DENVER‘İN HAYDUTU’ KENYON MARTIN
“The Thug” # 6
Kenyon Martin, hem savaşçı hem de yetenekli savunmacıların en son örneği. Yaptığı Her blok veya smaç sanki bir sanat eseriymiş gibi kendisine özgü bir güzellik taşımakta. Ve konu savunma olunca Kobe Bryant’tan Shaq’e, Paul Pierce’tan Jermaine O’Neil’a kadar bir çok oyuncu onun ilgi alanının içine girmekte
Reenkarnasyon; Uzak Doğu inanışlarına -özellikle de Budizm’e- göre değişik bedenlerde ve belli aralıklarla ruhun tekrar tekrar ortaya çıkma haline reenkarnasyon yani yeniden doğuş denilmektedir. Brad Pitt’in “7 Years in Tibet” filmini seyreden okurlarımız (çoğunlukla da bayanlar) hatırlayacaktır. Pitt’in eğitmenliğini yaptığı küçük çocuk, aslında Budist inancına göre Tibet’in ruhani lideri Dalai Lama’nın ruhunun yeniden doğuşu olduğuna inanılarak Tibetli keşişler tarafından fakir ailesinin yanından alınıp dini liderliğe hazırlanır. (ki her Dalai Lama öldükten sonra da Tibetli keşişler yollara düşerek yeni Dalai Lama’yı aramaya koyulur, seri de 13. Dalai Lama, 14. Dalai Lama diye uzayıp gider...) Bir an için böyle bir durumun gerçek olabileceğini varsaysak ve bunu NBA’e taşısak eğlenceli olmaz mıydı ne dersiniz?! Mesela şampiyon “Bad Boys”un (Detroit Pistons) önemli oyuncularından Bill Laimbeer’i seyretmiş olanlar hatırlar, sahada rakibini durdurmak için denemeyeceği yol, yapmayacağı pislik yoktur. Her türlü çılgınlığa ve kavgaya her an için hazırdır ve ne olursa olsun savunduğu adama sayı attırmamak, ona maçı zehir etmek birinci önceliğidir. Bu tür bir özelliğin diğer bir oyuncuya da geçtiğini varsaysaydık herhalde ilk önceliğimiz takım arkadaşı Dennis Rodman olurdu. Peki NBA’in gelmiş geçmiş en vahşi ve çılgın oyuncularından olan Rodman’dan sonra kim gelebilirdi? Vukuatlarıyla NBA diskalifiye rekorunu kırmaya çalışan Rasheed Wallace fena bir tercih olmazdı herhelde, ne dersiniz? Bence halkaya eklenene bilecek son zincire de New Jersey Nets’in yarı psikopat yıldızı Kenyon Martin gerçekten çok yakışırdı. Bu para-psikolojik kurgumuzu bir kenara koyduğumuzda, şu an ligde oynayan oyunculardan çok azı draft edildikten bu kadar kısa bir süre sonra hem defansta hem de ofansta Kenyon Martin kadar takımına yardımcı olmuştur. Üstelik Martin, bu oyunu hem severek hem de yürekten oynayan bir oyuncu. Onun basketbola karşı olan tutkusunu her bir ribaund mücadelesinde, yaptığı her bloktan ya da smaçtan sonra gözlerinden anlayabilirsiniz. Şu an ligdeki yıldızlardan kaçı kırık bir bacakla maça devam etmek ister? Ya da kaçı gözünü hiç sakınmadan ve üç numara oynamasına bakmadan gerekirse Shaq’i savunacağını hatta duruma göre Shaq’i yere indirmekten bile kaçınmayacağını söyler? Kenyon Martin’i farklı kılan, onu diğerlerinden ayıran özellik işte bu. Ah, bir de insanlara savunma yaparken alınlarının ortasına dirsek atmasa!..
“ En basitinden Kenyon’ın ne kadar iyi bir çocuk olduğunu ve önünde çok iyi bir kariyerin kendisini beklediğini biliyorum ama bazı şeyleri değiştirmezse kendisine NBA’de yer yok!!” - DAVID STERN ‘NBA Başkanı’-
Dövücem Dövücem, Dedim Sana!!
