KeLBaYKuŞ Forum

Geri git   KeLBaYKuŞ Forum > Spor > Basketbol


Basketbol - Basketbol hakkında her şey burada!


Cevapla
 
Seçenekler
  #11 (permalink)  
Alt 02.09.06, 17:44
PeSSiMiST - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
PeSSiMiSTiC_STyLE
 
Kaydolma: 31.08.06
Erkek - 34
Mesajlar: 1.363
Teşekkürler: 0
Üyeye 9 kez teşekkür edildi
Standart

YAO MING

Kariyeri..
NBA'in bütün dünya tarafından izlenmesinde en önemli etkenlerden biri kuşkusuz Yao Ming. Yaklaşık iki milyar nüfusu bulunan Çin'in yetiştirmiş olduğu en önemli basketbol oyuncusu olan Yao Ming, bunun dışında ülkesinin en ünlü pop starlarından bile daha çok seviliyor. Shanghai Sharks forması altında sergilediği başarılı performansla bir anda gözlerin üzerine çevrilmesini sağlayan Yao, ayrıca Çin'in katılmış olduğu bir çok basketbol organizasyonunda yer aldı.

Yao, NBA ile Çin Basketbol Ligi yetkilileri arasında yapılan görüşmeler sonrasında 2002 yılında düzenlenen NBA draftına katılma kararı aldı. İlk sıradan seçme hakkına sahip olan Houston Rockets'a draft öncesi ve sonrasında bir çok takas teklifi gelmesine rağmen, GM Carroll Dawson bunları geri çevirerek Çinli oyuncuyu kadrosuna kattı. Yao çaylak sezonunda 82 maçın 72'sinde ilk beş başlarken, 13.5 sayı- 8.2 ribaund ve 1.7 asist ortalamaları yakaladı. İkinci sezonundan itibaren her yıl gelişimini sürdüren Yao, dördüncü senesinde ise çeşitli sakatık sorunlarıyla boğuştu.

Takım olarak beklentilerin çok altında bir sezon geçiren Houston Rockets'da hemen hemen bütün oyuncular çeşitli sakatlık sorunları nedeniyle takımı yalnız bıraktı. Yao Ming ise sadece 57 maçta oynarken, buna karşın 22.3 sayı- 10.2 ribaund ortalamalarıyla sezonu double double istatistikleriyle tamamladı. 4 Kez All-Star seçilme başarısı gösteren Yao, NBA kariyeri boyunca 301 maçta 17.5 sayı- 8.8 ribaund- 1.3 asist ve 1.8 blok ortalamalarıyla mücadele etmişti.


YIL TAKIM OYUN SAYI RİBAUND ASİST T.ÇALMA T.KAYBI
2002-04 HOU 82 13.5 8.2 1.7 0.3 2.1
2003-04 HOU 82 17.5 9.0 1.5 0.2 2.4
2004-05 HOU 80 18.3 8.4 0.8 0.4 2.4
2005-06 HOU 57 22.3 10.2 1.5 0.5 2.5
KARİYER 301 17.5 8.8 1.3 0.3 2.3
UyarıGörmek için lütfen buradan üye olunuz.
Alıntı ile Cevapla
Sponsor
  #12 (permalink)  
Alt 02.09.06, 17:44
PeSSiMiST - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
PeSSiMiSTiC_STyLE
 
Kaydolma: 31.08.06
Erkek - 34
Mesajlar: 1.363
Teşekkürler: 0
Üyeye 9 kez teşekkür edildi
Standart

YAO MING

Kariyeri..
NBA'in bütün dünya tarafından izlenmesinde en önemli etkenlerden biri kuşkusuz Yao Ming. Yaklaşık iki milyar nüfusu bulunan Çin'in yetiştirmiş olduğu en önemli basketbol oyuncusu olan Yao Ming, bunun dışında ülkesinin en ünlü pop starlarından bile daha çok seviliyor. Shanghai Sharks forması altında sergilediği başarılı performansla bir anda gözlerin üzerine çevrilmesini sağlayan Yao, ayrıca Çin'in katılmış olduğu bir çok basketbol organizasyonunda yer aldı.

Yao, NBA ile Çin Basketbol Ligi yetkilileri arasında yapılan görüşmeler sonrasında 2002 yılında düzenlenen NBA draftına katılma kararı aldı. İlk sıradan seçme hakkına sahip olan Houston Rockets'a draft öncesi ve sonrasında bir çok takas teklifi gelmesine rağmen, GM Carroll Dawson bunları geri çevirerek Çinli oyuncuyu kadrosuna kattı. Yao çaylak sezonunda 82 maçın 72'sinde ilk beş başlarken, 13.5 sayı- 8.2 ribaund ve 1.7 asist ortalamaları yakaladı. İkinci sezonundan itibaren her yıl gelişimini sürdüren Yao, dördüncü senesinde ise çeşitli sakatık sorunlarıyla boğuştu.

Takım olarak beklentilerin çok altında bir sezon geçiren Houston Rockets'da hemen hemen bütün oyuncular çeşitli sakatlık sorunları nedeniyle takımı yalnız bıraktı. Yao Ming ise sadece 57 maçta oynarken, buna karşın 22.3 sayı- 10.2 ribaund ortalamalarıyla sezonu double double istatistikleriyle tamamladı. 4 Kez All-Star seçilme başarısı gösteren Yao, NBA kariyeri boyunca 301 maçta 17.5 sayı- 8.8 ribaund- 1.3 asist ve 1.8 blok ortalamalarıyla mücadele etmişti.


YIL TAKIM OYUN SAYI RİBAUND ASİST T.ÇALMA T.KAYBI
2002-04 HOU 82 13.5 8.2 1.7 0.3 2.1
2003-04 HOU 82 17.5 9.0 1.5 0.2 2.4
2004-05 HOU 80 18.3 8.4 0.8 0.4 2.4
2005-06 HOU 57 22.3 10.2 1.5 0.5 2.5
KARİYER 301 17.5 8.8 1.3 0.3 2.3
UyarıGörmek için lütfen buradan üye olunuz.
Alıntı ile Cevapla
  #13 (permalink)  
Alt 02.09.06, 17:45
PeSSiMiST - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
PeSSiMiSTiC_STyLE
 
Kaydolma: 31.08.06
Erkek - 34
Mesajlar: 1.363
Teşekkürler: 0
Üyeye 9 kez teşekkür edildi
Standart

‘THE GLOVE’ #20 GARY PAYTON

O SAVUNMA YAPARKEN SİZİ BİR ELDİVEN GİBİ SARAR!!.

O devamlı savunmasıyla ön plana çıkmasına rağmen hücumda da çok etkili olmuş bir oyuncu. O oynadığı takımları harika yönetmiş bir oyun kurucu. O NBA tarihinin en iyi point guardlarından birisi. O sözünü hiç kimseden sakınmayan bir çenebaz. Ve artık O, şampiyonluk yüzüğüne finale çıktıkları zamandan bile daha yakın. İşte karşınızda; GARY “THE GLOVE” PAYTON…

GP #20
Gary Dwayne Payton, 23 Temmuz 1968’de Oakland’da doğdu. Okul hayatı ise Jefferson İlkokulu’nda başladı. Gary, kendisi açısından bu okulun çok önemli olduğunu ve yerinin çok ayrı olduğunu neredeyse her röportajında veya her konuşmasında belirtiyor. Çünkü ona göre bu oyunu orada öğrenmiş. Yıllar sonra bu okulda yapılan bir röportajında “Bana hangi saha senin sahan diye sorarsanız, Jefferson İlkokulundaki derim. Ben inatçı savunmayı burada öğrendim. Buna mecburdum. Ancak bana öyle geliyor ki, sanki potalar daha yüksekti!.” Sıra lise seçimine geldiğinde, babası zaten kötü olan çevreden daha fazla etkilenmemesi için, onu daha yakınlarında olan ama belayla dolu olan Fremont Lisesi yerine daha uzakta ama daha iyi bir okul olan Skyline Lisesine yolluyordu. Başlarda bol trash-talk yüzünden iyiye gidişi hissedilmedi. İkinci sezonunda da bir süre basketbol sahalarından uzak kaldı. Sebebi ise sakatlık falan değildi. Derslerinin çoğunda başarısız olmuştu. Bu durumda yine babası devreye girdi. Burslar için gerekli NCAA standartlarının yükseldiğini belirterek, derslerine de konsantre olmasını sağladı. Böylelikle Gary derslerine daha çok çalışmaya başladı. Çocukluk döneminde Gary’nin yakınlık kurduğu bir diğer önemli isim de bu sene Lakers’ta beraber oynama ihtimalinin bulunduğu Brian Shaw’dı. Önümüzdeki sene Lakers’ta 20 numaralı formayı giyecek olan Payton’a, bu konuda bu formanın geçen seneki sahibi Shaw’la konuşup konuşmadığı sorulduğunda “Böyle bir şeye gerek görmedik. Onunla birlikte büyüdüm ve o benim abim gibidir. Numarasını bana verdiği için çok mutlu.” şeklinde cevap veriyor. Tekrar Payton’ın lise yıllarına dönersek, kötü bir seviyede olan takımın Payton’ın gelmesiyle düzeldiğini görüyoruz. Lisedeki son senesindeki en önemli maç ise Fremont Lisesi’ne karşı oynadıkları maçtı. İki lise arasındaki çekişme maçın, ülkemizde en sevilen tabiri ile derbi haline gelmesini sağlıyordu. Çok yakın giden maçı takımına son saniye basketi ile kazandıran Payton’dı. Maç sonrasında da müthiş bir kavga çıkıyor ve iki takım oyuncuları da ceza alıyordu. Gary şu anda kendisine çok şey kazandıran müthiş kendine güveninin de bu dönemde babasından aldığını söylüyor. “Bir keresinde restoranda adamın biri babama goril dedi ve sonrası o adam için pek iyi olmadı. Babamın 10-11 insana karşı geri adım atmadığını gördüğüm oldu ve bu tip şeyleri görerek büyüdüğünüzde çok fazla şey öğreniyorsunuz”.
Oregon State
Kolej olarak kendisine Oregon State Üniversitesini seçen The Glove, burada da oldukça başarılı bir kariyer yaptı. Kolejdeki ilk senesinde Pac-10 konferansında hem Freshman of the Year hem de yılın savunma oyuncusu seçilen Payton, aynı yıl Amerika Genç Milli Takımı ile Bormio’da Dünya Gençler Şampiyonası’na katıldı. Bu takımdaki koçu Larry Brown, takım arkadaşları ise Stacey Augmon, Scott Williams ve Larry Johnson gibi sonrasında NBA’de de başarılı olacak isimlerdi. Amerika turnuvayı 5-2’lik bir dereceyle ve gümüş madalyayla bitirdi (2 mağlubiyeti de Kukoc, Radja, Divac, Djordevic ve Alibegovic’li Yugoslavya’dan aldılar).
1990 yılında kolejden mezun olan Gary’nin istatistikleri gerçekten etkileyiciydi. Son sezonunda 25.7 sayı, 8.1 asist, 4.7 ribaunt ortalamalarını tutturan Payton 4 yıllık NCAA kariyerinin sonunda toplamda kaydettiği 2.172 sayı ile okul tarihinin en çok sayı atan ismi oldu. Aynı zamanda Pac-10 ligi tarihinin de en skorer 6.oyuncusuydu. Toplam asist sayısıyla NCAA tarihinde 6., top çalma sayısıyla da 7.sırada yer aldı. Ayrıca son senesinde Pac-10 konferansı yılın oyuncusu, Sports Illustrated yılın kolej oyuncusu ve First Team All-America seçildi. Ayrıca Pac-10 Liginde 10 yılın en iyi takımı “All-Decade Team”de de yer aldı. Son sezonunda USC üniversitesi karşısında da, 58 sayı atarak Pac-10 tarihinde bir maçta bir oyuncunun kaydettiği en yüksek ikinci sayıya ulaşmış oldu.
1990 NBA Draftı
Böylesi bir kolej kariyerinin sonunda draftta üst sıralarda kendisine yer bulacağı belliydi. 89 Draftı’nda liseden direk NBA’e geçiş yapan Shawn Kemp’i seçen Sonics, 90 draftında da tarihinin en yüksek draft sırası olan 2.sırada yer alıyordu. Gelecek için iyi bir takım kurmak isteyen Sonics yönetimi Kemp’in yanına takımı yönetebilecek bir oyun kurucu istiyordu. Böylelikle Gary Payton, Derrick Coleman’ın hemen ardından ikinci sıradan Soncis tarafından draft ediliyordu. Daha kampa katıldığı gün rahatlıkla bu takımın ilk beşinde yer alabileceğini gösterdi. İlk senesini 7.2 sayı, 6.4 asist, 2.9 ribaund ve 2.0 top çalma ortalamaları ile bitirerek sezonun İkinci Çaylak takımında yer aldı. Etkili oyunu, asistleri, savunması ve takımı iyi yönetmesiyle Sonics’in doğru seçimi yaptığını gösterdi. Ayrıca sezon içerisinde Gary, idolü ve ona göre (tabii ki birçok kişiye göre de) NBA tarihinin en iyi point guardı olan Magic Johnson ile ilk kez karşılaşıyordu. Bu maçı hala unutamayan Payton “Ben yeni çıkmış bir çaylaktım. Sahaya çıktık ve bizi dağıttılar. O önceden benim hakkımda bir şeyler duymuştu. Maç sonrası bana ‘İyi olacaksın ama önce oyunu öğrenmen lazım’ demişti” diyor. Ona karşı oynarken heyecanlandın mı şeklindeki soruya da “Elbette. İlk maçlarda ondan, Jordan’dan, Bird’den korktum ama bu sadece iki çeyrek sürdü. Maç içerisinde karşılarında durup bakıyordum ve sonradan rakip olduğumuzu hatırlıyordum“ şeklinde cevaplıyor.
İkinci senesinde de Payton benzer istatistikler elde etti. Ama sezon ortasında takımın koçu değişmiş ve Payton’ın kariyerinde önemli yeri olan George Karl takımın başına gelmişti. Bir sonraki sezon daha iyi bir oyun sergileyen Sonics’te Gary sayı ortalamasını gitgide yükseltmeye başlamıştı. Sonics sezonu 57-25’lik galibiyet oranıyla tamamlıyor, playofflarda da başarılı bir performans sergileyip Konferans Finali’ne kadar yükseliyordu. Ama konferans finalinde karşılarında Charles Barkley’li Phoenix vardı ve Payton için o sezon orada bitiyordu.
Denver’dan büyük sürpriz!
1993-94 sezonunda NBA’de adeta bir Sonics fırtınası esiyordu. Gary Payton ilk kez All-Star seçiliyor, yılın savunma takımında ve sezonun üçüncü takımında yer alıyordu. Müthiş bir savunma yapan Sonics’ten hiçbir oyuncu sezon sonunda skor sıralamasında ilk onda yer almazken, top çalma krallığında ilk 14’te üç Seattle’lı yer alıyordu. Sezonu 63-19 ile NBA’de ilk sırada tamamlayan Sonics’te gözler playoffa çevrilmişti. Bir önceki sezon konferans finalinde rakibini 7.maça kadar savaşan takım, bu sezonki müthiş performansıyla şampiyonluğun en önemli favorilerindendi. İlk turda 8.sıradan playofflara giren Denver ile karşılaştılar. Kendi sahalarındaki ilk iki maçı rahatlıkla kazanan Soncis favori olduğu seriyi rahatlıkla alacağını gösterdi. Ama Mutombo önderliğindeki Denver henüz son sözünü söylememişti. Önce kendi sahasındaki iki maçı alan Nuggets, Seattle’daki 5.maçı da uzatma sonunda alarak NBA tarihinin en büyük sürprizlerinden birine imza atıyordu. Tarihe geçen bu serinin acı tarafında yer alan Payton’ın karşısına bu başarısızlık yıllar sonra bile çıkıyordu. O serinin adeta simgesi haline gelen 5.maç sonrası Mutombo’nun basket topuna sarılarak parkede yattığı pozisyonun hala gözünün önüne gelip gelmediği sorulduğunda “Bunu asla düşünmedim. Bunun aklıma geldiği tek an Greatest Games’de rastladığım zamanlar. O gün kazanmayı hak etmedik ve kaybettik. Hepsi bu işte” diyor.
Sonraki sezonu 20.6 ile takımının en skorer oyuncusu olarak tamamladı. Bir önceki sezonda olduğu gibi All-Star ve yılın savunma takımında yer aldı. Ayrıca bu kez yılın en iyi 2.takımındaydı. Takım olarak dereceleri 57-25’ti. Playoffta ise yine ilk turda, bu kez Lakers’a eleniyorlardı.
Yılın Savunma Oyuncusu ve Top Çalma Krallığı
1995-96 ise onların zirveye çıktığı yıl oldu. Gary yine All-Star’dı, yine yılın savunma takımındaydı ve yine yılın en iyi ikinci beşindeydi. Ayrıca 2.85 ile ilk ve tek top çalma krallığını kazandı. Ayrıca kazandığı bir şey daha vardı. O 1995-96 sezonunda yılın savunma oyuncusuydu. Sezonu 64-18 ile NBA ikincisi, Batı birincisi olarak tamamlamışlardı (Birinci 72-10 ile Bulls idi). Bu sefer playofflarda farklıydı. Sırasıyla Kings, Rockets ve Jazz’ı eleyen Sonics, NBA şampiyonluğu için, tarihin en başarılı NBA sezonunu geçiren Bulls’un karşısına dikiliyordu. Fakat Chicago ilk üç maçı kazanarak çok rahatladı. Sonrasında 2 maç kazanmayı başaran Sonics, taraftarlarına bir acaba dedirttiyse de Chicago’daki 6.maçı kazanan Bulls, şampiyonluğa ulaştı. Payton final sonrası açıklamasında; “Öyle bir hava oluşturuldu ki finaller öncesi takımdan kimse kazanabileceğimize inanmıyordu. Kazanabileceğimizi anladığımızda 2 galibiyet aldık ama çok geç kalmıştık “ diyor.
Daha sonraki yıllarda da başka bir açıklamasında; “Chicago’nun son 8 sezonda 6 şampiyonluk kazanması, diğer takımlarda ve oyuncularda hem Bulls hem de Jordan korkusu yarattı. Ama bu korkuyu yaratanlar oyuncuların kendileri. Ben her gün düzenli olarak takım ve bireysel çalışmamı yapıyorum. O zaman neden kendime böyle bir korku yaratayım ki. Eğer korkacaksam, evimde oturur televizyon izlerim” diyecekti. Ama yüzük elden gitmişti.
Olimpiyat altın madalyası
O yaz Atlanta Olimpiyatlarında yer alan Dream Team’de oynayan Payton, ilk olimpiyat altın madalyasını boynuna takıyordu. Olimpiyat istatistikleri 5.1 sayı, 3.1 ribaunt ve takım içindeki en yüksek rakam olan 4.5 asist yapıyordu. Sonraki sezonda 21.8’lik bir sayı ortalaması yakalayan The Glove, NBA’in en skorer 10. oyuncusu oluyordu. Yine All-Star, yılın savunma takımı ve yılın ikinci takımındaydı. Playoff’ta da konferans yarı finalinde Rockets’a 4-3 ile boyun eğiyorlardı. 97 yazında takımla parasal olarak anlaşamayan Kemp takımdan ayrılıyor ve yerine Bucks’tan Vin Baker geliyordu (Bakmayın siz şimdi bu ikilinin kütle şeklinde gezdiğine, o zamanlar ikisi de All-Star’dı ve bu takas çok ses getirmişti).
Baker’ın gelmesiyle takımda liderliği iyice ele alan Payton, 8.3 ile asist krallığında 6.sırada yer alıyordu. Yine All-Star ve yılın savunma takımındaydı. Ama o sezon kariyerinde ilk kez “All-NBA First Team” takımında yer alıyordu. Fakat playofflarda yine malum kaderleri ortaya çıkıyordu ve ikinci turda 4-1’le Lakers’a boyun eğmelerine engel olamıyordu. Mağlup olunan maçlarda yenilen ortalama 17 fark, koç Karl’ın sonu oluyor ve Payton ile Karl’ın yolları bir süreliğine ayrılıyordu (Bu sene Bucks’ta bir süre daha beraber çalıştılar).
1998 yılında Yunanistan’da yapılacak Dünya Şampiyonası için Dream Team’in kadrosunda yer alan Payton, NBA oyuncularının boykot ettiği turnuvada yer almadı. Lokavt nedeniyle geç başlayan ve 50 maç üzerinden oynanan sezonda da çok başarılıydı. Sayı, asist ve top çalma krallığında ilk 10 içerisinde yer alıyordu (Sırasıyla altıncı, dördüncü ve yedinciydi). En iyi savunma ve yılın ikinci takımındaydı. Fakat takım yıl sonra ilk kez playoffun dışındaydı.
1999-00 sezonunda ise NBA’i 20 sayı, 6 ribaund ve 6 asistin üstünde tamamlayan tek oyuncu olan Payton, kariyerinde ikinci kez yılın ilk takımında yer alıyordu. Tabii ki All-Star ve yılın savunma takımı. O yaz bir kez daha olimpiyatlarda Amerika Milli takımı formasını giyiyordu. 5.5 sayı, 2.1 ribaund ve 3.3 asist ile bir kez daha olimpiyat altın madalyasını boynuna takıyordu. 2001 yılında 8.kez üst üste yılın savunma takımında yer aldı. Ayrıca yine All-Star’dı. Sezon içerisinde kariyerinin 15.000.sayısını ve 6.000.asistini yaptı. Böylelikle 15.000 sayı, 6.000 asist ve 1.000 top çalma barajını geçen NBA tarihinin 8.oyuncusu oldu. Ayrıca Fred Jones’u geride bırakarak Seattle tarihinin en skorer ismi oldu.
Bir sonraki sezonda ise 9.kez yılın savunma takımında yer alarak bunu başaran ikinci oyuncu oldu (Diğeri “Majesteleri” Micheal Jordan). 8.kez All-Star takımında yer alarak, bu alandaki Seattle rekorunu da ele geçirdi. NBA ikinci takımında yer aldı. Takımını neredeyse tek başına playoff’a taşıdı. Playoff’ta da Spurs’e karşı takımına iki galibiyet aldırdı ama 5.maçta San Antonio, Sonics’i 101-78 ile geçti.
Milwaukee Günleri
Geçtiğimiz sezon ise Payton açısından değişen çok şey oldu. İstatistiksel açıdan değil, takımsal açıdan. Sezon ortasında Desmond Mason ile birlikte Ray Allen, Kevin Ollie, Ronald Murray ve birinci tur draft hakkı karşılığı Milwaukee Bucks’a takas edildi. Böylelikle 12.5 sezon formasını giydiği yağmurlu şehir Seattle’a veda etti.
Geçen sezon, Bucks’ın playoff’a kalmasında büyük rol oynayan Payton, playoff’ta Sam Cassell ve Toni Kukoc ile birlikte ilk turda New Jersey Nets’e direndi ama Jason Kidd önderliğindeki Nets biraz da hakemlerin yardımıyla Bucks’ı geçti. Sezon sonunda sözleşmesi sona eren Payton’ın ilk açıklaması ilk tercihinin Milwaukee olacağı yönündeydi. Fakat sonradan diğer takımların önerdiği miktarın çok daha altına Lakers’la anlaştı. Geçen sezonun ortasında “Şampiyonluğa oynayan bir takımda yer almak istiyorum” diyen Payton böylelikle amacına ulaşıyordu.
“Ben hala Charles Barkley ve John Stockton için çok üzülüyorum”
Transferi anlatırken kendisiyle temasa geçen ilk takımın Lakers olduğunu ısrarla belirten Gary, bu takımda top önceliğinin Kobe ve Shaq’e ait olduğunu, kendisinin görevinin herkesi mutlu etmek olacağını ve Karl Malone ile birlikte yardımcı roller üstleneceğini söylüyor. Kendisi için şampiyonluk yüzüğünün önemini de “Ben hala Charles Barkley ve John Stockton için çok üzülüyorum” diyerek açıklıyor. Kendilerine en çok eleştiri getirilen şampiyonluk için kendilerinden ödün verip ‘Kobe ve Shaq’in kuyruklarına tutunacaklar’ eleştirisine de “Daha fazla para veren bir takıma gitsem bu sefer de kazanmayı değil sadece parayı düşünüyor diye eleştirilecektim” şeklinde açıklıyor.
Payton şu anda kesinlikle NBA’in en iyi point guardlarından birisi. Birçok kişiye göre de Jason Kidd ile beraber en iyi iki point guard’dan birisi. Bu da ister istemez bu ikilinin sık sık karşılaştırılmasına yol açıyor. Bu konudaki soruya “Jason’ı çok seviyorum. Onunla beraberde oynadık. O iki senedir finalde olduğu için daha göz önünde ama baktığınızda benim istatistiklerimin daha iyi olduğunu görürsünüz” şeklinde cevap veriyor. Sonrasında gelen “Yani sen Jason’dan daha mı iyisin?” şeklindeki soruya da Süleyman Demirelvari bir şekilde “Bana Jason Kidd’den daha iyiyim dedirtemezsiniz” diye cevap veriyor.
9 kez ard arda en iyi savunma takımında
Payton’ın bu kadar başarılı olmasındaki en büyük etken kuşkusuz müthiş savunması ve dayanıklılığı. 13 sezonda sadece ve sadece 7 maç kaçırdı. Bunların bir tanesi de takım tarafından cezalandırıldığı içindi. Savunma konusunda ise daha önce söylediğim gibi 9 kez yılın savunma takımına seçilen iki isimden birisi. Ayrıca NBA tarihinde en çok top çalan 7.oyuncu. Kariyer ortalamaları 18.0 sayı ve 7.0 asistin üstünde olan 6 oyuncudan biri (Diğerleri Oscar Robertson, Magic Johnson, Isiah Thomas, Nate Archibald ve Bob Cousy). Toplam asist sayısında da NBA tarihinde 7.sırada. Savunmanın pas kanallarını okuyup top çalmaktan ibaret olmadığını, iyi savunmanın adamını bire birde durdurup, pas yapmak zorunda bırakmak yada zor bir şut kullanmasını sağlamak olduğunu söylüyor. İyi bir savunmacının en önemli özelliğinin de çabuk ayaklara sahip olmak olduğunu da ısrarla belirtiyor. Ona göre NBA tarihinin en iyi savunmacısı da Bobby Jones.
Trash Talk Sadık Temsilcilerinden
Payton’ın sahadaki bir diğer önemli özelliği de düşük çenesi. Sahada devamlı konuşan ve bunu da kendisi ve takımı için bir avantaj haline getiren Payton, trash talkın sadık temsilcilerinden birisi. Kendisinin bir sınırı olduğunu ve bu sayede daha sonra pişman olacağı hiçbir şey söylemediğini ısrarla belirten Payton, artık gerçek anlamda trash talk yapan oyuncuların kalmadığını, kendisinin ve Reggie Miller’ın son temsilciler olduğunu söylüyor.
Daha lisedeyken tüm taraftarların ilgisini çeken ve herkesin merakla beklediği bu sezonki draftın bir numarası Lebron James ile de yakınlığı var Gary’nin. Onun çok iyi bir basketbolcu olduğunu, bu yazı da çok iyi çalışarak geçirdiğinde gelecek sezon ve sonraki sezonlarda onun oldukça başarılı olacağını belirtiyor. Onun NBA’e mental olarak hazırlanmasında da yardımcı oluyor ve ona “Onun sadece basketbola odaklanması lazım. Gelecek sezon kötü bir maç çıkardığında yada kötü bir şey olduğunda herkes onu eleştirecek. Burada onu büyük bir mücadele bekliyor ve eğer az biraz tökezlerse herkes onu yerin dibine sokacak. Ona tüm bunlara hazır olmasını ve buna göre çalışmasını söyledim. Bunu ona anlattığımda anladığını görmek çok mutluluk verici. “
Payton bu sefer yüzüğe çok daha yakın, hatta…
Önümüzdeki sezon ilk kez Lakers forması ile izleyeceğimiz Payton’ın neler yapacağı merak konusu. Sayılarından ödün vereceği kesin ama ne kadar, nereye kadar? New York Post’un güvenilir yazarlarından Peter Vecsey’in “Sezonun ilk maçlarında Payton’ın topu Shaq’e verir gibi yapıp hücumu kendisi bitirdiği pozisyonu iyi seyredin, çünkü bir ikincisi olmayacak” sözü kafa karıştırıcı. Ayrıca Phil Jackson da kariyeri boyunca ilk kez gerçek bir point guard ile oynayacak. Ama gerçek olan bir şey var ki Payton yüzüğe kariyeri boyunca ilk kez bu kadar yakın. Hatta finale çıktıkları zamandan bile…
UyarıGörmek için lütfen buradan üye olunuz.
Alıntı ile Cevapla
  #14 (permalink)  
Alt 02.09.06, 17:47
PeSSiMiST - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
PeSSiMiSTiC_STyLE
 
