Bİlİm Felsefesİ-3 Kuhn Ve Feyerabend
1960'larda hem pozitivizme hem de Popperciliğe çeşitli yönlerden eleştiriler yöneltilmiştir. Eleştirenler arasında başlı başına bir düşünce okulu kurmuş olan kimse yoktur. Ancak bu yönde hayli ilerlemiş olan biri, The Structure of Scientific Revolu tions (Bilimsel Devrimlerin Yapısı) adlı kitabın yazarı Thomas Kuhn'dur. Kuhn ( 1922-) aslında bir bilim tarihçisidir ve bilimin gelişmesinin ne pozitivist ne de Popperci bilim felsefesiyle bağdaşmadığı savını, yaptığı bilim tarihi çalışmalarına dayandırır. Pozitivizmi ve Popperciliği ayrıntılı olarak eleştirmiş değildir, ancak bilimsel gelişmenin izlediği modeli ortaya çıkarmaya çalışmıştır. Paul Feyerabend (1924-), önce koyu bir pozitivist, sonra koyu bir Popperci olmuş; 1960'larda da tüm bu eski görüşlerini terketmiştir. Feyerabend ve Kuhn'un görüşleri, her ne kadar biraz farklı bir terminoloji kullanıyorlarsa da, geniş ölçüde birbirinin aynıdır. Görüşlerini, aynı yıllarda, kısmen işbirliği yaparak geliştirmişlerdir. Aralarındaki en büyük ayrılık, Feyerabend'in pozitivist ve Popperci bilim felsefelerini ayrıntılı olarak eleştirmiş olmasıdır.
PARADİGMALAR
Kuhn'un felsefesindeki en yaygın kavram, “paradigma” kavramıdır. Kuhn'a göre bir paradigmanın başlıca dört kurucu öğesi vardır:
1. İlk öğeye “simgesel genellemeler” ( “symbolic generalization” ) adını verir. Bunlar, doğa yasalarını andıran, ancak bilim adamlarınca tanımlama olarak anlaşılan önermelerden oluşur. Bu önermeler sınamaya tabi tutulmaz. Simgesel bir genelleme yanlışlanamaz. Örneğin Newton'un ikinci yasası (güç - kitle x hız) uzun bir süre güç'ün tanımı olarak; Ohm yasası da (iletkenlik = gerilim/dirençıı iletkenliğin tanımı olarak anlaşılmıştır. Bugün de geçerli olduğuna inanılan bir başka örnek, «hız = mesafe/zaman», önermesidir. (Bu önermenin yanlışlandığı düşünülebilir mi?)
2. İkinci kurucu öğeye Kuhn, metafizik öğe der. Şu tür inanışlardan oluşur: Isı, hareket enerjisidir; algılanabilir olayların nedeni atomlardır, güç alanlarıdır, vb.; bir gazın molekülleri rasgele hareket halinde olan küçük, esnek bilardo topları gibi davranır, vb.
3. Kuhn, üçüncü öğeye “değerler” ( “valuesn ) adını verir. Ancak bunlara “kuramötesi” ( “metateori” ) ölçütler dense daha doğru olur: Zira burada söz konusu olan, niceliksel öndeyiler, niteliksel öndeyilerden daha iyidir, “kuramlar, daha basit ve daha tutarlı olmalıdı” gibi değerlerdir.
4. Dördüncü öğe, “örnekler” ( “exemplars” ) adını alır. Kuhn'a göre kitabının en az anlaşılmış bölümü bu öğeyle ilgili olandır. Kuhn şunu anlatmak ister: Bilim adamları eğitimleri sırasında bir dizi standard problemi çözmeyi ve bir dizi standard deney yapmayı öğrenirler ve böylelikle nesnelerî ve olayları, sözle ifadesi ya da birtakım önermelerle özetlenmesi olanaklı olmayan, ortak bir bakış açısıyla görmeye başlarlar. “Örtük bilgi” ( “tacit knowledge”) edinirler. Bir dizi ortak “örnekler” i benimserler. Doğurduğu kuramsal soruları çözebilmeksizin ya da onu sınayabilmeksizin, bir doğa yasasının ne dediğini anlamak, bir anlamda, olanaklıdır. Ancak bunun için, doğa yasasının ifade edildiği önermenin ötesinde bir şeye gerek vardır. Bu da, “örneklerine ilişkin bilgidir.
NORMAL BİLİM
Kuhn'a göre bilim iki şekilde yapılabilir. Ya bir paradigma veri kabul edilir ve “normal bilim” ( “normal science” ) yapılır; ya da paradigma değiştirilmeye çalışılır ve “devrimci bilim” ( “re- volutionary science”) yapılır. Normal bilim, bilimsellikle ilgili görülen özelliklerin çoğunu gösterirken; devrimci bilim felsefe olma eğilimindedir. Kuhn, normal bilimde üç farklı uğraş görür:
1. Işığın dalgalardan oluştuğunu söyleyen bir paradigma varsa, frekansların ve spektral yoğunlukların belirlenebilmesi gerekir; belirli bir kimya paradigması farklı maddelerin atom ağırlıklarının belirlenebilmesini gerektir, vb. Normal bilimsel çalışmaların bir bölümü, bu ' örneklerde olduğu gibi, paradigmasal özelliklerin belirlenmesi ve bu belirlemelerin giderek daha büyük bir kesinlikle ve giderek daha kapsamlı olarak yapılmasıdır. Bir paradigma olmaksızın, hangi özgülüklerin belirlenmesi gerektiği bilinemez.
