Tekil Mesaj gösterimi
  #124 (permalink)  
Alt 08.09.06, 12:00
kestelli_ceza - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
kestelli_ceza
Profesör Baykuş
 
Kaydolma: 30.08.06
Erkek - 36
Mesajlar: 2.166
Teşekkürler: 1
Üyeye 110 kez teşekkür edildi
Standart Bertrand Russell

(1872-1970) Kasım ayı konuğumuz 20. yüzyılda adından çok söz edilmiş bir filozof: Bertrand Russell . Bir çok felsefeci ana yapıtını tamamlayamadan yaşamı terk etmiştir. Russell’ın böyle bir mazereti yok. 98 yıl yaşadı ve bu uzun yaşamın hakkını da verdi. O yaşamındaki tutumuyla , Sartre gibi, bir felsefecinin aynı zamanda bir eylem adamı olabileceğini gösterdi. Yirminci yüzyılın felaketlerine tanıklık eden Russell, olgun çağında içinde yaşadığı soğuk savaşın silahlanma çılgınlığına da en sert muhalefeti gösteren düşünürlerden biri oldu. Yaşamöyküsüne kısa bir göz atalım birlikte; Russell, aristokrat bir ailenin en küçük oğlu olarak 1872 yılında dünyaya geldi. Doğduktan iki yıl sonra annesini ve iki kız kardeşini difteri hastalığından kaybetti. İki yıl sonra da babasını kaybeden küçük Russel’ı büyükannesi yetiştirdi. 1890 da Cambıidge'te Trinity College'da önce matematik daha sonra da felsefe egitimi gördü. İlk çalışmalarındaki idealizm etkisi vardı., 1898'in sonundan itibaren, dostu G.E. Moore ile birlikte idealizme karşıt bir görüş benimsedi. 1900'de, Paris'te, Italyan matematikçisi Giuseppe Peano, onu, yeni mantığın analitik gücü konusunda ikna etti. Böylece, mantığı geliştirmeye ve matematiği de mantığa indirgemeye çaliştı. Alfred North Whitehead ile birlikte, 1910-1913 arasında, Principia Mathematica 'nın üç cildini yayımladı. Daha sonra biçimsel araştırmalarındaki katılıktan uzaklaşarak, kendini dil ve bilgi felsefesine adadı Birinci Dünya Savaşı sırasında, barış yanlısı tutumu ve savaşa karşı çıkanlarla dayanışma içinde olması yüzünden, 1916'da, Trinity College'daki görevinden uzaklaştırıldı ve 1918'de, altı ay Brixton Hapishanesi'ne kapatıldı. 1927de, Eğitim Üzeri ne'deki ilkelerin pedagojik ve ahlakî sonuçlarını uygulamaya koyduğu bir okul açtı. 1931'de, Lord'lar Kamarası'nda, erkek kardeşi Frank'm yerini aldı.. 1950'de, bütün çalışmaları Nobel Edebiyat Ödülü ile onurlandırıldı Vietnam Savaşı sırasında, Jean Paul Sartre ile birlikte, savaş suçlarını ilan etmeyi üstlenen “Uluslararası Savaş Suçlan Mahkemesini “(Russell Mahkemesi) kurdu. Seksen dokuz yaşında olduğu halde, Parlamento Meydanı'nda nükleer silahlanmaya karşı yapılan bir gösteri sırasında tutuklandı. «Aşk ihtiyacı, bilim susuzluğu ve bütün acı çekenlerin yanında olmak” gibi, üç tutkunun güdümündeki uzun bir ömürden sonra, 2 şubat 1970'te öldü

Yararlanılan Kaynak: Axis. Siyasal etkinlikleri.