Aslında konu hazır New Jersey iken ben de araya üç beş Go-Go bar hikayesi sıkıştırmak ya da anlayamayanlar için Go-Go bar ne demektir açıklamak isterdim (Daha detaylı bilgi için bknz. Pivot Dergisi, sayı 42 - Gökmen Ertem'in New Jersey Macerası) ama şartlar şu an için elvermediğinden biz efkarımızı evde dağıtıyoruz ne yapalım!! Madem Go-Go kelimesini açıklayamadık dilerseniz “Thug” kelimesiyle idare edelim. Sözlük anlamıyla thug; azılı haydut, eşkıya veya gangster demek. Kenyon Martin’e yakıştırılan bu lakap, Martin tarafından şiddetle reddedilse de geçen sezondaki vukuatları sonrası kendisine yapışıp kaldı. Adamımız geçtiğimiz yıl normal sezonda (regular season) 6 kez rakiplerine sportmenlik dışı faul yaptı ki bunların çoğu “öyle böyle değil” şeklinde tanımlayabileceğim cinstendi. Tabii doğal olarak da Kenyon, NBA komitesi tarafından 7 maç artı 347.057$ da para cezasına çarptırıldı ki bu miktar bazı oyuncuların neredeyse yıllık kazancıyla eş değer!!
Kenyon’ın marifetlerine bir göz atarsak en çok akılda kalan kurbanı Orlando Magic’in süper starı Tracey McGrady idi. Kenyon, Maç içinde smaç girişimlerine uyuz olduğu T-Mac’le kapışma ortamını hazırladıktan sonra nihayetinde T-Mac’in suratının ortasına bir “buse” kondurdu ve rahatlamış bir şekilde oyundan diskalifiye edildi. Kenyon Martin’e 15.000$ para ve iki maç oynamama cezasına mal olan bu olaydan sonra Magic’in antrenörü Doc Rivers: “Kenyon pis bir oyuncu değil. Benim inancım bu yönde ama sahada yaptığı şey tam anlamıyla bir pislik idi. NBA de bu tür davranışların yeri yok!!” şeklinde bir açıklamada bulunuyordu. Kenyon’ın bir diğer kurbanı ise Karl Malone amcam oldu. Nets’in Jazz’e kaybettiğinin hemen hemen kesinleştiği maçın son periyodunda bir Utah, fast break’i sırasında top Malone’a geldi, neyse ki adamımız Martin süratle olay mahalline yetişti de dirseğini hiç çekinemeden bir güzel Malone’un ağzının ortasına yapıştırdı!. Maçtan sonra Malone’un da tepkisi Doc Rivers’ınkine benzerdi: “Yorum yapmak istemiyorum ama bu tür davranışlara NBA’de yer yok.”(Keşke Malone zamanında takım arkadaşı John Stockton’ın dirseklerine de benzer bir tepki gösterebilseydi!!)
“Kenyon’ın yapmak istediği tek şey insanların eskisi gibi etrafta dolaşıp bizi rahatlıkla itip kakamayacağını göstermek başka bir şey değil!!..” -Byron Scott-
Kesinlikle Malone ve Rivers’ın konuşmalarında üstüne basarak “NBA’de bu tür şeylere yer olmadığını” vurgulamaları bir tesadüf değildi. İki deneyimli isim NBA’e “Bu adamı hizaya getirin” mesajını gönderiyordu. NBA Başkanı David Stern’in cevabı da gecikmedi. Martin’i her defasında bir sonraki dirseği için büyük bir para ve maç cezası ile tehdit etti. Hatta durum öyle bir raddeye geldi ki televizyonda Stern, Martin’e üstü kapalı da olsa “seni NBA’de oynattırmayız” tehdidinde bulundu: “En basitinden Kenyon’un ne kadar iyi bir çocuk olduğunu ve önünde çok iyi bir kariyerin kendisini beklediğini biliyorum ama bazı şeyleri değiştirmezse kendisine NBA’de yer yok!!” Stern’e ilk tepki Nets’in coach’u Byron Scott’tan geldi: “Kenyon’ın yapmak istediği tek şey insanların eskisi gibi etrafta dolaşıp bizi rahatlıkla itip kakamayacağını göstermek başka bir şey değil!.” Kulağı çekilen Martin ise biraz sakinleşmişti. Örneğin geçtiğimiz yıl konferans finalinin beşinci maçında Boston Celtics’li Walter McCarthy, Martin’e öyle sert bir faul yaptı ki normal şartlar altında Kenyon, Mc Carthy’e tereddüt etmeden saldırırdı. Ama bu kez öyle olmadı. Martin, yumruklarını sıkıp dişlerini biraz gıcırdatmakla yetindi ve gidip uslu uslu faul atışlarını kullandı. Haliyle bu durum medyanın da yoğun dikkatini çekti ve spor sayfalarında: “Martin, rekora gidiyor. Tam 33 maçtır sportmenlik dışı faul yapmadı ve oyundan atılmadı!!” tarzı haberler yer bulmaya başladı. Takım arkadaşı Lucious Harris bir basın toplantısında Kenyon ile ilgili olarak şunları söylüyordu: “Kenyon sanırım gerçekten kendisini kontrol etmeyi öğrenmeye başladı. Onun sertliğine ihtiyacımız var ama bunun için sahada kalması ve anlamsız sportmenlik dışı fauller yapmaması gerekli. Yine de düşündüğümde bu oyunu onun kadar yürekten oynuyorsanız bu tür şeylerin olması da bir bakıma kaçınılmaz.” Martin’in uslanıp uslanmadığı konusundaki açıklamaları ise oldukça ilginçti: “Ben ne nazikleştim ne de kibarlaştım sadece biraz daha aklım başıma geldi. Artık işlerin o noktaya gelmesine izin vermiyorum. Yalnızca oyunumu oymaya çalışıyorum ve bu oyunu pis oynadığımı artık kimse iddia edemez!!” Martin, eğer bu durumu biraz daha erken idrak edebilseydi çaylak sezonunda Mike Miller’a Yılın Çaylağı (Rookie Of The Year) ödülünü büyük bir ihtimalle kaptırmayacaktı. Şimdi dilerseniz Kenyon Martin’in geçmişine ve kariyerine biraz daha yakından göz atalım.