2. Tarih çalışmaları, kuramların çoğunun her zaman yanlışlandığını, yani daima kuramda çelişik görülen veriler bulunduğunu göstermiştir. Diğer çalışmalar ise, bu yanlışlamaların aslında yanlışlama olmadığını, aksine kurama ya da paradigmaya uygun olduklarını göstermeye çalışmışlardır. Örneğin, geliştirilmiş bir teleskopla, Kopernik'ia kuramının içerdiği yıldız paralaksının gerçekten var olduğu gösterilebildi. Daha. önceki verilerin yanlış olduğu ortaya çıktı. ~Kuram doğruydu. Bu örnekler çoğaltılabilir. Normal bilimde amaç, doğayla kuramı birbirine uydurmaktır ve bu daima kuramın kurallarına göre olacaktır.
3. Kuhn'un paradigma betimlemesi, deneysel yasalar denilen yasalara yer vermez. Kuhn'a göre, bir kısım mantıkçı pozitivistlerin iddialarının aksine, deneysel yasalar teorilerden önce gelmiş değillerdir. Deneysel yasalar daima belirli bir paradigmadan hareketle belirlenmiştir. Örneğin, Coulomb'un elektriksel çekim yasası gibi bir yasanın belirlenebilmesi için, elektriğin ne olduğunu ve nasıl işlediğini aşağı yukarı anlatân bir paradigmanın bulunması zorunludur. Bu çeşit yasaların belirlenmesi normal bilimin işidir. Normal bilim çalışmalarının son bir yönü (ki, bunu dördüncü bir uğraş olarak belirtmesi gerekirdi) , Kuhn'un, paradigmanın yayılması dediği uğraşıdır. Normal bilim çalışmalarının tümünün bir ölçüde bu yayma etkinliğine girdiği söylenebilir; ancak burada anlatılmak istenen, paradigmanın ,uygulama alanının genişletilmesi çalışmasıdır.
Yukarıda sayılan her üç uğraş da, elbette ki hem kuramsal hem de deneysel çalışmaları kapsar.
Eğer bir paradigma veri kabul edilirse, hem çözümü gereken sorunları tanımlayacak, hem de bunların kabul edilebilir çözümlerinin neler olduğunu belirleyecektir, Biri, bir sorunu çözmede başarısızlığa uğrarsa, bu, paradigmanın bir yana atılacağı anlamına gelmez. Daha yetenekli birinin bu sorunu ileride mutlaka çözeceği söylenir. Kuhn bu durumu şöyle ifade eder: Normal bilim dönemlerinde kuramlar değil, bilim adamları sınanır. Bu dönemlerde bilim adamları bulmaca çözmeye çalışan kimselere benzer. Bulmacanın; sorunu çözmek için gerekli olan, tüm parçacıkları baştan verilmiştir. Bütün iş, parçacıkları doğru yerlerine oturtmaktan ibarettir. Kuhn'a göre her zaman için bir paradigma vardır; ama her zaman normal bilim yapılmaz. İlk üç kurucu öğeden oluşan bir paradigma daima bulunur. Ancak normal bilim için dördüncü öğenin de bulunması gerekir; oysa bazen bu öğe bulunmaz.