İlimden Beklediklerimiz adlı yapıtı 1948'de yayımlandığındı saygıyla karşılanmış ama pek sıcak bir kabul görmemişti. Bunun bir nedeni bilgi kuramı konusunun artık fazla ilgi çekmemesi bir başka nedeni de II. Dünya Savaşı'nın yarattığı ortamdı. Büyük düş kırıklığına uğrayan Russell o sıralar felsefeyi etkileyen linguistik akıma da yakınlik duymuyordu. My Philosophical Development (1959; Felsefi Gelişimim ) adlı kitabıyla birkaç makale yazdıysa da bu dönemde artık felsefeden uluslararası siyasete yöneldi. Özellikle karısından ayrılip ABD'li Edith Finch'le evlendiği 1952 den sonra yerleşik değerlerin savunulduğu çevrelerde saygınliğını yitirmeye buna karşılik bütün dünyada sol çevrelerde ve gençler arasında ünlenmeye başladı. 1954'te BBC'de yayınlanan ünlü "İnsanın Sorumluluğu" adli konuşmasında Bikini Adasındaki hidrojen bombası denemelerini lanetledi. Bunu Nobel Ödüllü bilim adamlarının tepkisini dile getiren Russell- Einstein bildirisi ve her ikisine de başkanlık ettiği Doğu ve Batı dünyasından bilim adamlarının katıldığı I. Pugwash Konferansı (1957) ile 1958'de başlatılan Nükleer Silahsızlanma Kampanyası izledi. 1960'ta ise başkanlıktan ayrılarak kitlesel pasif direniş eylemleri düzenlemeyi amaçlayan daha militan yaklaşımlı 100'ler Komitesi ni oluşturdu. 1961'de kansıyla birlikte önderlik ettiği kitlesel oturma eylemleri yüzünden 2 ay hapis cezasına çarptırıldı ama sağlik nedenleriyle cezası 7 güne indirildi. Russell Küba Bunalimı ve Çin-Hindistan sınır çatışmaları nedeniyle devlet başkanları ve dönemin Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri U Thant nezdinde girişimde bulunabilecek enerji ve kararlıliğı gösterdiği 1962'de 90 yaşındaydı. Warren Raporu'nun yayımlanmasından sonra Kennedy suikastını araştıran komiteye başkanlik etti. Bu arada barışa yönelik çabalarını daha sistemli bir hale getirmek için 1963'te Bertrand Russell Barış Vakfi'nı ve Atlantik Vakfi 'nı kurdu. Daha sonra ABD'nin Vietnam politikasına şiddetle karşı çıktı. Fransız varoluşçu düşünür Jean-Paul Sartre Yugoslav tarihçi Vladimir Dedijer, Polonya asıllı yazar Isaac Deutcsher ve daha başka ünlülerin de katkısıyla Uluslararası Savaş Suçlan Mahkemesi 'ni (Russell Mahkemesi) topladı. Ölümünden önceki üç yıl içinde yayımlanan Otobiyografisi'si (3 cilt) nükteli, içtenlikli, sürükleyici anlatımıyla Russell'ın en güzel yapıtlarından biri oldu.

