Kurban bayrami Üzerİne; tanrinin kan İsteĞİ
Tanrı'nın kan isteği
Kurban adayarak, kan akıtarak Tanrı'yı hoşnut kılmak, ona yaklaşmak, eski çağlardan beri süregelen bir ibadet şeklidir ki, bugün artık çağdaş uygarlığa ters düşen bir gelenek olarak görülür.
Böyle olduğu içindir ki, "aydın" din adamı rolünü üstlenmiş görünen bazı mollalarımız, her konuda olduğu gibi, kurban geleneği konusunda da İslam şeriatını "şirin" gösterme yolunu ararlar ve bu amaçla birtakım laf cambazlıklarına başvururlar.
Kurban kesimine karşı değillerdir, ama kurbanın ibadet amacına yönelik olmadığını anlatmak için her türlü kurnazlığa hazırdırlar. Bu nedenle, koyunları boğazlayarak, yani kan akıtarak, kurban sunmanın, Allah’ı “kan” ve “et” ile ilişkili kıl*mak olduğunu, oysa böyle bir geleneğin Kur’an’a ters düştüğünü öne sürerler. Daha başka bir deyimle, bu tür bir ibadetin, uygar toplumlar tarafından artık “ilkel” bir gelenek olarak görüldüğünü anladıkları içindir ki, Kur’an’daki verilere göre kurban kesmenin “ibadet” değil, “sosyal bir yardım türü” olduğunu söylerler. Güya Kur’an, kurban ke*simini kan akıtılsın diye değil, sadece yoksula yardım sağlansın diye öngörmüştür; güya kurban ameliyesinde “ibadet” olan konu sadece yoksula yardımdır. Ve işte bu noktadan hareketle bizim mollalarımız, “eğer yoksulun korunması, ona et vermek yerine başka bir şey ver*mekle daha iyi sağlanacaksa, o şeyi kurbana tercih etmek gerekir” derler.
Oysa mollalarımızın bütün bu söyledikleri gerçek dışı olup, sırf Şeriatı “insani” kılıkta gösterme gayretkeşliğine dayalı şeylerdir. Çünkü, Kur’an, kurban kesimi ameliyesini, Tanrı’yı yüceltemeye yönelik bir ibadet olarak gören ayetlerle doludur. Ne Kur’an’da ne de Kur’an olmayarak konmuş kurallarda, kurban kesiminin sadece yoksulları dovurmak ve korumak amacıyla gerekli görüldüğüne dair bir şey yok*tur; ya da yoksula para veya mal şeklindeki yardımın, Tanrı’ya kur*ban sunmaktan daha hayırlı bir iş sayılabileceğine dair hüküm yoktur. Kuşkusuz ki, yoksulu yedirmek ve içirmek, yoksula yardım etmek hayırlı bir iştir, ama Kur’an, bu tür bir yardım şeklini, ne kurban ke*siminden daha hayırlı bir iş olarak görmüştür ne de kan akıtarak iba*deti önlemek için. Nitekim, din bilgini sayılan yorumculara göre “kur*ban kesmek, zekat ve sadakai fitr vermekten daha fazla bir fedakarlık ifade eden bir ibadettir”.
Bütün bunlar bir yana, Kur’an’da, kurbandaki amacın, her ne şe*kilde olursa olsun, kan akıtmayı önlemek olduğuna dair bir işaret de yoktur. Çünkü, bir kere kurban, eski çağlardan beri “Tanrı‘yı hoşnut kılmak ve yüceltmek amacıyla” uygulanmış olan bir gelenektir ki, ge*nellikle kan akıtılmasını koşul bilir ve Kur’an bu geleneği bu amaçla benimsemiştir. O kadar ki, Muhammed’in söylemesine göre, “Bu ce*maatin (Müslüman cemaatinin) mümeyyiz vasfı, kurbanın kendi öt ka*nı olmasıdır (kurban olarak, din şehitlerinin katımı sunması)”? Öte yandan Kur’an’da, biraz ileride göreceğimiz gibi, kan akıtma şeklindeki kurban kesimi ameliyesinin, başlı başına “ibadet” niteliği taşığını belirleyen birçok ayet vardır. Fakat, bunları incelemeden önce, “kurban” anlayışının dayanağı olan kaynağın Kur’an’daki ye*rini inceleyelim.
-- 1) Kurban Geleneği’nin Kur’an’a Alınışında Rol Oynayan Dinsel Etkenler
Kurban geleneğinin Kur’an’da alınışında rol oynayan dinsel olay*ların incelemesi bize şunu gösterecektir ki, Kur’an’a göre kurban ke*simindeki amaç, esas itibariyle yoksula yardım değil, Tanrı’ya bağlı*lığın, kan akıtımı yoluyla saptanmasıdır. Adem’in oğullarının acıklı hikayesi bunun böyle olduğunun ilk kanıtlarındandır.
A) Adem ‘in Oğullarının Hikayesi
Gerçekten de Kur’an’da, Maide Suresi’nde, Adem’in iki oğlunun kıssası (hikayesi) anlatılmıştır ki, Tanrı’nın, kurban kesiminden başka bir şekilde kendisine sunulan kurbandan pek hoşnut olmadığını, kurban ameliyesini yoksullara yardım şeklinde anlamadığını ortaya koyar. Gerçekten de ayette şöyle yazılıdır:
“Ey Muhammed! Onlara, Adem’in iki oğlunun kıssasını doğru olarak anlat, ikisi birer kurban sunmuşlar. Birinin kabul edil*miş, diğerininki edilmemişti. Kabul edilmeyen (kurban sahibi), ‘Andolsun seni öldüreceğim!’ deyince, kardeşi, ‘Allah ancak sakınanların takdimesini kabul eder’ demişti.” (Maide Suresi, ayet 27).