Kaydolma: 31.08.06
Erkek - 34
Mesajlar: 1.363
Teşekkürler: 0
Üyeye 9 kez teşekkür edildi
Standart

TİM DUNCAN

Timothy Theodore Duncan yaklaşık 98.000 kişinin yaşadığı (St.Croix) Virginia adalarında 25 nisan 1976 da dünyaya geldi. William ve Delysia Duncan çiftinin 3. çocuğu olarak doğan tim'in Tricia ve Cheryl adında iki ablası vardı.
Büyük ablası Tricia o zamanlar Seul Olimpiyatlarına katılmıştı. Yüzmede iyi derece yapan ablasını örnek alan Tim erken yaşta yüzmeye başladı nerdeyse her gün sadece yüzüyordu. süper dereceler yapıyordu ve o zaman kendi dalında Virginia adalarında
birinciydi. Tim'in arkadaşları çalıştırıcıları daha doğrusu onu tanıyan herkes ilerde rekortmen bir yüzücü olacağını bekliyordu.
Ama 1989 Karayip Denizinde olan Hugo Kasırgası Virginia Adalarını çok büyük etkiledi. Bütün adayı mahvettiği gibi Duncan'ı da mahvetmişti. Duncan çalışmalarını yüzme havuzlarında yapıyordu. Ama hiç bir havuz sağlam kalmadığı için Tim çalışmasına denizde devam etmeye başladı. Ama denizden korkuyordu nedeni ise ada yakınlarına gelen köpek balıklarıydı.Çalışmasına kısa bir süre devam ettikten sonra ileride olmak istediği rekortmen yüzücü hayalleri bitti ve yüzmeyi bıraktı. Bu inanılmaz kasırga Tim'e asıl başka yönden zarar vermişti. Çünkü; o zaman kanserle mücadele eden annesi tedavisine devam edemedi. Adada çok az sağlam yer kalmıştı. Ve anne Duncan’ın direnişi fazla sürmedi ve 1990 da vefat etti.
Bir kasırga Tim'in hayatını oldukça değiştirmişti. Yüzme havuzları adada tamir edildikten sonra bile artık o kadar yüzmek istemiyordu. Çünkü aklına yaşadıkları geliyor ve çok üzülüyordu. O sıralarda kocasıyla Ohio'da olan tim'in ablası Cher annesinin
ölünden sonra ailesine destek olmak için tekrar adaya döndü. Ve gelirken Tim'e bir hediye gelmişti : küçük bir basketbol potası.
Bu hediyeyi eniştesi Rick Lowery (o zamanlarda NCAA division III de oynuyordu) düşünmüştü.
Evin bahçesinde sürekli o potayla uğraşan Tim daha önce hiç basketbol oynamamıştı. Ama bu oyunu çok sevmişti. Sürekli zamanını o potada geçiriyordu. Eniştesi o zaman boyu 1.82 olan Tim'e guard hareketlerini boş zamanlarında öğretiyordu. Sürekli guard hareketleri çalışan Tim'in boyu o liseye girdiğinden beri yaklaşık 15-16 cm uzamıştı. Ve artık guard oynayamazdı.
1992 yılında NBA deki bir grup çaylak oyuncu(başlarınca Alonzo Mourning bulunuyordu) basketbolu be NBA yi sevdirmek için geziler yapıyorlardı. BU gezilerden birini de Karayiplere yapmışlardı. Ve gittikleri yerde gösteri maçı yapıyorlardı. Bu maçlardan birini gören ve daha sonra maçların birine katılan Tim, Alonzo Mourning'e karşı çok güzel bir oyun sergilemişti ve başta Chris King herkesin ilgisini çekmişti. Bunun üzerine Chris NCAA takımı Wake Forest'ın koçu Dave Odom'u aradı ve Duncan hakkında bilgi verdi. Olayı duyar duymaz adaya yönelen Doom St. Croix e gidip Tim Duncan ile görüştü ve onla anlaştı. Artık Tim NCAA'de oynayan bir oyuncuydu. Sadece bir hobi olarak evin bahçesinde oynadığı basketbol hayatını tamamen değiştirmişti.



NCAA YILLARI

Tim NCAA in güçlü ekiplerinden Wake Forest'ın formasını giyiyordu. Ve ilk maçını 25 Kasım 1993'de (Wake Forest'ın sezon açılış maçı)
Alaska'ya karşı oynadı. Maçta hiç şut kullanmadı ama 7 sayı ve 1 blok istatistiği vardı. Bu da onun skora katkı yapmasa da diğer yönlerden katkı yapabildiğini gösteriyordu. Tim ilk maçlarında lige tam alışamamıştı. Ama bir süre sonra durdurulamaz hale geldi double-double lık performanslar yapmaya başladı ve NCAA'de ilk sezonunu 33 maç oynayarak bitirdi. %54.5 iç şut yüzdesi %74,5 serbest atış la 9.8 sayı ve 9.6. ribaundla tamamlamıştı. Ayrıca ilk sezonunda bazı maçlarda fazla sayıda blok yaptı ve ribaund aldı.
Sophomore olduktan sonra ilk sezonunda büyük bir gelişme kat ederek 16.8 sayı ve 12.5 ribaund ve 4.22 blokla 3 sn. koridorunu rakibe dar etmişti. Onun bu performansı sayesinde Wake Forest kendi klasmanında(ACC) ilk sıraya çıkıyordu.
3. yılında ise sayı ortalaması 19.1 ribaund ortalaması 12.3 blok ortalaması 3.75 e yükselmişti. Wake Forest yine ACC de ilk sırayı alarak bu sefer şampiyon olmuştu. Tim ise yılın oyuncusu ve yılın savunmacısı ödülünün sahibi olmuştu. ACC konferansı final maçında Starbury(S.Marbury) nin takımı karşısında 27 sayı 22 ribaund 6 asist 4 blokluk performansıyla herkesi büyüleyen Duncan ayrıca 1996'da bir maçta 14 sayı 15 ribaund ve 10 blok la oynayarak Wake Forest tarihinde tiple double yapan 2. oyuncu oldu. Yine 1996 yılında 24 double yaparak artık NCAA' de takımını taşımaya kararlıydı. Ama karşısına çıkan Kentucky e direnemeyen Wake Forest elenmişti. Basketbolla geç tanışma daz avantajını çalışarak kapatan Duncan NCAA in en önemli uzunlarından biri olmuştu.
1996 yazının 6 Temmuzunda Tim dream team 3 ün yıldızlarına karşı kendisini deneme fırsatı buldu. Pota altında NBA in yıldızlarıyla cebelleşen Tim sahadan güzel notlarla ayrılmıştı. Ve artık NCAA'de oynamamalıydı. NBA'ye gitmeliydi. Ama kendi eksiklerinin olduğunu ve bu eksikleri NCAA de kapatacağını söylemişti. Aslında Duncan'ı NBA girmekten alı koyan şey annesinin sözüydü. Annesi tüm çocuklarının üniversite bitirmesini istemişti. Duncan da sözü tuttu ve son üniversiteyi bitirdi son NCAA senesinde de çok güzel istatistikler yapan Duncan 1997 draftına girmişti.

SAN ANTONİO YILLARI

1967–1968 sezonunda Dallas Chaparrals adıyla kurulan ve NBA’ye girmeden 3 sene önce San Antonio Spurs adını alan takım. NBA ‘de normal sezonda çok iyi işler yapıyordu. Her ne kadar playoff ta yapamamasına karşın. Lig de sadece bir sezon galibiyet yüzdesi %50 nin altına düştü. Bu da sakatlıklardan dolayıydı. O zaman takımın en iyi oyuncuları Amiral (David Robinson) ve Sean Elliot’du. O sezon bu oyunculardan hiç yararlanamayan Spurs sadece 20 maç kazanmıştı. Ama şans onlara güldü. Ve draftta ilk sıradan Timothy Thedore Duncan‘ı seçeceklerdi (Spurs böyle bir şans daha önce çok kötü bir sezondan sonra David Robinson’u kadrosuna dâhil ederek yaşamıştı). Ve 97 Lotery draftında ilk sıradan tim’i seçtiler. 1980’lerde Houston’da oynayan Hakem Olajuwon ve Ralph Sampson’a verilen dev ikiz kuleler lakabı daha ligin başında süper ikili olan TD ve Amiral içinde söylenmeye başlamıştı.
Tim ve Amiral ne kadar etkili ve uyumlu olacağı beraber oldukları ilk sezonda kendini belli etmişti. Önceden pivot oynayan Tim uzun forvet oynuyordu. Ve ligde uzun ve etkili olduğu için rakipleri çok zorlanıyordu.
NBA’ deki ilk maçına Denver karşısında çıktı ve maçı 15 sayı 10 ribaund alarak tamamladı. All Star haftasına kadar 18.3 sayı 11.6 ribaundla beraber 2.5 asist ve 2.39 blok ortalamasını tutturdu. All Star maçında ise 15 dk oynadı ve 2 sayı 11 ribaund aldı.
All Star haftasından sonra kendini daha da geliştiren Tim kalan maçlarda 25.1 sayı 12.1 ribaund 3 asist ve 2.68 yapan duncan bir çaylak için ligi şu süper performansla tamamladı: 21.1. sayı 11.9 ribaund 2.7 asist ve 2.71 blok. Ayrıca tim sezon ayın çaylağı seçilmişti. Sezon sonunda ligin en iyi 5’ine de seçilen Tim ilk sezonunda 57 double double yaparak. Bu alanda binciydi. Ribaund krallığında 3. blokta 6. sayı krallığında 13. sıradaydı. Tim’in ilk sezonunda en yüksek rakamları Golden State’e karşı 35 sayı, Chiago’ya karşı 22 ribaunddu.
Sonuç olarak san antonio önceki sezonuna göre 36 maç daha kazanmıştı.
Playoff’ta ise ilk tur Suns’ı 3-1 ile geçti. 2. turda ise sakatlanan Duncan’ın yokluğu sayesinde Utah a elendiler.
1998-1999 sezonu yani Tim’in ikinci sezonunda ise NBA ‘de bazı karışıklıklardan dolayı lig geç başlamış ve 50 maçla sınırlandırılmıştı. Tim o sezonda 21.7 sayı 11.4 ribaund 2.4 asist ve 2.52 blokla yine sezonun in en iyi beşine ve bu sefer en iyi savunma beşine de seçildi.
Ayrıca 37 double double yaparak yine bu dalda birinciydi. İlk 14 maçta sadece 6 maç kazanan Spurs’ta Ellie’nin, süperstar Elliot’un Avery Johnsonun ve İkiz Kulelerin harika oyunuyla kalan maçlarda sadece 5 kez kaybedince Spurs ligi lider tamamlıyordu. Duncan o sene de en yüksek skorunu 39 sayıyla yapmıştı.
Play-off ‘a da fırtına gibi giren Spurs ilk turda Minesota’yı 3–1 ikini turda Lakers ve batı finalinde Portland’ı 4-0 la geçerek finale adını yazıdrdı. Finalde ise yine büyük rol oynayan Tim’in katkısı vardı. Ve New York’u 4–1 geçerek Spurs şampiyon oluyordu. MVP ödülü ise herkesin beklediği gibi Tim’e veriliyordu. 1999–2000 sezonu ise Tim için harika başladı. 23.2 sayı ortalaması 12,4 ribaund ortalaması ile oynayan duncan bir maçtada triple double yapmıştı. Duncan sezon sonunda ise yine en iyi 5 ve savunma 5’i ne seçildi. MVP sıralamasında ise 5. sıraya seçildi. Play-off’ta ise ilk turdan phoenix suns a elendiler. Duncan bir çok takımın teklifine rağmen Spurs’ta kalmaya karar verdi.
2000-2001 sezonunda ise Spurs 58 galibiyet aldı. Ve geçen sene Shaq ın aldığı double double krallığını da geri alıyordu. Sezonda yine müthiş bir oyun sergileyen duncan 22.2 sayı 12.2 ribaund 3.0 asist ve 2.34 blokla yine NBA in en iyi beşine ve savunma beşine seçildi .Play-off ta ise ilk turda Minnesota’yı ikinci turda Dallas’ı geçerek finalde Lakers a rakip oldular. Ama 4 maçta süpürüldüler. Duncan Lakers maçında 40 sayı ile kariyerinin play-off rekorunu kırarken Spurs tarihinde Gervin ve Robinson’dan sonra 40+ sayı atan 3. oyuncu oluyordu.
Yazın ise Tim’in hayatında büyük bir değişiklik oldu ve eskiden beri beraber olduğu Amy ile evlendi .
2001-2002 de ise yine süper bir sezon geçirip kötü bir playoff-la bitiren spurs yine 58 maç kazanıyordu. Duncan kendisini çok geliştirerek 25.5 sayı ve 12.7 ribaund 3.7 asist ve 2.48 blok ortalamalarıyla sezon MVP si oldu. Batı konferansında 3 ay ayın oyuncusu seçildi. 70 maçta takımının yükünü çeken Duncan 69 maçta takımının en çok ribaund alan oyuncusu olma başarısını gösteriyordu. Ve bir kez daha ligin en iyi beşi ve savunma beşine seçiliyordu. Ayrıca Karem Abdal Jabbar , Patrick Ewing , Hakeem Olajuwon ve Shaq’tan sonra sonra sayı ribaund ve blok sıralamasında her birinde ilk beş sırada bulunan duncan bu özellikte 5. oyuncu olurken bir sezonda 2.000 sayı 1000 ribaund barajını geçen 14. NBA oyuncusu oluyordu. Tabi birde Bob Mc Addo dan sonra ilk kez double doublelarda 4 kez ligi zirvede tamamlayan forvet oyuncusu ünvanını alıyordu. 26 Aralık Dallas maçında 19/28 iç şut 15/15 serbest atış isabetiyle oynayan duncan kariyer rekorunu 53 sayıyı başarıyordu. Sezonda sadece bir maç haneli sayı atamadı
2002 play-off ları Tim için kötü günleri getirecekti. İlk turdaki Seattle serisinde 21 sayı 10 ribaund 11 asist le oynayarak triple double yapıyordu. Ve ilk turda ki 21 sayılık galibiyeti o getiriyordu. Sonra duncan için çok üzücü bir olay meydana geldi. Seride 2-1 öndelerken 4.maç öncesi baba William Duncan’ın ölüm haberi geliyordu. Tim o yüzden 4. maç oynamadı ve cenazeye gitti. Birçok kişi Tim’in geri dönünde kötü oynayacağını düşünüyordu. Ama o takımını yalnız bırakmadı ve 5. maç geri döndü ve 23 sayı 9 ribaund la oynayarak spursu 2. tura çıkarıyordu. İkinci turda rakip Lakers’ti duncan 29,0 sayı 17,2 ribaund gibi inanılmaz bir istatistikle oynadı. Ama bu ortalamalar seriyi çeviremedi ve seri 4-1 bitti. Bu arada duncan da 25 ribaundla bir rekor daha kırmıştı.

