Kökler
Kökler, nebatatın toprağa demir attığı ve oradan hayatiyetinin devamı için lüzumlu si ve madeni tuzları emdiği organlardır. Her canlı uzviyat gibi nebatat da milyonlar, hatta milyarlarca hücreden müteşekkildir. Bu hücreler, içlerinde çeşitli nebati faaliyetlerin icra edildiği, neticede karışık ve yüksek yapıların inşa edildiği doku ve organlar şeklinde gruplaşmışlardır. Bir nebat basit olarak yapı ve fonksiyon bakımından birbirinden farklı iki ana kısma ayrılabilir. Bunlardan biri toprakta yerleşmiş, bitkinin tutunup su.ve madeni gıdalarını emdiği kök sistemi, diğeri ise havada bulunan yapraklar ve bunların dayandığı gövde kısmı olup bu kısımda da topraktan çekilen ve atmosferden alınan hammaddelerden organik gıdalar imal edilmektedir.
Toprak, fiziki ve kimyevi hususiyetleri yönünden çok farklı tipler arzeder. Buna göre suyu zapt etme hassası da farklılıklar gösterir. Bir bitkinin topraktan kökü ile suyu alabilmesi için, toprağın suyu zapt edicilik hususiyetini yenebilecek kabiliyette olması lazımdır. Topraktaki maddelerin absorplanması (emilmesi) kök emici tüyleri vasıtasıyla olur. Bunlar 1?10 mm uzunlukta, 10 mikron enlilikte, ince, tek hücreli yapılar olup, epidermis hücrelerinin dışarıya uz-anmış çıkıntılarıdır (Şekil 1). Bunlar vasıtasıyla emme sathı mısır?da 6, bezelyede 12 kat artar. Rutubetli ortamda yetişen mısır?da 1 milimetrekarede 425 ve bezelyede 233 adet kök emici tüyü sayılmıştır. Ayrıca bütün kök uzunluğu kabakta 25, buğdayda 67 ve yulafta ise 82km yi bulur. Bir araştırıcı, bir çavdar türünün bütün köklerinin uzunluğunun 584 km.ye ulaştığını ve bütün kök yapısının alanının 2291 metrekareyi bulduğunu göstermiştir. Bu numunede ayni zamanda 14 milyar kök tüyüne rastlanmıştır. Öte yandan yapılan tecrübeler, bitkiler için her zaman çok fazla gelişmiş bir kökün lüzumlu olmadığına işaret etmişlerdir. Birçok hallerde kökün % 50?sinin tahribinin dahi, bitkiye zarar vermediği ve büyümesine tesir etmediği görülmüştür. Bunun için fazla gelişmiş bir kök sistemi adeta bir sigorta tertibatı olarak düşünülebilir. Ayrıca umumiyetle kök sisteminin azalması ile bitkilerde transpirasyon (terleme)nin de azaldığı tespit edilmiştir ki bu da dikkate şayan bir husustur. Köklerin ana fonksiyonlarından biri, topraktan su ve mineral maddelerin emilmesidir. Bu emilmede mühim bir faktör, tüylerin ?osmotik mekanizması?dır. İki sıvı birbirinden bir zar (membran) ile ayrıldığında kesafeti (yoğunluğu) fazla olan tarafın az olan tarafa bir geçiş (difüzyon) görülür. Buna ?ozmos? denir. Kök hücrelerinin zarları o şekilde yapılmıştır ki bu zar, si ve tuzlara karşı ?geçirgen? olduğu halde hücre içindeki çözünmüş şekerin geçmesine müsaade etmez. Böylece lüzumlu maddeler içeriye alınırken, içerdekiler dışarıya verilmemiş olur (Şekil 2). Ayrıca ?aktif absorpsiyon? ve ?iyon değişimi? yollarıyla da madde alımı olur ki bunların cereyanı daha karışıktır. Köklerin tutunma ve emme vazifelerinden başka diğer mühim bir görevi de gıda depolanmasıdır. Bunu havuç, kereviz pancar ve benzeri nebatlarda görmekteyiz. Birçok tırmanıcı bitkilerde tutunup desteklenmeye hizmet eden kökler mevcuttur. Bazı ağaçlar da köklerin üst kısımları yukarı doğru uzanıp destek vazifesi gören payandalar teşkil etmişlerdir (Şekil 3). Zirai mahsullerin birçoğu bitkilerin köklerinden elde edilir. Bunların başında şeker pancarı gelir. Bununla akraba olan bir diğer pancar çeşidi, Avrupa?da sığırların başlıca besinidir. Önemli sebzelerin çoğu, keza kök mahsulleridirler: Havuç, kereviz, tatlı patates, şalgam, yer elması v.b. Birçok kökler de aktif kimyevi maddeler bakımından zengin olup eski çağlardan beri ilaçların başlıca hammaddesidirler. Bıldırcın otu, sinseng, ipeka ve ravent, köklerden türetilmiş tıbbi ürünler listesinden sadece birkaçıdır. Keza yabanı turp, sassafras ve saparna da köklerden elde edilir. Böcek ilaçlarında kullanılan en tesirli maddelerden biri olan ?rotenone? de baklagiller familyasından bir bitkinin köklerinden elde edilir. Dolaylı yönden kökler toprağın muhafazasında büyük ehemmiyeti haizdirler. Yayılmış kök sistemi, toprağı yerinde tutar, rüzgâr ve sularla sürüklenmesine (erozyona) mani olur. Kısaca yapı, çalışma mekanizması ve faideleri itibarıyla birçok yönden ilim çevrelerini araştırmaya ve düşünceye sevk eden bu organlar İlahi birer lütuf halinde arz-ı endam etmektedirler.
|