Ayette açıklık yok, fakat anlatılmak istenen şey. Adem’in oğulla*rından birinin koyun keserek, diğerinin de toprak ürünlerinden (buğday) vererek Tanrı’ya kurban sundukları, Tanrı’nın koyun şeklindeki kurbanı kabul edip diğerini reddettiğidir. Kur’anı’daki bu hikayeyi Muhammed Tevrat’tan almıştır. Tevrat’ın “Tekvin” kitabında anlatılan şekliyle hikaye kısaca şöyledir:
Adem’in iki oğlu olmuştur ki, adları Habil ve Kabildir. Bu iki kardeşten biri olan Habil, koyun sürüsü güden bir çobandır. Diğer kardeş Kabil ise çiftçidir. Beraberce yaşayıp giderlerken bir gün Habil, gütmekte olduğu sürünün ilk doğanlarından bir koyunu kesip Tanrı’ya kurban olarak sunar. Çifçilikle uğraşan Kabil ise, Tanrı’ya kurban olarak toprak ürünlerinden (buğday) sunar. Tanrı, Habil’in sunmuş olduğu kesilmiş koyunu kurban olarak kabul eder, fakat Kabil’inkini kabul etmez. Bunun üzerine Kabil, kıskançlığa kapılıp kardeşi Habil’i bir vuruşla öldürür (Tevrat, Tekvin, Bap 4, 1-9).
Aslı Tevrat’ta bulunan bu hikayenin, hadislerde ve Kur’an yorum*larında anlatılan şekli aşağı yukarı böyle. Dikkat edileceği gibi Tanrı’yı hoşnut kılan şey, toprak ürünü olan “buğday” şeklindeki kurban değil, kan akıtılarak sunulmuş olan “koyun” şeklindeki kurbandır. Belli ki, Tanrı kendi adına kan akıtılmasından hoşlanmıştır. Ve bu işi yoksullara yardım olsun düşüncesiyle değil, Habil’in “takdimesi”nden hoşlandığı için yapmıştır; Habil’in takdimesi ise. biraz önce gördüğümüz gibi, kanı akıtılan koyundur. Eğer Tanrı kan akıtılmasından hoşlanmamış olsa, kurbandan amacın yoksula yardım olduğunu düşün*müş olsa, bunu açıkça bildirirdi. Oysa böyle yapmamıştır. Belli ki in*sanların kendisine olan bağlılıklarını “Tanrı adına” kan akıtılmasına göre değerlendirmek istemiştir! Bundan dolayıdır ki, din adına cihata çıkılmasını, kafirlere karşı savaşılmasını, kılıçla vuruşulmasın! (kendi adına kan akıtılmasını) “kutsal” bir şey olarak görmüştür. Yine bundan dolayıdır ki, bu savaşlarda ölenleri “şehit” olarak en büyük mükafatlara layık bilmiştir.
B) İbrahim (“Peygamber”) ile Oğlu İshak’ın Hikayesi
Kurban geleneğinin, “kan akıtma yoluyla ibadet” demek olduğunun kanıtı sadece Adem’in iki oğluyla ilgili yukarıdaki hikaye değildir. Tevrat’tan aktarma olarak Kur’an’da, yer alan bir başka hikaye vardır ki, İbrahim “Peygamber”in, ibadet yoluyla Tanrı’ya bağlılığını ispat ama*cıyla kendi öz oğlu İshak’ı kurban etmek istemesiyle ilgilidir. Güya Tan*rı, İbrahim’in imanını denemek için ondan büyük bir fedakarlığı göze alıp oğlunu kurban etmesini istemiş ve onun bunu yapmaya hazır oldu*ğunu görünce iman sahibi olduğunu anlamış, bunun üzerine ona bir koyun gönderip, İshak yerine koyunu kesmesini emretmiştir; İbrahim de öyle yapmıştır; yani kendi oğlunu boğazlayacak yerde, koyunu boğaz*layarak Tanrı’ya karşı ibadetini tamamlamıştır. Koyunu boğazlaması ve kan akıtması, Tanrı’ya ibadet için kendi öz oğlunu feda etmeye hazır ol*duğunun sembolik bir ifadesidir.
Söylemeye gerek yoktur ki, bu olayda “sosyal bir yardım” amacı diye bir şey yoktur. Sırf Tanrı’ya bağlılığın kan akıtımı yoluyla kanıtlanması vardır. Tevrat’taki bu hikayeyi Mu*hammed, ufak bir iki değişiklikle Kur’an’a yerleştirmiştir; yaptığı deği*şiklik, özellikle, hikayede geçen İshak adı yerine İsmail adını koymak olmuştur. Bilindiği gibi İsmail, İbrahim’in diğer bir oğludur. Cariyesi Hacer’den olmuştur. İshak ise İbrahim’in, kendi eşi olan SaRadan doğma oğludur. Muhammed, kendi kavmi olan Arapları, İbrahim’in ve İsmail’in soyundan bildiği içindir ki, böyle bir değişiklik yapmayı uygun bulnuştur. Fakat, hemen ekleyelim ki, Kur’an’a koyduğu ayetlerin içeriğini anlayabilmek için, İbrahim ile oğlunun Tevrat’ta anlatılan hikayesine göz atmak gerekir.