2002–2003 sezonunda Spurs önemli bir değişim sürecine girdi. Takımda oyuncular değişiyordu. San antonionun ilk beşi şöyle oluyordu: Amiral TD Bonen Parken ve Stephon Jackson. Benchte ise Ginobili, Willis, Malik Rose , S.Smith ve Speddy Claxton olacaktı.
Takımda artık parker da önemli rol alacaktı. Sezon başladığında duncan parker ve benchten katkı ile san antonio iyi iş yapıyordu. Bu sezon Robinson’un son sezonuydu. Ve ona bir şampiyonluk hediye etmek istiyorlardı.
Sezon sonunda San Antonio 60 galibiyetle ilk sırada yer alıyordu. Duncan 23.3 sayı ve 12.9 ribaund ortalamalarıyla ard arda 2. kez sezon MVP si alıyordu. Ama double double krallığını Kevin Garnett e teslim ediyordu. Duncan gelenek haline getirdiği en iyi beş ve en iyi savunma 5ine seçiliyordu. Play-off ta ise ilk turda Suns’ı 2 . turda Dallas’ı 4-2 ile geçiyordu. Ve finaldeki rakipleri New Jersey Nets oluyordu. 1. maç 32 sayı 20 ribaund 6 asist 7 blokla oyndı ve seriyi 1-0a getirdi. 2. maçta çok güzel bir oyun sergileyen duncan yenilgiyi önleyemedi. 3. maç New Jersey de duncan 21 sayı 16 ribaund la oynadı ve seriyi 2-1 e getirdi. 4 maçta büyük bir çekişme yaşandı ama New Jersey son saniyede 1 sayı farkla kazandı ve seriye denge geldi. 5. ve 6. maçta da Duncan’ın harika istatistikleri sayesinde san antonio şampiyon oluyordu. Ve MVP yine Duncan’a gidiyordu. Amiral Robinson ise son senesinde şampiyonluğu yaşıyordu.
2003–2004 sezonunda Duncan ilk kez Robinson suz yoluna devam edecekti. Robinsonun boşalan yerini Minesota’da oynayan Radoslav(Rasho)Nesterovic le doldurdular. Nesterovic ile Duncan beraber güzel bir blok ikilisi oluşturacağına inanılıyordu. Ardından Arjantinli guard Emanuel Ginobili ile Stephon Jackson dönüşümlü oynamaya başladı. Hedoyu da ilk beşe yerleşti. Benchte ise Robert Horry (bu adamı sevmeyen var mı?), Ron Mercer, Devin Brown, Charlie Ward, Anthony Carter dan oluşuyordu.. Tabii ki takımın her şeyi TD idi. Sakatlıklarından dolayı bazı maçları kaçırmasına rağmen San Antonio 57 maç kazandı. Ve batıda 3. sırada yer aldı. Duncan ise 22,3 sayı 12,4 ribaund ile Sezonun en iyi beşine seçiliyordu. Ama bu sefer en iyi 2. savunma beşine seçiliyordu. Play-off ta Memphisi 4-0 la geçtiler. Yine başrolde Duncan vardı. Konferans finalinde ise rakip Lakers tı ilk iki maçı kazanıp seriyi 2-0 yapan Spurs 3. ve 4. maçı kaybederek avantajı da kaybediyordu. 5.maçta ise Derek Fisherin mucizevi basketi sayesinde San Antonio kaybediyordu. 6. maçta ise Duncanın direnişine karşı Kobe ve Shaq coştu. Ve Lakers 88-76 lık skorla finale çıktı..Duncan ise bu seride 20,7 sayı 12,2 ribaund ortalamasıyla 03-04 sezonunu kapattı.
2004-2005 sezonunda ise çok süper başlayan San Antonio sene içinde duncanın sakatlığı yüzünden 16 ve ginobilinin aynı nedenden kaçırdığı 8 maç vardı. Ayrıca evleri SBC Center da sadece 3 maç kaybettiler. Zaten 5 sezondur sezon içi grafiğinde şampiyon adayı olarak gösteriliyordu. Sezona Brent Barry i transfer ederek başladılar. Sezon ortasında NY dan Nazr Mohammed le Malik Rose u takas ettiler. Ayrıca Glenn Robinsonu aldılar. Amiralin gitmesiyle boşalan 5 numarayı Nesterovic iyi yapamıyordu. Ama N. Mohammed boşluğu Duncan’la çok güzel doldurdular. Sezonu San Antonio 59 galibiyetle tamamladılar. Duncan yine geleneği sürdürdü ve double double performans göstererek hem en iyi 5 hem de savunma 5ine seçildi. 20,3 sayı 10,1 ribaund 2,64 blok(lig de 3.) ile oynadı. 44 Double double yaparak bu alanda 5. oldu.
Play-off a gelince ilk seriyi Denver karşısında 4-1 üstünlük sağladı. Sonra rakipleri Seattle karşısında üstün bir oyun sergileyen Spurs o seriyi 4-2 geçti. Batı finalinde ise Phoenixe rakip oldu. Phoenix kendisinden beklenen oyunu vermedi mi deyim san antonio çok güzel oynadı mı deyim bilemedim bence ikisi de oldu ve suns sadece bir maç kazandı ve seri 4-1 bitti. Tabii ki spursu buraya kadar duncan ve Ginobili taşıdı. Final serisinde Detroit in rakibi olan Spurs ilk 2 maçı kazandı 3. ve 4. maçı kaybetti. 5.maç ise uzatmada Robert Horry mucizesiyle geçti. 6. maçı Detroit kazanırken son maçı Spurs alıp bir kez daha şampiyon oldu. Tabii ki de MVP duncana verildi. Duncan play-off boyunca 23,6 sayı 12,4 ribaund la oynadı. Ve şampiyonlukta başrol oynadı.

NBA BAŞARILARI
1997-1998 yılın çaylağı seçildi ve en iyi çaylak beşine seçildi.
NBA e geldiğinden beri NBA in sezon ilk beşine seçildi.
6 kez 1. 2 kez 2. savunma beşine seçildi.
3 kere şampiyonluk yaşadı. 3 kere şampiyonluk MVP si aldı.
1 kere sezon MVP si aldı.

Sonuç olarak Duncan sahaya Show yapmaya çıkmıyor. Sadece kendi işini yapıyor. Bence şu an NBA’ deki en iyi 3 uzunundan biri. Duncan tekniğini kullanıyor. Hayran kitlesi (ben dahil) en çok bu yanını seviyor.
Duncan 2 sene önce 7 yıllığına 122 milyon $ lık bir kontrat imzaladı. Uzun bir süre daha Spurs forması giymesi Spurs u yine favori yapacaktır.
Duncan kendi hayat felsefesini şöyle açıklıyor: ”Hiçbir zaman havalı gözükmeye çalışmadım. Böyle şeyler yapmaya çalıştığımda kendimi küçük düşürdüğümü hissediyorum. Şu yaşıma kadar öğrendim ki eğer çok yüksekten uçup ayaklarınızı yere basmazsanız ya da durum kötüleştiğinde bunalıma girecek hale girerseniz yine de kendinizi bir şekilde dengede tutmak zorundasınız. Ben bunu yapmaya rahat olmaya çalışıyorum. Benim için son moda giyinmek önemli değil. Kıyafetimin rahat olması önemli. Olduğu kişiden daha farklı görünmeye çalışmak ve bunun nasıl bir duygu olduğunu hissetmek istemiyorum. Benim istediğim tek şey görevimi yapıp üretken bir oyuncu olmak. Bazı insanların benim için fazla sakin ve tepkisiz demesi umurumda değil aslında bu tür sözleri kendim için bir iltifat olarak kabul ediyorum. David Robinson bana bir lider ve kazanan olma yolunda çok şey öğretti. Ama aynı zamanda bunları yaparken gururumu ve onurumu korumam gerektiğini öğrendim.”
NBA’ de ne değişirse değişsin. Belki de değişmeyen az şeylerden biri Tim Duncan’ın sakin tavırları,efendiliği, oyun stili ve double double ları olacaktır.
UyarıGörmek için lütfen buradan üye olunuz.
Alıntı ile Cevapla
  #15 (permalink)  
Alt 02.09.06, 17:52
PeSSiMiST - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
PeSSiMiSTiC_STyLE
 
Kaydolma: 31.08.06
Erkek - 34
Mesajlar: 1.363
Teşekkürler: 0
Üyeye 9 kez teşekkür edildi
Standart

KRALLARIN BEYNİ; MIKE BIBBY “DIME” # 10
ONLY GOD CAN JUDGE ME”
(BENİ SADECE TANRI YARGILAYABİLİR)

Yıl 1997, 14-15 yaşlarındayım. Odamın duvarlarının boydan boya NBA yıldızlarının posterleri ile kaplayarak annemi çıldırttığım, her yerde Fleer koleksiyon kartlarını fellik fellik aradığım yıllar. O sıralarda da Harun, Orhun ve Naumoski’yle yeşermiş basketbol sevgim giderek NBA’e kanalize olmakta. Ama bir gün evde televizyon seyrederken tuhaf bir basketbol maçına şahit oluyorum. Takımlardan biri sürekli koşuyor, pres yapıyor, fast break atıyor, üst üste gelen smaçlar ardından üçlük bombardımanları. NBA’de bile bu hızda basketbol görmediğim için duraklıyorum ve takımın point guardına içimden helal olsun buna can dayanmaz diye geçiriyorum ve takımın ismini merak ediyorum. Allah’tan spiker bir süre sonra isteğimi kırmayıp: “Arizona farkı 20 sayıya çıkarttı” diyerek beni rahatlatıyor. Ama bu sefer de aklıma bu mükemmel oyun kurucunun kim olduğu takılıyor işte tam o sırada da yapılan bir faul imdadıma yetişiyor: Mike Bibby...

KRALLARIN BEYNİ, JASON KIDD’İN VARİSİ Mİ?
Basketbolda benim çok beğendiğim bir söz vardır: “Bir takım sahada oyun kurucusu kadar konuşur” Kimi yazarların bu tür sözleri fazlasıyla klişe ve klasik bulmalarına rağmen bence doğruluğu kesinlikle tartışılmayacak bir ifade. Çünkü iyi bir oyun kurucu gerçekten takımının çehresini bir anda değiştirebilir. Jason Kidd ve New Jersey Nets örneğinden yola çıkarsak yıllarca NBA’in vasat takımlarından biri olan Nets, Kidd’in gelişi ile beraber vites atlamak bir yana adeta turbolarını çalıştırarak NBA finaline kadar ulaştı. Triple-double canavarı sayın abimiz, sanırım siz de bana katılacaksınız ki, şu an NBA’in tartışmasız en önemli point guard’ı. Dallas’taki 3 J’li (Jason Kidd, Jim Jackson, Jamaal Mashburn) günlerden beri sürekli kendisini geliştiren Kidd, önce Suns’ta gerçek performansını gösterdi, sonra da New Jersey’de MVP adayı bir oyuncu olduğunu herkese kanıtladı. Maalesef takım arkadaşları onu Kobe&Shaq biraderler karşısında yalnız bırakınca 2002 NBA finallerinde şampiyonluğa ulaşan taraf, 4-0’la başını hiç ağrıtmadan Nets’i süpürüp geçen, Los Angeles Lakers oluyordu. Jason ve arkadaşları bu iş için yeterli olmasa da Kidd’e benzer ekolde basketbol oynayan genç bir oyuncu kurucu ve onun takımı konferans finalinde Lakers’ın canını bayağı sıktı: Mike Bibby ve Sacramento Kings!!

BABA-OĞUL VE KUTSAL OYUN
Evvel zaman içinde Henry Bibby adında bir oyuncu varmış. John Wooden’ın efsane UCLA’inin yıldız guard’ı olan bu çocuk, gün gelmiş NBA’e seçilmiş. 1973 Şampiyonu New York Knicks’le geçirdiği çaylak sezonunda gel zaman git zaman bir maç sonrasında Virginia isimli Trinidad’lı güzel bir bayan görmüş ve görür görmez ona aşık olmuş. Henry ile Virginia çok geçmeden evlenmiş. Çiftin dört çocuğu olmuş. Hep beraber sıcak sevgi dolu evlerinde sonsuza kadar mutlu yaşamışlar. Gökten iki elma ve bir basketbol topu düşmüş. Evin küçük oğlu topu kapmış ve driplinge başlamış. Onu keşfeden scoutlar sayesinde de çocuk kapağı NBA’e atmış. Ne yazık ki bizim gerçek hikayemiz bu kadar pembe değil. Hatta biraz sonra bir baba ile oğlun düşebileceği en üzücü durumlardan birini okuyacaksınız.

“Benim hayatımda bana babalık yapmamış birine yer yok ne kadar ünlü olursa olsun.” M.B

Yoğun maç temposu ve takımların yaptığı takaslar yüzünden Henry Bibby de çoğu oyuncu gibi şehir şehir dolaşmak zorunda kalır. Bibby önce çaylak sezonunda Knicks’te şampiyonluk kazanır. (NBA kariyer ortalamaları 8.6 sayı ve 3. 4 asist) Oradan şu anın Utah’ı bir zamanların ise New Orleans’ı olan Jazz’e gider. Bir sonraki durak ise 2 kez NBA finali oynayacağı Philadelphia 76’ers dır. Ardından NBA, CBA dolaşır durur. Ta ki 1980’de ailesiyle beraber Arizona’ya yerleşene kadar. Bu tercihlerindeki en önemli etken Virginia’nın annesinin sağlık sebepleri dolayısıyla Arizona’da tedavi görmek zorunda olmasıdır. Oyunculuğu döneminde NCAA, NBA ve CBA şampiyonluğu yaşayan yegane isim olan Henry Bibby, Arizona’da öncelikle birkaç minikler ligi takımı çalıştırarak antrenörlüğe adım adar. Daha sonra ise kendisine Arizona State Üniversitesi’nde asistan coach olarak iş bulur. Skandallar eyaleti Arizona’da 1985 yılında meydana gelen ve takımı karıştıran bazı olaylardan sonra Bibby istifasını verir. Hatırlayacaksınız ki Arizona State, 1997 yılında da iki oyuncusunun kendi maçlarının skorları için 250.000 $‘lık bahis oynadıkları yolunda ortaya atılan skandalla sarsılmıştı. Henry Bibby Arizona State’ten ayrıldıktan sonra kendisine genelde CBA takımlarında iş bulur. Sırasıyla Baltimore, Maryland, Savannah, Georgia, Tulsa, Oklohoma’da çalıştıktan sonra Venezuella’ya antrenörlük yapmak üzere gider. Bu sırada sizin de tahmin edebileceğiniz gibi karısı ile ilişkisi iyice bozulmuştur. Çocuklarını görmek için eve yaptığı ziyaretler de gittikçe azalır ve en sonunda yılda sadece ikiye ya da üçe düşer.

“Beni elimden tutup antrenmanlara götüren ya da istemediğim halde ipe tırmanmam için beni zorlayan annemdi bir başkası değil!” M.B

13 Mayıs 1978’de Bibby ailesinin üçüncü çocuğu olarak dünyaya gelen Michael (Mike), çocukluk ve ergenlik yıllarının büyük bir kısmını babasız geçirir. Doğum günlerinde, yılbaşlarında, şükran günlerinde yani bir çocuğun babasının yanında olmasını bekleyeceği çoğu zamanda Henry, çeşitli bahaneler dolayısıyla ortada yoktur. Dört kardeş de babalarından gelen kartlar, ufak hediyeler ve telefon konuşmaları ile kendilerini avutmak zorunda kalır. Kardeşler içinde belki de babasıyla ilişkisi en kötü olan ise Mike’tır. Kendisini, kardeşlerini ve annesini öylece bırakıp gittiği için babasına neredeyse nefrete dönüşen bir öfke duyar. Mike’ın gelişimi sırasında babasının yapması gereken vazifeleri bir noktaya kadar en büyük kardeşi Dane üstlenir. Zaten Mike oğlunun ismini de bu yüzden Michael Dane koyacaktır. Bu sırada küçük Mike, ağabeyleriyle arka bahçede oynayarak başladığı basketbolda bir anda eyaletin en çok gelecek vadeden yıldız adayı haline dönüşür. Özellikle Shadow Montain Lisesi’nde geçirdiği son sezonunda 34.0 sayı ortalaması tutturup takımını da eyalet şampiyonluğuna ulaştırınca yıldızı iyice parlar. Lisede 3 kez Arizona Eyaleti yılın en iyi oyuncusu seçilmesini bir tarafa bırakırsak Mike, attığı 3002 sayıyla da hala kırılamayan bir rekora sahip bulunmakta. Haliyle böylesine parlak bir performans sayesinde her yıl geleneksel olarak düzenlenen ve Amerika’nın en iyi lise oyuncularını bir araya getiren Mc Donald’s All American maçına davet edilir.
Aslında Mike’ın ailesine baktığımızda basketbolun genlerine işlemiş olduğunu düşünmemek elde değil. Babasının kariyeri ortada, Amcası Jim de lisede başarılı bir oyuncuydu ama onun başarısını sadece genlere bağlamak da biraz yanlış olur. Çünkü annesi Virginia’nın da Mike’a öğrettiği ve onun liderlik yeteneklerinin gelişmesin de çok önemli yer tutan bir sözü vardır: “Her zaman önce zekana güven ve aklını kullan.”

“Bir ara kontrol edemediğim tuhaf bir öfkeye sahiptim. Herkesle ama herkesle dalaşıyordum. Oyuncularla, coach’larla, rakip takımın bench’i ile tribündeki seyircilerle yani salondaki herkes bir şekilde benden nasibini alıyordu.” M.B.