DEVRİMCİ BİLİM
Bazen paradigma değişir. Örneğin, Ptolemaios astronomisi- nin yerini Kopernik astronomisi almış; Aristoteles dinamiği yerini Newton dinamiğine, o da yerini görelilik kuramına bırakmıştır. Kunn'un paradigma değişmeleriyle ilgili olarak andığı diğer adlar Benjamin Frankdin, James Clerk Maxwell, A.C. Lavoisier, Charles Lyell ve Charles Darwin'dir. Paradigma değişmesi daima bir grupla bağıntılıdır: Bazen bu grup toplumun tümü olabilir. Kopernik devrimi tüm toplumu etkilemiştir. Öte yanda, optik alanında parçacıklar kuramından dalgalâr teorisine geçiş, her ne kadar sonradan tüm topluma yayılmışsa da, başlangıçta yalnızca küçük bir grubu ilgilendirmiştir. Kuhn yalnızca, bilim adamlarının değişik paradigmaları verilmiş olarak kabul ettiklerini ya da belirli bir dönemde böyle yapmaları, yani paradigmanın doğruluğunu tartışmaktan kaçınmaları gerektiğini savunmakla kalmaz, deneysel yasaları belirleyebilmek ve değişik özgülükleri ölçebilmek için mutlaka bir paradigmanın kabul edilmesinin zorunlu olduğunu söyler. Çünkü tüm deneyler, yardımcı varsayımlar gerektirir (bunlardan hangilerinin kullanılabilir olduğunu paradigma belirler) ve çünkü dilin yapısı öyledir ki, tüm bir dilsel bağlam verilmiş olarak alınmazsa, soyutlanmış bir önermeyi anlama olanağı yoktur. (Kuhn burada Wittgenstein'ın “dil oyunları” tartışmasına atıfta bulunur. Bu durumda paradigma değişmesi Kuhn bakımından sorun yaratır. Sorun, hem paradigmanın neden terkedildiği sorusuyla, hem de yeni paradigmanın nasıl olması gerektiğinin nasıl bildirileceği sorusuyla ilgilidir. Paradigmanın varlığı sınamanın ön- koşuludur. İçerdiği sorunların çözülmesinde başarısızlığa uğranılması anlamında dolaylı sınama dışında, bir paradigmanın doğrudan sınanması olanaksızdır. Her paradigma normal olarak her zaman kendisiyle bağdaşmayan verileri (anomalideri) içerir; 'bu yüzden, tek başına anomalilerin varlığı bir paradigmanın terkedilmesi için yeterli neden olamaz. Kuhn'a göre bir paradigmanın terkedilmesinin normal kuramsal nedeni (elbette ki, sosyolojik ve psikolojik nedenler de gösterilebilir), paradigmanın çözmede başarısızlığa uğradığı sorunların sayısının çok fazlalaşmasıdır. Ancak, buna kalmadan da paradigma değişebilir. Peki, yeni paradigma nereden gelir?
Bir paradigma kendini doğrudan deneylerde belli etmez; kısmen spekülatif bir öğeye dayanır. Birden fazla yeni paradigma ortaya çıkarsa, hangisi seçilir? Kuhn'a göre, önce felsefi bir tartışma yer alır ve sonunda paradigmalardan birinin doğal olduğuna karar kılınır. Dünya, paradigmanın tanımına uymalıdır. Paradigma değişmesi halinde, yeni paradigmanın akılsal (rasyonel) açıdan daha doğru kabul edilmesi değil; daha çok bir inanç değişikliği söz konusudur. Başka türlü olması da zaten olanaksızdır. Bir paradigma, deneyin ve akılsal (rasyonel) tartışmanın en genel öncülüdür, ancak genel öncüller asla kanıtlanamaz.
KURAMSAL ÇOĞULCULUK
Feyerabend, kuramsal çoğulculuğu savunur. Ona göre bilim, iki ilkeye bağlı kadmalıdır: “Çoğalma İlkesi” ( “The prineiple of proliferation” ) ve “İnat İlkesi” (“The principle of tenacityı”)
Birinci ilke şudur: “Genel kabul gören bakış açısı çok iyi kanıtlanmış ve çok yaygın olsa dahi, bununlar bağdaşmayan kuramlar bulmak ve geliştirmek.”
İkinci ilke de şudur: “ [. . . ] bir dizi kuramdan en verimli sonuçlar vaat edeni seçmek ve karşılaştığı güçlükler çok önemli olsa da, bu kurama sıkı sıkıya sarılmak.”
Feyerabend'e göre, aynı anda birbirleriyle çelişen çok sayıda kuram bulunmalı ve bu kuramların savunucuları, bunların doğruluğuna kuvvetle inanmalı ve içerdiği tüm anomalileri ısrarla çözmeye uğraşmalıdır. Feyerabend “kura” kavramını çok geniş bir anlamda kullanır. “Kuramlardan söz ederken, bunlara mitleri, siyasal düşünceleri ve dinsel sistemleri de dahil edeceğim ve bu adı verdiğim bir bakış açısında, varolan tüm nesnelerin en az bir yönüne uygulanabilme niteliğini arayacağım. Genel görelilik kuramı, . bu anlamda bir kuramdır. `Bütün kuzgunlar siyahtır' önermesi ise, bu anlamda bir kuram değildir.»
