Tekil Mesaj gösterimi
  #1 (permalink)  
Alt 01.09.06, 16:41
kestelli_ceza - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
kestelli_ceza
Profesör Baykuş
 
Kaydolma: 30.08.06
Erkek - 36
Mesajlar: 2.166
Teşekkürler: 1
Üyeye 110 kez teşekkür edildi
Thumbs up Felsefe Tarihinde Türkler 4

İlkçağ’dan başlayıp gelecek çağlara uzanan felsefe, insan aklının ve zekâsının, çağlar boyunca hiç eskimeyen, eskimeyecek olan düşüncelerini, buluşlarını, yaratılarını daima yenileyerek, bilim hayatının gelişmesine paralel olarak kâinat içinde insanın yeri ve hayatın mânâsı üzerine düşünmeye devam edecektir.

Geçmişte ki felsefeleri bilmeden bugünün ve geleceğin felsefesini anlamak mümkün değildir.

Evrensel felsefeye katkıları bakımından Türk aklının ve zekâsının Felsefe Tarihindeki ve felsefi düşüncenin aşamalarındaki yeri Batılı felsefecilerin ilgisini ve takdirlerini çekmeye devam etmektedir.

Dünyanın sayılı Felsefe Tarihi otoritelerinden Prof. Dr. ERNST VON ASTER 1930’lar Türkiye'sinin aydınlıklarına, aydınlıklar sunan bir ilim adamı olarak Ankara Üniversitesinde Felsefe Tarihi Dersleri veren büyük hocalarımızdandı.

Türkiye ikinci Tarih Kongresinde Ernst Von Aster’in verdiği, FELSEFE TARİHİNDE TÜRKLER (1937) konulu konferansının metnini izleyicilerimize sunmaktan mutluluk duyuyoruz.

Düşünen Adam dergimiz, bu diziden sonra eski Türk Filozofları üzerine yapılan irdelemeleri de yayınlamayı sürdürecektir. Saygılarımızla.


Farabi'nin Eflatun'un Eserlerini

Dikkatle Okuduğu Anlaşılıyor


Farabi’nin psikolojisi, felsefesinde oldukça büyük bir yer tutmakla beraber, metafiziktir, yani beşeri tefekkürü ilahi tefekküre dayanarak izaha gayret eder. İbni Sina’ya gelince, oda ilmi çalışmalarının ehemmiyetli bir kısmını psikolojiye has*retmiştir. Fakat kendisi evvelemirde tecrübeci bir alim ve- müşahittir; şu kadar ki psikolojik tahlilinin verimlerini Yeni Eflatuncu bir metafiziğin çerçevesi içine yerleştirmektedir. Bu nokta, umumiyet itibari ile Farabi ile İbni Sina’nın şahsi*yetleri arasındaki farka işaret ediyor: Yeni Eflatuncu metafizik gün geçtikçe daha ziyade an’anevi bir çerçeve haline gi*riyor ve tecrübe ile müşahede gittikçe daha büyük bir ehemmiyet kazanıyor.

Şu noktaya da kısaca temas edelim: Farabi, Yeni Eflatuncu* olmakla beraber, ameli felsefesinde -ahlâkında ve siyasetinde - Eflatunun yazılarını esaslı bir surette tanıdığını gösteriyor; Eflatunun Gorgias’da Kallikles’in ve Politeia’da Thrasymachos’uıı ağzından söylediği nazariyeleri kale alarak insanların bir arada yaşamasına sebep olarak yalnız fertler veya milletler arasında hayat ve hakimiyet mücadelesi gören natüralist nazariyeleri tasvir ettikten sonra, bunları manâsız, imkânsız ve muzır diye cerh ve reddediyor. İnsanların bir arada yaşamasının mecburi mütekabil yardım ve iş bölümüne dayandığını iddia eden nazariye de ona kifayetsiz geliyor. Farabi’ye göre bu beraber yaşamanın hedef ve gayesi bilâkis ferdi ruhta ve devlette adaletin ve binaenaleyh insanda ve beşeri cemiyet kozmosunda ulûhiyetin hakiki bir tasvirinin tahakkuku olmalıdır. Bu hedefe ancak, melikin bir filozof, yahut filozofun bir melik olduğu bir devlette vasıl olunabilir. Farabi bu noktada Eflatunun meşhur noktai nazarını, dev*letin başına Eflatundaki hakim filozoflar sınıfı yerine aklı Allah tarafından aydınlanmış hakimi, Elan’lı dahiyi koymakla tadil etmiş oluyor.