“ Ben pısırık çocukluk günlerimden bu yana çok değiştim. Benimle o zamanlar uğraşan herkese -nazik bir el hareketiyle birlikte- alın bunu diyorum!!” –Kenyon Martin-
Sorunlu Çocukluk Yılları
Kenyon Martin 30 Aralık 1977’de Saginaw Michigan’da Lydia Moore ve Paul Boby’nin çocuğu olarak dünyaya geldi. (İlginç bir rastlantı benim bu yazıyı hazırladığım şu saatlerde takvim 30 Aralık’ı göstermekte.) Kenyon çocukluğunu ise Güney Dallas yakınlarındaki Oak Cliff’de geçirdi. Çoğumuz en azından birkaç kez televizyonda Amerikan gençlik filmlerine rastlamışızdır. Klasikleşen bir biçimde sınıfta 3 tip insan vardır. Birincisi sınıfın herkese sözü geçen, istediği kızla çıkan, ona buna sataşan ve sıklıkla da milleti döven, kabadayı elemanı. İkinci olarak bu elemanın etrafında dolaşan popülerlik budalası tipler ve sınıfın kendi halinde yaşayan normal ahalisi. Son olarak da sınıfın sessiz, sakin, çalışkan ve diğerlerinin bolca sözlü tacizine uğrayan en pısırık tipi. Sizce Kenyon Martin çocukken bu klişe karakterlerden hangisine daha yakın bir veletti? Sanıyorum ki çoğunluğun cevabı ilk seçenekten yanadır.
Ama Martin, beklentinizin aksine sınıfın kendi halindeki sessiz, sakin elemanıydı. Üstelik çocukken kekeleme problemi olması onu iyice diğerlerinin alay konusu haline getirmişti. Tüm bunlar yetmezmiş gibi o zamanlar ten renginin bir siyah için çok açık olması da onunla “Sarı Çocuk” (Yellow Boy) diye dalga geçilmesine neden olmaktaydı. Daha da ilginci Kenyon’a birisi sataştığı zaman onu bu durumdan kurtaran ve dayılanan çocukları döven çoğunlukla büyük ablası Tamara olmaktaymış. Merak edenler için bugün Martin’in göğsünün üzerinde bulunan “Bad Ass Yellow Boy” dövmesi o günlere bir gönderme niteliği taşımaktadır. Martin’e çocukluk günleri sorulduğunda gayet kibar bir cevap alıyoruz: “Ben pısırık çocukluk günlerimden bu yana çok değiştim. Benimle o zamanlar uğraşan herkese -nazik bir el hareketiyle birlikte- alın bunu diyorum!!” Kimilerine göre bugün Kenyon’ın yaptığı sportmenlik dışı fauller bile çocukluğu ile doğrudan ilgili. Martin’in hoş bir çocukluk geçirmediği kesin ama a-sosyal bir karakterden bir NBA yıldızına dönüşmek kolay olmasa gerek. İşte bu noktada sporun insan hayatındaki etkisi daha da belirgin bir hal almakta. Pısırık bir gencin sadece birkaç yıl içinde NBA efsanesi Oscar Robertson’ın NCAA rekorlarına göz dikmesini herhalde başka türlü açıklayamayız.