Feyerabend'in ikinci ilkesi; Kuhn'un normal bilim dediği şeyin özelliklerinden birine, yanlışlayıcı verilerin doğrulayıcı veriler haline getirilebilirliğine dayanır. Feyerabend'e göre, yeni bir kuram,. : eskimiş yardımcı-kuramlarca kuşatılmış olabilir ve bu yüzden yanlış ve saçma görünebilir. Öte yandan yeni ve daha gelişkin yardımcı-kuramlarla desteklenen yeni kuram, ne yanlışlanabilir ve ne de saçma görünür. Kopernik güneş-merkezli kuramını ortaya attığı sırada. Aristoteles'ci dinamik genel kabul görmekteydi ve yeryüzünün kendisi ve güneş çevresinde döndüğü tezini savunmayı olanaksız kılan bir sürü verinin kaynağıydı. Aristoteles dinamiğinin yerine Newton dinamiği konunca tam tersi oldu. O zaman güneş-merkez,li kuramı destekleyen ve yeryüzü-merkezli kuramı yadsıyan veriler ortaya çıktı (örneğin Foucault'nun sarkaç deneyi) . Newton dinamiğinin Kopernik varsayımından 150 yıl sonra ortaya atıldığı düşünülürse, Feyerabend'- in «karşılaşılan güçlükler çok önemli olsa da, kurama sıkı sıkıya sarılmak» ile ne demek istediği anlaşılır. Feyerabend'in birinci ilkesi, Kuhn'un terminolojisiyle, aynı anda çok sayıda paradigma bulunmadı (oysa Kuhn'un yazdıklarından aynı anda tek bir paradigma bulunması gerekeceği anlâmı çıkar) ve dolayısıyla, eski paradigmalar anomali göstermese de, yeni paradigmalar geliştirilmesidir demeye gelir. Feyerabend «Çoğalma İlkesi için iki ayrı gerekçe verir Yeni bir paradigma, eski paradigma için anomali olacak verilerin doğmasına yolaçabilir ve bazen bu anomalilerin eski paradigmayla keşfedilmesi olanaksızdır. Öte y andan, bir paradigmanın kendi dışına çıkarak kullandığı kavram aygıtını tartışma konusu yapması beklenemeyeceğine göre, bunun yapılabilmesi için sürekli olarak yeni ve değişik kavram sistemlerinin geliştirilmesi gerekir. Feyerabend'in söylemek istediği şudur: Paradigma değiştirilmesine yolaçan olay, bir dizi anomaliyle karşılaşılması değil, bir ya da birkaç kişinin ortaya attığı yeni paradigmanın eski paradigmadan daha verimli olduğunun sonunda çoğunluk tarafından anlaşılmasıdır.
POPPER’İN VE POZİTİVİZMİN ELEŞTİRİSİ
Popper'in metodolojisi yukarıdaki görüşlerle bağdaşmaz. Popper 'e göre, bilim adamlarının yanlışlamaya çalışmaları gereken yanlışlanmamış kuramlar vardır. Kuhn ve Feyerabend'e göre ise, (görünürde) yanlışlanmış kuramlar vardır ve bilim adamlarının görevi, bu kuramların gerçekte yanlışlanmamış olduğunu göstermeye çalışmaktır. Onlar, verilerin ya da temel-önermelerin bir kuramı yargılamalarına izin vermezler. Aksine, çoğunlukla teoriden kalkarak verileri tartışma konusu yapmak gerekir. Feyerabend açıkça, eğer bilim adamları 1500'lerden bu yana Popper'in metod kurallarını izlemiş. olsalardı hâlâ Aristoteles fiziğinde kalınırdı, der. Kuhn ve Feyerabend'e bakılırsa, Popper'in kendisi için çıkış-noktası olduğunu söylediği tarihsel deneyi yani güneşin çekim alanının ışık ışınlarını ezip eğmediğini belirlemek için yapılan deneyi bile yanlış anlamış olduğu söylenebilir. Popper'in iddia ettiğinin aksine, ölçümün bilinen sonuçları vermemesi halinde genel görelilik kuramının terkedilecek olduğu görüşü, büyük bir olasılıkla yanlıştır; belki de özellikle Einstein bakımından. Ölçüm sırasında kuramı terketmek istemeyeceklerin kolaylıkla tartışma konusu yapabilecekleri bir- çok yardımcı varsayım kullanılmıştır. Kuhn ve Feyerabend'in pozitivizme ve Popper'e yönelttikleri eleştirilerin büyük bölümü şu görüşlerine dayanır: , Farklı paradigmaları karşılaştırmak olanaksızdır, zira bunlar birbirine çevrilemeyecek kavramları içerirler. Karşılaştırılabilir oldukları yerlerde de tarafsız bir gözlem dili yoktur. Günümüzde filozofların çoğunluğuna göre, bir terimin (kavramın) anlamı, kapsandığı kuramsal bağlama bağlıdır. Dolayısıyla, farklı paradigmaların terimlerinin farklı anlamları vardır. Bundan çıkan sonuç şudur ki, farklı paradigmaların kavramlarının karşılaştırılabilir olup olmadığı sorusu, tarafsız bir gözlem dilinin bulunup bulunmadığı sorusuna bağlıdır. Bu konuda,ki farklı görüşlere burada yer vermeyeceğiz. Ancak , şu kadarını belirtelim ki, tarafsız