|
Sponsor |
|
||||
YURTTA BARIŞ, CİHANDA BARIŞ
Atatürk bir asker olduğu halde mümkün olduğu kadar savaşın dışında kalmak isterdi. Şu sözlerinin derin anlamı vardır: "Mutlaka şu ve bu sebepler için, milleti savaşa sürüklemek taraftan değilim. Savaş zorunlu ve hayati olmalıdır. Gerçek kanaatim şudur: Milleti savaşa götürünce vicdanımda azap duymamalıyım, öldüreceğiz diyenlere karşı, ölmeyeceğiz diye savaşa girebiliriz. Lakin millet hayatı tehlikeye maruz kalmıyorsa savaş cinayettir". Bu sözler, dahi bir askerin savaşın ne zaman yapılabileceğini gösteren bir ölçüsüdür. Millet hayatı tehlikeye girmedikçe, çıkarılan savaş savaş değil, cinayettir, öyleyse esas barıştır. Savaşın bir millet için ne demek olduğunu ve neler getirdiğini en acı ve açık biçimde gören, yaşayan Atatürk, büyük zaferin kazanılmasından sonra hep barışçı bir siyaset izledi. Yurtta barış, milli birlik ve beraberliğin sonucudur. Vatandaşlar birbirlerini kırmadan, birbirlerinin hak ve özgürlüklerine saygı duyarak yaşamalıdırlar. Bu memlekette esenliği sağlar ve aslında gelişmenin, kalkınmanın ve demokrasinin de en önemli şartlarındandır. Cihanda barış ise, devletlerin aralarındaki çekişmeleri, çeşitli anlaşmazlıkları görüşerek, anlaşarak çözümlemeleridir, insanlık ideali ancak böyle gerçekleşebilir. Devletlerarası savaşlar sadece acı, kan, gözyaşı ve felâketler getirir, kazananlar da pek çok şeylerini yitirmiş olurlar, öyleyse ancak ve ancak son çare olarak savaşa gidilmelidir. Esas olan savaş değil, barıştır. Atatürk Lozan Antlaşmasından sonra pek çok sorunu barış yolu ile çözümlemiştir. "Barış yolunda nereden bir çağrı geliyorsa Türkiye onu can atarak karşıladı ve yardımını esirgemedi" diyen Atatürk'ün bu tutumu, Türkiye'nin dış siyasetinin temel düşüncelerinden biri oldu. |
|
||||
İNKİLAPLARI Siyasal
ANKARA'NIN BAŞKENT OLMASI 27 Aralık 1919'da Temsil Heyeti'nin Ankara'ya gelmesi ile, bu şehir Millî Mücadele'nin karargâhı olmuştu. 23 Nisan 1920'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Ankara'da açılmasıyla yeni Türk devletinin temelleri atıldı. Kurtuluş Savaşı buradan yönetildi. Böylece Ankara, fiilen başkent durumuna geldi. Lozan Barış Antlaşması'nın imzalanmasından sonra. İtilâf Devletleri'nin askerleri İstanbul'dan çekildiler. İstanbul'un işgalden kurtulması ile yeni devletin başkentinin neresi olacağı tartışılmaya başlandı. Bazı kişiler İstanbul'un başkent yapılmasını istiyorlardı. Ancak meclisin Ankara'da açılması, buraya fiilen hükümet merkezi olma niteliği kazandırmıştı. Ayrıca Ankara, Türkiye'nin merkezinde, askerî ve coğrafî özellikleriyle başkent olabilecek konumdaydı. İsmet Paşa (İnönü), bir kanun teklifi hazırlayarak Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı'na sundu. "Türkiye Devleti'nin başkenti Ankara'dır." şeklindeki bir maddelik kanun teklifi kabul edildi (13 Ekim 1923). Kanunun yürürlüğe girmesiyle Ankara yeni Türk devletinin başkenti oldu. |
|
||||
ÇOK PARTİLİ REJİM DENEMELERİ