Tevrat’ın “Tekvin” kitabında yer alan hikayenin özeti şöyledir: Tanrı, İbrahim’i denemek ister ve ona şöyle der: “Ey İbrahim! Şimdi oğlunu, sevdiğin biricik oğlunu, İshak’ı al ve Moriya diyarına git ve orada sana söyleyeceğim dağların biri tilerinde onu yakılan kurban olarak takdim et” (Tevrat, Tekvin, Bap 22: 1-3). Bu emir üzerine İbra*him, uşaklarından ikisini ve oğlu İshak’ı alır, eşeğine palan vurup Al*lah’ın söylemiş olduğu yere gitmek üzere yola koyulur. Üç günlük bir gidişten sonra İbrahim, gözlerini kaldırıp, Tanrı’nın belli ettiği yeri uzaktan görür. Uşaklarına, “Siz burada eşekle beraber kalın, ben çocuk*la beraber oraya gideceğim; secde edip yanınıza döneriz” der. Ve sonra bir miktar odunu İshak’ın sırtına yükler. Eline bir bıçak alarak o belli edilen yere doğru yollanır. Yolda İshak babasına sorar: “Ey baba! İşte ateş ve odun, fakat yakılan kurban için kuzu nerede?” İbrahim, “Oğlum, yakılan kurban için kuzuyu Allah kendisi tedarik eder” der. Nihayet, Tanrı’nın belli etmiş olduğu yere varırlar; orada İbrahim bir mezbah yapıp odunları dizer ve İshak’ı bağlayarak odunların üzerine yatırır. Sonra eline bıçağı alır ve tam oğlunun boynunu kesmek üzereyken Tanrı’nın meleği göklerden seslenir: “Elini çocuğa uzatma ve ona bir şey yapma; çünkü, şimdi bildim ki, sen Allah’tan korkuyorsun ve kendi biricik oğlunu benden esirgemedin” (Tevrat, Tekvin, Bap 22: 4-12). Bu seslenme üzerine İbrahim gözlerini kaldırıp baktığında görür ki, çalılıklar içinde bir koyun (koç) boynuzlarından tutulmuş durmaktadır. Hemen gidip oradan koyunu alır ve oğlunun yerine koyunu “yakılan kur*ban” olarak takdim eder (Tevrat, Tekvin, Bap 22: 13). Az geçmeden Tanrı’nın meleği ikinci kez göklerden İbrahim’e seslenir ve şöyle der:
“Mademki her şeyi yaptın ve biricik oğlunu esirgemedin, seni zi*yadesiyle mübarek kılacağım ve senin zürriyetini... deniz kenarın*daki kum gibi çoğaltacağını; senin zürriyetin düşmanlarının kapı*sında hakim olacaktır... çünkü sözümü dinledin” (Tevrat, Tekvin, Bap 22).
Şimdi bu hikayenin Kur’an’da yer alan şeklini görelim: Tevrat’ta anlatılan hikayeyi Muhammed, Saffat Suresi’ne şu şekilde sokmuştur:
İbrahim, kendi kavmini putlara tapınaktan alıkoyamayınca, “Doğrusu ben Rabbim uğrunda sizi bırakıp gidiyorum; O beni doğru yola eriştirir” der (Saffat Suresi, ayet 99). Sonra Tanrı’ya yalvarıda bulunarak kendisine “irilerden” bir çocuk vermesini ister (Saffat Suresi, ayet 100) ve Tanrı da ona “yumuşak huylu bir oğlan” verir (Saffat Suresi, ayet 101). Fakat, İbrahim, Tanrı’ya olan bağlılığını kanıtlamak için, oğlunu (İsmail’i) ona kurban etmek ister. Ve bir gün çocuğunu alıp yola çıkar. Yolda gi*derlerken oğluna şöyle der: “Ey oğulcuğum! Doğrusu ben uykudayken seni boğazladığımı görüyorum; bir düşün, ne dersin?” Yani anlatmak ister ki. Tanrı kendisini denemek istemiş ve oğlunu kurban etmesini em*retmiştir. Bu beklenmedik soruya oğlu (İsmail) şöyle cevap verir: “Ey babacığım! Ne ile emrolundunsa yap; Allah dilerse, sabredenlerden olduğumu göreceksin” (Saffat Suresi, ayet 102). Bunun üzerine İbrahim, boğazlamak için oğlunu alnı üzerine yatırır. Fakat, tam bu sırada Tanrı seslenerek, İbrahim’i denemek için böyle yapmasını emrettiğini, iyi dav*rananları ödüllendirdiğini bildirir ve fidye olarak kendisine büyük bir kur*banlık verir. Kur’an’da şöyle yazılıdır:
“Böylece ikisi de Allah’a teslimiyet gösterip, babası oğlunu alnı üzerine yatırınca, biz, ‘Ey İbrahim! Rüyayı gerçek yaptın; iste biz iyi davrananları böylece mükafatlandırız’ diye seslendik. Doğrusu bu apaçık bir denemeydi. Ona, fidye olarak büyük bir kurbanlık verdik” (Saffat Suresi, ayet 103-197).
Görüldüğü gibi bu ayetlere göre Tanrı, İbrahim’in teslimiyetini de*nemek istiyor ve bu amaçla ona oğlunu kurban etmesini emrediyor. İbrahim’in bunu yapmaya hazır olduğunu görünce, onun tam bir “iman” sahibi olduğunu anlıyor ve oğlunun yerine kesilmek için ona “fidye” olarak bir koyun gönderiyor. İbrahim de kendi öz çocuğunu boğazlayacak yerde koyunun boğazını kesiyor! Dikkat edileceği gibi burada söz konusu olan kurban kesiminin, yoksullara yardım gibi sos*yal bir amaçla ilgisi yok. Tanrı “fidye” olarak İbrahim’e koyun ve*rirken, kesilecek olan bu koyunun etiyle yoksulları doyursun diye vermiş değildir. Sadece oğlunu kesecek yerde, bir hayvanı kessin diye vermiştir. Eğer kan akıtılmasını istemiyor ve bundan hoşlanmıyor idiyse, neden İbrahim’e, kesip kan akıtması için koyun verir.
“Fidye” denen şeyin başka şekli yok mudur? Evet, neden dolayı Tanrı İb*rahim’e, kurban olarak ille de bir canlı bir hayvan, bir koyun vermiş*tir? Esasen İbrahim, kendi oğlunu kesmeye hazır olduğunu ortaya ko*yarak zaten Tanrı’ya olan teslimiyetini (iman sahibi olduğunu) kanıt*lamış değil iniydi? Ve Tanrı bundan dolayı, “Ey İbrahim! Rüyayı gerçek yaptın” diyerek onun sınavdan başarıyla çıkmış olduğunu bil*dirmiş değil miydi? Bu durumda “fidye”nin anlamı ne? Yani neden dolayı Tanrı İbrahim’e, “fidye” olarak koyun verir ve ille de kan akı*tılmasını ister? “Fidye” denen şey “kurtulmalık” demek değil mi*dir? Örneğin, “ibadet sırasında islenen suçtan, günahtan kurtulmak için verilen şey değil midir?”4 İbrahim’in işlediği bir günah yoktur ki, fidye yoluyla kurtulsun! Aksine, kavmini ve hatta babasını putperest*tirler diye terk etmiş, iman sahibi olduğunu bildirmiş, üstelik kendi oğlunu kesmeye hazır olduğunu ispat etmekle Tanrı’ya teslimiyetini ortaya koymuştur. Ve nitekim bundan dolayıdır ki, Tanrı ona, biraz önce belirttiğimiz gibi, “...Ey İbrahim! Rüyayı gerçek yaptın; işte biz iyi davrananları böylece mükafatlandırız” diye seslenmiştir. Şu du*rumda İbrahim’in günahkar bir durumu yoktur; olmadığına göre neden dolayı Tanrı ona, günahtan kurtulmak üzere “fidye” olarak koyun vermiştir?