bir gözlem dilinin varlığına inananlar, algılarımızın kuramlara bağlı bir yönü olduğunu varsayarlar. Kuhn ve Feyerabend'e göre (her ne kadar ikincisi bu konuda biraz müphem ise de), algılarımız kuramlardan öylesine etkilenir ki, bunların tarafsız bir özü yoktur. Farklı kuramlara inananlar farklı şeyler görürler ve bir anlam- da farklı dünyalarda yaşarlar. Eğer bu doğruysa, o zaman hemen hemen bütün kuramlar için deneysel (empirik) destek bulmak mümkündür. Örneğin, Feyerabend'e göre: «Aynı süreç, cinler ve tanrılar hakkında gerçek gözlem bildirimlerinden sorumludur. [...] Beklentiler, hayalder, korkular ve akıl hastalıkları (sesler duymalar, davranışlarına yabancı bir kuvvetin, ikinci bir kişinin hükmettiği duygusuna kapılmalar) da gerisini tamamlar. [...] Cinlerin doğrudan gözlemlenebilir olması gerekirdi. Ve bu gerçekten de olmuştur: Akli dengesini yitirmiş, bunalım geçirmekte olan kadın örneğini düşünün: sesler duymaktadır; düşle gerçeği birbirinden ayıramamaktadır; ve bunlara dayanarak şeytanla cinsel ilişkide bulunduğuna inânır. (Bir zamanlar, düşlerin içeriği kişinin ruhsal durumunun gerçek belirtisi sayılırdı.) Bu kadın hayali bir gebelik geliştirebilir - ve bu durumdaki kadınların hayali gebelikler geliştirdikleri gerçekten görülmüştür. şeytanca bir etkinin varlığına dâha doğrudan bir kanıt bulunabilir mi?> Değişik paradigmaların kavramlarının karşılaştırılamayacağı görüşünün pozitivist ve Popperci bilim felsefesi bakımından başka vargıları (consequence) da vardır. Kuramsal dille tarafsız gözlem dili arasında ayrım yapılamıyorsa, gözdeme dayanmayan öğeleri bilimden arındırmaya çalışmak anlamsızdır. (Aslında Kuhn, belirli bir paradigma içinde; kuramsal terimlerle gözlem terimleri arasında kabaca bir ayrım yapılabileceğini yadsımaz. Örneğin, o'na göre, elektron izleri doğrudan gözlemlenebilir. Ancak bununla elektronların gözlemlenebilir olduğunu savunduğu- nu sanmıyoruz.) Bazı pozitivistler, eski kuramların yeni kuramlardan çıkarılabilirliğini savunmuşlardır. Oysa, kuramlar karşılaştırılması olanaksız kavramlar içeriyorlarsa, buna olanak yoktur. Bir kuramdan ancak o kuramın kendi kavramlarıyla ifade edilen önermeler çıkarılabilir. Popper'in yöntem kurallarının çoğu, farklı kuramların deneysel içeriğinin karşılaştırılabileceğini ( = yanlışlanabilirlik derecesi) varsayar. Değişik kuramların kavramları karşılaştırılamazsa, deneysel içeriğin ölçülmesi olanaksızdır ve dolayısıylâ yöntem kurallarının uygulanabilirliği de kalmaz. Hem Popper, hem de pozitivistler “buluş bağlamı” ile “doğrulama bağlamı” arasında kesin bir ayrım yapmışlar ve yalnızca ikincisiyle ilgilendiklerini öne sürmüşlerdir. Kuhn ve Feyerabend bu ayrımın bilim felsefesi açısından bir işlevi olmadığı görüşündedirler. Bir paradigmanın “keşfi”, yeni bir kavramlar sistemini öğrenme, daha doğrusu kurma, ve aynı zamanda dünyayı yeni bir biçimde görmeye başlama sürecidir. Ancak dünyayı bir paradigma açısından görmek demek, bir ölçüde doğrulamak demektir. Yani bir paradigmanın keşfedilmesi (kurulması) süreci, onun doğrulanması süreciyle kısmen aynı şeydir. Bundan şu sonuç çıkar: Doğrulamanın nasıl olacağına ilişkin bazı kurallar konacak olursa, kuramların nasıl bulunacağına ilişkin kurallar da bir ölçüde konmuş olur. Pratikte bu iki olayı, Popper ve pozitivistlerin yaptığı gibi, birbirinden ayırmak olanaksızdır. Denebilir ki, “buluş bağlam” ve “doğrulama bağlamı” iki ayrı süreç değil,, aynı sürecin iki yüzüdür. İki ayrı paradigmanın kavramlarının karşılaştırılamazlığı, Kuhn'un paradigma değişmesinin bir dinden başka bir dine geçişe benzediği görüşünü vurgular. Farklı paradigmaları savunanlar arasında, ancak kısmî bir haberleşme (communication) olabilir. Birinin dilinin diğerinin dilinde karşılığı yoktur. Biri diğerini anladığını söylüyorsa, bu, onun diğerinin dediklerini kendi diline çevirmesi ve dolayısıyla diğerini (kısmen) yanılış anlaması demektir. Yapılacak şey, diğerinin dilini ya da kuramını iyice öğrenmek, bundan sonra hangi kuramın doğru sayılabileceğine karar vermektir. Ancak, yukarıda da