Farabi’nin metafiziğine entelektüalist bir mistisizm de*dim. Bu metafiziği karakterlendiren nokta, bir taraftan her türlü panteizmin zıddına olarak Allah’ın vahdet ve “transcen*dance” nın, kainatın fevkinde bulunduğunun kuvvetle iddia edilmesi, ve diğer taraftan da kainatın, Allah’ın hür bir iradi filine hasıl olmayıp, kendi kendisini düşünmesiyle yara*tıldığının ileri sürülmesidir. Bununla kainatın zamanda yaradılışı yerine, zamandan evvel yaratılması geçiyor. Ona nazaran ruhun temizlenmesi ve Allah’a rücu etmesi Allah’ın iradesine tebaiyet olmayıp Allah’a müteveccih bir bilgiden ibarettir. Bilhassa Gazali, Farabi ile İbni Sina’ya hücumlarını bu telâkkiden dolayı yapmıştır. Gazali’nin mistisizminin çıkış noktası, Allah’ın kainatı hür, binaenaleyh izah olunamayan bir iradesi ile yarattığı, fikridir; Gazali’nin İbni Sina aleyhin*deki mücadelesinin bir muvazisini daha sonraları, Hıristiyan Ortaçağda, Franciscain tarikatına mensup Dun Scotus’un Tomist fikirlere karşı açtığı mücadelede görüyoruz.

Türk felsefesi müstakil tefekkür karakterini taşımakta ve Eflatun ile Aristo’ya ait fikirleri inkişaf ettirip daha ileriye götürmektedir. Seleflerin entelektüel çalışmalarını terakki et*tirmek diye tespit edebileceğimiz bu vasıf, eski ve yeni zaman*lara ait her nevi felsefede mevcuttur. Burada zikrolunan Türk mütefekkirlerinin açtıkları felsefi çığır, bir taraftan Gazali’nin volontarist mistisizminden gelen hücumların ve diğer ta*raftan o zaman yükselmekte olan tabiat ilimlerinin karşısında inkıraza uğramıştır. Bilirsiniz ki Yeni Zamanın riyazi tabiat ilimlerinin bazı mühim kökleri Türk mütefekkirlerinin çalışmalarında bulunmaktadır. Bu hususta yalnız Harezmi’nin is*mini hatırlatmakla iktifa ederim. Fakat 16. asırdan itiba*ren bu sahada asıl hakimiyet, Avrupa garbının elinde temer*küz etmiştir. Temellerini İlk ve Ortaçağların verimleri ile• modem tabiat ilimlerinden alan Yeni Zaman felsefesi, 19 uncu asrın başındaki idealist sistemler devri müstesna, Descartes’den beri, tabiat ilimlerine istinaden kâinatın tatmin edici bir imajını kurmak ve insanın kainat içindeki mevkiini tayin etmek hususunda bir teşebbüsten ibarettir. Bu vazifeyi başarmaya koyulmuş olan tefekkür, fevkalade büyük işler gör*müştür; onun için bugünün kültürünün kurulmasına çalışan bütün milletlerin, yeni felsefenin mektebinden geçmeleri za*ruridir. Fakat yeni felsefe düşünüş bakımından daima itmam olunmaya muhtaç olduğundan, Avrupa mütefekkirlerinin nazarlarını, yine sık sık Şarka, Hint, Çin, Garbi Asya filozoflarının tefekküründe saklı bulunan hazinelere müteveccih gö*rüyoruz. Garp, tabiat üzerinde ilmi ve teknik hakimiyetini tesis etti; halbuki Şark, ruhun enginlerine karşı Garptan daha kıymetli ve daha derin bir anlayış gösterdi. Bugün bu iki tarafı birleştirmek icap eder. Eğer Arz yüzünde bilhassa bu sahada ehemmiyetli bir rol oynaması mukadder olan bir mil*let varsa, o da mazide Yeni Eflatuncu ve Aristocu tefekkür. Aleminden kalan kültür hazinelerini kurtaran ve şimdi -tarihinin yükselen bir devrinde- ruhi ve entelektüel hususiyetlerini muhafaza etmek şartı ile Avrupa tefekkürünün son asır*larda ortaya attığı kıymetleri temessül etmekte olan millettir.
Alıntı ile Cevapla
Sponsor