Kur’an yorumcularına göre, güya İbrahim, eğer bir oğlu olacak olursa onu Allah yolunda Tanrı’ya kurban edeceğine dair kendi ken*dine söz vermiş (yani oğlunu Tanrı’ya adamış), fakat sonra bu sözünü unutmuştur. Ve işte “rüya” bunu ona hatırlatmıştır. Her ne kadar ço*cuğunu boğazlamaya kalkışmakla Tanrı’ya olan teslimiyetini kanıtlamışsa da, kendi kendine verdiği sözü yerine getirmemiş durumdadır. Yani bir bakıma günah işlemiş durumdadır. Ve işte Tanrı ona, bu günahtan kurtulmak üzere fidye olarak koyun vermiş, o da koyunu boğazlamıştır. Bundan dolayıdır ki imam-ı azam’ın, “Çocuğunu kur*ban etmeyi nezredene (adayana) bir koyun kesmek vacip olur” dediği söylenir.
Bütün bu yukarıda söylediklerimizden anlaşılıyor ki, Kur’an’a. göre Tanrı, kullarını denemek için “kan akıtma” ölçeğine başvurma yolunu seçmiştir. Kan akıtılmasından hoşlanamasa, İbrahim’e koyun yerine cansız bir şeyi “fidye” olarak sunmasını emrederdi. Hatta biraz önce dediğimiz gibi, aslında böyle bir şey istemesine de gerek yoktu. Çünkü, İbrahim’i denemiş ve onun mutlak şekilde boyun eğen bir kul olduğunu öğrenmişti. O halde anık ondan, başkaca bir şey beklemesi gerekmezdi. Öte yandan İbrahim’e kesilmek üzere koyun verirken, bunu, yoksullara yardım olsun diye vermiş değildir; sırf “fidye” olarak vermiştir. “Fidye” deyimi ise, “kurtulma karşılığında verilen bir şey” anlamına gelir. Oysa ortada, İbrahim’in kurtulmak ihtiyacında olduğu bir günah yoktur. Bütün bunlar bir yana, Tanrı’nın İbrahim’i denemek için bu yollara başvurması da pek anlaşılır gibi değil! Çünkü, eğer Tanrı, her gizli şeyi bilen bir “ya*ratan” ise, kullarının yaptıklarından ve yapacaklarından haberli ise, o halde İbrahim’i denemek niye? Nasıl olsa onun ne şekilde hareket edeceğini zaten biliyor değil miydi?
Öte yandan eğer Tanrı kan akıtma amacına dayalı kurbandan hoş-lanmasa ve kurban denen şeyi sadece yoksulun korunması amacına bağlamış olsaydı bunu açıkça belli etmez miydi? Şu durumda bizim mollalarımızın kalkıp da, “Yoksulun korunması başka bir şey ver*mekle daha iyi sağlanacaksa, o şeyi kurbana tercih edin” demelerinde anlam olur mu? Bunu söylemekle Kur’an’ ters düşmüş olmuyorlar mı? Ve Tanrı’yı, hani sanki amacını açıklayamamış da, onların bu şekildeki açıklamalarına muhtaçmış gibi bir duruma düşürmüş ol*muyorlar mı?
Bu vesileyle ekleyelim ki, aradan 1400 geçmesine ve bu 1400 yıl boyunca insanlık anlayışında nice gelişmeler görülmesine rağmen, İslam ülkelerinde hala, İbrahim’in yukarıdaki davranışına özlem duyup, oğullarının boğazını kesmek isteyenler vardır. Bunun utanç verici bir örneğine, bundan 30-40 yıl kadar önce Türkiye’de rast*lanmıştır. Askerden kaçmak isteyen bir kişi, eğer bu mükellefiyetten şu ya da bu şekilde kurtulacak olursa, Mızrap adındaki oğlunu kur*ban etmeye karar vermiş, gerçekten de askerlikten kurtulur kurtulmaz oğlunun boğazını ekmek bıçağıyla kesmiştir. Olay ortaya çıktığında savcılık işe el atmış ve dava sonucunda bu kişi layık olduğu cezaya mahkum olmuştur. Ne esef vericidir ki, o zamanın yargıtayı, söz ko*nusu cinayetin “dinsel inançlar” etkisiyle işlenmiş olduğunu, dolayı*sıyla bu inançların “cezayı hafifletici sebep” (“esbab-ı muhaffefe”) olması gerektiğini bildirerek mahkeme kararını bozmuştur. Olay ada*let tarihimizde “Mızrap Çocuk” olayı olarak yer almıştır.