gördüğümüz gibi (Paradigmalar bölümüne bakınız) , Kuhn'a göre kişi dünyayı bir anlamda belirli bir paradigma aracılığıyla görür. Yani her iki dili öğrenmek mümkünse de, yansız bir açı yoktur. Kişi kendini daima bir paradigma içinde bulur. Bir paradigmayı benimseyip, başka bir paradigmanın dilini öğrendiği zaman, durumu İngilizce konuşa- bilen ama Fransızca düşünen kişiyi andırır. Ancak bu dil benzetmesini fazla ileri götürmemek gerekir. Çünkü, hem İngilizce hem de Fransızca konuşmayı ve düşünmeyi öğrenmek mümkündür. Oysa Kuhn'a göre, kişi diğer paradigmanın diliyle konuşmaya, dünyayı onun kavramlarıyla görmeye başlar başlamaz, o paradigmayı kabul etmiş olur. ~Bu, bir din değiştirmeye benzer. Popper'in koyduğu yöntem kuralları genel ve her zaman geçerlidir. Feyerabend ise, genel yöntem kuralları olamayacağını söyler. Bir yöntem kuralı ne denli temel bir kural olarak görülürse görülsün, bu kuralın bir yana bırakılmasını hatta tersinin uygulanmasını zorunlu kılacak durumlar vardır. Feyerabend, özellikle Aristoteles fiziğinden. modern fiziğe geçiş konusunda yazmıştır. Bu yazılarında, modern fiziğin temsilcilerinin birçok ad hoc varsayım kurarak, deneysel olarak belir~enmiş verilere karşı çıktıklarına; Aristoteles'ci varsayımlardan, sezgisel bir an- lamda, daha düşük düzeyde deneysel içeriği olan varsayımlar ortaya atmış olduklarına işaret etmiştir. O'na göre, modern fiziğin kurulabilmesi Popper'in temel yöntem kurallarının uygulan- maması sayesinde mümkün olmuştur.
KUHN VE FEYERABEND’İN PROBLEMLERİ
Kuhn ve Feyerabend pozitivizmin ve Popperciliğin çok ağır ve yer yer yıkıcı bir eleştirisini yapmışlardır. Ancak bu, kendi görüşlerinin sorunsuz olduğu anlamına gelmez. Aslında, onların görüşleri sorunsuz olmaktan çok uzaktır. Kuramlarla gözlemler arasındaki ilişki hakkındaki görüşlerinin ve Kuhn'un, aynı anda iki ayrı paradigmayı tam olarak anlamanın olanaksızlığı görüşünün iyi işlenmiş olduğu söylenemez. Bilimin gelişmesi konusunda söylediklerine içerik kazandırmakta büyük güçlüklerle karşılaşırlar. Kuhn şöyle yazar: “Bulmaca çözmede Newton mekaniğinin Aristoteles mekaniğine göre; Einstein mekaniğinin de Newton mekaniğine göre, daha iyi birer araç olduğundan kuşku duymuyorum. Ama, bu gelişmede tutarlı bir ontolojik (varlıkbilimsel) gelişme çizgisi de göremiyorum.” Paradigmaların bulmaca ya da sorun- çözmede daha iyi ya da daha kötü araçlar olmalarından söz edilip, edilemeyeceği bile kendi başına bir sorundur. Çünkü, iki ayrı paradigmaya ortak bir sorun olabileceği dahi kabul edilmemektedir. En fazla, bir paradigmanın kavramlarıyla betimlenen bir sorunun, başka bir paradigmanın kavramlarıyla betimlenen diğer bir soruna benzediğinden söz edilebileceği savunulmaktadır.
PARADİGMA KAVRAMI VE TOPLUMBİLİMLERİ
Feyerabend'in, genel yöntem kuralları olamayacağı görüşü, bilimin yöntem kurallarıyla belirlenemeyeceği sonucunu verir. O'na göre özgül bir bilimsel yöntem yoktur. “Anarşist bilgi teorisi”ni savunur ve Bakunin'in şu sözlerini aktarır: “Bırakın insanlar kendilerini özgür kılsınlar; o zaman kendi kendilerini eğiteceklerdir” Gerek Kuhn, gerekse Feyerabend bütün örneklerini doğa bilimlerinden alırlar; ancak bu örneklerden, doğa ve toplum bilimleri ilişkisi konusundaki tartışmaya değgin bazı sonuçlar kolayca çıkarılabilir. Kuhn'un paradigmalar üzerine genel görüşlerinin toplum bilimlerine de uygulanabileceği açıktır. Ancak bu görüşler, toplum bilimsel paradigmaların özel anlama yöntemlerini, “Einfühlung” [“Özdeşleyim”] vb., içerip içeremeyeceği konusunda bir şey söylemezler. Feyerabend'in genel yöntem kuralları alamaz görüşü, doğa ve toplum bilimleri ilişkisi tartışması açısından daha anlamlıdır. Bu görüşten, tüm tartışmanın yanlış öncüllerle yürütüldüğü sonucu çıkar. Önce doğabilimsel ( «deney- sel>ı, “hipotetik-dedüktif”, vb.) yöntemin belirlenebileceği kabul edilmiş; sonra bu yöntemin toplum bilimlerince uygulanıp uygulanamayacağı sorusu sorulmuştur: Oysa, Feyerabend'e göre, toplum bilimlerinin bilimselliklerini güven altına almak için ithal edebilecekleri özgül bir metodoloji yoktur.