İnsanların düşüncelerini açıklayabilmeleri ve başkalarının haklarına da saygı göstererek inandıkları gibi yaşamaları, ideal bir toplum düzeninin başlıca şartıdır. Bu ise ancak hür ve demokratik bir sistem içinde gerçekleştirilebilir. Türk milletinin mutluluğunu sağlamayı başlıca amaç edinen Mustafa Kemal, demokrasinin ülkemizde yerleşmesi için çalıştı. Demokrasilerde aynı görüş ve düşüncedeki insanlar, siyasî partiler kurarak yönetimde söz sahibi olmaya çalışırlar. Siyasî partiler demokratik rejimlerin vazgeçilmez unsurlarıdır. Bu konuda da Mustafa Kemal Paşa, milletine önderlik etti. Kendisi bir parti kurup, çok partili siyasî hayata geçişi teşvik etti. Çok partili rejimde hükümeti kuran parti veya partiler, muhalefet partileri tarafından denetlenir. Mustafa Kemal Paşa'nın en büyük arzusu demokrasinin ülkemizde tam olarak yerleşmesi idi. Bu sebeple ülkede çeşitli partilerin kurulmasını istiyordu. |
|
||||
CUMHURİYETİN İLANI
Mustafa Kemal Paşa, daha Erzurum Kongresi sırasında, zaferden sonra hükümet şeklinin cumhuriyet olacağını söylemişti. 23 Nisan 1920'den beri Türkiye'yi idare eden Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, millî egemenlik esasına dayanıyordu. Bu, adı konulmamış bir cumhuriyet yönetimiydi. 20 Ocak 1921 tarihli anayasada "Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir." deniliyordu. Bu, yeni rejimin ilân edilmemiş bir cumhuriyet olduğunu gösteriyordu. Cumhuriyetin ilânının önündeki en büyük engel saltanattı. 1 Kasım 1922'de saltanatın kaldırılmasıyla bu engel aşıldı. Millî Mücadele'nin zaferle sonuçlanmasında tarihî bir görev yapan birinci dönem TBMM üyeleri, yeni seçim kararı alarak dağıldı (l Nisan 1923). Yeni seçimlerin yapılmasından sonra TBMM ikinci dönem çalışmalarına başladı. Yeni kurulan meclis, Lozan Barış Antlaşması'nı onayladı. Böylece millî bağımsızlık tam olarak gerçekleşmiş oldu. 23 Nisan 1920'de Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldığı sırada yeni Türk devletinin adı henüz konulmamıştı. Hükümet, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti adını taşıyor, meclis başkanı hükümet başkanlığı da yapıyordu. Bu sistem içinde devlet başkanlığı boş görünüyordu. Şimdi, yürürlükte olan siyasî rejime uygun devlet şeklini bulmak zorunlu hâle gelmişti. Millî Mücadele Dönemi'ndeki, olağanüstü şartların bir ürünü olan meclis hükümeti sistemi de artık işlemez olmuştu. Bu sistemde, Bakanlar Kurulunun her üyesi için ayrı ayrı oylama yapılırdı. Bu durum ise hükümet kurulmasını zorlaştırıyordu. 25 Ekim 1923'te hükümetin istifasıyla bir bunalım ortaya çıktı. Bu olay Mustafa Kemal Paşaya, cumhuriyeti ilân etmek için beklediği fırsatı verdi. 28 Ekim 1923 akşamına kadar hükümetin kurulamaması üzerine, Mustafa Kemal Paşa, Çankaya Köşkü'nde arkadaşlarına "Yarın cumhuriyeti ilân edeceğiz." diyerek fikrini açıkladı. O gece İsmet Paşa ile birlikte 1921 Anayasası'nın bazı maddelerini değiştiren kanun tasarısını hazırladı. "Türkiye Devleti'nin hükümet şekli cumhuriyettir." hükmünün yer aldığı tasarı üzerinde TBMM'de yapılan konuşmalardan sonra cumhuriyetin ilânı kabul edildi. "Yaşasın cumhuriyet!" sesleri arasında alkışlarla cumhuriyet ilân edildi (29 Ekim 1923). Bundan sonra cumhurbaşkanlığı seçimine geçildi. Yapılan