MİCHAEL TİTRE VE KENDİNE GEL!!
Mike büyüdükçe babasına karşı olan öfkesi öylesine bilenmiştir ki artık babası evi aradığı zaman kardeşlerine evde yok dedirtir, babasının kendisine yazdığı hiçbir karta ya da mektuba cevap vermez.
Bu öfkesini kontrol etmekte artık o kadar zorlanıyordur ki Bibby sahada bile agresif davranışlar sergiler:
“Bir ara kontrol edemediğim tuhaf bir öfkeye sahiptim. Herkesle ama herkesle dalaşıyordum. Oyuncularla, coach’larla, rakip takımın bench’i ile tribündeki seyircilerle yani salondaki herkes bir şekilde benden nasibini alıyordu. Tabii ki biraz itiş kakış oldu ama hiçbir zaman kimseyle kavga etmedim. Sonra bir gün annem beni kenara çekti ve azarlamaya başladı: {Michael sen ne yaptığını zannediyorsun?? Sahada laf atmadığın adam yok!! Bundan sonra çeneni kapat ve adam gibi oyununu oyna!!} diye beni bir güzel fırçaladı o günden sonra da sahada Trash Talk hiç yapmadım.”
Tam bu dönemlerde Henry Bibby Univesity Of Southern California’nın başına getirilir (USC). Oğlu Mike belki de kendisinden bile iyi bir point guard olmuştur. Bu yüzden Mike liseden mezun olduğu zaman Henry ona USC’den burs sağlayarak bir taşla iki kuş vurmak ister. Hem iyi bir oyun kurucuya sahip olacaktır hem de oğluyla ilişkilerini düzeltme fırsatı doğacaktır. Henry oğluyla konuşmaya gider, ona baba-oğul çok iyi bir ikili olabileceklerini ve bazı şeyleri düzeltebilecekleri söyler. Mike’ın Henry’e bir baba olarak saygı duymamasını saymazsak bile Henry Bibby coach olarak aşırı disiplinli olması ile ünlüdür. Kısa bir süre düşündükten sonra babasına kesin cevabını verir: “Teşekkür ederim ama olmaz!!” Mike, Arizona Üniversitesi’nden çok cazip bir burs teklifi almıştır. Bu sayede hem ailesinden uzaklaşmayacak hem de NCAA tarihinin en iyi 10 antrenöründen biri olan Lute Olson gibi deneyimli hem de point guard yetiştirmesi ile ünlü kurt bir hocayla beraber çalışarak kendisini geliştirebilecektir.

BİBBY-BİBBY’E KARŞI
Mike babasının teklifini reddedip Arizona’nın bursunu kabul etmekle sadece USC’yi iyi bir oyun kurucudan mahrum etmekle kalmamıştı, artık Mike ACC’den sonra en güçlü NCAA ligi olan Pac-10’de USC Trojans’ın ezeli rakiplerinden Arizona Wildcats formasıyla babasına karşı mücadele edecektir. Herkesin beklediği de gerçekleşir Mike, USC’ye karşı oynadığı maçlarda olayı bir gurur meselesine dönüştürerek sahada babasının canını en çok yakan oyunculardan biri olur. Arizona’nın USC deplasmanlarından birinde Mike, Offspring ve Greenday gibi grupların vatanı, Punk’ın başkenti Orange Country-California’dan gelen muhabirlerle yaptığı röportaj sırasında söyle der: “Biliyorsunuz annem babam gibi ünlü biri değil. Ama her defasında biri “Mike Bibby var ya, hani şu Henry Bibby’ni oğlu” dediğinde keşke insanlar: “Mike Bibby, Virginia Bibby’nin oğlu” deseler diye içimden geçiriyorum. Benim her maçımı hem de hiç kaçırmadan seyretmeye gelen annem. Benim şu an burada olmamın nedeni de annem. Babam değil!! Ben işte buyum artık değişemem.” Oğlunun bu söyledikleri kendisine iletilince Henry Bibby de şu cevabı verir: “Bana oğlumla ilgili soru sormayın, duyduğunuz her şey tek taraflı. Ailemizin kirli çamaşırlarını tüm medyanın karşısında ortaya dökecek değilim.” Herhalde bir baba-oğul ilişkisi ancak bu kadar “ayvayı” yiyebilir.

Bir Lute Olson Klasiği: Çabuk hücum, baskılı sert savunma, rakip yarı sahayı geçerken rakibe kurulan tuzaklar ve ardından bolca gelen fast breakler…

MAHŞERİN ATLILARI: MİLES SİMON&MİKE BİBBY
NCAA’de bazı coach’lar freshman oyuncuları özellikle de oyun kurucu olarak oynuyorlarsa ilk yıllarında tecrübeli guard’ların arkasında bekletmeyi tercih ederler. Ama Lute Olson, Bibby’i ilk seyrettiği andan itibaren bu çocuğun potansiyelinin farkındaydı. Zaten kafasında planlayıp sahaya yansıtmak istediği oyun tarzında Bibby kilit bir noktadaydı. Bibby’i Kentucky’e getirtmeye çalışan zamanın Kentucky antrenörü Rick Pitino, Bibby’nin oyununu şu şekilde değerlendiriyor: “Bazı birinci sınıf oyuncuları kolejde ilk maçlarına çıktıklarında bile öyle oynarlar ki onlara çaylak ya da acemi demeye diliniz varmaz. İşte Mike da onlardan biri. Fevkalade bir oyuncu, sadece fiziksel olarak değil beyninde de bu oyunu çok iyi oynuyor. Fikrimi sorarsanız ben bir NBA yıldız adayı görüyorum. Onu mükemmel bir gelecek bekliyor. Beni çok etkiledi. Arizona böyle bir guard’a sahip olduğu için çok şanslı. Keşke Arizona yerine bizi tercih etseydi.” Mike hakikaten Pitino’yu haksız çıkartmadı ve çaylak sezonunda ortalığı toz duman etti. Özellikle Olson’ın istediği oyun tarzına tam olarak uyuyordu. Çabuk hücum, baskılı sert savunma, rakip yarı sahayı geçerken rakibe kurulan tuzaklar ve ardından bolca gelen fast breakler. Open Court hücum etmeyi çok iyi beceren guardlar ve ileri çabuk koşan uzunlar sayesinde Arizona, NCAA tarihinin en çok seyir zevki veren basketbollarından birini oynamaktaydı. Mahşerin atlıları: iki deli fişek, Miles Simon ve Mike Bibby, bu ikiliyi benchten mükemmel destekleyen ama sahada rakibinden çok batıl inançlara yenilen çaylak Jason Terry, (Şu an Atlanta’da oynayan bu abimizin öyle tuhaf ritüelleri var ki; mesela maçtan evvel rakip takımın şortuyla ısınmaya çıkar ya da uğurlu gelen marka çorapları olmadan şut atamayacağına inanır.) Galatasaray’dan da hatırlayacağımız atletik forvet Benneth Davison, süper skorer Michael Dickerson (Memphis Grizzlies) ve A.j Bramlet gibi fiziksel yetenekleri üst düzeyde, çabuk oyunculardan oluşan kadrosuyla Arizona 1996-97 sezonunda fırtına gibi esti. Önüne geleni deviren “Vahşi kediler”, Bibby ve Simon ikilisinin liderliğinde önce Elit Eight’te Paul Pierce ve Raef La Frentz’in Kansas’ını 85-82’lik skorla saf dışı ederek final-four’a kaldı. Bibby ve Simon ikilisinin sıradaki kurbanı Vince Carter ve Antawn Jamison olacaktı. Simon, North Carolina coach’u Dean Smith’e kendisine burs vermediği için öfkeliydi ve bu sayede intikamını da bir nevi almış oluyordu. Arizona takımı iki guardı üzerine kurduğu ve onlarla klasikleşen ön alanda baskı kur, top çal, fast break at tarzı oyunu ile Tar Heels’ı tam 17 top kaybına zorlar. A.j Bramlett içerde Vince ve çetesini blok manyağı yaparken Bibby, topu olabildiği kadar çabuk karşı tarafa geçirerek takımın top kayıpları yapmasını engellemekte, skor yükünü ise yine takımın muhteşem guard ikilisi Bibby ve Simon sürüklemekteydi. Zaten 1997 NCAA turnuvasında Arizona takımının skor gücüne baktığınız zaman takımın bulduğu sayıların büyük bir kısmını Bibby-Simon ikilisinin attığı görürsünüz. Bibby, North Carolina maçında potalara 20 sayı bırakırken aldığı 7 ribaund, 4 asist ve 3 top çalmayla galibiyette baş rolü üstlenen isim oluyordu. Kankası Simon da rakibi sayı bombardımanına tutarak istatistik kağıdına tam 24 sayı yazdırmıştı. Finaldeki rakip ise Rick Pitino’nun Ron Mercer’lı ve Nazr Muhammed’li Kentucky’siydi. İşte şimdi sıra Pitino’yu Bibby konusunda haklı çıkarmaya gelmişti. İnanılmaz tempoda oynanan maçta Arizona, bilinen oyununu daha da sertleştirirken final oynamanın stresiyle biraz da paniğe kapılıyordu. Sahalarından çabuk top çıkartalım derken yapılan hatalar kendi potalarına sayı olarak geri dönmesine rağmen Arizona da yaptığı savunma ve kaptığı toplarla rakibi aynı şekilde cezalandırmaktaydı. Olson ve Pitino’nun taktik savaşında maçın normal süresinde iki taraf da yenişememişti (74-74). Uzatmalarda ise gülen taraf Arizona olacaktı (84-79). Simon 30 sayı atarak tamamladığı bu maçta, sahada yapması gereken her şeyi yaparak belki de kariyerinin en iyi performansını ortaya koyuyor ve haliyle de MVP ödülüne ulaşıyordu. Bibby ise 19 sayı bulmasının yanında 7 ribaund, 4 asist ve 3 top çalmalık performansıyla izleyenleri büyülemişti. Böylelikle Bibby turnuvada 18.0 sayı, 4.8 ribaund ve 3.3 asist ortalamalarına ulaşarak freshman bir oyuncunun takımına ne denli büyük bir katkı sağlayabileceğini gösteriyor ve sezon istatistikleriyle (13.5 sayı, 5.2 asist ve 3.2 ribaund) de haklı olarak Pac-10 Freshman of the Year seçiliyordu. Bibby ve “Vahşi Kediler” 97-98 sezonuna da hızlı girmesine rağmen, bu kez Elit Eight’le yetinmek zorunda kalacaktı. Bibby ise ortalamalarını daha da arttırarak (17.2 sayı, 5.7 asist ve 3.0 ribaund) bu kez Wooden ödülüne gözünü dikmişti ama oylamada 3. olarak ancak Pac-10 yılın oyuncusu ödülüyle avunacaktı.

HAYALLERDEN GERÇEĞE
Mike çevresinin de telkiniyle artık NCAA’de yapabileceği her şeyi gerçekleştirdiğine ve artık hazır olduğuna inanmaya başlamıştı. Annesine bu düşüncelerini açtıktan sonra annesi biraz duraksar ve bu kararı Olson’la beraber alması gerektiğini söyler. Çünkü oğlunun fazla aceleci davranacağından endişelidir. Olson genelde oyuncularının ve özellikle de oyun kurucularının erken profesyonel olmasına sıcak bakmaz ama Bibby gerçekten NBA’e hazırdır ve Olson dayanamayarak NBA Draftlarına katılması gerektiğini söyler. Olson’ın Arizona kariyerinde Brian Williams’tan sonra erken profesyonel olan ilk oyuncusunun Bibby olduğunu söylersem Olson’ın bu tutumunda ciddi olduğunu sanırım hepimiz görebiliriz. Üstelik Olson’ın geçtiğimiz yıl Jason Gardner’ı takımda tutmak için yaptıklarını da biliyoruz. Hatta kimi iddialara göre Olson’ın scoutlara para vermiş ve bu scout’lar yaz liginde oynayan Gardner’a bilinçli olarak ilk turda seçilemeyeceğini sızdırmıştır. Sonuçta Bibby biricik annesi Virginia ve Coach Olson’ın da katılacağı bir basın toplantısı düzenler. Öncelikle Olson’a üzerindeki emekleri için teşekkür ettikten sonra toplantının gerçek nedenini açıklar: “Çocukken iki rüyam vardı. Birincisi NCAA şampiyonu olmak. İkincisi ise NBA’de oynamak. İlkini gerçekleştirdim sanırım sıra artık ikincisine geldi.” Basın toplantının sonunda Lute Olson şöyle der: “Bu çocukla ilgili en çok özleyeceğim şey onunla saha dışındaki ilişkimiz olacak. O, olağanüstü bir genç. Ahlaki değerlere önem veriyor. NBA için gereken her şeye sahip üstelik herkesin tanıdığı biri olmasına rağmen hala arkadaşlarıyla Burger King’e gidip takılıyor. Şöhret bu çocuğu bozamaz. Onun gibi bir oyun kurucuyla iki yıl beraber çalışmış olmaktan dolayı gurur duyuyorum.”

Scoutların da Mike hakkındaki raporları oldukça olumdur; Mesela Gregory Romeno’nun raporunda aynen şunlar yazmaktadır: “Gary Payton’dan sonra gördüğüm en iyi oyun kurucu. Olson ekolü guardlarından Damon Stoudemire’dan çok daha yetenekli. Kimse 20 sayı 10 asist ortalaması ile oynarsa şaşırmasın . Bence birkaç yıl içinde NBA’in tartışmasız en iyi oyun kurucusu olacak.”

98 NBA DRAFT’I
1998 Draft’ı gelip çattığında Mike’ın birinci ya da ikinci sıradan seçilmesine neredeyse kesin gözüyle bakılıyordu ki bunu gerçekleştirdiği takdirde bir zamanlar San Antonio’nun süper forveti -günümüzün ise maç anlatıcısı- Sean Elliot’tan (1989-3.sıra) sonra ilk 3 sırada seçilen ilk Wildcat olacaktı. 1998 yılı gerçekten çılgın bir drafta şahit oluyordu . Bizim de Houston tarafından 18.sırada seçilen Mirsad’la ilk Türk oyuncusunu NBA’e göndermenin sevincini yaşadığımız bu draftta, Vince Carter, Antawn Jamison, Dirk Nowitzki, Paul Pierce, Jason Williams gibi bir çok yıldız oyuncu seçilecekti. Bibby ise hayal kırıklığına uğrayacak ve seçilmeyi beklediği ilk sırayı Michael Olowokandi’ye kaptırarak ikinci sırada Vancouver Grizzlies tarafından seçiliyordu.

MUHTEŞEM GUARD İKİLİSİNİN DİĞER FERDİ: MİLES SİMON
Bu noktada biraz da Bibby’nin takım arkadaşı Miles Simon’dan bahsetmek istiyorum. Final Four MVP ödülüne rağmen Simon ancak 42. sırada Orlando tarafından seçilerek büyük bir düş kırıklığına uğrayacaktı. 42 sırada draft olmak bir oyuncu için ilk turun başlarında seçilmek kadar avantajlı olmasa da unutmayalım ki Simon’ın bir sıra üstünde kendisine yer bulan oyuncunun ismi Cutino Mobley’dir!! Simon biraz da kendi hatalarının kurbanı oldu. Kendisine fiziksel olarak zayıf kaldığını kilo alması gerektiği söylendiğinde hangi süpersonik zekanın tavsiyesine uyduysa adamımız sabah-akşam Junk food yer. Hatta McDonalds’ta 10 hamburger sipariş ettiğine dair espriler yapılmaktaydı. Doğal olarak ki arkadaşımız kas yerine yağ depolar ve bir de bunları eritmekle uğraşır. Kendisini seçen takım da onun bir başka şanssızlığıdır. Orlando, Anfernee “Penny” Hardaway’e sahipken tutup da Miles Simon’ı oynatmayacaktır. Toplam 5 maçlık NBA macerasında Simon ancak 2 sayı bulabilir ve çoğu haftayı da sakat olsun ya da olmasın injured list’de geçirir. Bibby ve Simon telefonda dertleştiklerinde Bibby, Vancouver’da sosyal hayatın olmamasından ve soğukta donduğundan yakınır. Florida’nın sıcak kumsallarında gezmek için bolca fırsatı olan Simon ise plaj ve kızlar dışında Orlando’da hiçbir şeyin beklediği gibi gelişmediğinden dert yanar. Simon’ın hikayesinin gerisi CBA ve Avrupa’da devam eder. Maccabi Ironi Raana’da tutunamaz. Oradan İtalya ikinci lig takımlarından Livorno Basket’e gider, oradan kısa bir Palacanesto Varese macerası ve tekrar CBA’e geri dönüş. Potansiyeli olan bir oyuncuyu bu halde görmek gerçekten üzücü.

NBA’DEKİ İLK YILLAR: “GRİZZLİES MACERASI”
Konumuza geri döndüğümüzde soğuk iklimi saymazsak Bibby, Grizzlies’teki halinden oldukça memnundur. Tabii ki o zamanlarda Grizzlies, Elvis’in şehri Memphis yerine Kanada’nın güzide ama soğuk şehri Vancouver’da bulunmakta. Burada Bibby için en olumlu durum çaylak bir oyuncunun isteyebileceğinden de fazla süre alacak olmasıdır. Tam bu sırada, özellikle Patrick Ewing sağolsun, profesyonel basketbolcular, salonların girişine “Bu iş yerinde grev vardır.” yazısı asarak halay çekmeye gider. Sezonun başlaması da geciktikçe gecikir. Ewing-Stern görüşmeleri tüm şiddetiyle devam ederken oyuncular da ne yapacaklarını bilememektedir. Bu sırada sezona hazır girmek isteyen Bibby’nin aklına bir fikir gelir ve idolü Jason Kidd’i arar. Jason’a sezona beraber hazırlanıp hazırlanamayacaklarını sorduğunda Mike kendisini çok mutlu eden bir cevapla karşılaşır. Sahada kendisine örnek aldığı oyuncuyla birlikte yeni sezona hazırlanacaktır. Bu çalışmalar Bibby için verimli geçer. Bu arada herhalde Pat, Jay Leno’nun kendisi hakkındaki esprilerinden sıkılmış olacak ki David Stern’le anlaşır. Bibby’nin kendisini NBA tanıtma zamanı gelmiştir. 13.2 sayı ve 6.5 asist ortalamalarını tutturup sahada maç başına yaklaşık 35 dakika kaldığı başarılı çaylak sezonunun ardından Bibby Çaylak ilk beşine seçilir. Ayrıca yakaladığı 6.5 asist ortalamasıyla çaylaklar arasında bu kategorinin lideri olmakla kalmaz ayrıca NBA’in de en iyi 15 ismi arasına girer. İkinci sezonunda ise hem şut isabet yüzdelerini hem de ortalamalarını yükseltir (14.4 sayı, 8.1 asist), Dallas’a karşı ustası Kidd’e özenerek 14 sayı, 11 asist ve 11 ribaund’la kariyerinin ilk triple-double’ını yapar. Ayıca All-Star haftasonunda Schick Rookie Challenge’da forma giyer. Vancouver’daki son sezonunda ise istatistiklerini biraz daha düzeltir ve sayı ortalamasını 15.9’a, asist ortalamalarını da 8.4’e çıkartır.