II) Tanrı’ya İbadet Türü Olarak Kurbanla İlgili Ayetlerden Diğer Bazı Örnekler
Yukarıda gördüklerimizden başka, Kur’an’da., kurban kesiminin “ibadet” türü olduğunu kanıtlayan hükümler vardır ki, hepsinde amaç Tanrı’ya teslimiyetin, Tanrı’ya bağlılığın ifadesi olarak yer alır. Hani sanki Tanrı, kendi yüceliğini ve güçlülüğünü kanıtlayabilmek için hayvan boğazlatarak kan akıttırma yollarını seçmişe benzer. Bazı örnekler şöyle:
1) Hac Suresi’ndeki Hükümlere Göre Kurban Kesimi Ameliyesi, Tanrı’yı Yüceltmek İçin İbadet Anlamını Taşıyor; Bu Nedenle Kurban Keserken Tanrı’nın Adının Anılması Gerekiyor (Hac Su*resi, Ayet 36)
Hac Suresi’nin 35., 36. ve 37. ayetlerinden anlamaktayız ki, kurban kesimindeki asıl amaç, Tanrı’yı yüceltmek ve ona şükürler etmektir; bu bakımdan kurban ameliyesi Tanrı’ya ibadettir. Her ne kadar Kur’an, kesilen hayvanların yiyecek işini görmesini, isteyen ve is*temeyene verilmesini emretmekle beraber, hayvan ve kurban kesimin*deki asıl amacın, yoksulu doyurmak değil, Tanrı’yı yüceltmek oldu*ğunu bildirmekte. Çünkü, güya Tanrı, insanlara doğru yolu göster*miştir ve işte bu iyiliğinin karşılığı olarak insanlardan kendisine şükretmelerini, kendisini yüceltmelerini beklemektedir; bunu yapabil*meleri için de, hayvanları (develeri, sığırları) insanların buyruğuna vermiştir ki, bu hayvanları kessinler de ibadetlerini yerine getirebil-sinler! Ve kullarından kurban kesmelerini isterken, Tanrı, bu hayvan*ların ne etlerinin ne de kanlarının kendisine ulaşmayacağını söyler; daha başka bir deyimle kurban kesiminin kendisi için maddi bir çıkar sağlamadığını, sadece kendisini yüceltici bir ibadet olduğunu anlat*mak ister. Yani kurban kesiminde Tanrı’nın güttüğü amaç kendisinin ibadet yoluyla yüceltilmesini, kendisine şükredilmesini sağlamaktır. Bunun böyle olduğunun iyice anlaşılması için, kurban keserken, hay*vanın ön ayaklarının bağlanması ve Tanrı’nın adının anılması gerekir (Hac Suresi, ayet 35-36). Daha başka bir deyimle kurban kesimi ame*liyesi Tanrı’ya yapılan ibadetin ta kendisidir. Bu konu, Hac Suresi’nde şöyle belirtiliyor:
“İşte kurbanlık gövdeli hayanları, deve ve sığırları, Allah’ın size olan nişaneleri kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. Ön ayakları bağlı halde keserken üzerlerine Allah’ın adını anın. Kesilince onlardan yiyin, isteyene de istemeyene de verin. Şükre*dersiniz diye onları böylece .sizin buyruğunuza verdik. Bu hay*vanların ne etleri ne de kanlan Allah’a ulaşacaktır. Allah’a ulaşacak olan ancak sizin ona yaptığınız ibadettir. Size doğru yolu gösterdiğinden, Allah’ı yüceltmeniz için onları böylece sizin buyruğunuza vermiştir...” (Hac Suresi, ayet 36-37).
Görülüyor ki, kurban kesimindeki amaç, yoksulu doyurmak değil; asıl amaç Tanrı’yı yüceltmek, Tanrı’ya şükretmek! Daha başka bir deyimle, Tanrı, sırf kendisini yüceltilsinler, kendisine şükretsinler diye kullarına kurbanlık hayvanları, develeri, sığırları vermiştir. Ve verirken de istemiştir ki, bu hayvanlar, ayaklan bağlı olarak ve “Tanrı” adı anılarak boğazlansın, kanlan akıtılsın; yani kurban ke*simi işi, Tanrı’ya ibadetin bir ifadesi olsun.
2)Tanrı, Vermiş Olduğu Nimet Karşılığı Olarak, Kendisi için Namaz Kılınmasını ve Kurban Kesilmesini Emrediyor (Kevser Suresi, Ayet 1-2)
Biraz önce gördük ki, Kur’an’da -Hac Suresi’nde-, kurban kesimi ameliyesi, Tanrıyı yüceltmek, Tanrı’ya şükretmek amacına yönelik bir ibadet olarak belirtilmiştir. Aynı şey Kevser Suresi’nde de tek*rarlanmakta. Fakat, orada, Tanrı’nın Muhammed’e hitabı olarak şöyle yer almaktadır:
“(Ey Muhammed.’) Kuskusuz biz sana Kevser’i verdik. Şimdi sen Rabbine kulluk (namaz kıl) et ve kurban kes. Asıl sonu kesik olan, şüphesiz sana hınç besleyendir” (Kevser Suresi, ayet 1-3).
