür. Yunan kozmolojisi, Batlamyus ve Orta Çağ Batlamyus'un güneş sistemine dair anlayışını gösteren tarihi bir çizim. Klasik dönem Yunan filozoflarından Aristo ve Eflatun'un kozmolojileri Yunan kozmolojisi açısından önemli oldukları gibi fiziksel kozmoloji tarihi açısından da önemlidirler zira bunlar daha önceki kozmolojilerin geneline nispeten çağdaş fiziksel kozmolojiye daha yakındırlar. Platon, geometrik bir kozmoloji anlayışı ortaya atmış ve görünüş ile gerçek arasında farklı bağlamlarda da ortaya attığı görüşlerine kozmoloji içerisinde de yer vermiştir. Ona göre 'görünürdeki' evren düzensizken 'görünmeyen, gerçek' evren ise düzenliydi. Buna göre astronomlar gök cisimlerine dairesel hareketler izafe ederek sadece görüntüyü kurtarmaya, korumaya çabalamaktaydırlar. Her ne kadar Platon'un kozmoloji anlayışı kendi felsefesi bağlamında uygun olsa da, pek tutanamamıştır. Platon'un öğrencisi ve bir diğer önemli Yunan filozofu Aristo ise gök cisimlerini taşıyan ve dönen küreler olduğunu öne sürmüştür. Bu kozmoloji anlayışı genel Yunan kozmoloji anlayışı içinde Orta Çağ boyunca korunmuştur.
Aristo bu kürelerin hareketinin kürelerin doğasında olduğunu öne sürmüş ve buradan çeşitli metafiziksel bağıntılar kurmuştur. Orta Çağ'da Aristo'nun eserlerinin diğer klasik Yunan filozoflarınınkilerle birlikte İslam felsefesi aracılığıyla tekrar Batı'ya dönmesi Batı'da bu eserlere olan ilgiyi arttırsa da Aristo'nun evren anlayışının, özellikle de evrenin kadimliği fikrinin, o dönemde Batı'da hakim olan Hristiyan anlayışla çelişmesi sonucu felsefî tartışmaların yanı sıra kozmolojik tartışmalar da ortaya çıkmıştır. Yunan kozmolojisini sistematize edense Batlamyus olmuştur. M.S. ikinci yüzyılda yazmış olduğu başlıca eseri Almagest genel kabul görmüş, yüzyıllarca boyunca kullanılmış, kendisinden önce yazılan çoğu eserin nüshaları, artık kullanılmadıkları için, üretilmemiştir.
Batlamyus'un evren anlayışı geometriktir, sayısal ve hesap bazlı değil daha ziyade geometriye vurgu yapan bir kozmolojidir ve kürelerden oluşan bir kozmolojidir. Antroposentrik yani insan merkezli olan ve dünyayı evrenin merkezinde ön gören bu kozmoloji anlayışı uzun bir süre kabul görmüştür. Copernicus, Galileo ve Newton'un keşifleri Copernicus'un ileri sürdüğü Güneş Sistemi modelini tanımlayan tarihi bir çizim. Alexander Ross tarafından yazılmış ve Dünya'nın bir gezegen olduğu tezine karşı çıkan bir kitabın baş sayfası. Kitabın ana başlığı Yeni gezegen gezegen değil(dir). 16. yüzyılda Leh bilim adamı Mikolaj Kopernik heliosentrik yani Güneş merkezli bir kuram ortaya atmıştır. Copernicus'un bu teorisi İtalyan astronom Galileo'nun yeni keşfedilen teleskop ile yaptığı gözlemlerce doğrulanmıştır. Bu gelişmeler kozmoloji açısından büyük adımlar olduğu kadar genel olarak tarih ve düşünce tarihi açısından da önemli olmuşturlar; daha önce ortaya atılan 'düzenli' evren anlayışı yerine oldukça 'düzensiz' ve 'kusurlu' gözüken bir evren anlayışına bırakmış bu da özellikle dinî bağlamda çeşitli sorunlar yaratmıştır.