Sade bir savunmacıdan, NBA draft’ında bir numaradan seçilmeye uzanan yol;
Kenyon Martin, Cincinati Üniversitesi’ne ilk geldiği günlerde atletik özelliklerini ön plana çıkaran, fena savunma yapmayan ama çok sınırlı hücum yetenekleri olan bir oyuncuydu. Freshman sezonunda (1996-97) ancak üç maça ilk beşte başlayan Martin, sahaya çıktığı 22 maçta 2.8 sayı, 3.4 ribaund ve 0.4 asist ortalamasıyla oynamıştı. Üstelik %31 gibi rezalet ötesi bir serbest atış yüzdesiyle tam anlamıyla vasat bir bench oyuncusu profili vermekteydi ki NCAA takımlarında gayet bol miktarda bu tarz oyunculardan bulunmaktadır. Tabii O sezon Cincinati Bearcats’in tüm sezon öncesi (pre-season) anketlerinde bir numara olarak gösterildiğini de hesaba katarsak böyle bir kadroda kendisine yer bulmasının da bir freshman için oldukça zor olduğunu da göz ardı etmemeliyiz. O sezon Cincinati, Conference USA (C-USA) şampiyonluğunu kazanmasına rağmen NCAA turnuvasında büyük bir hayal kırıklığıyla evine geri dönecekti. Takımdaki yıldız son sınıf öğrencilerinin yıl sonunda mezun olmasıyla eski Yeşil Çam filmlerindeki meşhur “Bugün assolist gelmedi. Bari sen çık da bir-iki şarkıyla şu müşterileri oyala” tarzı bir fırsat yakalayan Kenyon, 1997-98 sezonunda eline geçen bu fırsatı gerçekten iyi kullandı. Atletik özelliklerini ve acı kuvvetini oyuna daha çok yansıtan Martin, bir anda rakip takımların en çok çekindiği savunmacılardan biri haline gelmişti. Oynadığı 30 maçın hepsine ilk beşte başlayan Kenyon, ortalamalarını 9.9 sayı, 8.9 ribaund ve 2.8 blok’a yükseltti. Sezon boyunca en çok akıllarda kalan performansını ise DePaul karşısında 24 sayı, 23 ribaund ve 10 blok ile oynadığı maçta sergiledi. Böylelikle 31 yıl sonra ilk kez bir UC (University of Cincinati) oyuncusu triple-double yapıyordu. Martin’in yükselen performansıyla beraber Cincinati, bir kez daha hem C-USA’de regular sezon hem de C-USA turnuvası şampiyonluğuna ulaştı. Martin de C-USA turnuvası MVP ödülünün yanı sıra konferansın en iyi savunmacısı ödülünü kucaklıyordu. 98-99 sezonuna üst üste 15 galibiyet alarak başlayan Cincinati Bear Cats, ard arda gelen 4. C-USA şampiyonluğuna ulaşıyordu. Kenyon ise bir yıl önceki istatistiklerine yakın bir performans ortaya koyup 10.1 sayı ve 6.9 ribaund ile oynayarak College Hoops Insider tarafından yılın en iyi savunmacısı olarak ödüllendirilmiş, Basketball News tarafından yılın en iyi savunma ve Associated Press tarafından da All-American ilk beşine seçilmişti. Artık o NCAA’in en iyi savunmacılarından biri kabul edilen, vasatın üzerinde bir oyuncuydu. Ama NCAA’deki son sezonunda öyle bir sıçrama gerçekleştirdi ki tüm Amerika artık onun Kolejlerdeki en iyi oyuncu olduğu konusunda hem fikir hale geldi.
“Eskiden her maça çıktığımda Tanrıya lütfen bana faul yapmasınlar diye dua ederdim. Öyle ki hakemler bana yapılan bir faulü çalmadığı zaman bile sesimi çıkartmıyordum. Ama bu sezon çalınmayan faullere bayağı sinirlenmeye başladım!!” - Kenyon Martin-
DerMarr Johnson (Atlanta Hawks takımında oynamakta ama sezon öncesi bir trafik kazasında boynunu kırdı ve sezonu açamadan kapadı!) ve Steve Logan (Golden State tarafından bu yıl 30. sıradan seçilmesine rağmen Warriors'ın guard bolluğu dolayısıyla kendisine kadroda yer bulmadı.) gibi güçlü bir back court’la desteklenen Martin, ilk kez hücumda daha evvel hiç yapmadığı şeyleri yapmaya başlamıştı. Orta mesafe şutları artmış, çembere daha korkusuzca ve daha çok yüklenmeye başlamış hatta ilk kez üç sayılık atışlarında bile isabet bulmuştu. Hatta ilk üç sezonundaki %48’lik ortalama serbest atış yüzdesi bile %68’e çıkmıştı; “Eskiden her maça çıktığımda Tanrıya lütfen bana faul yapmasınlar diye dua ederdim. Öyle ki hakemler bana yapılan bir faulü çalmadığı zaman bile sesimi çıkartmıyordum. Ama bu sezon çalınmayan faullere bayağı sinirlenmeye başladım!!”