J-WİLL / BİBBY TAKASI; SACRAMENTO GÜNLERİ
1998-99 sezonunda Vlade Divac, Chris Webber ve Jason Williams katılmadan evvel Kings şehrin tek profesyonel spor takımı olması nedeniyle müthiş seyirci desteğine sahip ama başarıdan yoksun bir takımdı. Mitch Richmond, Mahmoud Abdul Rauf, Billy Owens gibi oyuncular artık kariyerlerinin sonuna gelmişti. 98 yazında takımda yapılan operasyonla kadrosunu yenileyen Kings, o müthiş seyirci desteğini de arkasına alarak iddialı bir takım haline dönüşmüştü. Her ne kadar Kings maçları ülkemizde o zamanlarda sıkça yayınlanmasa da hepimiz jeneriklerdeki Webber’in smaçlarını ve Williams paslarını ezberlemiştik. Hele Williams’ın sanki bir sihirbaz edasıyla yaptığı hareketler çoğumuzun nefesini kesmişti. Ama özellikle Hidayet’in Sacramento tarafından draft’ta seçilmesi sonucu daha da sık izlediğimiz maçlar sonrası gördük ki J-Will aslında sadece iyi bir şovmendi. Maç boyunca sahada kafasına göre takılan, ara sıra jeneriklik, NBA action’lık birkaç pas vermesini saymazsak takımını iyi oynatmıyordu ve şutu çok zayıftı. Buna rağmen yaptığı bazı hareketlerin yenilir yutulur cinsten olmaması nedeniyle de taraftarın en çok sevdiği oyuncuların başında geliyordu. İşte tam bu sırada gelen Lakers hezimetinin ardından Kings, çok cesur bir karar alarak NBA tarihinin en önemli takaslarından birine imza attı. Jason Williams koluna Nick Anderson’ı takarak Memphis yollarına düşerken karşılığında Kings, Mike Bibby ve Brent Price’ı kadrosuna kattı. Duygusal davranılmadığı zaman çoğu otoritenin bu takasla ilgili görüşleri benzerdir: Kings çok iyi bir iş yapmıştır çünkü Williams sadece spektaküler bir oyuncuydu ama Bibby sonuca giden sade bir basketbol oynuyordu. Ve otoriteler bu sezon haklı çıktılar. Kings bu takastan çok karlı çıktı ve 60 galibiyet barajına ulaştı. Ben J-Will‘e sempati duymama rağmen yaptığı bir iki hareketle tüm maçı geçiştirmesine sinirlenenlerdenim sonuçta bu “Nike Free Style” yarışması değil. Skora etki etmediği sürece ne yaparsa yapsın fazla bir anlam taşıdığını düşünmüyorum. Üstelik Bibby her yıl kendisini geliştirirken. Williams ise gerilemekteydi. %30 gibi kötü bir 3 sayılık atış yüzdesine sahip olmasına rağmen NBA’in en fazla üçlük kullanan oyuncularının başında geliyordu. Bu arada orta mesafe şutları azalmış ve asist ortalaması ise 7.3’ten 5.4’e, sayı ortalaması ise 12.3’ten 9.4’e gerilemişti. Bu takas aslında Williams için de yararlı oldu çünkü genç ve deli dolu Grizzlies siteminde kendini toparlamış bir Jason Williams çok büyük işler yapabilir. Bu yıl özellikle beklenen karşılaşmalardan biri de Kings-Grizzlies maçıydı. Herkes Bibby/Williams düellosundan kimin galip çıkacağını merak ediyordu. Maçı kendi evinde Grizzlies kazanırken bizim guard’ların savaşının beraberlikle sonuçlandığını rahatça söyleyebiliriz. Bibby maçı 20 sayı, 11 asist, 6 ribaund ve 1 top çalma ile tamamlarken J-Will ise 19 sayı, 13 asist, 3 ribaund ve 4 top çalma gerçekleştiriyordu. Bibby’nin bu seneki performansına göz attığımızda top kayıplarını inanılmaz derecede azalttığını görüyoruz. Hele playofflara gelindiğinde Bibby’e ayrı bir paragraf açmak zorundayız. Mike birinci turda John Stockton’ı sahaya gömerken (Eğer Jazz yönetimi bu adamı birkaç sene daha oynatırsa gerçekten Stockton’ı sahaya gömmek zorunda kalabilirler.) 21.8 sayı ortalaması yakaladığı ikinci turda NBA’in bir başka üst düzey oyun kurucusu olan Steve Nash’i sahadan siliyordu. Lakers’a karşı ise Kobe’den sürekli yumruk, dirsek, omuz yemesine rağmen 22.7 sayı ortalaması ile oynadı.

Bibby artık bir NBA yıldızı, kendi ailesini kurdu ve babasıyla da yavaş yavaş arasını düzeltiyormuş. Geçen ay Sacramento ile 7 yıllığına 80 milyon $’lık bir anlaşma imzalayan Bibby her şeyiyle medyatik bir şahıs ama kendi özel hayatına müdahale eden herkes için koluna yaptırdığı çok anlamlı bir dövme var! Reggie Miller düşmanı Knicks’li yönetmen Spike Lee’nin filmlerindeki kötü adam olan ve birkaç yıl evvel şaibeli bir cinayete kurban giden ünlü rap şarkıcısı Tupac’in bir şarkısından alınıp Bibby’nin koluna kazıdığı sözler aynen şöyle: “Only God Can Judge Me”: Beni sadece Tanrı yargılayabilir!!
UyarıGörmek için lütfen buradan üye olunuz.
Alıntı ile Cevapla
  #16 (permalink)  
Alt 02.09.06, 17:54
PeSSiMiST - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
PeSSiMiSTiC_STyLE
 
Kaydolma: 31.08.06
Erkek - 34
Mesajlar: 1.363
Teşekkürler: 0
Üyeye 9 kez teşekkür edildi
Standart

Ben Wallace

Boy: 6' 9"
Kilo: 240 lbs.
Pozisyon: Forward/Center
Doğum Yeri: White Hall, Alabama
Doğum Tarihi: September 10, 1974
Kolej: Virginia Union
NBA Takımı: Detroit Pistons

CESUR YÜREK, BEN WALLACE

Wallace 11 çocuklu bir ailenin 10. çocuğu olarak dünyaya geldi.

Küçüklüğünde babası ve kardeşleri ile sık sık balığa, yüzmeye ve ava gider, her normal çocuk gibi atarisinin başından kalkamazdı. Ama onu yaşıtlarından ayıran bazı özellikleri de vardı. Küçük Ben fazlasıyla güçlü bir vücuda sahiptir ve hemen hemen tüm spor branşlarını son derece iyi bir şekilde yapmaya yatkındır. Hayatı boyunca da bu fiziksel üstünlüğünün avantajlarını sonuna kadar kullanır. Wallace lisedeyken hem Amerikan futboluna hem beyzbolla hem de basketbola ilgi duymaktadır. Bu üç sporda da o kadar başarılıdır ki her birinde eyalet karmasına seçilir. Aslında insanlar Wallece cüssesinde birisini gördükleri zaman onun hantal biri olduğunu düşünebilirler. Rakipleri de onu basketbol sahasında ilk gördüklerinde onun hantal ve sadece rakiplerini ite kaka yakınına düşen ribaundları alabilecek bir uzun olduğunu düşünmüşler. Bu konuda eski Pistons yıldızı, günümüzün Tv yorumcusu Bill Laimbeer’ın söyleyecek bir iki lafı var: “Wallace, ribaundlarla ilgili eski yargıların geçersiz olduğunu hepimize kanıtladı. Her zaman ribaund almanın sıçramaktan çok yer tutma ile ilgili olduğunu söylerlerdi. Ama Ben, ribaundlarını insanları potadan uzak tutarak aldığı kadar onlardan daha yükseğe sıçrayarak da alıyor. İnanılmaz bir sıçrama yeteneğine sahip olduğu kadar çok da çabuk. Bana fazlasıyla Dennis’i hatırlatıyor. Belki de Dennis’ten sonra gördüğüm bire birde en etkili savunmacı. Ama sanıyorum ki Ben kendini geliştirmeye devam edecektir çünkü gerçekten All-Star seviyesinde bir oyuncu olması için ne yapması gerektiğini biliyor. Maç başına aldığı 12-13 ribaund’un ve yaptığı 3-4 bloğun yanına en azından 10-12 sayıyı da eklemesi gerekli.” Yukarıda bahsi geçen fiziksel yetenekleri az kalsın onu bir Amerikan futbolu yıldızı yapacaktı. Lise takımında gösterdiği performans üniversitelerin ilgisini çeker. Auburn Üniversitesi ona burs teklif eder. Wallace okul yetkilileri ile yaptığı konuşmalarda hem basketbol hem de futbolu kastederek ikisinde de aynı anda oynayıp oynayamayacağını sorar. Onlardan aldığı olumlu cevap karşısında tereddütsüz okula katılım için gerekli kağıda imza atarak üniversiteye gönderir. Okulun yolunu tutarken hem basketbol hem de futbolda yıldızlaştığı günlerin hayalini kurmaktadır ama kampüse vardığı anda tüm hayalleri yıkılır. Okul yetkililerine basketboldan bahsettiği anda hepsi şaşırarak ona daha önce onunla hiç basketbol hakkında konuştuklarını hatırlamadıklarını, okulda basketbol oynamasının mümkün olmadığını onu futbol oynaması için aldıklarını söylerler. Anlaşmazlığın nedeni ise oldukça komiktir. Amerikan futbolunda bir takım oyuncularını iki farklı kadroya ayırır. Yeteneklerine göre defansif oyuncular ve ofansif oyuncular. Sahada top hakimiyeti kimdeyse ona göre bir takım sahaya sürülür. Wallace da telefonda “ikisini” de aynı anda oynayıp oynamayacağını sorduğunda okul yetkilileri onun hem hücum takımında hem de savunma takımında oynamak istediğini sanarak bunu sevinerek kabul etmiştir. Wallace o anki duygularını şöyle anlatır: “Bunları duyduğum zaman kulaklarıma inanamadım. Ben de oradan çekip gittim. Basketbola aşığım. Bu yüzden Amerikan futbolu ve basketbol arasında bir seçim yapmak zorunda kaldığım zaman hiç tereddütsüz basketbolu seçtim. Wallece, Auburn’ü terk ettiği zaman hayatı hakkında kurduğu gerçek anlamda hiçbir planı kalmamıştı. Ta ki bir basketbol kampında gelecekteki idolü Charles Oakley ile karşılaşana dek.




Oakley topu göğsüme fırlattı ve “hadi başlayalım” dedi. Herkes bizi izliyordu. O benim dudağımı patlattı ben de onun burnunu!..

Oakley hepimizi karşısına oturtup azarlamaya başladı. Sürekli bizim çok yumuşak olduğumuzu hiç gayret gösterip çalışmadığımızı söyledi. Sonra da içimizde kimsede onunla teke tek oynayacak yürek olup olmadığını sordu. Ben de elimi kaldırdım. O da topu aldı ve göğsüme fırlattı: “Hadi başlayalım!”dedi. Herkesin önünde oynamaya başladık. O benim dudağımı patlattı ben de onun burnunu kanattım. Wallece’a o maçı kimin kazandığı her sorulduğun genelde aynı tepkiyi verir. Evvel suçlu bir çocuk ya da masum bir kedi yavrusu gibi acındırıcı gözlerle suçunu gizlemek istermiş gibi bakar ve cevap verir: “Ben kazandım.” Ama tuhaftır ki Wallace, Oakley’in burnunu sürtmüş olmaktan çok da memnun değildir: “Ben daha 17 yaşımdayken bile üzerimden şut atamazdı, şutlarını hep bloklardım.” Bu teke tek maç hakkında Wallece’ın Pistons’tan kankası Stackhouse tarafından yapılan yorum da ilginçtir: “Oak asla bizim Ben’i geçemez.”

NCAA GÜNLERİ

Evet sonuçta maçı Wallece kazandı ve Oakley’e gününü gösterdi. Ama Oak bu çocuğun gerçekten yetenekli olduğunu fark etmişti. Onu kanatlarının altına alarak korumayı ve ona yol göstermeyi kafasına koydu. Charles gidip Wallace’a hangi okula gittiğini sorar. O da olanları anlatarak artık önünde fazla seçeneği kalmadığını söyler. Bunun üzerine Oakley, Cleveland’daki bir arkadaşına telefon açar. Bu çocuğu izlemeleri gerektiğini anlatarak Wallece’ı oradaki bir kampa gönderir. Kampta başarılı olan adamımız kapağı Cuyahoga CC’ye atar. Orda 24 sayı, 17 ribaund ve 7 blok gibi inanılmaz ortalamalara ulaşır ve tekrar daha büyük okulların antrenörlerinin dikkatini çeker. Ama ne kadar iyi bir okula transfer olacaksa olsun benchte oturmak istemeyen Wallece, daha sezon bitmeden takımını terk eder ve soluğu Oakley’in yanında alır. Oakley de idarecilerle konuşarak onu mezun olduğu okul olan Virginia Union’a aldırır. Burada ceza hukuku eğitimi alan Ben, 12.5 sayı, 10.5 ribaund ve 3.7 blok ortalamalarına ulaşarak takımını NCAA Division 2’da Final Four’a taşır. Ama okulu basketbolda adı sanı duyulmamış bir okuldur ve Wallace oyunuyla NBA scout’larının çok da ilgisini çekmez. Dolayısıyla katıldığı 96 NBA Draft’ında seçilemez. Wallace üzülmekle beraber o an için NBA seviyesinde bir oyuncu olmadığının farkındadır bu yüzden bunu kendisine fazla dert etmez. Daha çok çalışmaya başlar ve Boston antrenörü M.L Carr onu takımın yaz kampına davet eder.





BOY PROBLEMİ

Bu arada Wallece’ı çağıran Carr, bu boyuyla onun pivot ya da power forvet oynamak için çok kısa olduğunu onu kampta off guard veya kısa forvet olarak deneyeceğini söyler. Aslında NBA kayıtlarında boyu 2.06 olarak gözükse de Wallece’ın gerçek boyunun ancak 2 metre olduğu söyleniyor. Hatırlayacaksınız “Sir” Charles Barkley’in boyu da öncelikle 1.98 olarak kabul edilirken bir süre sonra 1.96’ya inmiş en son ise gerçekte 1.92 olduğu ortaya çıkmıştı. Bu tür olaylar diğer bir çok NBA yıldızı için de geçerli. Kim bilir belki de bu arkadaşlar kemik erimesi hastalığından mustariplerdir. Vah zavallılarım vah...
Tabii ki bu boyuna göre pozisyon seçme formülü ona pek yaramadı.



BOY PROBLEMİ

Bu arada Wallece’ı çağıran Carr, bu boyuyla onun pivot ya da power forvet oynamak için çok kısa olduğunu onu kampta off guard veya kısa forvet olarak deneyeceğini söyler. Aslında NBA kayıtlarında boyu 2.06 olarak gözükse de Wallece’ın gerçek boyunun ancak 2 metre olduğu söyleniyor. Hatırlayacaksınız “Sir” Charles Barkley’in boyu da öncelikle 1.98 olarak kabul edilirken bir süre sonra 1.96’ya inmiş en son ise gerçekte 1.92 olduğu ortaya çıkmıştı. Bu tür olaylar diğer bir çok NBA yıldızı için de geçerli. Kim bilir belki de bu arkadaşlar kemik erimesi hastalığından mustariplerdir..



Tabii ki bu boyuna göre pozisyon seçme formülü ona pek yaramadı. Sonuçta Ben, kampta fazla forma şansı bile bulamayarak Boston kampından ayrıldı ve Washington’la antrenmanlara çıkmaya başladı. Çaylak sezonu Wallace için pek parlak geçmedi. O zamanki adı Wizards yerine Bullets olan Washington’da takımın ancak 12. adamıydı. 34 maçta forma görev alan Wallece maç başına ancak 5.8 dk sahada kalırken 1.1 sayı ve 1.7 ribaund ortalamalarına sahipti. Bu arada ismi, tanınmasa da basketbol camiasında kulaktan kulağa yayılmaktaydı. Washington’daki bu gizemli oyuncu, antrenmanlarda Juwan Howard ve Chris Webber da dahil olmak üzere çoğu oyuncunun canına okumaktaydı. Bir sonraki sezon sahada kaldığı süreyi tam 3 katına çıkartarak maç başına 15.8 dk oyunda kaldı. Indiana karşısında ilk kez bir maça ilk beşte başladı ve aldığı 12 ribaundla sahada en çok ribaund alan ismi oldu. Sezonda toplam 61 maça çıkarken bunların 16’sında ismi maça başlayan beşte yer alıyordu. Ortalamaları ise fazla kıpırdamamış, sayı ortalamasını ancak 3.1’e, ribaund ortalamasını ise 4.8’e çıkartabilmişti. Bullets’taki üçüncü sezonunda ise içindeki cevher biraz da olsa ortaya çıktı. Cleveland karşısında attığı 20 sayı ile kariyerindeki en yüksek rakama ulaşırken ribaund hanesinde de 10 yazıyordu. Bu sırada süre aldıkça double-double yapmaya başladı. Bucks karşısında 14 sayı ve 14 ribaund’luk, Toronto’ya karşı da 12 ribaund, 16 sayılık performanslar ortaya koydu. Sezon sonuna gelindiğinde aldığı süre 10 dk. daha artmıştı. Bu artış da beraberinde 6.0 sayı, 8.3 ribaund ve 1.96 blokk ortalamaları getirmişti. Washington bu sezonun sonunda büyük bir hata yaparak elindeki tüm yetenekli power forvetleri kaçırdığı gibi Wallece’ı da kaçırdı. Wizards, Orlando ile yaptığı takasta Wallace,Tim Legler, Terry Davis ve Jeff McInnis’i göndererek Magic’ten 1995-96 sezonunda Tuborg forması, geçtiğimiz yıl da Ülker forması giyen Isaac Austin’i kadrosuna kattı. Orlando da oynadığı 81 maçın tümünde kendisine ilk beşte yer bulan Big Ben, bu maçlarda 4.8 sayı, 8.2 ribaund ve 1.6 blok ortalaması tutturdu. Sonraki sezon Orlando da ayağına gelen fırsatı elinin tersiyle iterek Grant Hill yüzünden gözü kör olmuş bir şekilde Chucky Atkins ve Ben Wallace’ı Grant Hill’le takas etti. Tabii ki o dönem de Hill mi yoksa Wallace mı diye soracak olsaydınız akıl sağlığı yerinde olan herkes Grant Hill cevabını verirdi. Ama Orlando idarecileri en azından Wallace’ı kadrolarında tutmaya çalışarak takasa başka isimleri dahil etmeyi deneyebilirlerdi. Bu takasın sonucu ortada. Magic, astronomik bir anlaşmaya imza attırdığı Hill’i geçirdiği sakatlıklar yüzünden oynatamazken, Pistons şu anda ligin blok ve ribaund kralına sahip bulunmakta.

PİSTONS’IN YENİ KÖTÜ ÇOCUĞU

Pistons’taki ilk yılında Wallace 80 maçta oynarken bir kez daha oynadığı tüm maçlara ilk beşte başlar. Ama bu kez kendisine daha önce tanınmayan bir şansa sahip olarak sahada 34.5 dakika ortalamasıyla kalır. Sahada kaldığı süre bu kadar çok artınca Wallace da tüm marifetlerini daha iyi sergilemeyi başarır. Maç başına 13,2 ribaund ortalaması ile ligde ribaund krallığını zorlar ama Mutombo’nun arkasında 2.sırayı alır. Aldığı 1052 ribaundla toplamda ligin en çok ribaund alan ve bu sayede Pistons’ın Dennis Rodman’dan sonra 1000 ribaund barajını geçen ilk oyuncusu olur. Ayrıca sezon boyunca Dikembe Mutombo ile beraber arka arkaya 20 ve üzeri ribaund alabilen iki oyuncudan biridir ve Orlando maçında 28 ribaund ile kariyerinin en yüksek rakamına ulaşır. Bir sezon evvel 1.60 olan blok ortalamasını ise 2.30’a çıkarır. Pistons tarihine hem ribaund, hem top çalma hem de blok ortalamalarında takımın lideri olan ilk isim olarak geçer. Yılın Savunmacısı ödülü için yapılan oylamada ise 6 oy alarak beşinci olur. Ama maalesef bu performansı takımı için yeterli olmaz ve Detroit normal sezonu ancak 32 galibiyet ile kapatır. Geçtiğimiz sezon ise kariyeri için bir zirvedir. Takımın başına New Jersey, Portland ve Indiana’da 11 sezon asistan coach’luk yapan Rick Carlisle getirilir. Takımdaki bu yeni yapılanmada Stackhouse kendini bulur ve ilk kez egosunu bir kenara bırakarak olması gereken oyuncu gibi oynar. Corliss Williamson bench’ten gelerek inanılmaz bir katkıda bulunur ve takım Ben Wallace’ın liderliğinde sahada inanılmaz bir savunma uygular. Sonuçta da takım uzun bir aradan sonra 50 galibiyet barajına ulaşarak 1990 yılından sonra ilk kez Merkez grubu şampiyonu olarak tamamlar. Wallece sahada 36.5 dakika ortalamasıyla kalırken hücumda daha agresiftir, %53’lük bir şut yüzdesiyle 7.6 sayı averajı tutturur. 13.0 ribaund ve 3.48 ortalamaları ise onu her iki kategoride de NBA’in zirvesine taşır. Yakaladığı bu başarıyı ise daha önce NBA tarihinde ancak Hakeem “The Dream” Olajuwon, Kareem Abdul-Jabbar ve Bill Walton’ın yakaladığını söylersem sanırım Big Ben Wallace’ın ne kadar önemli bir başarıya imza attığını anlatabilirim. Üstelik Wallace’ın boyu diğer 3 oyuncu ile kıyaslanamayacak derecede de kısa. Bu mükemmel savunma performansı doğal olarak onu rekor bir şekilde “Yılın Savunmacısı” ödülüne ulaştırır. Oylama tamamlandığında en yakın rakibine 114 oy fark atmıştır. Wallace ayrıca tutturduğu 1.7 top çalma ortalaması ile bu kategoride de ilk 15 içindedir. Sezon içinde 2 defa haftanın oyuncusu seçilen Wallace, 24 Şubattaki Milwaukee maçında da 10 sayı, 17 ribaund ve 10 blok ile kariyerindeki ilk triple-double’ı gerçekleştirir. 24 Mart’ta Boston karşısında ise kariyer rekorunu bir kez daha egale eder ve 28 ribaund’a ulaşır.