Daha sonraları Danimarkalı bilim adamı Tycho Brahe'nin yaptığı çeşitli gözlemler sonucu, Alman matematikçi ve astronom Kepler gök cisimlerinin mutlak ve mükemmel dairelerde değil elips benzeri (yani eliptik) orbitlere sahip olduğu ortaya koymuştur. Kepler, gezegenlerin hareketlerine dair ortaya koyduğu yasalarla bazen çağdaş astronomi biliminin babası olarak kabul edilir. Bununla birlikte dönemin en önemli sorunlarından birisi olan ve gök cisimlerinin hareketlerinin (ve hareketlerinin eliptik şeklinin) sebebini konu alan sorun Newton tarafından çözülmüştür. Newton yer çekimi kuvvetine dair çeşitli sonuçlara varmış, ayrıca matematiksel olarak bu çekim kuvvetinin nasıl gök cisimlerinin eliptik orbitlerde hareket etmesini sağladığını kanıtlamıştır.
Kozmoloji ile ilgili birçok önemli kavram ve terim bu dönemde büyük gelişme ve değişim göstermiş. Dünya merkezli kozmoloji anlayışı sebebiyle o zamana kadar Dünya'nın etrafında dönen gök cisimlerini tanımlayan gezegen terimi, Güneş merkezli kozmoloji anlayışının güç kazanmasıyla artık Güneş etrafında dönen gök cisimlerini tanımlamakta kullanılmaya başlanır. Bu anlayış dolayısıyla Dünya'nın da aslında bir gezegen olduğu sonucunu çıkartmıştır. Güneş Sistemi dışı gezegenlerin varlığı ise, bu dönemin sonunda farklı yazarlar tarafından olası bulunsa ve dile getirilse de, 20. yüzyıla kadar doğrulanamamıştır. Çağdaş kozmoloji anlayışı ve gelişmeler Samanyolu gökadasının merkezini gösteren bir görüntü. Çağdaş kozmoloji ile kastedilen büyük oranda fiziksel kozmolojidir. Matematik ve fizik bilimleri yardımıyla teorilerin ispatı yapılır ve astronomik keşiflerle desteklenir. E
vrenin içinde yer alan bütün gök cisimleri, gökadalar, yıldızlar, karadelikler, gezegenler, uydular, bunların oluşumları, birbirleriyle olan ilişkilerinin kuramsal olarak incelenmesi bu bilim dalı içine girer. Teknolojinin ilerlemesi ve farklı dallardaki bilimsel keşifler ve buluşlar, örneğin Einstein'in görecelik teorisi, son bir-iki yüzyıl içinde fiziksel kozmoloji anlayışının da büyük oranda gelişmesine yol açmıştır. Fiziksel kozmoloji dışında çeşitli ezoterik hareketlerin ortaya attığı ezoterik kozmolojiler de yine bu dönemde ortaya çıkmış ve gelişme kaydetmiştir. Çağdaş fiziksel kozmoloji teknolojik olanakların sağladığı gelişmiş gözlemlerle birçok keşfe konu olmuştur. Örneğin Harlow Shapley gözlemleri sonucu güneş sisteminin de içinde bulunduğu Samanyolu gökadasının düşünülenden (yaklaşık 10 bin ışık yılı) çok daha büyük (yaklaşık 100 binlerce ışık yılı) bir çapa sahip olduğunu kanıtlamıştır. Ayrıca yine Shapley o zamana kadar yaygın bir görüş olan ve güneş sistemini gökadanın merkezine yakın konumlandıran görüşün yanlış olduğunu ortaya çıkarmış ve güneş sisteminin gökadanın merkezinden oldukça uzakta olduğunu kanıtlamıştır. Büyük Patlama ve kozmik mikrodalga arkaplan radyasyonu Edwin Hubble'ın gözlemleri gökadalar hakkında daha fazla bilgi ortaya çıkarmış ve evrenin genişlediğini kanıtlamıştır. Hubble'nin keşfi, (evren genişledikçe) galaksilerin hızının uzaklıklarıyla birlikte artmasını keşfetmiş olmasına dayanıyordu.