Yükselen Yetenek
İnanılmaz savunma becerilerinin yanına eklediği patlayıcı hücum gücüyle Martin, (18.9 sayı, 9.7 ribaund, 3.5 blok!) Cincinati’nin rakiplerini ezip geçmesini sağlıyordu. Bu arada Tulane karşısında da 28 sayı, 13 ribaund ve 10 blok ile kariyerinin ikinci triple-double’ına imza atmıştı. Tüm basın drafta ilk sırada seçilmesi beklenilen yıldız power forvet’in peşindeydi ve daha da önemlisi herkes onun nasıl kısıtlı hücum yeteneklerini bir sezon içerisinde bu kadar çok geliştirdiğini merak ediyordu. Martin’in cevabı ise çalışmanın bir sporcu için ne kadar önemli olduğunu ortaya koymaktaydı; “Sadece benden istenileni yaptım. Bob, geçtiğimiz sezonun sonunda bana gelecek sezon daha çok sayı atıp atamayacağımı, buna kapasitemin olup olmadığını sordu. Ben de tüm yaz hücum hareketlerim üzerinde çalıştım, her gün saatlerce şut attım ve sanırım hücum yönümü geliştirmeyi başardım. Çünkü bunu yapamayacağını düşünseydi Bob’ın benden böyle bir şey istemeyeceğini biliyordum. Onu hayal kırıklığına uğratamazdım.”
Daha evvel ki başarısız NCAA turnuvası maceralarından sonra bu kez Cincinati taraftarları en azından final four bekliyorlardı. Sonuçta Amerika’nın en dominant front court oyuncusu Bearcats’teydi. Ama tüm hayaller Kenyon Martin’in C-USA turnuvasında sağ bacağını kırmasıyla son bulacaktı. Martin’siz UC ancak ikinci tura kadar yükselerek şampiyonluk bekledikleri turnuvadan elleri boş bir şekilde geri dönüyordu. Martin ise üzüntüden kahrolmuş bir biçimde evinde dinlenmekteydi; “Ameliyattan çıktığım zaman her şeyin bittiğinin farkındaydım. İsyan etmek istiyordum. Niye böyle bitmişti. Bu şekilde bitemezdi, bitmemeliydi!! Arkadaşlarım sahada her şeyiyle savaşırken ben evimdeki rahat koltuğuma uzanmış onları seyrediyordum hem de bana en çok ihtiyaç duydukları anda. Kendimi sanki onlara ihanet etmiş gibi hissettim. Bacağım kırık da olsa bir şekilde onların yanında, sahada mücadele ediyor olmalıydım!!” diyerek benchde alçılı ayağı ile arkadaşlarına destek verdi.
“Arkadaşlarım sahada her şeyiyle savaşırken ben evimdeki rahat koltuğuma uzanmış onları seyrediyordum hem de bana en çok ihtiyaç duydukları anda. Kendimi sanki onlara ihanet etmiş gibi hissettim. Bacağım kırık da olsa bir şekilde onların yanında, sahada mücadele ediyor olmalıydım!!” -Kenyon Martin-
Oscar Robertson’dan sonra UC tarihinin en iyi oyuncusu
Sezon sonunda Kenyon, NCAA’deki tüm ödülleri silip süpürerek Naismith, Wooden, Associated Press, Sporting News, NABC ve Amerikan Ulusal Basketbol Yazarları Birliği yılın oyuncusu ödüllerini kazandı.