Tüm bu başarılarının yanında regular sezonda Doğu’da 2.sırayı alan Detroit ile kariyerinde ilk playoff maçına çıkar ve 21 Nisanda Toronto karşısında 19 sayı, 20 ribaundluk muhteşem bir oyun ortaya koyar. Kariyerindeki bu ilk playoff tecrübesinde çok başarılı maçlar çıkaran Wallace, ilk turda Toronto karşısında 8.2 sayı, 15.0 ribaund, 2.2 blok ve 2.2 top çalma; konferans yarı finalinde Boston karşısında 6.4 sayı, 17.2 ribaund, 3.0 blok ve 1.6 top çalma ortalamalarını yakalar. Evet Wallace kendini tüm NBA’e kanıtlamıştır, artık oda ligin yıldız oyuncular arasındadır.
UyarıGörmek için lütfen buradan üye olunuz.
Alıntı ile Cevapla
  #17 (permalink)  
Alt 02.09.06, 17:57
PeSSiMiST - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
PeSSiMiSTiC_STyLE
 
Kaydolma: 31.08.06
Erkek - 34
Mesajlar: 1.363
Teşekkürler: 0
Üyeye 9 kez teşekkür edildi
Standart

Tony Parker
Tam ismi: Williams Anthony Parker
Doğum Tarihi: 17 Mayıs 1982
Boyu: 1.88
Kilosu: 80.3
Okul: Fransa

Kariyeri..
Avrupa basketbolunda çok da fazla tanınmayan Tony Parker, 2001 yılında düzenlenen Avrupa Basketbol Şampiyonası’nda Fransa Milli Takımında bile ilk beş başlayamıyordu. Ancak o zamanda bile çabukluğu ve yetenekleriyle dikkat çeken Parker, buna karşın fizik dezavantajı nedeniyle benchte oturuyordu. 2001 Draftında ilk tur 28.sıradan San Antonio Spurs tarafından seçilerek NBA’e adım atan Parker, çaylak sezonunda 77 karşılaşmada oynadı. Bu maçların tamamında ilk beş başlayan Fransız oyuncu, 9.2 sayı- 4.3 asist ve 2.6 ribaund ortalamaları yakalarken, 29.4 dakika da oyunda kaldı. Parker ayrıca, All-Star haftasonunda da Rookie takımında görev yapmıştı.

İkinci yılından itibaren kendini iyice kabul ettiren Parker, bu kez takımının oynadığı 82 maçın tamamında da görev yaptı. Parker, 15.5 sayı- 5.3 asist ortalamalarıyla da dikkat çekti. Coach Gregg Popovic’in yaşına aldırış etmeden yeteneklerine inanarak ilk beş başlattığı Parker, kısa süre içerisinde NBA’in en önemli point guardlarından biri olarak kendisini kanıtladı. Şutu her zaman için kendisi için sorun olsa da Parker, çabukluğu ve kendine has ‘gözyaşı damlası’ adındaki atışıyla bu eksiklerini kapattı.

5 Yıllık NBA kariyerinde iki kez NBA şampiyonluğu sevinci yaşayan Parker, kariyeri boyunca da 378 karşılaşmada oynadı. 23 Yaşındaki Parker, 14.9 sayı- 3.1 ribaund ve 5.4 asist ortalamaları yakalarken, tama 67 play-off maçında görev yaptı. Parker ayrıca, bu yıl kariyerinde ilk defa All-Star olma onuruna da erişti.


YIL TAKIM OYUN SAYI RİBAUND ASİST T.ÇALMA T.KAYBI
2001-02 SAS 77 9.2 2.6 4.3 1.1 1.9
2002-03 SAS 82 15.5 2.6 5.3 0.8 2.4
2003-04 SAS 75 14.7 3.2 5.5 0.8 2.3
2004-05 SAS 80 16.6 3.7 6.1 1.2 2.6
2005-06 SAS 64 19.2 3.3 5.8 1.0 3.1
KARİYER 378 14.9 3.1 5.4 1.0 2.4
UyarıGörmek için lütfen buradan üye olunuz.
Alıntı ile Cevapla
  #18 (permalink)  
Alt 02.09.06, 17:58
PeSSiMiST - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
PeSSiMiSTiC_STyLE
 
Kaydolma: 31.08.06
Erkek - 34
Mesajlar: 1.363
Teşekkürler: 0
Üyeye 9 kez teşekkür edildi
Standart

JASON KIDD “New, Mr.Triple-Double”
HIZ VE ZEKANIN KUSURSUZ BIRLESIMI

NBA tarihinde Triple-Double (bir maçta sayi, ribaund, asist, top çalma veya blok kategorilerinden üçünde çift haneli sayiya ulasma) denildiginde ilk akla gelen oyuncu Oscar “Big O” Robertson’dir. 1960-1974 yillari arasinda ligde yer alan ve kariyerinde gerçeklestirdigi 178 triple-double ile bu kategoride zirvede bulunan Robertson, 1961-62 sezonunda da 30.8 sayi, 12.5 ribaund ve 11.4 asist ortalamalari ile hala yanina yaklasilamayan bir basari elde etmisti. Robertson’dan sonra 80’li yillar ve 90’li yillarin basinda Earvin “Magic” Johnson, Big O’nun basarilarini tekrarlar rakamlar yakalasada hastaligi sebebi ile basketbola ara vermesi ve daha sonra da birakmasi Oscar’in gerisinde kalmasina yol açmisti. Ayni dönemlerde Larry Bird ve 94 drafti ile lige katilan Grant Hill gerçeklestirdikleri triple-double’lar ile Big O’yu ve Magic’i hatirlatan performanslar çizmislerdi. Su anda ise NBA liginde triple-double denildiginde, akla gelen ilk ve tek isim Nets’i son iki sezonda NBA Finaline tasiyan Jason Kidd’den baskasi degil. Iste karsinizda Hiz ve Zekanin Kusursuz birlesimi “New, Mr.Triple-Double” JASON KIDD...
NERDEN NEREYE!!
1967’de start alan ve 1976’ya kadar 9 sezon faaliyet gösteren ABA liginin son sampiyonu (1975-76) New York Nets, 1976 senesinin Haziran ayinda Indiana Pacers, San Antonio Spurs ve Denver Nuggets ile birlikte NBA ligine katilmisti. NBA ligine katildiginda New York’tan, 1967’de ilk kuruldugu sehir olan New Jersey’e tasinan ekip 1976-77 NBA sezonu ile birlikte New Jersey Nets adi ile NBA liginde mücadele etmeye basladi. Ilk NBA sezonunda 22 galibiyet alarak ligin 22. ve son takimi olan Nets, bir sonraki sezonda ne yazik ki bu kötü ünvanini devam ettirdi. 1978-79 sezonunda ise Bernard King’in takima katilmasi ile bir önceki sezona göre 13 galibiyet fazla alarak ilk defa NBA Playofflarinda yer aldi ve o dönemde 3 maç üzerinden oynanan ilk turda Philadelphia’ya her iki maçta da maglup olarak sezonu kapadi. 1983-84 sezonunda tekrar playoff basarisi yakalayan ve ilk defa ilk turu geçme basarisini gösteren Nets (Philadelphia 3-2), bir üst turda Milwaukee’ye 4-2 elenmekten kurtulamadi. 1985-86 sezonundan itibaren genelde ilk 10 siranin disinda yer alan, playofflara kalabildigi senelerde (1992-1993-1994-1998) ise ilk turdan öteye gidemeyen Nets’de her sey geçen sezon (2001-02) degisti. Geçen sezona kadar son 16 yilda sadece 3 kez .500 galibiyet oranini geçebilen ve playoff’a kalabildigi 4 sezonda ilk turdan öteye gidemeyen (16 playoff maçinda sadece 4 galibiyet) Nets, NBA tarihinin en basarisiz ve oyuncular tarafindan en az tercih edilen takimlarindan biriydi. Aslinda kadrolari 1998’den itibaren çok çok gelismisti ama basari bir türlü gelmiyordu. 1997’de draftta 2.siradan seçilen Keith Van Horn draft-takas yolu ile kadroya katildi. Backcourt’ta Sam Cassell, Kerry Kittles, frontcourt’ta tecrübeli Kendall Gill ve NBA ribaund kralliginda 2.sirayi alan Jayson Williams ile Nets gelecegin takimi olarak gösteriliyordu. Ama bir türlü gelmeyen basari önce Cassell’in basini yakti ve 1999’da takas yolu ile kadroya Stephon Marbury katildi. 2000 Draftinda ilk siradan seçme hakki elde edildi ve Cincinnati’nin forvet oyuncusu Kenyon Martin, takima dahil oldu. Ama yine de Nets son siralardan kurtulma basarisini gösteremedi ve geçen sezon basinda bu sefer Marbury takas ile takimdan gönderildi. Iste o takasta Marbury’e karsilik kadroya katilan O oyuncu Nets’in çehresini degistirdi ve Nets’e sanki sihirli bir degnek deymisçesine takim tarihinin en basarili regular sezonunu geçirerek bir evvelki sezona göre 26 fazla galibiyet ile (52 galibiyet ile .634’lük galibiyet orani) Dogu Konferansinda ilk sirayi aldi. Playoff’larda ilk turda Indiana’yi, ikinci turda Charlotte’i eleyerek NBA tarihlerinde ilk defa Dogu Konferansi Finaline yükseldi. Burada rakip Boston’du ama yine O oyuncu serinin kaderini degistirdi ve Nets tarihinde ilk defa NBA finaline çikti. Ama NBA Finalinde O oyuncun gücü Lakers efsanesine karsi koyamadi. Bu sezon da Nets, geçen sezonki basarinin bir sürpriz olmadigini yine bu oyuncunun üstün oyunu ile herkese kabul ettirdi ve 49 galibiyet ile Dogu Konferansinda 2.sirayi aldi. Playofflarda ilk turda Milwaukee’yi 4-2 geçtikten sonra ikinci turda Boston’u ve Dogu Finalinde Detroit’i 4-0’lik sonuçlarla süpürerek ard arda 2.defa NBA Finaline yükseldi. Böylece Chicago Bulls efsanesinden sonra ilk defa bir Dogu takimi ard arda 2 yil NBA Finalinde oynama basarisini yakaladi. Ama geçen sezon Shaq, bu sezon ise Duncan, Nets’in final serisini kazanmasini engelledi ve Nets sezonu NBA Finalisti olarak kapadi.
Iste bu ay sizlere tanitmak istedigimiz oyuncu, o basarisiz Nets’i bataktan kurtarip ard arda iki yil NBA finaline tasiyan, skorer kimligi veya gösterisli basketbolu ile degil takimini oynatan ve etrafindaki oyuncularin kabiliyetlerini açiga çikartan oyunu ile sivrilen O takas ile takima katilan oyuncu. Iste karsinizda, basketbolunu zekasi ile bir üst seviyeye tasiyan ve kendisine göre bir çok yetenekli oyuncuyu oyun bilgisi ile gölgede birakan Nets’in 5 numarali All-Star guard’i JASON KIDD…
BILLY THE KIDD!!
Tam adiyla Jason Frederick Kidd, hava yolu müfettisi bir baba ve banka memuru bir annenin çocugu olarak 23 Mart 1973’te California Alameda’da dünyaya geldi. Çocuklugunda, Jason’in favori sporu futboldu. (Hayir, Amerikan futbolu degil bildigimiz futbol!) Basketbolla resmi tanismasi 3.siniftayken yanina gelen 4.siniflarin basketbol takimlarinda onu görmek istemeleriyle olmustu. Böylece Kidd, Saint Joseph of Notre Dame lisesi basketbol takimina giriyordu. 1990-91 sezonunda takimi California Division 1 eyalet sampiyonlugunu kazanirken genç Jason’in payi inkar edilemeyecek derecede büyüktü. Ikinci senede ayni basari tekrarlanmisti. Okulun iki senede yaptigi 69 maçtan 63’ünden galip ayrilmasi Kidd’in ne kadar yetenekli oldugunu gösteriyordu. Aslinda maç basina yakaladigi 25 sayi, 10 asist, 7 ribaund ve 7 top çalmalik performansi da bunu gözler önüne seriyordu.
Onun bu basarisinin temelleri aslinda Oakland’in asfalt sokak sahalarinda atilmisti. Jason, Alameda’dan idi. Yani sehrin “düzgün ve temiz” tarafindan. Bu da onu diger zenci sokak oyuncularindan farkli yapmaya yetiyordu zaten. Fakat o, sadece geldigi yerle degil oynadigi oyunla da farkini gözler önüne sermisti. (Evet Kidd’in inanilmaz pas kabiliyetinden bahsediyorum.) O ,sanki takim arkadaslarinin -hatta onlardan bile önce- nereye gidecegini kestirebiliyordu. Bu özelligiyle kendini sokakta kabul ettirdi ve o siralar NCAA’de Oregon Ducks’in yildizi Gary Payton ile tanisma ve tabi maç yapma firsati buldu. (NBA yildizlarindan size Payton’i anlatmalarini isteseniz size ilk önce ne savunmasindan ne de hücumundan bahsederler. Ilk söyleyecekleri özelligi onun maç boyunca durmayan çenesi olacaktir. Evet Payton NBA’in en kidemli savunmacilarindan biri bu konuda herkes hemfikir, ama bunda rakibiyle konusarak onu demoralize etmesinin payi yadsinamayacak derecede büyük.) Payton’a göre Jason çok yetenekli bir gençti ve özellikle hücumda takimini sirtlayabilecek, sorumluluk alabilecek kapasitedeydi, fakat savunmasi yeterli seviyede miydi? Bu noktada Gary nam-i diger ‘The Glove’ (rakibini eldiven gibi sardigi söylenir) devreye girmis ve Kidd’e bir egitmen edasiyla yaklasmisti. Tabi bir sokak basketbolcusundan nasil bir egitmen olabilirse ancak öyle... Payton karsisinda savunma olarak Jason’i gördügünde ona daha fazla yüklendigini, daha sert oynadigini, çamurluk yaptigini ve tabi en çok ona konustugunu inkar etmiyor. Fakat bunlarin hepsinin onun sertlige alismasi ve sert oynamasi için gerekli oldugunu da söylüyor. Payton onla yaptigi her maçtan sonra kendisini evdekilere sikayet ettigini ama ertesi gün daha bir azimle onu durdurmak için gene asfalt sahada onu bekledigini de ekliyor. Jason ise o zamanlardaki egitmeni hakkinda övgüyle söz ediyor: ”Kurallari en iyisinden ögrendim”. Bunlar olurken Jason henüz 14 yasindaydi ve okulu Saint Joseph of Notre Dame basaridan basariya kosuyordu. Bu basarilar yetenek avcilarinin istahini kabartmisti. Jason ilk ciddi üniversite bursu teklifini o sene -yani 14 yasinda- bir mektupla aldi. “Simdiden mi?” diye düsünüp yanlis olabilecegine karar verip teklifi geri çevirdi. Iyi oldugunu biliyordu fakat o kadar da degildi. Kim bilir kaç kalburüstü oyuncuya bu tip teklifler yapilmis ve kim bilir kaçi buna “Evet” diyip harcanmisti. Fakat o siralar Kidd’in çevresine baktiginizda bu teklifin adeta “geliyorum” dedigini görebilirsiniz. Okulunda Jason Kidd tisörtü adeta bir üniformaydi. Giymeyene adeta uzayli gözüyle bakiliyordu, röportajlar gazete haberleri de cabasi...
Ve Jason’in okulundaki son senesi gelmis çatmisti. Bu da ertesi sene için bir üniversite seçimini beraberinde getiriyordu. Daha sonra seçecegi California, o sene basinda kafasinda olusturdugu 5 kolejden biri degildi. Hatta California’yi hiç “resmi” olarak ziyaret etmemisti. Düsünülenin aksine California koçu Lou Campanelli ile de hiç bir baglantisi yoktu. Tüm bunlari bir terazinin “olumsuzluklar” kefesine koyarsaniz diger kefeye çok degerli bir sey koymalisiniz ki seçiminizi o üniversiteden yana yapmaniz için agir bassin. Jason için California’nin tek olumlu yani “evine, yuvasina yakin” olmasiydi. Hatta o kadar yakindi ki ögretmenlerle sokakta, sporcularla spor salonunda veya asfalt sahada kim bilir kaç kez karsilasmisti. Sonuçta Kidd, elinde USA Today’in High School Player of the Year ödülü, kolej ligleri asist kralligi ve biri önceki seneden toplam iki California Player of the Year ödülüyle California Üniversitesi’nin yolunu tuttu.
KIDD’IN KISA NCAA KARIYERI
Fakat isler umuldugu gibi gitmedi. Kidd koç Lou’nun devamli takim arkadaslarina küfretmesinden onlari asagilamasindan hoslanmiyordu. Koçluk küfrederek motive etmek degildi. Zaten Campanelli, Kidd’e karsi da özel bir ilgi duymuyor diger oyunculara nasil davraniyorsa ona da öyle davraniyordu. Takim Campanelli’den sikayetçiydi. Sonuçta Jason’in ilk senesinin sonlarina dogru Campanelli’ye kapinin yeri gösterildi ve yerine asistani Todd Bozeman getirildi. Ilk NCAA sezonunda 13.0 sayi, 7.7 asist, 4.9 ribaund, 3.79 top çalma ortalamalarini tutturan Kidd, Pac 10 Konferansinda hem asist hem de top çalma krali oldu ayrica Gary Payton’a ait olan Pac 10 Konferansi top çalma rekorunu da kirdi. Koç degisikligi de hemen etkisini gösterdi ve Kidd 1993-94 sezonunda 16.7 sayi, 9.1 asist, 6.9 ribaund ortalamalariyla konferansta adeta her istatistikte zirveye oynuyordu.
Birkaç hafta sonra Jason, birkaç inanilmaz son saniye atisiyla takimi California Golden Bears’i 93 NCAA Turnuvasina tasidi. Maç kazandiran sutlarindan ilki LSU, (LSU gözünüzde canlandirmak isterseniz 5 tane iri cüsseli 2.10’luk adam düsünmeniz yeterli!) ikincisi ise, önceki iki senenin NCAA sampiyonu Duke Blue Devils karsisindaydi. Kidd bu maçta 14 asist, 11 sayi, 8 ribaund, 4 çalmayla “normal” oyununu sergilemisti. Blue Devils, o sene de sampiyonlugun en büyük favorilerindendi -zaten duke’un favori olmadigi sene yok gibi- fakat Kidd’in game-winner’i onlari three-peat hayallerinden uyandirdi. Bu maçta Bobby Hurley’nin savunmasinda attigi son saniye sutu Sports Illustrated kapagina tasinan Kidd, sophomore senesinin ardindan (yani kolejdeki 2. senesi sonunda) profesyonel olmaya karar verdi. Kidd, iki senelik kisa üniversite kariyeri süresinde daha sonra Phoenix’de beraber oynayacagi Kevin Johnson’in asist ve top çalma rekorlarini kirmisti. 92-93 yilinda aldigi PAC-10 Freshman of the Year ödülünün yanina bu sefer PAC-10 Player of the Year ödülünü ekliyordu. Ayrica Kidd, bu ödülü alan ilk 2.sinif ögrencisiydi.
1994 NBA DRAFTI ve DALLAS TARIHININ 3J’SI
Jason Kidd, NBA’ye adimini 1994 Draft’inda Glenn ‘Big Dog’ Robinson’in arkasindan, Grant Hill’in önünden 2. sirada Dallas Mavericks tarafindan seçilerek atti. Jason, böylelikle Dallas’in genç ilk besindeki Jamal Mashburn ve Jim Jackson’dan sonraki üçüncü “J” oldu. Mavs sezona çok iyi basladi. Oyuncular kostuklari zaman topun kendilerine geleceklerinden emin olduklari için çok rahat oynuyorlardi, kendilerine olan güvenleri tamdi. Jackson ve Mash’in 50 sayilik maçlari bunun göstergesiydi (JJack @ Denver 26/11/94; Mash @ Chicago 12/11/94). Bu sirada Kidd box score’larda pek dikkat edilmeyen, fakat maçi kazanmak için gereken bir çok sorumlulugu aliyordu. Uzun adamlara ribandlarda yardim ediyor, takimin skorerleri sikistiginda top kullanmaktan çekinmiyor, top çaliyor savunma yapiyor, rakibin yildizini kilitliyordu. Yani, takim kimyasinin en önemli parçasini olusturuyordu. Jason’in ilk senesinde bir sene evvel ligin 13 galibiyet ile son sirasinda bulunan Dallas, bir önceki seneye göre 23 maç daha fazla kazandi (36 G-46 Y) ama Bati’da 10.sirayi alarak playofflarin disinda kaldi. NBA tarihinde o ana kadar hiç bir rookie guard takimina bu kadar katki saglamamisti. Gözden kaçan bir nokta ise bu patlamanin takimin skorerlerinden Jim Jackson’in bilek sakatliginda 31 maç kaçirmasina ragmen gerçeklesmesiydi. Ve sezon sonunda Kidd üstün performansinin karsiligini Grant Hill ile birlikte 11.7 sayi, 7.7 asist, 5.4 ribaund ve 1.91 top çalma ortalamalari ile Rookie of the Year (yilin çaylagi) seçilerek aliyordu. Sezonu top çalma kralliginda 7., asist kralliginda 10.sirada tamamlayan çaylak Kidd, 4 triple-double ile bu kategoride ise ligin zirvesindeydi.
Fakat sonraki sene Dallas ve Kidd için isler istenildigi gibi yürümedi. 3J’nin arasina kara kedi girdi. Bir takim için en büyük problem oyuncular arasindaki çekismedir. Mücadele demiyorum çünkü mücadele hirsi beraberinde getirir ve bu takim basarisina yansir. Fakat çekisme takima ve oyunculara zarar vermekten baska hiç bir ise yaramaz. Mavericks’te ortaya çikan ilk problem Jim ve Jamal arasindaki agiz dalasiydi. Sebebi de pek tabi hücumda alinacak insiyatifti. Hangisinin ilk hangisinin ikinci opsiyon olacagi kafalari karistiran en önemli soruydu. Ikinci fakat en az birincisi kadar önemli olan, Jackson’in topun kontrolünü istemesiydi. Bu Kidd’in rolünü kisitliyordu. Takimda veteran bir lider, tecrübesiyle olaya agirligini koyacak biri olmamasi bu tartismayi uzattikça uzatti. Sonunda Kidd ortami yumusatmaya yönelik bir kaç demeç verdi fakat söyledigi seyler yanlis anlasildi ve baglar tamamiyle koptu. Mavs 26-56’lik dereceyle ligin en altlarina demir atmisti. Kidd bütün bu olanlara ragmen 82 maçta forma giymis ve istatistiklerini 16.6 sayi, 9.7 asist (lig 2.si), 6.8 ribaund ve 2.16 top çalma (lig 4.sü) ile dise dokunur derecede gelistirmisti. Ayrica 783 asist ve 553 ribaund rakamlarina ulasarak 1990-91 sezonunda (Magic Johnson) sonra 700 asist, 500 ribaund rakamlarini geçen ilk oyuncu olmustu. Regular sezonda 9 triple-double ile, Grant Hill’in ardindan (10 triple-double) 2.sirada yer bulurken, 30 Ocak’ta Clippers karsisinda 21 sayi, 16 asist ve 16 ribaund rakamlarina ulasarak, 1989 sezonundan bu yana (Magic Johnson) bir maçta 20 sayi, 15 asist ve 15 ribaund rakamlarini yakalayan ve geçen ilk oyuncu oldu. San Antonio’da düzenlenen All-Star maçina 1 milyonun üzerinde oy alarak seçilirken, Dallas tarihinde All-Star maçina ilk beste baslayan ilk oyuncu olmayi da basardi. (7 sayi, 10 asist, 6 ribaund) Tüm bu kisisel basarilara ragmen, çok yetenekli 3 gençle Dallas’in ligin dibinde olmasi elestirilerin çogalmasina yol açiyordu. Jason’in bunu o zaman anlamasi biraz zordu fakat henüz ikinci senesinde çok önemli bir ders almisti: Kazanmanin önemini. Dallas gibi yetenekli bir takimin bile bir kaç siradan tartisma sonucu ligin dibine batabildigini göz önünde bulundurursak bunu ne kadar önemli oldugunu anlayabiliriz.
DALLAS’DAN PHOENIX’E KISA BIR YOLCULUK
1996-97 sezonunda ilk 22 maçta 9.9 sayi, 9.1 asist ortalamalarini tutturan Kidd, Dallas’taki düsüsü ve bölünmeyi engelleyemeyince, 1996 Christmas’in ertesi günü 26 Aralik 1996’da, Tony Dumas, Loren Meyer ile birlikte, Sam Cassell, A.C. Green, Michael Finley karsiliginda Dallas’tan Phoenix’e takas edildi. Green gidisi ile Suns’in cap space’inde oldukça büyük bir yer açilmisti. Bu boslugun gelecek için yapilacak yatirimlar için yeterli mali kaynagi saglayacagi kesindi. Fakat Jason’in kendine göre problemleri vardi ve bunlarin basinda Mavericks geliyordu. Arkasinda kendi basina kurtarmak istedigi bir takim birakmisti, düzelmesi için çabaladigi bir takim. Fakat Dallas’taki bazi kimseler, Kidd gittikten sonra onun arkasindan konusmus, çamur atmisti. Ve Kidd’in elinden hiç bir sey gelmiyordu. Bu noktada NBA’de henüz üçüncü senesini yasayan Jason yeni bir ders daha ögreniyordu: “Eger kendini savunmak için elinden bir sey gelmiyorsa birak oynadigin oyun senin cevabin olsun”
“Eger kendini savunmak için elinden bir sey gelmiyorsa birak oynadigin oyun senin cevabin olsun”
Jason Kidd, Phoenix formasi altinda çiktigi ilk maçta köprücük kemiginden sakatlanana kadar oynadigi 20 dakikalik bölümde 6 sayi, 9 asist, 7 ribaund ve 3 top çalma gerçeklestirmisti. Ama sakatligi Phoenix formasi giymesini 21 maç erteledi. 21 maç sonunda formasina kavusan Kidd, sezonda sut yüzdesini %38’den %42‘ye, 3lük yüzdesini de %32.3 ten %40.0’a çikartirken, kalan 32 maçta Phoenix’e 23 galibiyet getirerek playoff yarisinda büyük bir ivme kazandirmisti. Sezon sonunda asist kralliginda 4., top çalma kralliginda 5.olan Kidd, Phoenix formasi ile 2 triple-double yapmayi basardi. Ama o sezonki en büyük yenilik Kidd’in kariyerindeki ilk playoff maçina çikmasiydi. Kidd’in gelisi ile regular sezonu sezonunda (Phoenix Suns, Kidd gelmeden önce, 17 galibiyet, 32 maglubiyet ile 11.siradaydi) 40 galibiyet, 42 maglubiyet ile Bati’da 7.sirayi alan Phoenix 1997 NBA Playofflarinda ilk turda Seattle ile eslesti. 3.maçin sonunda seride 2-1 öne geçen Phoenix, evinde oynadigi 4.maçta Kidd’in 23 sayi, 14 asist ve 6 ribaunt’una ragmen salondan 122-115 maglup ayrildi. Seriyi 2-2’ye getiren Seattle son maçta 24 sayilik farkla salondan galip ayrilarak bir üst tura çikan takim oldu. Kidd’in ilk playoff tecrübesi 12.0 sayi, 9.8 asist, 6.0 ribaund ve 2.20 top çalma ortalamalari ile noktalanmisti
ILK ASIST KRALLIGI
1997-98 sezonu Suns için son derece basarili geçiyordu. 82 maçta alinan 56 galibiyet takasin ne kadar yararli oldugunun bir göstergesiydi adeta. Takim içinde skor yükü öyle güzel bölünmüstü ki rotasyondaki 9 oyuncunun 9 veya daha üstü bir ortalamasi vardi. Bu sirada Kidd, Suns takiminin bir üyesi olarak kendini kabul ettirmisti. 21 Subat 1997’de yerel bir televizyonda muhabir olan Joumana Samaha’yla dünya evine giriyordu. (Joumana’nin babasinin Türk, annesinin ise Lübnan’li oldugunu belirteyim) Çift, 12 Ekim 1998’de çocuk sahibi olacakti. Kidd “Phoenix’de basima gelen en iyi iki sey” diye özetliyordu. Fakat playoff’a kaldigi da isin rengi degisti. Cliff Robinson, Penny Hardaway, Antonio McDyess, Tom Gugliotta gibi starlar bulunmasina ragmen PHX playoff ikinci turdan öteye geçemedi. Her sene bir baska sorun çikiyordu. 97’de sorun, dönemin güçlü ekibi Payton, Kemp, Schremph, Hawkins, Mcilvaine‘i kadrosunda bulunduran Seattle’di. 98’de ise senenin flas çaylagi Duncan ve San Antonio’ya boyun egiyorlardi. 1998-99’da lockout nedeniyle 50 maç üzerinden oynanan sezon sonunda Kidd ilk NBA asist kralligina ulasirken, hem ALL-NBA First Team’inde hem de ALL-NBA Defensive Team’inde yer buldu. Fakat playoffta ilk turda Portland tarafindan süpürüldüler. 1999-2000 de Kidd, 2.defa ard arda asist kralligina ulasirken, ALL-NBA First Team’inde ard arda 2.defa üyesi seçiliyordu. Playofflarda önceki sezonun sampiyonu Spurs’u yenip tur atladilar fakat rakip Lakers’ti ve sonuç kaçinilmazdi. Basarili regular sezonlarin ardindan playofflarda bir türlü gelmeyen basari herkesi rahatsiz ediyordu. Bir günah keçisi bulunmaliydi.
OLIMPIK MACERA
Bir yandan Phoenix takiminda bir çok sorun yasayan ve zor günler geçiren Kidd diger yandan 2000 senesinde Sydney olimpiyatlarinda Amerika Birlesik Devletleri’ni temsil edecek kadroda ismi açiklandiginda yasadigi sevinç verdigi demeçlerden anlasiyordu. “Uluslararasi alanda ülkenizi temsil etmekten daha onurlu bir sey düsünemiyorum. Bu benim için büyük bir gurur formayi elimden geldigince iyi tasiyacagim.”
Eleme turlarinda Amerika, Italya, Litvanya, Fransa, Çin ve Yeni Zelanda’nin oldugu A grubundan namaglup bir sekilde çeyrek finallere çikiyor ve Rusya ile eslesiyordu. Maç 85-70 USA lehine bitiyor Kidd, Garnett (16) ve Carter’dan (15) sonra 10 sayiyla takiminin galip gelmesinde önemli rol oynuyordu. Yari finallerde ise 14.700 kisinin izledigi Litvanya karsisinda 6 sayida kaliyordu. Fakat USA maçtan 85-83 galip ayriliyordu. Diger yanda ise Fransa ev sahibi Avustralya’yi 76-52 ile geçerek finalde USA’nin rakibi oluyordu. Final maçinda Fransa’yi 85-75 geçen Amerika sampiyonluga ulasirken Kidd, Carter’in Frederick Weis’in (2.16 m) üstünden bastigi smacin asistini yapiyordu. Kidd, Olimpiyat sonunda altin madalyayla ödüllendirilen takimin gardi olmanin yaninda bir de aldigi kisitli süreye ragmen gümüs karmaya seçilmisti. Tüm turnuva boyunca 6.0 sayi 4.4 asist ile oynamis 5.2 ribaund ile takimda Garnett ve Mourning ten sonra en çok ribaund alan oyuncu olmustu ama NBA’de yeni sezon onun için çok zorlu geçecekti.