Georges Lemaître ise evrenin "kozmik yumurta"dan (nasıl) genişlediğini açıklayan teorik fikirler ortaya atmıştır. Bu teori evrenin kökenini açıklamak için bugün sıklıkla kullanılan büyük patlama teorisinin ilk ortaya çıkışıdır; "büyük patlama" ismi ise ilk kez İngiliz astrofizikçi Fred Hoyle tarafından kullanılmıştır ki kendisi, evrenin kökenine dair büyük patlamadan oldukça farklı (başlangıç noktası olmayan sonsuz) bir evren modeli içeren sabit durum kozmolojisi) savını savunduğu için, bu tabiri biraz da alayla ortaya atmıştır. Hoyle aynı zamanda yıldızların içinde meydana gelen nükleosentezi de tanımlamış olan kişidir. Daha sonraları, evrenin ve evrenle bağıntılı olarak zaman ve üç boyutlu uzayın, büyük bir patlama sonucu ortaya çıktığını öngören, büyük patlama kuramı lehine, kozmik arkaplan radyasyonun gözlenmesi ve kuasarların keşfi gibi, çeşitli gözlemsel kanıtların bulunması sonucu bilim dünyası tarafından bu teori genel kabul görmüştür. Aynı zamanda bu keşifler sabit durum kozmolojisinin de büyük patlama karşısındaki çöküşünü hazırlamıştır. Bu kozmolojide evren uzay ve zamanda değişim göstermiyordu, nitekim isminin "sabit durum kozmolojisi" olması da bu temele dayanmaktadır. Sabit durum kozmolojisi özellikle 20. yüzyılda popülerleşmiş olsa da daha sonra, belirtildiği gibi, yeni keşifler sayesinde büyük patlama kuramı karşısındaki konumunu kaybetmiştir ve büyük patlama genel kabul görmüştür.
Bununla birlikte son yıllarda yapılan çeşitli gözlemler ve elde edilen bulgular Büyük Patlama kuramı açısından çeşitli soru ve sorunlara yol açmıştır ki bu soru ve sorunların hepsine 2007 yılı itibariyle bir yanıt getirilememiştir; meselelerin çoğunluğu hâlen yoğun tartışma konusudur. Nitekim fiziksel evrenbilim birçok bilinmeyen alan ve sorun içeren bir daldır; genel olarak kabul gören evrenbilim modelinin (İngilizce özgün adıyla Lambda-Cold Dark Matter veya kısaca ACDM) sahip olduğu 18 parametrenin 17'si bağımsızken bunlardan sadece 13 tanesi gözlemsel bilgi ile uyum arz etmektedir. Arno Penzias (öndeki) ve Robert Wilson (soldaki); arkalarındaki yapı kozmik mikrodalga arkaplan radyasyonunu keşfetmelerine olanak kılan antendir. Büyük patlama kuramı lehine kabul edilen en önemli gözlemsel kanıtlardan biri 1965 yılında Arno Penzias ve Robert Wilson tarafından keşfedilmiş olan kozmik mikrodalga arkaplan radyasyonudur. Aslında kozmik mikrodalga arkaplanı çok daha önceleri, 1948'de, George Gamow ve Ralph Alpher tarafından öngörülmüştür.
Sıklıkla CMB (İngilizce ismi olan cosmic microwave background radiationa binaen) olarak kısaltılan kozmik mikrodalga arkaplan radyasyonu tüm evreni dolduran bir elektromanyetik radyasyon formudur. Kozmik mikrodalga arkaplan radyasyonu büyük patlama kuramı için çok önemlidir zira bu kuram yapısı gereği bu tip bir fenomeni öngörmektedir. Bu sebeple kozmik mikrodalga arkaplan radyasyonunun keşfi büyük patlama kuramı lehine çok büyük bir adım oluşturmuştur. Bu radyasyonu incelemek için NASA tarafından yapılan Kozmik Arkaplan Kâşifi, İngilizce özgün adıyla Cosmic Background Explorer veya COBE, bu alanda önemli başarılara imza atmış ve COBE projesinin baş araştırmacıları olan George Smoot ve John Mather 2006 yılında başarılarından ötürü Nobel Fizik Ödülünü kazanmışlardır.
Kozmik mikrodalga arkaplan radyasyonudaki küçük salınımların incelenmesi evrenin doğası, yaşı ve yapısı hakkında önemli bilgiler sağlamaktadır. NASA tarafından 2001 yılında uzaya gönderilen Wilkinson Mikrodalga Anizotropi Sondası, İngilizce özgün ismiyle Wilkinson Microwave Anisotropy Probe veya kısaca WMAP, tarafından sağlanan güncel bilgiler doğrultusunda Büyük Patlama'dan bugüne kadar ki zaman, evrenin yaşı, yaklaşık olarak 13.7 milyar yıldır. Bu sayının hata payı yaklaşık olarak %1'dir ki bu da yaklaşık olara, 13.7 milyar ± 200 milyon yıl sonucunu doğurur. Farklı metodlar sonucu ulaşılan diğer yaş tahminleri ise 11 milyar ile 20 milyar arasında değişse de, birçok tahmin 13-15 milyar yıl aralığında bulunmaktadır.