Kaynak: Ana Britannica

SÖYLEDİKLERİMİZİN ÇÖZÜMLENMESİ

Russell’ın öncelleri, bilgiyi bilgikuramına ait bir mesele olarak görür ve ona sadece bu terimlerle yaklaşırken, Russell, kendisi, Whitehead ve Frege’nin aralarında geliştirdiği mantığın bütün aygıtını somut problemlere uyguladı. Tıpkı önceleri matematikte yapmaya çalıştığı gibi, burada da (bilimsel bilgilerimiz dahil) dış dünya hakkındaki bilgilerimize su sızdırmaz bir mantıksal temel kazandırmaya çalıştı; her iki halde de amaç, insan bilgisine mutlak bir kesinlik kazandırmaktı. Sonunda her iki durumda da başarılı olamadıysa da, bu süreçte büyük işler gerçekleştirdi. Russell’ın programı ve ilk çalışmaları düşünüldüğünde, mantıksal çözümleme tekniklerini sıradan, günlük bilgilerimize uygulaması çok doğaldı. Fakat, çok geçmeden basit gibi görünen önermelerde bile anlam ve hakikat konusunda ciddi güçlüklerle karşılaştı. “İngiliz tahtının varisi dazlaktır” dediğimizde, önermemizin anlamı açık gibi görünmektedir ve bu önermenin doğruluğunu olgulara bakarak belirlemeye kalktığımızda yanlış olduğunu görürüz. Fakat, bu önermede, sadece biçim olarak tamamen aynı görünmesini sağlayacak kadar küçük bir değişiklik yaptığımızı varsayalım: “Fransız tahtının varisi dazlaktır”. Bu önerme doğru mudur, yanlış mıdır? Fransız tahtı diye bir şey yoktur; dolayısıyla tahtın varisi de yoktur. Yani, önermenin göndermede bulunduğu ne bir kimse ne de bir şey vardır. Dolayısıyla, doğru ya da yanlış olduğu, hatta gerçekte herhangi bir şeyi kastettiği nasıl söylenebilir? Russell, şeyler hakkında günlük, sıradan söz ediş tarzımızı bu tür bir mantıksal çözümlemeye tabi tuttuğunda, sorunlarla ve tuzaklarla dolu bir mayın tarlasına düştü. Yukarıdaki örnekte olduğu gibi, iki önermenin tamı tamına aynı dilbilgisi biçimine, ama tamamen farklı iki mantıksal içerime sahip olabileceklerini gösterdi; öyle ki en azından bir durumda söylediğimiz şeylerin dilbilimsel biçimi, gerçekte (son derece problematik olabilecek) gerçek mantıksal doğasını gözlemektedir.

Bryan Magee –Felsefenin Öyküsü

Mantık ve Matematik

Russell 'ın matematik hakkındaki görüşleri mantıkçı ("mantıklaştırıcı') bir çizgi izler. Mantıkçılık matematiğin mantığa indirgenebileceği, bir başka deyişle, matematiğin mantıktan türetilebileceği görüşüdür. Russell , mantıkçı okulun kurucusu Gotlob Frege 'nin 1903 tarihinde ikinci cildi yayımlanan Aritmetiğin Temel Yasaları adli kitabında aritmetiği türetmeye yetkin olarak tanıttığı mantık sisteminin en temel ilksavının tutarsız olduğunu göstermiştir (Kendi kendisinin elemanı olmayan tüm kümelerin elemanı olduğu bir kümenin varliğına izin veren Frege sistemi, böyle bir kümenin ancak ve ancak varolmaması koşulunda varolabileceği çelişkisini banndırmaktaydı; Russell bunu gösterdı) Russell Açmazı] olarak da bilinen Russell'ın bu katkısı Frege'nin mantıkçı sistemini yıksa da kendisinin yeni bir mantıkçılığı savunmasını ve bu alanın en değerli yapıtlarından olan Tbe Principles Mathematics'i (Matematiğin llkeleleri, 1903) yayınlamasını engellememiştir. Ardından Cambridgeli matematikçi ve Eelsefeci A. N. Whitehead ile birlikte kaleme aldıkları Principia Mathematica 'da (1910 1913; 3 cilt) ise Russell ve Whitehead Frege 'nin sisteminin düştüğü çelişkiye düşmeyen bir sistem ortaya koydular. Russell-Whitehead sisteminin kendine özgü sorunları olsa da bu yapıtın matematik Eelsefesi ve matematiğin temelleri gibi çalışma alanlarındaki önemli yeri tartışılmazdır. Russell 'ın felsefesinin tipik özelliği, kendisinin de kurucuları arasında sayıldığı modern biçimsel mantığı hemen her felsefe sorununda bir kılavuz yöntem olarak kutlanmasıdır. 19101arın başlarında felsefi mantık alanında çalışmalar yapan Russell , gündelik dilin birçok kusuru olduğuna, bu kusurların da modem niceleme mantığının ışığı alanda gündelik dil önermelerinin mantıksal biçimlerini inceleyerek giderilebileceğine inanıyordu.