UyarıGörmek için lütfen buradan üye olunuz.
Alıntı ile Cevapla
  #19 (permalink)  
Alt 02.09.06, 18:06
PeSSiMiST - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
PeSSiMiSTiC_STyLE
 
Kaydolma: 31.08.06
Erkek - 34
Mesajlar: 1.363
Teşekkürler: 0
Üyeye 9 kez teşekkür edildi
Standart

CELTICS EFSANESİNİN YENİ LİDERİ, PAUL PIERCE
PAUL PIERCE #34

Takımınızda nasıl bir oyuncunun olmasını istersiniz? En başta lider olmalı değil mi? Kritik anlarda sorumluluk alıp, takımını galibiyete taşımalı. Skorda ne kadar geride olursanız olun (10-15 hatta 20 sayı) maçı çevirebilmeli. Ama sahanın diğer alanında da görevden kaçmamalı. Her türlü pis işe katkı sağlamalı. Ayrıca sadece kendisi oynamayıp takım arkadaşlarını da oyuna katıp onları da beslemeli. Eğer takım arkadaşlarından biri günündeyse egosunu ön plana çıkartmayıp sayı atma peşinde olmamalı ve rahatlıkla gününde olan arkadaşına destek vermeli. Saha dışında da örnek bir insan olması çok önemli. Tüm bu özelliklerin buluştuğu bir oyuncu düşleyin. Nerde böyle oyuncu diyorsunuz değil mi? Ama, bu ay sizlere tanıtacağımız oyuncu yukarıda sıraladığımız özelliklerin neredeyse tümüne sahip. En büyük özelliği ise, gününde olduğunda ve gerçekten maça ısındığında ligin en iyi savunma oyuncularını pes ettirtecek ve ligin bir çok sayı makinesine taş çıkartacak performanslar sergilemesi. Evet, işte karşınızda Boston Celtics’i eski ihtişamlı günlerine taşıyacak yeni lideri PAUL PIERCE…