Sirius A ve Sirius B'yi gösteren bir görüntü. Ortadaki parlak yıldız Sirius A, altındaki küçük, nokta benzeri beyazlık ise bir beyaz cüce olan Sirius B'dir. Çeşitli gelişmeler, savlar, karanlık madde ve karanlık enerji Bugün evrenin sadece %4'ünün yaydığı elektromanyetik radyasyon tarafından doğrudan gözlemlenebilir olduğu, kalan kısmın %73'ünün karanlık enerji, %23'ününse karanlık maddeden oluştuğu düşünülmektedir. Karanlık madde ve karanlık enerjinin doğası ve özellikle hâlâ tam olarak bilinmemektedir. Karanlık enerji tüm uzaya yayıldığı ve evrenin genişleme hızını arttırdığı düşünülen, hipotetik (yani savsal) bir enerji formudur.
Karanlık madde ise gözlemlenebilmesini olanaklı kılacak kadar elektromanyetik radyasyon yaymayan veya yansıtmayan, fakat gözlemlenebilir cisimlerde oluşturduğu yer çekimsel etkiler yüzünden varlığı savlanan, yapısı bilinmeyen maddedir. 20. yüzyılda ortaya atılmış bir kavram olan karanlık enerjinin ilk benzerleri, terimin ortaya atılmasından oldukça önce ortaya çıkmıştır. Dinamik evren yapısı kanıtlanmadan önce Einstein evrenbilim sabiti (kozmolojik sabit) fikrini yer çekimini karanlık enerji ile dengeleyecek biçimde, statik bir evren modeline ulaşabilmek için önermiştir. Daha sonra dinamik evren modeli kanıtlanınca bu fikirlerden vazgeçilmiştir. 1970'lerde Alan Guth, kavramsal açıdan karanlık enerjiye benzer olarak, negatif bir basınç alanının, evrenin erken devrelerinde kozmik şişmeyi sürdürebileceğini önermiştir. Karanlık enerji terimi ise 1998 yılında Michael Turner tarafından ortaya atılmıştır. Karanlık enerjiyi destekleyen ilk doğrudan kanıt süpernova gözlemlerinden, Riess et al tarafından ortaya çıkarılmış, daha sonra Perlmutter et al tarafından doğrulanmıştır. Karanlık madde olarak anılan fenomene ve varlığına dair ilk kanıt İsviçreli astrofizikçi Fritz Zwicky tarafından 1933'de tespit edilmiştir. Karanlık maddeye ilişkin kanıtların birçoğu gökadaların incelenmesi sonucu elde edilmiştir.
Galaktik rotasyon eğrileri (gökada dönüş eğrileri), eliptik gökadaların hız dağılımları, gökada kümelerindeki kayıp madde gibi birçok konu karanlık maddenin varlığını destekleyecek kanıtlar sunmuştur. 1997'de bazı bilim adamları evrenin olası farklı süreçlerini özetleyen, dört süreçlik bir plan ortaya atmışlardır. Buna göre evren yaklaşık olarak bir katrilyon yıl sonra yıldızların sönmüş ve sadece beyaz, kırmızı veya kahverengi cüceler ile nötron yıldızları şeklinde var olacağı bir sürece girecektir.
Bu süreç sonrası, büyük yıldızların kara deliklere dönüşmesiyle, bir kara delik süreci (veya dönemi) başlayacaktır ki bu süreçte evrendeki cisimleri yutmuş olacak, zamanla kendileri de yok olacaklardır. İlgili araştırmaya göre bu sürecin şu ana oranla yaklaşık olarak yüz trilyon trilyon trilyon yıl sonra ortaya çıkması beklenmektedir. Son süreç ise evrende hiçbir maddenin bulunmadığı bir süreçtir ve Kara(nlık) Dönem olarak anılmıştır. Dinî kozmoloji açısından, İbrahimi Dinlerin çeşitli mensupları evrenin başlangıcı için büyük patlama teorisinin dinî kozmoloji anlayışı ile çatışmadığına dair açıklamalarda bulunmuşlardır.
|