Bildiğiniz üzere Oscar “Big O” Robertson, NCAA ve NBA tarihinin gelmiş geçmiş en büyük oyuncularından biridir. Cincinati Üniversitesi’ni tarihinde ilk kez NCAA turnuvasına ve Final Four’a taşıyan Robertson, kolej kariyerinde tutturduğu 33.8 sayı ortalamasıyla ( NCAA tarihinin en iyi 3. sayı ortalaması) 3 kez yılın oyuncusu ödülüne ulaşmış, NBA kariyerinde ise 1971’de Milwaukee’yi şampiyonluğa taşımış, 6 kez NBA asist kralı olmuş ve NBA’in en büyük skorerleri arasına da adını yazdırmıştır. Amerikan Ulusal Basketbol Yazarları Birliği yılın oyuncusu ödülünü en son kazanan Cincinati oyuncusunun Oscar Robertson olması sanırım bu ödülün ne kadar zor kazanıldığını ve Kenyon Martin’in de kendisini hangi ölçüde geliştirdiğinin kanıtıdır. Martin’in bu ödülü kazanmasından sonra Robertson’ın yorumu şu olmuştur: “40 yıl sonra bu ödül ilk kez bir UC oyuncusuna gitti ve bu onuru bir başka Bearcat ile paylaşmak kişisel olarak bana çok şey ifade ediyor.” Ayrıca Martin kolej kariyerinde kullandığı 875 şutun 513’ünde isabet bularak %58 şut yüzdesiyle Oscar Robertson’ın önünde okul rekorunu elinde bulundurmakta. Martin’in elinde tuttuğu ve şu an için kırılmasına imkansız gözüyle bakılan bir diğer rekor ise 292 blokla Cincinati tarihinin en çok blok yapan oyuncusu olması. (Çünkü onu geçmek isteyen bir oyuncu ise en azından 4 yıl için 2.6 blok ortalaması ile oynamak zorunda.)
Millenyumun Bir Numarası!!
Hidayet’in Sacramento tarafından 16. sıradan seçilerek göğsümüzü kabarttığı 2000 Draft’ına genel olarak baktığımız zaman gerçekten çok sayıda yıldız adayla karşılaşmamıştık. Bu yüzden Kenyon Martin’in birinci sıra için rakibi yok denecek kadar azdı. Dolayısıyla ilk sıradan seçilmesi neredeyse hiç kimse için sürpriz olmadı. C-USA tarihinin en başarılı koçu Bob Huggins’in draftla ilgili değerlendirmesi ise şu şekildeydi: “Kenyon, hak ettiği sıradan seçildi. O benim yetiştirdiğim en iyi oyuncuydu. Ayrıca Dallaslı bu genç adam kadar kendisini geliştiren başka birisini de görmedim. Takıma katıldığında iyi bir savunmacı ve ribauntçuydu ama hücum yeteneklerini çok geliştirdi. Düşünün medya ve rakip takımlar bile ondaki gelişim karşısında afallayıp kaldı. Bu çocuk sahada sizin ondan istediğiniz her şeyi yapar. Kimi isterseniz savunur. Artık hook atışları, pota altı dönüşleri, orta mesafe şutları da gelişti. Ama NBA’de 4 numara için biraz kısa ve çelimsiz kalabilir. Sanırım kısa forvet oynamaya da yavaş yavaş alışacaktır.”
“ Ben hayatımda böyle bir şey görmedim!! Adamın kemiği paramparça olmuştu ama o hala oynamak için diretiyordu!!” -Stephon Marbury-
Nets’in yeniden yapılanma süreci
1967 yılında Americans ismiyle kurulan ve ABA’da mücadele eden New Jersey, 1969 yılında New York’a taşınarak ismini New York Nets olarak değiştirdi. Nets, ABA’da kazanılan iki şampiyonluğun ardından 1976-77 sezonunda ABA’dan NBA’e geçmeye karar verdi. Bir sonraki sezon ise takım tekrar New Jersey’e taşındı. Geçtiğimiz haftalarda yaşanan ve Byron Scott’ın; New York- New Jersey rekabeti denen bir şeyin varolmadığını çünkü rekabetin ancak birbirine yakın seviyedeki iki takım arasında meydana gelebileceğine dair manidar sözleriyle alevlenen New Jersey-New York sürtüşmesinin sebeplerinden birisi bu. Diğer neden ise New Jersey’lilerin onlara göre daha gelişmiş ve zengin olduğuna inanan ve kendilerini daha üstün gören komşu New York’lulardan bir nevi intikam alma duygusu olabilir. Konumuza geri dönersek New Jersey, geçtiğimiz yıla kadar NBA’in pek de başarılı takımlarından biri değildi. 