gizli oylamada 158 milletvekilinin tamamının oyunu alan Gazi Mustafa Kemal Paşa, TBMM tarafından yeni Türk devletinin ilk cumhurbaşkanı seçildi. Bunun üzerine kürsüye gelen Mustafa Kemal, yaptığı konuşmasını "Türkiye Cumhuriyeti mesut, başarılı ve muzaffer olacaktır." sözü ile bitirdi. Böylece devletin adı ve rejimiyle ilgili tartışmalara son verildi. Devlet başkanlığı konusu çözüme kavuştu. Hükümetin kurulma şekli yeniden düzenlendi. Buna göre; cumhurbaşkanı başbakanı atayacak, başbakan da bakanlarını seçip cumhurbaşkanının onayına sunacaktı. Bu uygulamayla, meclis hükümeti sistemi yerine parlamenter rejime geçilmiş oldu. İlk hükümeti kurmakla İsmet Paşa görevlendirilmişti. Böylece Türk Milleti'nin tarihinde yeni bir devir açılıyordu. Türk milletinin yapısına en uygun idare şekli olan cumhuriyet rejimine sahip çıkmak ve onu yaşatmak, hepimizin başlıca vatandaşlık görevidir. |
|
||||
HALİFELİĞİN KALDIRILMASI
Hz. Muhammed, hem İslâm dininin peygamberi hem de kurduğu ilk İslâm devletinin devlet başkanı idi. Onun ölümünden sonra yerine geçen devlet başkanlarına halife denmiştir. İlk dört halife, seçimle iş başına geldiler. Emevîler zamanında halifelik babadan oğula geçen bir saltanat hâline geldi. Bu durum Abbasîler zamanında da devam etti. İslâm dünyasında başlangıçta bir tek halife var iken, Abbasîlerin zayıflamasıyla birden fazla halife ortaya çıktı. Abbasîler, Müslümanlar üzerinde egemenliklerini sürdürebilmek için, halifeliğin dinî yönüne ağırlık verdiler. Abbasî Devleti yıkıldıktan sonra Mısır'daki Memlûk Devleti, Abbasî soyundan Ahmed'i halife ilân ederek İslâm dünyasında etkin bir hâle gelmeye çalıştı. Osmanlı Devleti, 1517'de Memlûk Devleti'ne son vererek İslâm dünyasında büyük ölçüde birliği sağladı. Bu tarihten sonra Osmanlı padişahları da halife unvanını kullanmaya başladılar. Özellikle Osmanlı Devleti'nin son zamanlarında bu makama büyük bir önem verildi. Halifeliğin siyasî gücünden faydalanılmak istendi. Buna rağmen devletin yıkılışı önlenemedi. Milliyetçilik ve millî egemenlik fikri üzerine kurulmuş olan yeni Türk devletinin yapısıyla saltanat ve halifeliği bağdaştırmak mümkün değildi. 1 Kasım 1922'de saltanat ve halifelik birbirinden ayrılarak saltanat kaldırıldı ve halifeliğin yetkileri dinî konularla sınırlandırıldı. Vahdettin'in ülkeyi terk etmesinden sonra, Osmanlı sülâlesinden Abdülmecit Efendi, TBMM tarafından halife seçildi. Kendisine sadece Müslümanların halifesi unvanını kullanması bildirildi. Halife olan Abdülmecit Efendi'nin, zamanla hükümetin talimatlarının dışına çıktığı görüldü. Kendisini devlet başkanı gibi görmeye başladı. Bu durum ise yeni rejim için bir huzursuzluk kaynağı oluyordu. Buna karşı derhal tedbir alınması gerekiyordu. Ayrıca Türkiye'de gerçekleştirilmesi düşünülen inkılâpların yapılabilmesi için halifeliğin kaldırılması zorunlu idi. Diğer taraftan Mustafa Kemal Paşa, halifeliğin yabancı güçler tarafından aleyhimize kullanılmasından endişe ediyordu. Bu sebeplerden dolayı, Mustafa Kemal Paşa 1924 yılında halifeliğin kaldırılmasına karar verdi, l Mart 1924 tarihinde yaptığı Türkiye Büyük Millet Meclisini açış konuşmasında, bu düşüncesini açıkladı. 3 Mart 1924'te TBMM'de kabul edilen bir kanunla halifelik kaldırıldı. Halifeliğin kaldırılmasıyla, lâik düzenin kurulması yolunda önemli bir adım atıldı. Aynı zamanda saltanat ve hilâfet yanlılarının dayandığı en önemli güç odağı ortadan kaldırılmış oldu. |