PARADİGMA KAVRAMI VE İNSAN BİLİMLERİ
Pozitivistler, bilim ile felsefe arasında kesin bir sınır çizilebileceğini .savunurlar. Onlara göre, bilim gözlemlenebilir veriler arasındaki bağlılaşımları belirler; spekülatif felsefe, yalnızca duyguları ifade eder ve gereksizdir. Bilim felsefesi ya da gerçek felsefe ise bilimsel kavramları çözümler. Böylelikle felsefe, kav- ram çözümlemeye indirgenir. Popper'e göre, spekülatif felsefe, gerçek sorunları ele alır ve bilimsel kuramlar için gerekli bir ön- aşamadır; ancak mümkün olan en kısa sürede aşılmalı ve kuramlar yanlışlanabilir, yani bilimsel hale getirilmelidir. Metafizikle bilim arasında kesin bir sınır vardır. Bilim felsefesinin görevi, bilimsel bilgilerin gelişmesini sağlayan genel yöntem kurallarını koymaktır. Kuhn ve Feyerabend'e göre ise, bilim ve felsefe iç içe geçer. Metafizik bir dünya imgesi olmayan bilim olamaz. Ne yan- sız bir gözlem dili, ne de bilimle metafiziği ayıran genel yöntem kuralları vardır. Bu düşünürler bilim felsefesini bilim tarihiyle özdeşleştirme eğilimindedir. Görüldüğü gibi, mantıkçı pozitivistler, Popper ve Kuhn-Feyerabend karşılaştırması şunu ortaya koymaktadır: her bilim felsefesinin bilimin ve felsefenin ne olduğu konusunda belirli bir görüşü vardır; öte yandan bilim ve felsefenin ne olduğu konusunda her görüş belirli bir bilim felsefesini içerir. Kuhn'un paradigmalar görüşünden çıkan bir başka sonuç, felsefeyi bilimlerin anası sayan anlayışın, kısmen de olsa, yanlışlığıdır. Bu anlayışla, felsefeyi bilime bağlayan göbek bağı kesilmiştir. Oysa Kuhn, her bilimsel kuramın, dahil olduğu paradigma tartışma konusu yapıldığında, her zaman için bir ölçüde felsefi savlarla savunulduğu görüşündedir. Kuhn-Feyerabend felsefesinin, felsefe dışındaki diğer insan bilimleri bakımından dolaysız sonuçları olup olmadığını belirlemek güçtür. Ancak, insan bilimlerinin klasik sorunlarından biri olan yorumsama (hermeneutics) Kuhn ve Feyerabend sayesinde bilim felsefesi problemleri arasına girmiştir. Farklı kuramların kavramları karşılaştırılamaz ise, o zaman savunduğumuz kuramın karşıtı olan kuramı anlayıp anlayamadığımız nasıl bilinebilir? Yorumsama yalnızca geçmişteki kuramlarla ilgili bir sorun değildir. Aynı zamanda varolan kuramlar için de geçerlidir. Pozitivistlerin basit ve sorunsuz, `özneler-arası anlam' kavramı kaybolup gitmiştir. Toplum bilimleri bakımından söylenenler insan bilimleri bakımından da yinelenebilir: Genel bir bilimsel metodoloji olamayacağına göre, bir bilimin bilimselliğini başka bir bilimden ithal edilecek yöntem kurallarıyla güven altına almak olanaksızdır.