Görüldüğü gibi, ayete göre Tanrı, Muhammed’e hitap etmektedir; ona “Kevser”i verdiğini bildirmekte ve verdiği bu nimet karşılığında Muhammed’den, kendisine namaz kılmasını ve kurban kesmesini is*temektedir. Burada geçen “Kevser” sözcüğü, esas itibariyle “çokluk” anlamındadır ve yorumcular bunu “çok büyük nimet” olarak ya da “cennetteki bir havuz” ya da “cennetin bütün ırmaklarının kaynağı olan bir nehir” şeklinde tanımlarlar. Şimdi sorulacaktır: Neden acaba Tanrı, Muhammed’e böylesine büyük bir nimet (“Kevser”) vermiştir, verdiği bu nimet karşılığında ondan namaz kılmasını ve kurban kes*mesini istemektedir? Sorunun İslam kaynaklarına göre karşılığı şöyledir: Muhammed’in, Mekke’deyken ilk karısı Hatice’den dört kızı ve iki (bazı rivayete göre dört) oğlu olmuş, fakat oğlan çocukların hepsi de küçücük yaşlarda ölmüşlerdir. Her ne kadar Muhammed Tanrı’ya, oğlan çocuk vermesi için yalvar yakar olmuşsa da, bir türlü oğlan çocuk edinememiştir. Medine’ye geçtikten sonra Marya adındaki cariyesinden bir oğlu olmuş ve ona İbrahim adını koymuş, fakat az geçmeden İbrahim de hastalanarak ölmüştür. Kendi neslini sürdürecek bir oğlan edinemediği için olağanüstü üzülürken, bir de çevresindeki kişilerin kendisi hakkında “ebter” (nesli kesik) diye konuştuklarını görünce yukarıdaki ayetleri Kur’an’a koymuştur. Yani anlatmak istemiştir ki, Tanrı, oğlan çocuk yerine kendisine, büyük bir nimet olmak üzere “Kevser” vaat etmiştir. Bunun karşılığında da, kendisinden namaz kılmasını ve kurban kesmesini istemiştir. Çünkü, “namaz”, kalp, dil ve bedenle yapılan şükrün kendisi olarak önemli bir ibadet türüdür. Her ne kadar namaz, “ibadetin başı” ya da “bütün ibadetlerin ruhu” ve. “dinin temeli” sayılırsa da, sadece namaz yollu ibadet yeterli değildir. Tanrı’yı hoşnut etmek için namaz kılmaktan başka kurban keserek de ibadet edilmelidir; kurban kesmek, biraz önce değindiğimiz gibi yorumculara göre, zekat ve sadaka vermekten daha fazla fedakarlık ifade eden bir ibadettir. Bu “fedakarlık” sadece mali bakımdan değil, sembolik anlamda kan akıtma bakımından da söz konusudur. Şu nedenle ki, vaktiyle İbrahim “Peygamber”, Tanrı’ya bağlılığını kanıtlamak için en büyük bir fedakarlık olarak kendi öz oğlunun boğazlayıp, kanını akıtmaya hazır olduğunu Tanrı’ya anlat*mıştı. Onun böylesine büyük bir fedakarlıkta bulunacağını anladığı içindir ki, Tanrı ona koyun göndermiş ve oğlu yerine koyun keserek bu işi görmesini bildirmişti. Bundan dolayıdır ki, kurban kesimi, büyük bir fedakarlığın ifadesi olmak üzere, en büyük bir ibadet türü sayılır.
Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, Kur’an’a göre Tanrı, kendisine “tefekkür” anlamına gelen ve sırf yüceltilsin diye kendisi için kurban kesilmesini emrediyor. Daha başka bir deyimle, yoksullara yardım amacıyla değil, asıl kendisine ibadet edilerek minnettarlık gösterilsin diye kurban kestiriyor.
3) Tanrı, Ateşin Yiyeceği Bir Kurban Getirmedikçe Hiçbir Pey*gambere İnanılmamasını Emretmiş (Al-i İmran Suresi, Ayet 183)
“Kurban” öğesinin “peygamberliğin” bir işareti olduğuna ve “ateşin yakıp kor edeceği bir kurban getirmedikçe” hiçbir peygambere inan*mamak gerektiğine dair Kur’an’da, şöyle bir ayet vardır:
“... ‘Doğrusu, ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe hiçbir peygambere inanmamak üzere Allah bize ahit verdi’ diyenlere, sen. Ey Muhammed de ki, ‘Benden önceki peygamberler size bel*geler ve dediğiniz şeyi getirdi. Doğru sözlü iseniz niçin onları öldürdünüz?’...” (Al-i İmran Suresi, ayet 18.)
Bu ayeti Muhammed, Medine’deki Yahudilerin kendisini “peygam*ber” olarak kabul etmemek amacıyla, “Doğrusu ateşin yiyeceği bir kur*ban getirmedikçe hiçbir peygambere inanmamak üzere Allah bize ahit verdi...” şeklindeki iddialarını çürütmek için koymuştur. İslam kaynak*larına göre hikaye şöyle: Medine’deki Yahudilerin önemli kişilerinden bazıları -ki aralarında Ka’b İbn-i Eşref, Malik İbn Sayf, Vehb İbn Ya-huza, Zeyd İbn Manuh, Finhas İbn Azura, Huyey İbn Ahtab gibi kişiler bulunmaktaydı- gelip Muhammed’e şöyle derler:
“Sen, (Tanrı’nın) seni bize bir Resul olarak gönderdiğini ve sana bir kitap (indirdiğini) iddia ediyorsun. Halbuki Allah bize, Allah tarafından gönderildiğini iddia eden bir Resul bize ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe kendisine iman etmemekliğimize dair ahit vermiş, yani böyle (emreylemişti). Dolayısıyla, sen böyle bir mu*cizeyi gösterirsen seni tasdik ederiz.”
Yani anlatmak isterler ki, gökyüzünden inen bir ateşin yakıp kor edeceği bir kurban getirmedikçe, Muhammed’i “peygamber” olarak kabul etmeyeceklerdir. Onların bu sözleri üzerine Muhammed, is*tenilen mucizeyi gösteremeyeceğini bildiği için, Tanrı’nın yukarıdaki ayeti indirdiğini ve bununla şunu anlatmak istediğini söyler:
“Muhammed'den önce size, o söylediğiniz kurban ve nar mu-cizesiyie peygamberler geldi. Bunlar arasında Zekeriyya, Yahya ve diğer İsrail peygamberleri vardı. Fakat, siz onları öldürdünüz. Eğer siz, sözünüzün delaleti veçhiyle, ‘Bu kurban mucizesi gösteri*lirse iman edeceğiz’ demekte sadık ve ciddiyseniz, o peygamberleri niçin katlettiniz. Yani sizin ecdadınız onları katlettikleri gibi siz de bugün hala onların düşündüğü gibi düşünüyorsunuz. Onların işledikleri bu cinayetleri hala onaylıyorsunuz. O peygamberlere iman etmiyor ve o cinayetlerden tevbekar olmuyorsunuz. Oysa Mu*hammed’e iman etmek için, bütün bu peygamberlere iman etmek şarttır. Siz onları tasdik etmeden ve o günahları tevbe etmeden Mu*hammed’i onaylamış olamazsınız. Ve mademki onlar kurban mu*cizesini de gösterdikleri halde hala iman etmiyorsunuz, o halde mu*hakkaktır ki, bugün talep ettiğiniz bu mucizeye yine iman etmeyeceksiniz. Dolayısıyla, ahit davanız iftira olduğu gibi, bu ta*lebiniz de yalandandır. Bu iftirayı onaylayacak nitelikte bir mucize olamaz... “
Dikkat edileceği gibi Muhammed’in söylemesine göre “kurban mucizesi”, daha önce İsrailoğullan’na gönderilmiş olan peygamber*lerin “peygamberlik” belirtisi olduğu halde, Yahudiler bu peygamber lere -ki Muhammed’e göre hepsi de “Müslüman” olarak gönderil*mişlerdir- inanmamışlardır, hatta onları öldürmüşlerdir. Şu durumda eğer kendisi de “kurban” mucizesi göstermiş olsa Yahudiler ona inan*mayacaklardır.