1998-99 sezonunda John Calipari’nin yönetimindeki Nets ancak 15 galibiyet alabilmişti. Calipari’nin yerine getirilen Don Casey’de de durum çok da farklı olmamış ve NJ, 31 galibiyet almıştı. 2000-01 sezonuna girilirken NJ yönetimi, takımı Magic Johnson’ın 1980’lerdeki “Show Time” Los Angeles Lakers’ının en önemli oyuncularından Byron Scott’a emanet etmeye karar verdi. Böylelikle Scott, Nets tarihinde birinci sıradan Draft edilmiş ikinci oyuncuyla beraber çalışma fırsatını yakalamıştı. (Merak eden arkadaşlar için Nets’in daha önce birinci sıradan seçtiği oyuncu, şu an Sixers’da oynayan, süper bir kariyere sahip olabilecekken disiplinsizliği ve uyumsuzluğu nedeniyle her şeyi elinin tersiyle iten Derrick Coleman’dı.) Martin için çaylak sezonu (rookie season) oldukça iyi geçiyordu. 12.0 sayı, 7.4 ribaund ve 1.66 blok ortalamasıyla tüm çaylaklar arasında blokta birinci, sayı ve ribaund’ta ise ikinci sırada gelmekteydi. Oynadığı 68 maçın hepsinde ilk beşte başlayan Martin, 10 karşılaşmayı double-double yaparak tamamladı. Milwaukee karşısında ise NBA kariyerinin ilk triple-double’ına (18 sayı, 15 ribaund, 11asist) ulaşıyordu ki bugüne kadar sadece 6 oyuncu çaylak sezonunda bunu başarabildi. Talihsizlik Martin’i, sezonun sonuna yaklaşılırken yakaladı. Martin, Boston maçı sırasında meydana gelen bir çarpışmada tekrar sağ bacağını kırınca sezonu kapatmak zorunda kalıyordu. Bu maçla ilgili en ilginç nokta ise; Kenyon, bacağı kırıldıktan sonra bile maça devam etmek için Koç Scott’a ısrar etmiş ancak yardımcı antrenörlerin zoruyla soyunma odasına götürülebilmişti. Bu olayla ilgili o dönem Nets’in oyun kuruculuğunu yapan Stephon Marbury şunları söylemekte: “Ben hayatımda böyle bir şey görmedim! Adamın kemiği paramparça olmuştu ama o hala oynamak için diretiyordu!!”
Çok başarılı bir çaylak sezonu geçirmesine rağmen Martin, Yılın Çaylağı Ödülü’nde (Rookie of The Year)
Orlando’lu Mike Miller’ın gerisinde kalarak kullanılan 124 oyun ancak 36’sını alabildi. (Miller, 75 oy) Çoğu kişiye göre Martin de en az Miller kadar bu ödülü hak etmişti ama Miller’ın play-off oynayan bir takımda yer alması ve Martin’in saha içinde biraz evvel bahsettiğimiz agresif tavırları onun için önemli bir dezavantaj oluşturmuştu.
Jason Kidd&Kenyon Martin: 26 yıl sonra gelen ilk final
“Bu takım içindeki bazı adamlarda yürek yok !! Kaybetmeyi hiçbir zaman sevmesem de kaybetmeye dayanabilirim. Ama yüreklerini sahaya koymayan adamlara kesinlikle tahammül edemiyorum.” -Kenyon Martin-
Nets’in 2000-2001 sezonunda ancak 25 galibiyet alması takımdaki bazı şeylerin değişmesi gerektiğini açıkça ortaya koyuyordu. Nets yönetimi çok akıllıca bir kararla bugüne kadar yapılmış en iyi takaslardan (trade) birine imzasını attı. Stephon Marbury, Johnny Newman ve Soumaila Samake’yi Phonex’e, Jason Kidd ve Chris Dudley karşılığında takas edildi. Böylelikle Nets uzun zamandır ihtiyaç duyduğu lider oyuncu ihtiyacını karşılıyordu. “Mr.Triple Double” Jason Kidd’in liderliğindeki Nets, Kenyon Martin ve Keith Van Horn gibi yetenekli oyuncular, disiplinli ve takım oyununa dayanan Byron Scott’ın oyun tarzıyla -sanki bir önceki sezon 25 galibiyet alan takım başka bir takımmış gibi- Doğu’da fırtına gibi esmeye başladı. Martin de istatistiklerini neredeyse her kategoride yükselterek 14.9 sayı, 5.3 ribaund, 2.6 asist, 1.6 blok, 1.2 top çalma ortalamalarına ulaşıyor, çaylak sezonunda %9 olan üç sayı yüzdesini ise %22’ye taşıyordu. Ayrıca yaptığı 108 smaç ile bu kategoride de NBA’in ilk beş oyuncusundan