|
||||
TÜRKİYE'NİN YENİDEN İDARİ TEŞKİLÂTLANMASI
Türkiye'nin idarî yapısı, 1921 ve 1924 anayasalarına göre düzenlendi. 1924 Anayasasının 89. ve 105. maddeleri illerin yönetimini kapsıyordu. Ülke; iller, ilçeler, bucaklar ve köyler şeklinde yönetim birimlerine ayrıldı. Bu yönetim bölümlerinin başına merkezden yöneticiler atandı. İller valiler, ilçeler kaymakamlar, bucaklar da bucak müdürleri tarafından yönetilmeye başlandı. Bu yöneticilerin yaptığı bütün işler, hükümetin onayına bağlı idi. Bu yeni düzenleme ile hem inkılâpların ülkenin her yerine yayılması hem de hizmetlerin en iyi bir biçimde götürülmesi amaçlanmıştır. |
|
||||
SALTANATIN KALDIRILMASI
Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılması ile birlikte Türk tarihinde yeni bir dönem başlamıştı. 20 Ocak 1921'de kabul edilmiş olan anayasada, egemenliğin millete ait olduğu belirtilmişti. Ancak bu tarihlerde Kurtuluş Savaşı devam ettiğinden, saltanatın kaldırılması için şartlar uygun değildi. İtilâf Devletleri, Lozan Barış Konferansına, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti ile birlikte İstanbul Hükümeti'ni de davet ettiler. Osmanlı Hükümeti bu daveti kabul etti. Galip devletler bu davranışlarıyla, Türkler arasında ikilik çıkararak, menfaatlerini daha iyi savunacaklarını düşünüyorlardı. Osmanlı Hükümeti'nin konferansa katılma arzusu, millî mücadelenin ruhuna ve anayasaya aykırı idi. Bu durum, Mustafa Kemal Paşa'nın saltanatın kaldırılmasıyla ilgili düşüncelerinin haklılığını bir defa daha ortaya koydu. Aynı zamanda saltanatın kaldırılması için haklı bir gerekçe oldu. Konu, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde tartışıldı. Mustafa Kemal Paşa bir konuşma yapıp, milletin kendi gayretiyle hakimiyeti ele aldığını ve saltanatın kaldırılmasının gerekliliğini belirtti. 1 Kasım 1922'de kabul edilen bir kanunla, halifelik ve saltanat birbirinden ayrılıp, saltanat kaldırıldı. Böylece, Osmanlı Devleti hukukî olarak sona ermiş ve Türk inkılâplarının en önemlilerinden biri gerçekleştirilmiştir. Saltanatın kaldırılması ile, İstanbul'daki Osmanlı Hükümeti istifa etti. Son padişah Vahdettin, 17 Kasım 1922'de İngilizlere sığınıp İstanbul'u terk etti. Bunun üzerine Osmanlı sülâlesinden Abdülmecit Efendi, Büyük Millet Meclisi'nin kararı ile halife seçildi. |
|
||||
KURULAN SİYASİ PARTİLER