4) Allah’a Karşı “Hac ve Umre” Şeklindeki ibadetin, Kurban Kesmek Şeklinde Yerine Getirilmesi (Bakara Suresi, Ayet 196) Kur’an’ın bildirmesine göre, Mekke’deki Kabe, “insanlar için ilk ku*rulan” ve insanlara “doğru yolu gösteren ev”dir, orada Müslümanların ilki olan İbrahim’in makamı vardır ve Kabe’yi “hac” biçiminde ziyaret Tanrı’nın insanlar üzerindeki hakkıdır (Al-i İmran Suresi, ayet 95-97). Ve bu hakkını Tanrı. İbrahim’e yaptığı şu çağrıyla belli etmiş, şöyle demiştir:
“(Ey İbrahim!)... insanları hacca çağır! Yürüyerek ve arık develere binmiş alarak gelirler sana ki, o develer, her bir uzak yoldan kopup gelirler. Kendi yararlarına olanları görsünler. Tanrı’nın ken*dilerine rızık olarak verdiği hayvanların belirli günlerdeki kurban edilmeleri sırasında Tanrı ‘nın adını ansınlar. Yiyin bunlardan. Ve güç durumdaki yoksulu da doyurun... “ (Hac Suresi, ayet 26-29).
Yani Tanrı, Müslüman kullarını Kabe’deki evine çağırıyor ki, gelsinler de, orada, Tanrı’nın kendileri için yaptığı iyilikleri anlayıp ken*disine şükretsinler, kurban kessinler diye. Öyle anlaşılıyor ki Tanrı’nın hakkı, sadece insanlara birtakım nimetler sağlamasından değil, bir de İbrahim’e, oğlunu kurban edip onun kanını akıtacak yerde, koyunun kanını akıtma olasılığını sağlamasından doğmuştur. Hani sanki Tanrı, “Ey insanlar! Ben sizi, bana şükretmeniz için kendi çocuklarınızı kesme zorunluluğundan kurtarıp, hayvan kesme olasılığına kavuşturdum. Bu nedenle sizin üzerinizde bu bakımdan da hakkım var. Benim adıma kur*ban kesin” der gibidir. Bu itibarla Kabe’ye hediye edilen kurbanlar, Tanrı’ya şükür anlamında ibadet etmektir (Elmalılı Hamdi Yazır, age, c., s.714). Bundan dolayıdır ki, kurbana “hürmet” gerekir (Maide Suresi, ayet 1-2). Kuşkusuz ki, kesilen kurbanın eti yenecektir. Fakat, kurban ke*simindeki asıl amaç, Tanrı’ya şükranda bulunmaktır ki, ibadetin ta ken*disidir. Öte yandan hac görevini ya da “küçük hac” denen umreyi (omreyi) yapmaktan alıkonan kimselerin Kabe’ye kurban hediye etmeleri ge*rekir. Yine bunun gibi hastalık vd... gibi nedenlerle hac ziyaretini ye*rine getiremeyenler, fidye olarak kurban keserler, oruç tutarlar ya da sadaka verirler. Bakara Suresi’nde şöyle yazılıdır:
“Başladığınız hac ve umreyi Allah için tamamlayın. Alıkonursanız, kolayınıza gelen bir kurban gönderin. Kurban, yerine ulaşıncaya kadar, başlarınızı tıraş etmeyin, içinizde hasta olan veya başından rahatsız bulunan varsa fidye olarak da oruç tutması, ya sadaka ver*mesi ya da kurban kesmesi gerekir...” (Bakara Suresi, ayet 196).
Görüldüğü gibi burada kurban kesimi, hac ve umre şeklindeki iba*detin yerine getirilmiş olmasını sağlıyor; yani yoksula yardım, yok*sulu doyurmak için öngörülmüş değil; sadece Tanrı’ya ibadetin şekillerinden biri olarak belirtiliyor. Bunun dışında “oruç tutmak” ya da “sadaka vermek” var ki, bu sonuncusu yoksula yardım öğesini de kapsar nitelikte. Ancak, asıl önemli olan şey kurban kesmektir, yani Tanrı için kan akıtmaktır. Fakat, herkesin mali durumu buna yeterli olmadığı için, kurban kesemeyenlere diğer kolaylıklar sağlanmıştır ki, bu. yoldan Tanrı’ya şükranlıklarını belli etsinler diye.
5) Kabe’ye Kurban Hediye Etmek Yoluyla Tanrı’ya. İbadet Usulü (Maide Suresi, Ayet 2, 95)
Kurban kesiminin, sosyal yardımlaşmanın bir türü olmasından çok, esas itibariyle kan akıtmak şeklinde Tanrı’ya ibadet olduğunun diğer bir kanıtı, Kabe’ye kurban hediye etmekle ilgili hükümlerdir ki, bunlar arasında Maide Suresi’nin 2. ve 95. ayetleri bulunur. Gerçekten de Maide Suresi’nde “kutsal” olarak nitelendirilen bazı şeyler vardır ki, bunlara “hürmet” edilmesi emredilmiştir. Örneğin, “Tanrı’dan bol nimet ve rıza” dileyerek Beyt-i Haram’a gelenlere “hürmet” edilmesi gerekir. Fakat, bir de Kabe’ye hediye edilen “kurbanlığa” da “hürmet” gösterilmesi emredilmiştir: hatta sadece kurbanlığa değil, kurbanlık belirtisi olmak üzere herhangi bir şeyden takılan gerdanlıklara da “hürmet”gerekir. Ayet şöyle diyor:
"Ey inananlar!... (Kabe'ye) hediye edilen kurbanlığa, gerdanlıklar takılan hayvanlara, Rablerinden bol nimet ve rıza talep ederek Beyt-i Haram'a gelenlere sakın hürmetsizlik etmeyin..." (Maide Su*resi, ayet 2).