Felsefe Sözlüğü- A.Baki Güçlü; Erkan Uzun; Serkan Uzun; Ü.Hüsrev Yoksal-Bilim ve Sanat Yayınları

MANTIKSAL ÇÖZÜMLEME

1903'teki araştırmalarının ilk hedefi modern mantığı kurmaktı (The Principles of Maıhematics). Dilbilgisini rehber alan Russell , önermenin çözümlenmesi yoluyla mantığın temel kavramlarını ortaya çıkarır. Klasik özne/yüklem eklemlemesi yerine değişkene ve fonksiyona dayalı bir bölümleme getirir. Mesela“Q”sembolü “insandır” anlamına geliyorsa, Qx önerme fonksiyonu şöyle okunacaktır: “x insandır” bu fonksiyonu doğru kılan değerlerin tümü (Sokrates, Platon, Sezar, vb) fonksiyonun belirlediği sınıfı oluşturur. Aynı fonksiyon şeması kolaylıkla bağıntılara da uygulanır: x,y'nin “kardeşidir” F (x,y) formülüyle açıklanır. Burada F - ...'nin kardeşi -iki değişkenli bir fonksiyondur Charles Sanders Peirce ve Emest Schröder 'in çalışmaları yen Russell, Eormel ınantığın hem özgünlüğünü, hem de verimliliğini ortaya koyan bir bağıntılar hesabı geliştirir. Sonuçlardan ilkelere giden ikinci bir analizle önerıe ve fonksiyon hesaplarıni 20 “öncül”e (gerçeklik, içerme, değişken, fonksiyon, belirtme indirger. Felsefenin açıklaması gereken ilk doğruluklar olan ilksel önermeler in onlarla kurulduğu bu “ilksel teriınler” yeni mantığın en son temelini oluşturmaktadır. Bu mantıksal ve felsefi çözümleme, ana hatlarıyla, Frege 'nin daha önceki buluşlarıyla birleşyor ve aynı engele çaıpıyordu: paradokslar.

Axis.

