Senaryo doktoru Öktem Başol'la bu hafta ilk Türk zombi filmi Ada'yı konuştuk.
Ali Buhara Mete: Murat Emir Eren ve Talip Ertürk’ün yazıp yönettiği Türk zombi filmi tür olarak korku-komedi diye lanse edilmiş. Fakat komedi olduğuyla ilgili ciddi şüphelerim var. Siz Ada filmini tür olarak hangi kategoriye koyarsınız? Bunun dışında filmi genel hatlarıyla nasıl değerlendirirsiniz?
Öktem Başol: Korku komedi türü bir film. Yahşi Batı’nın Westernleri ele almasından farklı değil. Eğer Türkiye’de olsa ne olurdu fikrinden yola çıkan bir şey var. Western’i kendi devinimiyle Türklerin karşılaşması arasındaki komiklikleri anlatıyor. Burada da aynı şey var aslında. Zombilerin Türklerle karşılaşmasıyla olan komiklikleri anlatıyor film. Komedisini onun üzerine kuruyor. Türklerin Amerikan değerleriyle karşılaşması da diyebiliriz. Dolayısıyla buradaki komedi, hissedilen komedi. Kimisi çok komik bulabiliyor; kendi jargonuna, yaş grubuna uygun bir takım laflar görüyor. Bazıları da çok da komik bulmayabiliyor. Bir de oradaki konuşma tarzı veya oradaki insanların ilişkilerini çok da algılamıyorsun. Peki korktun mu?
Karikatürize olmamış
A.B.M: Çok korkmadım ama genel atmosferiyle filmi iyi buldum. Dekor anlamında o atmosferi yansıttıklarını düşünüyorum. Düşük bir bütçeyle çekildiği varsayımıyla o duyguyu verebilmişler.
Ö.B: Aslında ben tam da senin söylediğin konuda filmi çok başarılı buldum. Çünkü bu film çok komik ama kötü anlamda komik olabilir de. Karikatürize olabilirdi… Kendi istediklerinin dışına çıkacak bir durum olabilirdi çünkü onlar korku-komedi yapmışlar. Korkarsın, gülersin, gülmezsin ayrı mesele. Sonuçta bir tür filmidir. O konuda oldukça başarılılardı. Çünkü ben çok daha basit bir şey bekliyordum. Fakat ben filmin en güçlü olması gereken yerinin kuvvetsiz olduğunu düşündüm. Zombilerin gerçek zombi makyajından biraz uzak olduğunu gördüm. Bence zombilere daha iyi makyaj yapabilirlerdi ve daha gerçekçi olabilirdi.
Kurgu çok başarılıydı
A.B.M: Sübjektif çekimden ötürü kamera çok hareketliydi. Filmin başında çok rahatsız ediciydi ancak sonra alıştık. Görsel olarak Ada filmini nasıldı sizce?
Ö.B: Tek kamerayla çekilip de birkaç sahneden, ana bloktan oluşan filmlerin kurgusu çok zordur. Herkes tam tersini düşünür ama kurgusu çok zordur. Kurguyu bir arkadaşım yaptığı için söylemiyorum ama çok başarılı buldum. Çok akıcı bir kurgusu vardı filmin. Birleşim yerleri de iyiydi. Bu konuda hem yönetmeni hem de kurgucuyu tebrik etmek lazım.
A.B.M: Aslında kolay gibi görünüyor ama teknik anlamda mizansenleri kurmak daha mı zor video kamerayla?
Ö.B: Çok beceriksizce kurgulanmışsa çok kötü olabilir. Komiklik hissini kötü verebilir. Bu anlamda kurgucuyla yönetmenin birbiriyle çok uyumlu çalışması lazım. O anlamda ben başarılı buldum. Film çekilmeden önce bana ilk senaryo geldiğinde okumuştum. İlk okuduğumda senaryoda bazı karakterizasyon eksiklikleri görmüştüm. Karakterlerin hepsi filmde birbiriyle aynı konuşuyor gibiydi fakat filmi izledikten sonra birazcık o eksikliklerin giderildiğini gördüm. Karakterlerin aslında hepsinin kendine özgü bir niteliği vardı. Başı biraz belki daha kısa tutulabilirdi ama bunun çok teknik ve basit bir nedeni var. Çünkü Amerika’da yapılan zombi ve korku filmlerinde zombilerin ulaşması çok erken bir saatte geliyor. Filmin üçüncü ya da beşinci dakikasında zombiler, kötü adamlar geliyorlar. Çünkü oradaki teknik olanaklar fazla olduğu için karakterlerin kendilerini kurtarma çabaları ve onları takip eden kötü adamların onları yenme çabaları teknik olarak yüksek nitelikte veriliyor. Burada kendilerini kurtarma çabaları için çok fazla yaptıkları bir şey yok. Biraz o anlamda eksik buldum. Daha fazla silahları olabilirdi daha fazla çözüm üretilebilirdi.