Daha başka bir deyimle Kabe'ye hediye edilen kurbanlık, ibadet aracı olarak "hürmet" edilmeye layık bulunmuş olmaktadır .
Yine Maide Suresi'nde kurban kesiminin, bazı günahlardan (örne*ğin, ihramlıyken avı öldürmek gibi günahlardan) kurtulmak için iş gören bir ibadet yolu olduğunu gösteren bir ayet vardır:
"Ey inananlar! ihramlıyken avı öldürmeyin. Sizden bile bile onu öldürene, ehli hayvanlardan öldürdüğü kadar olduğuna içinizden iki adil kimsenin hükmedeceği, Kabe'ye ulaşacak bir kurbanı ödeme ya da düşkünlere yemek yedirmek şeklinde keffarei veya yaptığının ağırlığım tatmak üzere bunlara denk oruç tutmak vardır..." (Maide Suresi, ayet 95).
Görülüyor ki, ihramlıyken "avı öldürenler" (eğer bu işi bile bile yapmışlarsa) günah işlemiş oluyorlar. Günahtan kurtulabilmek için ya düşkünlere yemek yerdirmeleri ya oruç tutmaları ya da Kabe'ye ulaşacak bir kurbanı ödemeleri gerekir. Dikkat edileceği gibi, burada kurban kesimi, yoksulu doyurmak için öngörülmüş değildir. Çünkü, ayet, yoksulu doyurma işini, günahtan kurtulmanın bir başka yolu olarak belirtmiştir. Ayette geçen "kurban ödeme" deyimi, Tanrı'ya "takdimede" bulunarak günahtan kurtulmayı öngörmektedir ki, bu da ibadetten başka bir şey değildir.
6) Tanrı, Kendi Yüceliğini ve Güçlülüğünü Kanıtlamak Amacıyla Musa'nın Kavmine İnek Boğazlatıyor; Boğazlattığı İneğin Kemiğiyle Ölü Diriltiyor
(Bakara Suresi, Ayet 67-73)
Bakara Suresi'nde Musa ve kavmiyle ilgili bir hikaye var ki, Tanrı'nın sığır boğazlatarak ölüleri diriltebilir olduğunu anlatır. Hikayenin özeti şöyledir: Musa bir gün kendi kavminin insanlarına, "Allah muhakkak bir sığır boğazlamanızı buyuruyor" der (Bakara Su*resi, ayet 67). Onlar, "Bizi alaya mı alıyorsun?" diyerek önce itiraz ederler. Çünkü, akıllarından Tanrı'nın kendilerinden inek kurban et*melerini isteyebileceği ihtimalini geçiremezler.7 Bununla beraber az sonra fikir değiştirirler ve ne cins bir sığır boğazlamaları gerektiğini sorarlar: "(Ey Musa) Rabbine bizim adımıza yalvar da onun (sığırın) mahiyetini bize bildirsin" (Bakara Suresi, ayet 68). Musa'nın sorusu üzerine Tanrı, kesilecek sığırın "ne kart, ne körpe, ikisi ortası yaşta, kusursuz, alacalı ve tarlada fazla kullanılmamış" olmasını ister. Tanrı'nın istediğine uygun bir sığır bulunup boğazlanır. Bunun üze*rine Tanrı, Musa'nın kavmine hitaben "Siz bir kimseyi öldürmüş ve bunu birbirinize atmıştınız: oysa Allah gizlemekte olduğunuzu ortaya çıkaracaktır" der ve "Sığırın bir parçasıyla ona (ölüye) vurun" diye ekler. Dediği gibi yaparlar ve sığırın bir parçasıyla ölüye vururlar; ölü dirilir. Tanrı onlara şöyle der:
"İşte böylece Allah ölüleri diriltir ve aklınızı kullanasınız diye size ayetlerini gösterir" (Bakara Suresi, ayet 69-73).
Kur'an, öldürülen kişinin kim olduğunu ve neden Tanrı'nın boğaz*lattığı bir ineğin parçasının vurulmasıyla ölüyü dirilttiğini açıklamı*yor. İslam kaynaklarına göre rivayet şöyledir: Musa'nın kavminden çok zengin bir adam varmış; bu adamın bir oğlu ve birçok yeğeni bu*lunuyormuş. Bu yeğenler zengin amcalarının mirasına konmak için onun oğlunu gizlice öldürmüşler, sonra cenazesini kapıya koyup ba*ğırıp çağırmaya ve cinayeti onun bunun üzerine atmaya kalkışmışlarmış. Katil bulunamadığı için toplumda fitne çıkmış. Ve işte katili meydana çıkarmak amacıyla Tanrı, Musa'nın kavmine sığır boğazla*malarını ve sonra sığırın bir parçasıyla ölünün üzerine vurmalarını emretmiş imiş.
Pek güzel, ama bütün bu işler için ineği boğazlatıp kan akıtmak niye? Eğer Tanrı, yüceliğini ve güçlülüğünü kanıtlamak için ölüleri diriltebilir olduğunu ortaya koymak istiyor idiyse, mutlaka sığır boğazlatıp onun kemiğiyle ölüye vurdurtması mı gerekirdi? Bu işi sığırı boğazlatmadan ve ölüyü oracıkta canlı duruma getirmek yoluyla yapamaz mıydı?
Her ne olursa olsun, yukarıdaki konular şu gerçeği ortaya koy*maktadır ki, “kurban kesimi”, esas itibariyle yoksula yardım amacına dayalı bir gelenek değildir; bu gelenek, esas itibariyle Tanrı adına girişilebilecek fedakarlıkları ortaya koymak üzere Tanrı adına kan akıtmak, böylece Tanrı’yı hoşnut edip günahlardan kurtulmak gibi bir amaca dayalıdır. Kur’an’daki yeri de bu anlamdadır.
|