Paradokslar

Russell 'in keşfettiği ve onun adıyla anılan ilk paradoks kendi kendisinin üyesi olmayan sınıfların sınıfı paradoksudur. Mesela, («insanlar sınıfı”nın kendisi bir “insan” değildir). Eğer bir sınıf, kendi kendisinin üyesiyse, onu nitelendiren özelliğe sahiptir,dolayısıyla da, kendi kendisinin üyesi değildir. Eger, kendi kendisinin üyesi değilse, onu nitelendiren özelliğe sahip değildir. Dolayısıyla, kendi kendisinin üyesidir. Her iki durumda da bir çelişki söz konusudur. Aynı model üstüne “yalan söylüyorum” Giritli Epimenides'inki gibi paradokslar kurulabilir. Bu paradokslar, doğrudan doğruya mantık ilkelerini tartışmaya açıyordu. Artık, mantık sağlam bir temel oluşturamaz gibi göründüğünden, “matematikte temeller bunalımı” olarak adlandırılan durum ortaya çıkmış oluyordu. Russell, 1908'de, paradoksların, bir bütünün kendi kendisinin üyesi olarak kabul edilmesiyle ortaya çıkan bir kısır döngüden kaynaklandığını keşfetti. Bundan kaçınabilmek için, “hiçbir bütünlüğün o bütünün terimleriyle tanımlanabilir üyeler olamayacağını ileri süren kısır döngü ilkesi'ne uymak yeterliydi”. bu da, bir bütünlüğün öğelerinin, bu bütünlüğe öncelik kendi kendileri tarafından belirlenmesini gerekli kılıyordu. Rusell'in tipler kuramı , bu sorunun çözümüne yöneliktir. Buna göre, birbirlerini karşılıklı olarak dışlayan sınıfların (bireyler sınıfı, bireylerin sınıflarının sınıfı, bireylerin sınıflarının sınıfının sınıfı vb), yüklemlerin (bireylerin yüklemleri, bireylerin ; bireylerin yüklemlerinin yüklemleri, vb) ve önermelerin tiplerinin hiyerarşisiyle açıklanabilir. Rııssell paradoksu (bütün kümelerin kümesinin paradoksu), bir sınıfın kendi kendisinin üyesi olup olmadığı sorusu bütün anlamını kaybettiğinden, ortadan kalkmış olmaktadır. Hiçbir yüklem kendi kendisine yüklemlenemeyeceğinden yüklem paradoksu için de, aynı şey söz konusudur. Yalancı paradoksuna gelince, “yalan söylüyorum” önermesi, kendisine uygulanamayacağı için, o da aynı şekilde çözülür. Ancak, bu aşamada ortaya yeni bir güçlük çıkar: anlamlılık:Her tamdeyim kendi anlamlılığını oluşturan bir tiple tanımlanır. Mesela, “x uzundur L(x}” fonksiyonu, fonksiyon değerleri bakımından değil, sadece birey değerleri bakımından anlam taşır. Anlamlı düzgün tamdeyimler le-L(x) anlam taşımayan tamdeyimler -L arasında felsefi açıdan verimli bir ayrıma (daha sonra, Rudolf Carnap] tarafından ele alinacaktır) gidilmesi ve Wittgenstein tarafından reddedilecek olan farkli dil düzeylerinin kabulünün, Polonyalı mantıkçılar Lesniewski ve Tarski tarafından her sağlam anlambilimin koşulu olarak yeniden onaylanması buradan kaynaklanır.

Axis

MANTIK, DIL VE MATEMATIK

Tipler kuramının getirdiği tamamen sözdizimsel zorluklar anlam sorununu ortadan kaldırmıyordu. Önceden, mantık imgelerinin ve bunların biçimlendirdiği dilsel imlerin anlamını sağlamak gerekiyordu. Russell, 1903 'te, önce imlemeye yönelik bir anlam kuramı önerdi: özel isimler şeyleri veya kişileri gösterir («Scott Walter Scott'u gösterir); genel isimler se, önlerinde mantık sözcüklerin yer aldığı nesnelere işaret eder (“insanlar”. ifadesi insanları içine alan sınıfa işaret etmektedir). Bu nedenle, işlemlere cevap veren mantıksal sözcüklerin (“birkaç”, “bir”, “bütün”, dışında, bütün terimlerin gerçek varlıklara dolayli veya doğrudan bir imleme olarak kavranan bir anlamı (ınantık-dilbilgisi paralelliği ilkesi) vardır; çünkü şeyler, kişiler, kavramlar, nesneler var olan veya vardır. Bir Platoncu gerçekçilik de, analizin sağlamlastırılmasıyla yeni mantığın nesnelliğinin güvencesini oluşturuyordu.Bu yüzden, sınıflar ve sayılar gibi mantıksal-matematiksel nesnelerin varliğını kabul etmek gerekiyordu. 1905 'ten itibaren, belirli betimlemeler kuramı , gerçek olmayan bütün varlıklarla ilgili her türlü girişimden uzak durulmasını sağladı. Geleneksel analizde filanca veya falanca türünden deyimler, kurgu'lar (“Minos'un kızı”) veya olanaksızlıklar (“kare çember”) durumlarında uydurma veya hayali veya çelişkili nesnelerin imleme olarak kabülünü gerektiren gerçek özneler olarak alıyordu. Frege 'nin nicelendirme kuramına dayanan Russell , belirli betimlemelerin mantıksal bir çözümlemesini önerdi: belirlenmiş bir bireyi betimleyen ifadeler. Böylelikle, her belirli betimleme, kendi anlamından soyulmuş ve bir değişkenin ve bir yüklemsel öğenin varoluşsal (tikel) nicelendirilmesiyle gerçekleştirilen ve mantıksal olarak, bir imleme öğesine indirgenebilen eksikli bir simge den başka birşey değildir.