biriydi. Takım kimyasını yakalayan Nets, sezon sonunda aldığı 52 galibiyet ile Doğu’nun zirvesinde yer alıyordu. Playoff’a geldiğimizde Nets’in rakibi, ancak son sıradan playoff’a girebilen, yüce insan Reggie Miller’ın takımı Indiana Pacers’tı. Reggie ve Pacers, kanının son damlasına kadar dirense de saha avantajını iyi kullanan Nets, seriden 3-2 galip ayrılan taraf oluyordu. Konferans yarı finalindeki rakip ise Orlando’yu 3-1 ile rahat geçen Hornets idi. Beklenilenin aksine Hornets, Nets’e oldukça kolay teslim olacaktı. (4-1) Konferans finalindeki rakip ise zorlu Boston Celtics’ti. Pierce ve Walker’ın büyük çabasına rağmen Kidd’in mükemmel performansı ve liderliği sayesinde New Jersey Nets adını finale yazdırıyordu. Ortak fikir Sacramento engelini aşmış Lakers’ın şampiyonluğa ulaşacağı ama Nets’in de en azından kendi evindeki bir ya da iki maçı alacağı yönündeydi. Ama Shaq faktörü buna izin vermedi ve LA Nets’i 4-0 ile süpürdü. Daha önceki turlarda Jermaine O’Neil, Paul Pierce ve kimi zaman Antoine Walker’ı savunan Martin, Lakers serisinde takımın en iyi savunmacısı olduğu için Rick Fox, Robert Horry, Kobe ve hatta bazen Shaq’le bile karşı karşı oynamak zorunda kalmıştı. Martin bu seride normal sezon istatistiklerine kıyasla vites arttırarak 22.0 sayı, 6.5 rib ve 2.0 asist ortalaması ile oynamış, playoff genelinde ise 16.8 sayı, 5.8 rib ve 1.3 blok ortalamalarını tutturmuştu. Yalnız 4-0 gibi bir hezimete uğramak Nets’te mini bir kelle avı başlattı. Kenyon Martin, Jason Kidd ve Kerry Kittles’ın elinden geleni yapmasına karşılık Keith Van Horn’un isteksiz oyunu ve Todd MacCulloch’un Shaq karşısında “zavallı ötesi” bir duruma düşmesi bu iki ismin takım içinde çeşitli eleştirilere maruz kalmasına yol açtı. Özellikle Van Horn, takımdaki oyuncuların büyük bir kısmının tepkisini çekmişti. Seriden sonra Martin, Van Horn’u kastederek şunları söyledi : “Bu takım içindeki bazı adamlarda yürek yok!! Kaybetmeyi hiçbir zaman sevmesem de kaybetmeye dayanabilirim. Ama yüreklerini sahaya koymayan adamlara kesinlikle tahammül edemiyorum.”
Her ne kadar olaydan sonra Martin söyledikleri dolayısıyla özür de dilese bazı şeylerin fitili çoktan ateşlenmişti. Ve sonuç olarak Keith Van Horn ve MacCulloch Sixers’a gönderilerek karşılığında Dikembe Mutombo takıma getirildi. Bu şekilde belki Shaq’i durduracaklarını düşünmüş olabilirler ama Mutombo’nun Shaq’ın panzehiri olmadığı Sixers-Lakers finalinde belli olmuştu. Üstelik Mutombo’nun bu sezonki sakatlığı yüzünden Nets, Mutombo’dan yeteri kadar faydalanamadı. Şu an için takastan karlı çıkan taraf Sixers gibi gözükmekte. Ama Mutombo olsun ya da olmasın Doğu’nun bu sezon da en büyük favorisi Jason Kidd ve Kenyon Martin’li Nets.
Kenyon Martin NBA’in en iyi savunmacılarından biri, spektaküler smaçları ve sürekli geliştirdiği hücum yetenekleriyle önemli bir de ofansif tehdit ama hala yeterince tecrübeli değil ve fazlasıyla öfkeli. Ülkemizin kendisine has o güzelim sosyolojik şartlarında Kenyon Martin; gerçekten taraftarın sevgilisi olur, tribünlerden “Kenyon bizi diskoya götür”, “vur kır parçala bu maçı kazan” gibi sloganlarla desteklenerek iyice ateşlenirdi ama maalesef Kenyon’ın tarzı NBA için biraz fazla sert kaçmakta. Kenyon’ın gücü belki bu hırsında gizli. Onun daha “kibar” oynamasını istemek bu yaz MTV’de “Tainted Love”la sıkça dinlediğimiz Marilyn Manson’dan pop yapmasını istemekle eşdeğer olabilir. Hırslı olmak güzeldir. Ama bir atasözümüzü göz ardı etmemeliyiz: “Keskin sirke, küpüne zarar!.”