A.B.M: Mesela polislerin öldürüldüğü sahnede silahlara ulaşabilirlerdi…
Ö.B: Evet en azından silaha ulaşma çabaları olabilirdi. Herhalde şunu düşündüler: belgesel niteliğinde çekelim. Dolayısıyla, o gerçekçi niteliği zedelemeyelim diye böyle bir yol izlediler. Bence esas orada tat verecek olan oradaki engellerin çoğaltılması. Oradaki karakterlerin denemelerinin çoğaltılmasıydı.
A.B.M: Bir de benim gözlemlediklerim arasında en göze çarpan hatalardan birisi başkarakterin ‘İstanbul’da olsan ne olacak orası daha beterdir’ deyip İstanbul’a gitme arzuları son derece çelişkili. O zaman niye oraya gitmeye çalışıyorsun?
Ö.B: Evet doğru diyorsunuz, filmin ruhuna da aykırıydı çünkü film onların Ada’da karantina da kalmalarını anlatıyor.
A.B.M: İstanbul daha beter bir yer olmamalı...
Ö.B: Tabiî ki… Zaten filmin başında gönderme yapıyorlar; Osmanlı’daki hastalar buraya göderiliyordu diye...
Teknik olanakların iyi olması lazım
A.B.M: Bir de bu kurtulma çabalarındaki iletişim durumlarını çok fazla vermiyorlar filmde. Telefonla aramaları dış dünyayla irtibat kurma çabalarını göremiyoruz ta ki filme yeni bir karakter katılana kadar. Zira o karakter de filmin ikinci yarısından sonra çıkıyor karşımıza…
Ö.B: Esas problem orada zaten. Oradaki kurtulma çabaları yerine daha spekteküler bölümler uzun tutulmuş. O da büyük ihtimalle teknik ve parasal olanaksızlıklardan kaynaklanıyor. O tip kovalama sahnelerinin ve o tip çatışma sahnelerinin çok güzel olması için birazcık da teknik olanakların iyi olması lazım. Bunlar iyi olmayınca mümkün olan en akıllı yol onu biraz saklama yoluna gitmektir. Biraz daha belgesel gibi yapmak. Bence filmin yapmaya çalıştığı şey oydu.
Çok küfür var
A.B.M: Beni en çok rahatsız eden şey filmde sürekli edilen küfürlerdi. Bu kadar çok küfür etmenin bir alemi var mı? Başkarakterlerden kadın oyunculara kadar hepsinin ağzından küfür düşmüyor. Bu bağlamda filmin temasını insanoğlu küfreden bir hayvandır olarak nitelendirebilir miyiz?
Ö.B: Aslında ben karakterlerin hepsinin küfür etmesine karşıyım. Eğer karakterlerden biri çok küfürbaz bir adam olsaydı ve diğerleri de onu susturmaya çalışsaydı…
A.B.M: Her karakterin küfürbaz olması çok iğreti duruyor.
Ö.B: Bir kere doğru ve gerçekçi değil. Arkadaş gruplarında herkes küfür etmiyor. Mutlaka vardır ama en azından herkes bunla özdeşleşmiyor. Orada özdeşleşmemiz gereken şey hepsinin farklı şeyler söylemesi. Senaryoyu okuduğumda bundan bahsetmiştim. Ben aman küfür duymayalım meraklısı değilim. Bir iki tane olabilir çünkü toplumda da duyuyoruz bunu zaten. Ama bunu bir karakterin altında söyletmek ve diğerlerinin onu susturması daha doğru olur. O açıdan çok doğru bulmadım ben de…
A.B.M: Tematik açıdan ne söylersiniz?
Ö.B: Tematik açında filmin söylemek istediği şeyi düşünmek istersek filmin bir yerinde özellikle bu zombilerin zombileşmesinin nedenini tartışıyorlar aslında. O neden de zombilerin bir anlamda ötekileşmiş yaratıklar olarak görülmesi. Ve bunu söylerken iki tane yorum yapılıyor. O iki yorum aslında toplumun şuandaki iki kanadını temsil ediyor veya iki eğilimini temsil ediyor. Birileri diyorlar ki bu zombilerin zombileşmesinin nedeni bozuk rakı içtikleri için, diğerleri de hükümetin verdiği kömürden oluyor diyor. Dolayısıyla toplumun iki kanadını anlatıyor. Biri kömürden diğeri rakıdan oluyor diyor. Biri diğerini sürekli ötekileştirmeye uğraşıyor aslında. Zombiler de bu yüzden patlayıp saldırıyorlar.
A.B.M: Bu mesajı çok net alamıyoruz sanki?