MANTIK ve FELSEFÎ BİLGİ

Çözümleme tekniğini modern bir Ockham usturası gibi kullanan (zorunlu olmadıkça varlıkları çoğaltmamak gerekir) Russell , önce, dilbilgisindeki özel isimleri, belirli betimlemelere indirger ve gerçek mantıksal özel isim olarak, sadece “ben” zamiriyle “bu” işaret sıfatım bırakır. Böylece, bilgi, öznelerin duyu verileri yoluyla sahip olduğu doğrudan edinimlerden hareketle, dış dünyanın nesnelerinin mantıksal çıkarsanmasına dayanacaktır. Ama, Russell, 1918'de, «ben» in mantıksal özel isim değerini yadsır ve özneyi «bir dizi deneyime indirger. Ertesi yıl, ne zihinsel, ne de maddî olan ilk verilerden hareketle, nedensellik yasalarından yararlanarak fiziksel nesneleri oluşturmak mümkün olduğu gibi, psikolojik kuralları kullanarak tinsel olayların da mantıksal olarak kurulabileceğini öne süren William James 'in nötr monizm ini benimser (Analysis of Mind, Analysis o f Matter). Kesin kanıtlanamayan çıkarımlar, yani, ampirik genellemelerle ilgili son araştırmalarında, Russell , tümevarımı ortaya koymak için beş temel postulat kabul etme zorunluluğunu getiriyordu. Kanıtlanamayan çıkarımlara yön veren mantık ilkelerine eklenen bu postulatlar, deneyciliğin sınırlarını gösteriyorlardı (Human Knowledge). Russell , tezlerini sorgulamaktan hiç kaçınmadı; ama bunlardan felsefî eserlerinin birliğini sağlayanlara her zaman bağlı kaldı. Mantığın ve her türlü bilginin «ilkeleri»ni keşfetmek için, çözümlemeye başvurmaktan hiç vazgeçmedi. Bu çözümlemeci yönelim dışsal bağıntılar ilkesine dayanır. Buna göre, bağıntılar isimlerinden bağımsızdır, dolayısıyla, gerçek bir hesabın konusu olabilirler. Bu, Aristoteles 'ten beri, mantığın özelliği olan ve bütün bağıntıları bir özneye bir sıfat yüklenmesine (lıredicatum iı:est subjecto) indirgeyen “iç bagıntılar öğretisi” ne ters düşmektedir. Leibniz'in monadism'inin olduğu kadar, Hegel veya Bradley ' in monizm'inin de temeli olan bu mantıksal önvarsayım, töz anlayışına dayalı bir metafiziğe ulaşıyordu. Russell , gerçek olanın özerk nesnelerin bağıntısından oluşturulmuş, bağımsız olgulardan meydana geldiği, mantıksal bir atomculuğun savunuculuğunu yaptı. Bu olgular atomik önermelerle ifade edilir. Atomik önermelerden hareketle mantıksal olarak inşa edilebilen bileşik önermelerin doğruluğu, bu atomik önermelerin doğruluğuna bağlıdır (kaplamsallık ilkesi).