PP34
Paul Pierce 13 Ekim 1977’de Inglewood, California’da doğdu. Lisenin bitimine kadar da annesi ve en yakın sırdaşı Lorraine Hosey ile burada yaşadı. Fleet Center’ın efsanevi parkelerine giden yolda Inglewood’un bu yokuşlu sokaklarında başladı. Şimdiki halinden farklı olarak çocukken hafif tombul ama yine şimdiki gibi müthiş bir şutör olan Pierce, sokak çetelerinden kurtulmak için basketbola yöneldi. Yine aynı dönemde şu anda New Orleans Hornets’da oynayan Baron Davis ile tanıştı. İkili o dönemden beri kanka denilebilecek derecede yakın arkadaş olsalar da bu Pierce’ın Baron’u ilk gördüğünde yaptığı yorumu değiştiremiyor: “Bu adamdan basketbolcu olmaz!!”.
O yaşlarda sıkı bir Lakers taraftarı olan (zaten Lakers’ın eski salonu Great Western Forum da Inglewood’taydı.) Pierce, arkadaşlarıyla maçlara kaçak girermiş. “4-5 arkadaş hepimizin giremeyeceğini bilsekte hep beraber Forum’a giderdik. Ama en az iki kişi mutlaka maça girerdi. Yanda giriş çıkış için bir kapı vardı ve biz de insanların girip çıkmasını bekleyip gizlice içeri akmaya çalışırdık.” Kendisine idol olarak Magic Johnson’ı seçen Paul kendisini devamlı yeni Magic olarak hayal edermiş. Fakat basketbolcu olarak kanıtlaması gereken daha çok şey olduğunun bilinci ile Inglewood Lisesi’ne kayıt olur. Burada kendini yavaş yavaş gösterme şansını bulan Pierce, ikinci senesinde bir maçta iki dakikalık bir periyot içerisinde 20 sayı atmayı başardı. Gelişen vücudu ve takımda üstlendiği lider oyuncu rolüyle takımını bölge şampiyonluğuna taşıdı.
Kansas koçu Roy Williams da Paul’un sahip olduğu potansiyeli gördü ve onu Kansas’a getirmek için büyük çaba harcadı. Pierce’e ikna etmek için Kansas puzzle’ının eksik parçasının olduğu fikrini ona empoze etti ve en sonunda Pierce Kansas’a gitmeye ikna oldu.
Kansas Yılları
Koleje gitmeden önceki yaz, Amerika Olimpik Festival Batı takımında yer alan Pierce, 9.5 sayı, 4.0 ribaund ile gayet başarılı maçlar çıkartı. Kolejdeki ilk senesinde ise 11.9 sayı, 5.3 ribaund ile oynayarak Big Eight ligi Freshman of the Year ödülünü Chauncey Billups ile paylaştı. 1996 yazında Porto Riko’da USA 22 yaş altı takımı ile dünya şampiyonluğunu kazanırken 9.4 sayı, 4.4 ribaund ve 1.6 top çalma ortalamaları ile oynadı. Kolejdeki ikinci sezonunda takımdaki en skorer oyuncu oldu ama Pierce’ın yanı sıra Raef LaFrentz, Scot Pollard ve Jacque Vaughn gibi oyunculara sahip olan ve şampiyonluğun en büyük favorisi olan Kansas, Arizona’ya elenerek Final Four bile göremedi. Pierce ise Big 12 Konferansı turnuvası MVP ödülünü müzesine ekledi. Ayrıca Honorable Mention All-America seçildi. İstatistikleri ise 16.3 sayı, 6.8 ribaund idi. Böyle bir sezon sonrası herkes onun ve LaFrentz’in de drafta gireceğini düşündü ama bu ikili Kansas’a geri döndü. Pierce bunun sebebini kolej hayatının rahatlığı olarak açıkladı: “Faturalarla uğraşmak zorunda değilim, dışarı çıkıp çocukluk yapabilirim. Gençlik çağınızı iyi geçirmeniz çok önemli. Şimdilik spor benim için sadece iş değil.” Üçüncü senesinin sonunda Pierce yine Big12 Konferansı Turnuvası MVP’si oldu. Artık ayrıca bir All-America’ydı. Ancak, takım olarak yine Final Four görememişlerdi. Paul Pierce ise artık NBA draftina girme zamanının geldiğine inanarak erken profesyonel olma kararı aldı. Onun oynadığı sürede Kansas’ın toplam derecesi 98-11’di. Kolejde 3 sene okumasına rağmen Kansas tarihinin en fazla sayı atan 5. (toplam 1768) ve en fazla ribaund alan 12. (toplam 676) oyuncusu oldu. 3 yıllık kolej istatistikleri ise 16.4 sayı, 6.3 ribaund, 2.2 asist, 1.4 top çalmaydı. Pierce’ın kolej kariyerine kolejde koçluğunu yapan Roy Williams’ın sözleriyle son vereyim: “Paul’un çok önemli bir oyuncu olacağı belliydi. Maçın önemi arttıkça, daha iyi oynuyordu. O yönettiğim en iyi skorerdi.”
Pierce’ı çok üzen ve hırslandıran 98 Draftı
1998 NBA Drafti geldiğinde herkes Paul Pierce ilk beş hatta bir çok kesim ilk 3 içerisinde gideceğini öngörüyordu. Potansiyeline, başarılarına ve istatistiklerine bakıldığında çok da doğru bir saptamaydı bu. Ama Pierce 10.sıraya kadar seçilmedi ve bunu gören o zamanki Boston Celtics koçu Rick Pitino hemen Pierce’ı kaptı. Pitino daha sonra bu konuda “Her ne kadar o an bunun bu kadar farkında olmasak da, galiba draft tarihinin en büyük stealine imza attık” diyecekti. Büyük bir hayal kırıklığına uğrayan Pierce ise “Kansas’tan erken ayrıldığımda drafta giren en iyi iki oyuncudan biri olduğumu düşünüyordum. 10.sıraya düştüğümde ise baktım ve draftta benden iyi 9 oyuncu bulmaya imkan yoktu. Bu beni çok yaraladı ve tüm yaz boyu bu takımların hata yaptığını kanıtlamak için çok çalıştım. Her antrenmanda bu 9 takım için 5 yada 10’ar dakika fazladan çalıştım.” Gerçekten de o 9 kişiye baktığımızda hepsinin Pierce’dan iyi olduğunu söylemek çok zor. Belki bir Carter ve Nowitzki bu oyuncular arasında Pierce ile ölçüştürülebilir ama diğer oyuncular asla. (98 Draftında ilk 9 sırada seçilen oyuncular sıralarıyla Micheal Olowokandi, Mike Bibby, Raef LaFrentz, Antawn Jamison, Vince Carter, Robert Traylor, Jason Williams, Larry Hughes ve Dirk Nowitzki. Yorum size ait!)
Bu arada Pierce’ı Boston’ın seçmesi de ayrı bir ironi yarattı. California’da doğmuş ve küçüklüğünden beri sarı-mor renklere gönül vermiş Pierce, bundan sonra Lakers’ın ezeli rakibi Celtics için oynayacaktı. Pierce da durumunun ne kadar zor olduğunu açık yüreklilikle ifade ediyor: “Yetişme dönemimde Celtics’ten nefret ederdim ama şimdi bu takımın kazanması için varımı yoğumu ortaya koyacağım.”
İlk NBA sezonu
O sezon lokavt olduğu için geç başladı. 5 Şubat 1999’daki ilk maçında Toronto Raptors’a karşı 19 sayı, 9 ribaund, 5 asist ve 4 blokla oynadı. NBA’deki ilk ayında ayın çaylağı ödülünü alırken aynı zamanda ilk aya göre 2.73 ortalama ile NBA’in top çalma kralıydı. Sezon içerisinde Indiana Pacers’a karşı 30 sayı, 12 ribaund, 6 asistle oynadı. Bu maçtan 10 gün sonra kazanılan Miami maçında 31 sayı ile kendisi açısından sezonun en yüksek sayısına ulaştı. Ama geçirdiği bilek sakatlığı sezon boyu onu rahatsız etti ve zor günler yaşayan takımında tam kapasiteyle oynayamadı. Fakat sezon sonunda yine de çaylak ilk beşine seçildi. Ama ilk sezon da ona daha zor gelen bir şey vardı: Ard arda alınan mağlubiyetler. Bu konuyu da: “Kolej kariyerim boyunca sadece 11 maç kaybettim ve Celtics’teki daha ilk üç haftamda 9 maçlık bir mağlubiyet rakamına ulaştık!” şeklinde ifade ediyordu.
İlk rekoru ve ölümün kıyısındaki gezintisi!!
İkinci sezonuyla birlikte Paul Pierce da potansiyelini daha iyi sergilemeye başladı. 13 Mart’ta Detroit’e karşı kaybedilen maçta kariyerinin o ana kadarki en yüksek sayısı olan 38 sayıya imza attı. 3 Aralıktaki Miami maçında 9 top çaldı ve bu rakam Celtics tarihinde top çalma kategorisinde Larry Bird’e ait olan rekoru egale ettiğini gösteriyordu. All-Star hafta sonunda Schick Rookie All-Star maçında yer aldı. Takım arkadaşı Antoine Walker ile beraber tarihin en önemli franchise’larından birinin geri dönüşünde temel olacağını gösterdi. Regular sezon sonunda top çalma krallığında da ikinci sırayı aldı.
2000 yazını da sıkı bir şekilde çalışarak geçirdi ama 25 Eylül gecesi olan olay az kalsın hayatının sona ermesine neden oluyordu. O gece eğlenmek için Buzzy Club/Europe’a giden Pierce burada Wlliam Ragland adlı bir adam tarafından bıçaklanmıştı. Dava geçtiğimiz sene içerisinde sonuçlandı ama orada neler olduğu, kavganın nedeni hala bir sır olarak duruyor. Görgü tanıklarına göre Pierce barda bir kadın ile konuşmaya başlıyor. Ragland ona karşı koyuyor ve iddiaya göre kısa bir konuşma sonrası Ragland, Pierce’a saldırıyor. Daha sonra Anthony Hurtson ve Trevor Watson da kavgaya karışıyor. Bu üç kişi de cinayete teşebbüs, saldırma ve tehlikeli silahla yaralamaya teşebbüs ile suçlandılar. 2 sene süren dava sonrası William Ragland cinayete teşebbüsten, Trevor Watson da saldırı ve dövme suçuyla mahkum edildiler. Vücudunun boyun, sırt ve göğüs bölümünden defalarca bıçaklanan ve kafasına şişeyle vurulan Pierce ise geçirdiği birkaç ameliyat sonrası tekrar eskisi gibi sağlığına kavuştu. Fakat ilk anda görülen çok büyük bir olaydı. Takım arkadaşı Tony Battie’nin kardeşi David Battie “Hastane asansöründe ameliyata giderken son söylediği şey ‘Kolumu götürmediler, değil mi?’ idi” diyor. Pierce ise bıçaklanma anını “Kendi kendime umarım ölmem, bundan kurtulmalıyım, yaşamaya devam edecek miyim diye sorup durdum” diye anlatıyor. Fakat ölümle dans ettiği bu üç gün sonunda hastaneden kendi isteğiyle ayrıldı ve basketbol sahasına geri döndü. Şu anda koçu olan, o zamanki asistan coach Jim O’Brien bu konu hakkında “Doktorların Pierce’ın kollarını başının yukarısına kaldırmamasını istediğini hatırlıyorum. Aynı gün Paul şut idmanı yapıyordu” diyor. Ama bu olay Paul’u çok etkilemişti: “Yaşamın ne kadar kısa olduğunu ve ne kadar kolay bitebileceğini fark ettim. Yakınımdaki insanların değerini ve dünyadaki günlerimizin sayılı olduğunu anlamamı sağladı. Şimdi her günün değerini bilerek yaşıyorum.” Gerçekten de ölümün kıyısından dönmüştü Pierce. Ameliyatını yapan Dr.Graham “O gece Tanrı’nın onun yanında olduğunu söylemek hiç de zor değil. ”Vücudunda hala o günden izler taşıması ise Pierce’ın olayı unutmasını engelliyor. “O olayı unutmam imkansız. Vücudumda izleri devamlı görüyorum. Fakat bu artık beni rahatsız etmiyor. Kabuslarıma girmiyor ya da beni sahada rahatsız etmiyor.”
Bu olay sonrası beklenenin aksine Pierce’ın performansında bir düşüş meydana gelmedi. Aksine müthiş bir sezon geçirdi ve inanılmaz bir şekilde 82 maçta da yer aldı. 15 Ocak’ta Minnesota karşısında 42 sayı attı. Mart ayının 13ünde Lakers karşısında ve hemen sonrasındaki maçta Phoenix karşısında 42 sayı atarak iki maç üst üste 40 ve üstü sayı atan sayılı oyuncudan birisi oldu. 22 Martta ise New Jersey’e karşı 44 sayı atarak kariyerinin o ana kadar ki en yüksek skoruna ulaştı. Ve doğal olarak da Mart ayında ayın oyuncusu ödülüne de. Son 15 yılda bu ödülü kazanan ilk Celtics oyuncusuydu. Sene sonu geldiğinde ise toplamda 2071 ile (25.3 ortalama ile NBA 8.si) 2000 sayı barajını geçmiş ve Larry Bird’ten beri bunu başaran ilk Celtics’li olmuştu. Sezon içerisinde 8 kere 40+ sayı atmayı başardı. Fakat aynı sene içerisinde koçları Rick Pitino istifa etti. Pitino’nun dediğine göre ayrılırken Pierce ona sarılıp “seni yarı yolda bıraktığım için üzgünüm demiş”. Ama Pitino’ya göre Pierce, kendisini yarı yolda bırakmayan tek oyuncuydu.
İlk All-Star Maçı ve Playoff Heyecanı
Bir sonraki sene ise yine 82 maçta da yer alan tek Celticsli’ydi. Sezon içerisinde yine New Jersey’e kariyerinin en yüksek sayısı olan 48 sayıyı atmış ve sezon içerisinde de 52 kez takımının en skorer oyuncusu olmayı başarmıştı. İlk kez All-Star’a seçildi ve Doğu takımı adına 19 sayı ile oynayarak Kobe ve T-Mac’in ardından maçın en skorer 3.oyuncusu oldu. Sezonu da toplamda 2144 sayı ile tamamlamış ve toplam sayıda NBA 1.si, ortalamada ise 26.1 ile NBA 3.sü olmuştu. NBA tarihinde bunu başaran ilk Celtics oyuncusuydu. Muhteşem geçen sezon sonunda da 7 sene sonra ilk kez Celtics playoff’a kalmayı başarmıştı. Playofflarda 3 turda da takımın skor lideri oldu. Celtics’in konferans finaline çıkmasını sağladı. İlk turda Philadelphia’ya karşı kazanılan son maçta 10/8 üçlük yüzdesi ile 46 sayıyla oynadı ve Celtics tarihinde bir playoff maçında ulaşılan 5.en yüksek rakama erişti. Konferans yarı finalinde Detroit karşısında 4. maçta 17 ribaund yaptı. Konferans finalinde ise 3.maçta New Jersey’e karşı 26 sayı geriden geldikleri müthiş comeback’te son çeyrekte 19 sayı attı. Ama tüm bu başarılarına ne yazık ki takımın diğer All-Star oyuncusu Antoine Walker destek veremedi ve Boston New Jersey’e elenmekten kurtulamadı.
2002 Dünya Şampiyonası
Yaz döneminde Dünya Şampiyonası’nda mücadele eden USA milli takımında yer alan Pierce, üç maçını kaybederek 6.olan, tarihin en kötü (sözde) Dream Team’in de güzel oyunu ile göze batan ender oyunculardan oldu. 9 maça da ilk 5’te çıkan Pierce, 19.8 sayı ortalaması ile takımının en skorer oyuncusu olurken, 4.6 ribaund, 3.9 asist ortalamaları ile takımının en etkili oyuncusuydu ama bu başarılı oyunu takımının tarihi hezimeti karşısında unutuldu ve göz ardı edildi.
2002-03 NBA Sezonu
Bu sene içerisinde sakatlığı yüzünden üç maç kaçırarak 2 sezondur devam eden maç kaçırmama serisini bitirdi. Fakat yine de müthiş bir sezon geçirdi. Sezon içerisinde New York’a karşı 46 sayı atmayı başardı. Chicago’ya karşı 15 ribaund aldı. 25 Ocak’ta Kansas Üniversitesinde formasının emekliye ayrılması adına yapılan törene katıldı ve bir gün sonra Orlando karşısında 27 sayı, 13 ribaund ve 13 asist ile kariyerindeki ilk triple-double’ı gerçekleştirdi. Bir kez daha All-Star seçildi. Sezon sonunda 2000 sayı barajını ard arda 3.sezonunda geçerek Celtics tarihinde Larry Bird’den sonra bu başarıya ulaşan 2.oyuncu oldu. Ayrıca 7.3 ribaund ve 4.4 asist ortalamaları ile kariyerinin en yüksek rakamlarına ulaştı ve all-around bir oyuncu olduğunu da ispatladı. Fakat beraber takım kaptanlığı yaptığı Antoine Walker sezon içerisindeki kötü ve istikrarsız oyunu onların sezonu istedikleri sırada bitirmelerini engelledi. Yine de saha dezavantajına rağmen takımının Indiana Pacers’ı elemesinde büyük pay sahibi oldu.
Indiana ile oynanan ilk maçın bitimine 6.5 dakika kala, (Celtics 19 sayı ile gerideyken) tam 21 sayı üretmeyi başardı toplamda 40 sayı ile Boston’a 103-100’lük galibiyeti getirdi. Ayrıca bu 21 sayının 12’sini son 1 dakika içinde atarak inanılmaz bir “one man show” sergiledi. Bu maçta 21/21 faul atışı başarısı ile NBA Playofflarında “hiç kaçırmadan en çok faul atışı atma” kategorisinde rekoru eline geçirdiğini de belirtelim. 4.maçta ise 2.yarı 32 sayı üreterek (bir Celtics rekoruna imzasını attı, eski rekor 30 sayı ile John Havlicek ve Larry Bird’e aitti) ilk yarı sonundaki 18 sayılık farkı kapattı ve Boston’a galibiyeti getirdi. Ama yarı finallerde New Jersey karşısında tek başına o yetmedi. Walker’ın rezilleri oynadığı seride Nets, Celtics’i süpürdü.
Celtics Tarihinde Pierce İmzası
Pierce, muhteşem oyun zekasını maçın stresi arttığında ve omzuna yük daha fazla bindiğinde açığa çıkartıyor ve ard arda bulduğu sayılarla durdurulması imkansız bir hücum silahına dönüşüyor. Bunu NBA kariyerinde bir çok maçta gösterdi. Hatta bu başarıları Celtics tarihinde daha şimdiden bir çok rekoru kırmasına yol açtı. Bir yarıda en fazla sayı, hiç kaçırmadan en fazla faul atışı atma, kariyer top çalma ortalaması (1.73 ile Bird’e ait olan Celtics tarihi top çalma ortalamasını kategorisinde şu anda 1.83 ile Pierce ilk sırada), kariyer playoff sayı ortalaması (23.8 ile Bird’e ait olan Celtics tarihi playoff sayı ortalaması kategorisinde şu anda Pierce 25.6 ile ilk sırada) gibi rekorların altında şu anda Paul Pierce imzası var. Hem de 16 NBA Şampiyonluğu ile ligin en fazla şampiyon ve en fazla efsane barındıran takımında. Pierce’ın önündeki bir hedefte 10.000 sayı barajına en kısa sürede ulaşan Celtics oyuncusu olma yolunda. Pierce, şu ana kadar 5 sezonda 364 maçta 8.481 sayıya ulaşmış durumda. Ortalama olarak maç başında 23.3 sayı üretiyor ve son 3 sezondur sayı ortalaması 25’in altına düşmedi. 1.519 sayı attığı taktirde 10.000 sayı barajına ulaşacak. Son 3 sezondaki gibi en az 25.0 sayı ortalaması ile skor üretmeye devam ederse yaklaşık 60-61 maç sonra bu barajı geçecek ve Celtics tarihinde 436 maçla Larry Bird’e ait olan en kısa sürede 10.000 sayı barajına ulaşma başarısını daha da aşağılara çekecek.
‘The Truth’
Saha içinde çok iyi bir oyuncu olmasının yanında saha dışında da pozitif özellikleri olan Paul Pierce kurduğu The Truth isminde vakıfla bir çok çocuğa yardımcı oluyor. İki yıldır Boston’da yıldızların katıldığı bir softball turnuvası düzenleyen Pierce bu sayede yardım derneklerine 100.000 dolar kazandırmayı başardı. Ayrıca Celtics’in kendi sahasında oynadığı her maça 34 (Pierce’ın forma numarası) çocuğu konuk ediyor ve bunu da “Pierce’ın Oyun alanı” diye adlandırıyor.
Pierce için basketbol sadece bir spor değil. Aynı zamanda bir rahatlama aracı. Bunu başından geçen bıçaklanma olayıyla ilgili bir soruya verdiği cevapta “Basketbol benim kafamı negatif şeylere kapatmamı sağlayan bir araç. Bu liseden beri böyle. Ne zaman kötü bir gün geçirsem, salona giderim ve basketbol oynarım.” Yeterince açık bir şekilde belirtiyor.
Liderlik özelliğini ise defalarca sergileme fırsatı buldu: “Eğer biri sahada yanlış bir şey yapıyorsa, o kişinin bunu bilmesini sağlarım. Eğer ben sahada her şeyimi veriyorsam, herkes vermeli.” Sakatlıklarla ve takımını asla yolda bırakmayacağını da geçen sezon playofflardaki Nets serisinde 3.maç öncesi kasığında ve bileğindeki ciddi sakatlıklara rağmen “Ayağım kırılsa bile çıkar oynar, arkadaşlarımı yalnız bırakmam” ve “Nefes alabiliyorsam oynarım” gibi ifadelerle ortaya koymakta. Şampiyonlukla ilgili ise “Ben bir olayın parçası olmak istiyorum. Ben burada sadece oynamak istemiyorum. Esas hedefim şampiyonluklar kazanmak ve bu takımı eski günlerinde yaşadıklarına yeniden taşımak.” şeklinde belirtmekte.
Celtics eski günlerine döner ve tavanda asılı duran şampiyonluk flamalarına yenilerini ekler mi bilinmez ama bilinen bir gerçek var ki eğer böyle bir şey olursa bunun başrolünde Paul Pierce olacak.
UyarıGörmek için lütfen buradan üye olunuz.
Alıntı ile Cevapla
  #20 (permalink)  
Alt 02.09.06, 18:07
PeSSiMiST - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
PeSSiMiSTiC_STyLE
 
Kaydolma: 31.08.06
Erkek - 34
Mesajlar: 1.363
Teşekkürler: 0
Üyeye 9 kez teşekkür edildi
Standart

Carmelo Anthony
29 Mayıs 1984'te Carmelo ve Mary Anthony'nin çocuğu olarak dünyaya geldi. Carmelo adını aldığı babasını 3 yaşında kaybetti. Robert ve Witfort adında iki erkek Michele ve Daphne adında iki kız kardeşi vardı. Abisi Robert'in basket bol oynadığı sokak aralarında basket bola ısındı. Hatta 5 yaşındayken abisi nin maçını daha rahat izlemek için ağaca çıkmaya çalışırken düşüp sağ kaşının üstünü yardı. (Bu iz dikkat ederseniz hala durmaktadır.)Anne Mary ailede evlenme miş tek çocuk olarak Carmelo


kaldığında New York'a göre daha rahat yaşayabilecekleri Baltimore şehrine taşınmaya karar verdi. Baltimore şehrinde uyuşturucular kol geziyordu. Anne Carmelo'nun bu yollara sapmaması için ona basketbolu aşılıyordu. Hatta ceza vermek söz konusu olduğunda bile basketbolu da içine katıyordu. Carmelo da sokakta iyi basketbol oynamaya başlamıştı. Hatta ablası Michelle onun için bir ponpon kız grubu kurup Melo'yu destekliyordu. Annesinin yoğun isteğiyle otobüsle ancak 45 dakikada gidebildiği dini eğitim veren Towson Katolik Lisesine kaydolduğunda takıma kolayca gireceğini düşünmüştü. Ancak kadroya giremeyince evine dönen Carmelo bir sonraki yaz takım arkadaşlarının yanına 16 cm. uzamış olarak döndüğünde oyununu da koçuna inat edercesine bayağı geliştirmişti. Carmelo sokakta oyun kurucu oynuyordu. Burada öğrendiği süper top sürme yeteneğine bir de uzak mesafe şutlarını ekliyordu şimdi. Carmelo nun lisedeki ikinci yılı basketbolunda yükseliş derslerinde düşüş olarak tanımlanabilir kısaca. 14 sayı 5 ribaund 4 asistlik performansı ile takımına eyalet şampiyonasında 3.lüğü getiriyordu. Bir sonraki yaz ise 6 cm. daha uzayarak 2.00 boyuna ulaşan Carmelo hem eski zamanlardan kalan oyun kuruculuk yeteneğiyle hem de yeni yeni geliştirmeye başladığı penetreleri ile de can yakmaya başlamıştı. 3. senesinde ortalamalarını 27.0 sayı 8.0 a çıkartan Carmelo bu sefer eyalet şampiyonasında dördüncülükle yetinmek zorunda kalıyordu. Bunlara rağmen sezon sonunda Baltimore şehri ve eyaleti Yılın Oyuncusu , All Metropolitan Ligi yılın oyuncusu , Baltimore Katolik Liginde yılın oyuncusu seçiliyordu. Ancak derslerindeki başarısızlık ve disiplinsizliği nedeniyle iki kez okuldan uzaklaştırma cezası alıyordu. Annesi ve Carmelo üniversitede okuyabilmesi ve derslerini düzeltebilmesi için başka bir okul seçmeye karar verdi.

Carmelo ülkenin en iyi basketbol programlarından birine sahip olan ve bazı Nba yıldızlarını yetiştirmiş olan (Jerry Stackhouse, Rod Strickland, Ron Mercer) Oak Hill Akademisini seçti. Carmelo o günlerde katıldığı kamplar ile kendini ülkede duyurmaya başlıyordu. Carmelo Oak Hill Lisesinde de eski Lisesinde olduğu gibi başarılı oluyordu. O sene Lisesini 32-1 gibi tek mağlubiyetli bir dereceye ulaştırıyordu. USA Today dergisi tarafından All-America takımına seçilen Carmelo sezonu 22.0 sayı, 7.1 ribaund, 3.0 asist, 1.8 top çalmayla oynadı.

2000-2001 sezonunda gerçekleşen Carmelo-LeBron eşleşmesi o zamanlar da büyük merak uyandırmıştı. LeBron'un takımı (St.Vincent-St.Mary Lisesi) ile Carmelo'nun (Oak Hill Lisesi) takımı arasındaki maç tam bir LeBron-Melo düellosu gibi geçiyordu. Kişisel savaşı LeBron (36 sayı) galibiyeti Carmelo (34 sayı) alıyordu. Bu arada Carmelo üniversiteye gitmeye karar verdi. Herkes ona deli gözüyle bakıyordu. Çünkü eğer drafta liseli olarak girmiş olsa yukarılardan seçilme şansı çok yüksekti.

Carmelo New York'a geri döndü ve Syracuse üniversitesinde okumaya karar verdi. Carmelo ilk maçında ilk sayısını smaçla atıyor toplamda da 27 sayı atıyordu ama takımını yenilgiden kurtaramıyordu. Takımı daha sonra inanılmaz bir çıkış gösterip 24-5 derecesini yakalayınca NCAA turnuvasına katılmaya hak kazanıyordu. Ayrıca Carmelo en yüksek sayı ortalamasını tutturan freshman(üniversitede ilk senesinde okuyan) ünvanını ele geçiriyordu. NCAA turnuvasında takımı imkansızı başararak şampiyon olduğunda ise Carmelo birçok rekoru ele geçirmişti bile...

Draftta Cleveland LeBron'u seçeceğini aylar öncesnden duyurdu. Detroit ise geleceğe yatırım yaparak(!) Melo'yu değil de Darko Miliçiç'i seçti ve Carmelo da Denver'a kaldı.
Carmelo NBA'de ilk maçında 12 sayı ile oynuyordu. Carmelo Anthony 2005-2006 sezonunda NBA'deki 3. sezonunu yaşıyor. Kariyerinde maç başına 20.6 sayıyla oynuyor.
UyarıGörmek için lütfen buradan üye olunuz.
Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Konuya Ait Popüler Kelimeler
1990 nba kel zenci oyuncu





© 2013 KeLBaYKuŞ Forum | AtEsH
Telif Hakları vBulletin v3.8.4 - ©2000-2024 - Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Optimization by vBSEO 3.2.0'e Aittir.
Açılış Tarihi: 29.08.2006