Ö.B: Aslında bu mesajı zaten iletmemek lazım. Çünkü mesajı kameraya dönüp ilettiğinde son derece didaktik olabilir. Mesajı anlayanın anlaması lazım. Filmin makyajlarını beğenmemiş biri olarak söylüyorum: Burada esas önemli olan filmin tanıtımını bir zombi filmi veya zombiler üzerine vurgu yaparak yapılmaması. Video kamera ile çekilen bir film olduğu üzerine vurgu yapılması daha doğru olurdu. Çünkü ilk Türk zombi filmi bambaşka konulu bir film de olabilir. Burada esas olan tek kamerayla çekim yapılan bir film olması. Bütün film video kameranın gözünden görülüyor. Ve bunun gibi yakınlarda çıkan bir örnek ‘Paranormal Activity’. Son derece korkunç bir film. Üstelik hiçbir şey yapmadan. Ne de bir hayalet göstererek korkutan bir film. Ada’nın da aslında amaçladığı bu. O sübjektif kameranın yarattığı etkiyle yani gerçeklik etkisiyle insanları etkilemek… Bence filmin esas vurgu yapması gereken şey buydu.
A.B.M: Önceki söyleşilerimizde direnmeyen bir başkarakterin asla başkarakter olamayacağını söylemiştiniz. Film boyunca bu kadar direniş gösterip bir anda hadi bizi öldürün der gibi teslim olmalarını neden yapmış olabilirler? Filmin sonundaki Guiza esprisini nasıl buldunuz?
Ö.B: Evet, oraları saçma buldum ama ona gelmeden evvel çok etkin bir şeklide o kurtulma içgüdüsü verilmediği için. Beni orada ilgilendiren şey onların kaçması değil. Zaten film ağır ilerliyor, başında olsa o sahneler sorun değil. Ama filmin ortasından sonuna kadar kaçmayı göstermek filmi gerçekçi kılmıyor. Bizim istediğimiz şey; karakter silah mı bulurlar İstanbul’a mesaj mı iletmeye çalışırlar, gemiyle kaçmaya mı çalışırlar yoksa suya bir şey mi bırakırlar. Bak hiç düşünmeden konuşurken 4 tane şey söyledim. Bunların hiçbiri yoktu filmde. Hiçbir üretim yoktu onla ilgili, hâlbuki gerçek olan şey budur. Benim film seyretme nedenim budur. Onu sadece filmin sonlarında görüyoruz. Filmin ağır akmasının nedeni o. Film sempatik bir film oluyor ama gerçek anlamda etkili bir film olmuyor. Ama dediğim gibi bunun en önemli nedeni finansal.
Oyunculuklar doğaldı
A.B.M: Filmin olumlu yanlarından bakarsak oyuncuların çok sırıtmadığını söyleyebilir miyiz? Bana çok doğal geldi…
Ö.B: Beni filmde olumlu anlamda şaşırtan şey de buydu. Ben oyunculukları ister istemez kötü bekliyordum. Çünkü çok başarılı bir şey kurulamayabilir üstelik plan sekanslar var. Uzun yerler var dolayısıyla başarılı oyunculuklar olmayabilir. Ama ben son derece doğal buldum.
A.B.M: Doğaçlama yapıldığı sezinleniyor değil mi?
Ö.B: O olumlu bir şey film için.
A.B.M: Filmde hiç müzik yoktu… Özellikle yapılmış bir tercih mi sizce?
Ö.B: Korku filminde müzik kullanmamak alsında çok olumlu bir şey. Filme hiç olumsuz yansımamış. Müzik kullanmak tamamen bir fetiştir. Müzik kullanmadan da pek çok şey yapılabilir. Bir de küçük bütçeli filmlerde müzik kullanmak filmin defolarını arttırıyor. Çünkü müzik vurgu yapıyor bir şeye. Şu sandalyeyi gösteriyorsan arkasına müzik koyduğunda buna vurgun yapıyorsun. Ve ben seyirci olarak o sandalyeye daha dikkatli bakıyorum. Bu tip defoları azaltıyor müzik kullanmamak. Her şeye daha homojen bir bakışla bakabilesin diye. Son olarak da bu film küçük bütçeli çekilmiştir, iyidir, kötüdür her şeyi konuşabiliriz ama neden ilk haftasında bu kadar kötü ve küçük salonlarda çıktığını anlamdım filmin. Film küçük bütçeli olabilir ama mutlaka ve mutlaka bu tip anlaşmaların yapılması lazım filmin dağıtımıyla ilgili. Bu çok önemli bir şey çünkü o şekilde ulaşıyorsun. Senin filminin iyi olması veya olmaması 3 tane eleştirmenin ağzının ortasında değil. İnsanlara ulaşması lazım, insanlara ulaşması için de insanların istediği yerlere gitmesi lazım insanlar senin istediğin yere gelmez.
A.B.M: Öktem hocamıza bu keyifli söyleşi için teşekkür ediyoruz.
Ropörtaj: Ali Buhara METE
Senaryo Doktoru: Öktem BAŞOL
Fotoğraflar: Adnan ERDOĞAN
(yazete)