PARADİGMALAR VE POLİTİKA
Bazı pozitivistler örtük, Popper ise belirtik olarak, bilimsel yaklaşımın politikaya da uygulanmasını savunurlar. Bilim adamları olgulara dayanarak tartışır ve birbirlerini anlamaya çalışırlar. Politikacılar da aynı şeyi yapacak olurlarsa, bütün önemli çelişkiler çözülebilir. Kuhn ve Feyerabend'in görüşlerinden çıkan sonuçlar (Kuhn bunları hiç tartışmamıştır; Feyerabend ise yalnızca ima eder) , pozitivistlerin ve Popper'in bu anlayışlarını da baş- aşağı eder. Kuhn ve Feyerabend'in görüşlerinden şu sonucu çıkarmak olanaklıdır: Politik akılsallık ve bilimsel akılsallık, geçmişte, bugün ve gelecekte hep aynı akılsallıktır. İkisinin ayrı şeyler olduğuna ilişkin inanç, bilimin normal bilimle özdeşleştirilmesinden doğar. Normal bilim yapılan dönemlerde, olguların ya da gözlemlenebilir verilerin ne olduğu konusunda görüş birliği vardır ve yanlış anlamalara yer bırakmaksızın tartışmak olanaklıdır. Oysa, devrimci bilim yapılan dönemlerde, birbirinden bütünüyle farklı paradigmaların savunucuları karşı karşıya gelirler ve o zaman `tipik politik' denilen durumlar ortaya çıkar. Taraflar birbirlerini anlamazılar ve taraflardan biri diğerinin olguları dikkate almadığını öne sürer. Bu durumun tipik olarak görülmesinin nedeni, kökten farklı düşünen tarafların toplumun nasıl işlediğine dair tümüyle farklı paradigmaları olmasıdır. Kuhn ve Feyerabend'in görüşlerinden, “bilimsel akılsallığın” özgürce işlemesine izin verilmeyen tarihin iki ünlü olayını (Galileo ve Lisenk”olaylarını) nasıl değerlendirmek gerekeceği konusunda da bazı sonuçlar çıkar. Pratikte her iki olay da nihaî olarak çözülmüştür: Galileo doğru; Lisenko ise yanlıştı. Sorun, bu olayların teoride de çözülüp çözülmediği, yani hatanın nereden ileri geldiğinin; gelecekte işlenmesini de önleyecek şekilde, belirlenip belirlenmediğidir. Genellikle kabul edilen çözüm, Galileo olayından dinin, Lisenko olayında, da politikanın bilime egemen olduğudur. Yanlışlık, bilimin kendi kendine egemen olmasına izin verilmemiş olmasındadır. Bu çözüm, bilimselliğin ne olduğunun iyice bilindiği varsayımına dayanır. Oysa, Kuhn ve Feyerabend'e göre bilimsellik tam olarak belirlenemez! Kuhn terminolojisiyle bu iki olay şöyle betimlenebilir: Galileo, yöneticilerin Aristoteles fiziğini de içeren, paradigmasıyla bağdaşmayan bir paradigmayı savundu. Lisenko'nun ise hiç geliştirilmemiş olan bir alanda, yönetenlerin paradigmasına (yani, diyalektik materyalizme) diğerlerinden çok daha uygun düşen bir kuramı vardı. Konuya böyle bakılacak olursa, sorun `dine ve politikaya karşı bilim' olmaktan çıkar ve hangi paradigmanın doğru olduğunun nasıl belirleneceği sorunu olur. Bunu belirleyecek basit bir ölçüt de yoktur.
YÖNTEM KURALLARI NEDİR?
Feyerabend genel bilimsel yöntem kuralları olduğunu yadsır; ama bazı `çalışma kuralları' konabileceğini yadsımaz. Ancak, bu çalışma kuralları bilime özgü değildir. Gerek edebiyatta, gerekse poltikada bilime uygulanabilecek yöntemler bulunabilir. Farklı paradigmalarm savunucuları arasında bir kavram karışıklığı vardır; birine göre, diğerinin görüşleri saçmadır. Her taraf kendi görüşlerini doğal ve doğru görürken; diğerinin görüşlerini yalnızca yanlış değil aynı zamanda biraz da çılgınca bulur. Bu durumda, karşıt tarafa savunduğu görüşlerin saçmaladığı nasıl gösterilebilir? Feyerabend'e göre, bu konuda bilim adamlarının tiyatroculardan öğrenecekleri çok şey vardır. Brecht'in “Verf- remdungseffekt”kavramına ve Ionesco'nun hergün yaşanan durumları nasıl saçma haline getirdiğine atıfta bulunur. Ancak kullandığı bu örneklerden hiç birin.? somut bir bilimsel tartışmaya uygulamış değildir. (David Cooper'in Psikiyatri ve Anti-Psikiyatri adlı kitabında Feyerabend'in önerdiği yöntemi uyguladığı söylenebilir: “...Naziler onbinlerce insanı zehirli gazla öldürdüler.
İngiltere'de de onbinlerce insanın beyni ya cerrahi yoldan dumura uğratılmakta ya da elektrik şoklarıyla tahrip edilmektedir.o )
Feyerabend'in politikadan nasıl metodoloji çıkardığı, Lenin'in Ne Yapmalı? adlı kitabından bir parçayı, aşağıdaki gibi yenide yazışında görülmektedir: “Genel olarak tarih ve özel olarak devrimler tarihi, en iyi tarihçilerin ve en iyi metodologların (Lenin'de: en gelişmiş sınıfların en iyi partilerinin, en bilinçli öncülerinin) sandığından çok daha zengin, çok daha değişken ve çok-yanlı, çok. daha canlı ve `kurnaz'dır. [...] Bundan [tarihsel sürecin niteliğinden] iki çok önemli pratik sonuç çıkar: Bilim- sel teorileri değiştirme7c isteyen lcimse (devrimci sınıf), bu görevi yerine getirmek için, yalnızca belirli bir metodolojiyi değil, hiçbir istisna tanımaksızın, bütün metodolojileri ve bunların düşünülebilecek bütün çeşitlerini anlayabilmeli ve uygulayabilmeli (siyasal çalışmanın bütün biçimlerini ve yönlerini iyice öğrenmeli) ve bunların birinden diğerine en çabuk ve en beklenmedik bir şekilde geçebilmeye hazır olmalıdır.”
|