Cumhuriyet Halk Fırkası (Partisi) İlk Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, toplumun farklı kesimlerinden ve değişik düşüncelere sahip kimselerden meydana geliyordu, Hepsi Misak-ı Millî amacında birleşmekte idiler. Zamanla mecliste farklı gruplar oluştu [Tesanüt (Dayanışma) Grubu, İstiklâl Grubu, Halk Zümresi ve Islahat (Reform) Grubu gibi]. Bu durum meclis çalışmalarının yavaşlamasına sebep oldu. Mustafa Kemal Paşa ortaya çıkan siyasî anlaşmazlıkları azaltmak ve çeşitli grupları birleştirmek için büyük çabalar gösterdi. Bunda başarılı olamayınca, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu adıyla bir grup kurdu. Bu grup, Misak-ı Millî esasları içinde ülkenin bütünlüğünü ve milletin bağımsızlığını sağlamak için çalışacaktı. Büyük zaferden sonra, Mustafa Kemal Paşa, gazetelere verdiği demeçte Halk Fırkası adıyla bir siyasî parti kuracağını açıkladı. Bu partinin, "tam bağımsızlık" ve "kayıtsız şartsız millet egemenliği" ilkelerine dayanacağını ve bütün milletin partide temsil edileceğini söyledi. 1 Nisan 1923'te Türkiye Büyük Millet Meclisi, seçimlerin yenilenmesine karar verdi. Mustafa Kemal Paşa, mecliste bulunan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu'nun, Halk Fırkası'na dönüşeceğini açıkladı. 9 Eylül 1923'te Halk Fırkası'nın kuruluşu tamamlandı. Genel başkanlığına da Gazi Mustafa Kemal getirildi. Cumhuriyetin ilânından sonra bu parti Cumhuriyet Halk Fırkası adını aldı. Böylece Cumhuriyet Dönemi'nin ilk siyasî partisi kurulmuş oldu. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (İlerici Cumhuriyet Partisi) Demokrasilerde iktidar partisinin icraatını denetleyen muhalefet partileri bulunur. Cumhuriyet Halk Fırkası, Cumhuriyet Dönemi'nin ilk iktidar partisi idi. Cumhuriyet Dönemi'nin ilk muhalefet partisi de Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasıdır. Yapılan inkılâplar konusunda, Mustafa Kemal Paşa ile yakın arkadaşları anlaşmazlığa düştüler. Kurtuluş Savaşı'nın kazanılmasında emeği geçen Cafer Tayyar Paşa, Kâzım Karabekir Paşa gibi komutanlar, inkılâplara olumsuz tepki gösterdiler, inkılâplar için zamanın henüz uygun olmadığını ileri sürerek bir muhalefet grubu oluşturdular. Aynı zamanda milletvekili de olan bu komutanlara, ya ordudaki görevlerini ya da meclisteki görevlerini bırakmaları bildirildi. Böylece büyük hizmetler yapmış olan şerefli Türk Ordusu, politik çekişmelerin dışında tutulmak istendi. Milletvekili olan komutanların çoğu, askerlik görevinden ayrılıp politikaya milletvekili olarak devam ettiler. Bu milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Fırkası'nın meclis üzerinde baskı yaptığını iddia ediyorlardı. Muhalefet olmadan, tek partinin demokrasinin gelişmesini engelleyeceğini söyleyen bu milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Fırkası'ndan ayrılarak Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nı kurdular (17 Kasım 1924). Demokratik düzenin güçlenmesini isteyen Mustafa Kemal Paşa, yeni partinin kuruluşundan memnun oldu. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, millî egemenlik, kişisel özgürlükler ve dinî inançlara saygı ilkelerini benimsemişti. Cumhuriyet rejimine karşı olanlar partiye sızdılar. Halkın dinî duygularını istismar ettiler. Yeni rejime ve inkılâplara cephe aldılar. Hükümetin yaptığı işler eleştirilirken, cumhuriyet rejimi de bazı kötü niyetli kişiler tarafından eleştirilmeye başlandı. Onların bu çalışmaları özellikle cahil halk üzerinde etkisini gösterdi. Bunun sonucu olarak bazı doğu ve güneydoğu illerinde etkili olan bir ayaklanma çıktı. Cumhuriyet yönetimi için ciddî bir tehdit olan bu ayaklanma, sıkı tedbirler alınarak bastırıldı. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası da ayaklanmayla ilgili görülerek hükümet tarafından kapatıldı (3 Haziran 1925). Serbest Cumhuriyet Fırkası (Partisi) Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın kapatılmasından sonra, Cumhuriyet Halk Fırkası, 1930 yılına kadar ülkede tek siyasal parti olarak kaldı. Bu zamana kadar, inkılâpların büyük bir bölümü gerçekleştirildi. Ancak tek parti yönetimi, demokratik bir rejim için uygun değildi. Mecliste hükümetin çalışmaları denetimsiz kalıyordu. 1929 yılında, dünyada ekonomik bir bunalım ortaya çıktı. Türkiye de bu bunalımdan etkilendi. Ekonomik sıkıntıya düşen halkın şikâyetleri arttı. Meclisteki bazı milletvekilleri ülkedeki ekonomik sıkıntıların, hükümetin yanlış politikalarından kaynaklandığını ileri sürmeye başladılar. Atatürk de hükümetin ekonomik politikasından hoşnut değildi. Hükümeti denetleyecek ikinci bir siyasî partinin gerekliliğine inanıyordu. Bu nedenlerden dolayı bir muhalefet partisinin kurulmasına karar verildi. Bu amaçla Mustafa Kemal, çok yakın arkadaşı Fethi Bey (Okyar)'i bir parti kurmakla görevlendirdi. 12 Ağustos 1930'da Serbest Cumhuriyet Fırkası kuruldu. Serbest Cumhuriyet Fırkası, siyasî fikir olarak cumhuriyetçilik, lâiklik ve milliyetçilik ilkelerini, ekonomi alanında ise devletçilik ilkesine karşı liberalizmi savunuyordu. Parti kısa zamanda hızla gelişti. Yapılan yerel seçimlerde yolsuzluk yapıldığı iddia edilip, hükümet ağır şekilde eleştirildi. Hükümet ve inkılâplar aleyhinde gösteriler yapıldı. Bu durum, parti yöneticilerini sıkıntıya sokunca, Serbest Cumhuriyet Fırkası, kurucuları tarafından kapatıldı (17 Kasım 1930). Böylece çok partili siyasî hayata geçmek için yapılan ikinci deneme de başarısızlıkla sonuçlandı. |
|
||||
Eğitim EĞİTİMDE GÖZÖNÜNDE BULUNDURULACAK İLKELER
Türk millî eğitim politikasının başarılı olabilmesi, Türkiye Cumhuriyeti'nin dayandığı temel ilkelerin, eğitim sisteminde başarılı bir şekilde uygulanması ile mümkündür. Bu ilkeler; Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Lâiklik, Devletçilik ve İnkılâpçılıktır. Eğitimin yaygınlaştırılması, bilgisizliğin ortadan kaldırılması, lâik esaslara göre belirlenmesi, Türk eğitim politikasının üzerinde önemle durduğu konulardır. Eğitim politikası, devletimizin dayandığı temel ilkelere uygun olmalıdır. Cumhuriyetçilik ilkesine uygun olarak, cumhuriyetin en iyi yönetim biçimi olduğu öğretilmelidir. Bu sayede demokrasimiz gelişip güçlenecektir. Eğitimde milliyetçilik ilkesi, Türk milletini sevmeyi, millî çıkarlarımızı savunmayı, millî birlik ve beraberliğimizi korumayı Öğretir. Halkçılık ilkesi ile eğitimin yaygınlaştırılması ve fırsat eşitliğinin sağlanması amaçlanır. Lâik eğitimle, din ve vicdan hürriyeti sağlanır. Devletçilik ilkesi, eğitimin devlet kontrolünde olması, planlanması ve denetlenmesini öngörür. Eğitimde uygulanacak inkılâpçılık ilkesi de yeniliklere açık, toplumun ihtiyaçlarına göre gelişen bir eğitim verilmesi demektir. |