Geleceğe Dönük Bazı Tahminler

(...) Günümüzde kültürün eğilimi, sanat ve edebiyattan uzak, bilim doğrultusundadır; böyle sürüp gitmesi de olasıdır. Kuşkusuz, bunun nedeni bilimin yaşantımızda çok büyük yararlar sağlamasıdır. Rönesans’tan gelen ve sosyal prestijle desteklenen güçlü bir edebiyat geleneğimiz vardır. Bir “beyefendi” biraz Latince bilmelidir; ancak bir lokomotifin nasıl çalıştığını bilmese de olur. Ne var ki, bu geleneğin sürmesi “beyefendi”yi başkalarından daha az yararlı kılmaktan başka bir işe yaramaz. Sanırım, uzun olmayan bir süre sonra, bilim alanında birşeyler bilmeyen bir kimsenin eğitim görmüş kişi sayılmayacağını varsayabiliriz. Bu olmulu bir şey; ancak bilimin, zaferlerini kültürümüzün başka yönlerden yoksullaşması pahasına kazanıyor olması üzülecek bir şey. Sanat gün geçtikçe daha çok bir zümrenin ya da birkaç zengin sanatseverin işi olmaktadır. Sanat, sıradan insan için, din ve kamu yaşamıyla bağlantılı olduğu zamanlardaki kadar önemli değildir. Daha önce estetik yönden övülmeye değer sayılan duygusal gereksinimler giderek daha önemsizleşen yollarla gideriliyorlar: Günümüzde dans ve dans müziğinin, genelde, daha az uygar olan bir toplumdan ithal edilmiş olan Rus balesi dışında, sanatsal hiçbir değeri yoktur. Sanatın önemini yitirmesi, korkarım kaçınılmazdır ve atalarımızdan daha dikkatli ve faydacıl olan yaşama biçimimizle bağıntılıdır. Bir yüz yıl kadar sonra, az çok eğitim görmüş herkesin bir hayli matematik, biraz biyoloji ve büyük ölçüde de makine yapımı bileceğini tahmin ediyorum. eğitim, bir azınlık dışında, daha çok “dinamik” denilen, yani insanlara duyu ve düşünceden çok, “yapmayı” öğretici türden olacaktır. İnsanlar her işi büyük bir beceriyle yapacaklar, ancak bu işlerin yapmaya değer olup olmadığını rasyonel bir biçimde değerlendirmekten aciz olacaklardır. Belki de resmi bir “düşünürler” tabakası oluşacak; bunlardan birincisi Royal Society’nin, ikincisi de Royal Academy ile Piskoposluk federasyonunun birer uzantısı olacaktır. Düşünürlerce elde edilen sonuçlar devletin malı olacak ve yerine göre, yalnız Milli Savunma’ya, Amiralliğe, y ada Hava Kuvvetleri Bakanlığı’na açıklanacaktır. Eğer düşman ülkelerde hastalık yayma işi zamanla görevleri arasına alınırsa, belki Sağlık Bakanlığı da bu araya girebilir. Resmi duygucular okullarda, tiyatrolarda, kiliselerde hangi duyguların yayınlanacağını saptayacaklar, ama bu duyguların nasıl yaratılacağını keşfetmek resmi düşünürlerin işi olacaktır. Okul çocuklarının haylazlıkları göz önüne alınırsa, resmi duygucuların kararlarının devlet sırrı olarak nitelendirilmesinin yerinde olacağı düşünülebilir. Bununla birlikte, bir Kıdemli Sansürcüler Komitesi’nce onaylanan resimlerin sergilenmesine ve vaazlar verilmesine izin verilecektir. Radyo yayınları da günlük gazeteleri herhalde silip süpürür. Azınlık görüşlerini dile getirmek için bir iki haftalık dergi başını kurtarabilir. Okuma ise, yerini gramofona, ya da ondan daha iyi bir icada bırakacağından, nadiren yapılan bir iş olacaktır. Bunun gibi, günlük yaşamda yazma yerine de diktafon kullanılacaktır. Eğer savaşlar ortadan kalkar ve üretim bilimsel olarak düzenlenirse, herkesin rahatça yaşaması için günde dört saatlik çalışmanın yeterli olması olasıdır. Bu süre kadar çalışan boş zamanın keyfinin çıkarmak mı, yoksa daha çok çalışıp lüks şeylerin keyfinin çıkarmak mı sorusu tartışmaya açıktır. Çocuklar için endişeye gerek yoktur; devlet onlara bakar. Hastalık çok seyrek görülecektir; gençleştirme yoluyla yaşlılık ölümden kısa bir süre öncesine kadar ertelenebilecektir. Dünya bir hedonist cenneti olacak ve de hemen herkes bu yaşamı dayanılmaz ölçüde can sıkıcı bulacaktır. Böyle bir dünyada yıkıcı dürtülerin karşı konulmaz olabileceğinden korkulur. R.L.Stevenson’un İntihar Kulübü burada yaşama geçebilir; sanatsal cinayetlerle uğraşan gizli dernekler de kurulabilir. Geçmişte yaşam tehlikeli olduğu için ciddiye alınmış, ciddi olduğu için de ilginç olmuştur. Eğer insan doğası değişmezse, tehlike olmayınca hayatın tadı kalmayacak ve biraz heyecan bulmak umuduyla insanlar her türlü aşağılık kötülüklere başvuracaklardır. Bu ikilem kaçınılmaz mıdır? Yaşamın sıkıntılı yönleri, onun en iyi yönleri için gerekli midir? Sanmıyorum. Eğer insan doğası, cahil insanların hala sandığı gibi, değiştirilemez ise durum gerçekten umutsuzdur. Psikologlar ve fizyologlar sayesinde artık biliyoruz ki “ insan doğası” denilen şeyin en çok onda biri doğadan gelmekte, geri kalan onda dokuz ise sonradan oluşmaktadır. İnsan doğası dediğimiz şey, erken eğitimde yapılacak değişikliklerle hemen tümüyle değiştirilebilir. Bu değişiklikler, eğer düşünce ve enerji bu alana yönelirse, en ufak bir tehlikeye yol açmadan ve yaşamın ciddiyetini yeterince koruyacak şekilde gerçekleştirilebilir. Bunun için iki şey gereklidir: Çocuklarda yapıcı dürtüleri geliştirmek ve bunların yetişkinlikte de devamı için olanakları sağlamak. Şimdiye kadar, yaşamda önemli sayılan şeylerin en büyük bölümünü savunma ve saldırı oluşturmuştur. Kendimizi açlığa, çocuklarımızı dünyanın ilgisizliğine, ülkemizi ulusal düşmanlara karşı savunuruz; tehlikeli ve düşman olduğunu sandığımız kimselere de sözle, ya da fiziksel olarak saldırırız. Ancak, aynı ölçüde güçlü olan başka duygu kaynakları da vardır. Estetik yaratıcılık ya da bilimsel keşif duygular, en tutkulu aşk kadar güçlü ve yoğun olabilirler. Aşkın kendisi ise bağlayıcı ve baskıcı olmasına karşın, yaratıcı da olabilir. Doğru eğitim verildiğinde insanların büyük çoğunluğu mutluluğu yapıcı faaliyetlerde bulabilirler; yeter ki elverişli olanaklar olsun. Bu bizi ikinci gereksinimimize getiriyor. Yalnız üst makamların emrettiği yararlı işlere değil, yapıcı atılımlara da fırsat verilmelidir. Entelektüel ve sanatsal yaratıcılığa, insan yaşamını iyileştirmek için ileri sürülen düşüncelere, yapıcı türden insan ilişkilerine hiçbir engel bulunmamalıdır. Eğer bunların hepsi varsa ve eğitim de isabetli türden ise; gereksinim duyanlar için ve hareketli bir yaşam tarzına yine de yer vardır. Bu durumda ve ancak bu durumda yaşamın belli başlı kötülüklerini ortadan kaldırmak için örgütlenmiş toplum kalıcı olabilir; çünkü daha enerjik olan bireyleri içinde doyum olanağı sağlanmıştır.(...)
Alıntı ile Cevapla