Tekil Mesaj gösterimi
  #1 (permalink)  
Alt 29.11.09, 10:44
NoMaD - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
NoMaD
Uzman Baykuş
 
Kaydolma: 25.07.09
Erkek
Mesajlar: 739
Teşekkürler: 283
Üyeye 162 kez teşekkür edildi
Standart Warcraft Tarihi

Bölüm 1: Mitler

Titanlar ve Evrenin Şekillendirilmesi

Kimse evrenin nasıl başladığını tam olarak bilemez. Bazıları uzaydaki ani bir patlamanın sınırsız dünyaları “Büyük Karanlık”ın(Great Dark) uçsuz bucaksız sınırları içine yolladığını söyler. – O dünyalar ki bir gün mükemmel ve inanılmaz çeşitli yaşam formlarına ev sahipliği yapıcaklardı. Diğerleri evrenin bütün gücü içinde barındıran tek varlık tarafından bir bütün olarak yaratıldığına inanıyorlardı. Keşmekeş halindeki evrenin ilk hali belirsizliğini korusa da güçlü varlıklardan oluşan bir ırkın bu dünyalara düzen getirmek ve kendilerini takip edecek olan yaşam formlarını güvenceye almak için varedildiği açıktır.

Titanlar; devasa, metalimsi derili tanrılar, yeni doğmuş evreni keşfetmek ve karşılaştıkları dünyaların üzerinde çalışmak için uzayın uzak uçlarından geldiler. Onlar dünyaları kudretli dağları ve engin denizleri yaratarak şekillendirdiler. Gökleri soludular ve coşkulu atmosferlere yaşam verdiler. Keşmekeşten düzen yaratmak onların doğasının, ileri görüşlülüklerinin bir parçasıydı. Hatta onlar ilkel ırkları bile güçlendirdiler; kendi işlerini yapabilsinler ve saygıdeğer dünyalarının bütünlüğünü koruyabilsinler diye.

Pantheonlar adıyla bilinen seçkin bir grup tarafından idare edilen Titanlar yaratılışın ilk zamanlarında Büyük Karanlığın Ötesine(Great Dark Beyond) dağılmış 100 milyon dünyaya düzen getirdiler. İyi niyetli Pantheonlar, onlar ki bu yapılandırılmış dünyaları korumaya yemin etmiştiler, Sapmış Aşağı’nın(Twisting Nether) şeytani varlıklarından gelebilecek saldırı tehdidine karşı her zamankinden daha da hazırlardı. Aşağı, (Nether) evrenin sayısız dünyasını bağlayan keşmekeş büyülerinin dünyevi olmayan boyutu, sadece yaşayan evrendeki hayatı yoketmeye ve yaşamın enerjilerini kendilerine katmaya yemin etmiş sınırsız sayıdaki şeytani yaratığın, iblislerin ve zebanilerin eviydi. Hiç bir şekilde kötülüğü ve alçaklığı kabullenemeyen Titanlar şeytani varlıkların sürekli devam eden tehditlerine karşı bir yol bulmak için çaba sarfettiler.

Sargeras ve İhanet

Zaman içinde şeytani varlıklar Sapmış Aşağı’dan Titanların dünyasına geçmenin yolunu buldular, ve Pantheonlar kendi içlerindeki en iyi savaşçıyı, Sargeras’ı, ilk savunma hattında rol alsın diye seçtiler. Erimiş bronzun soylu devi, Sargeras, görevini sayısız bin yıllar boyunca sürdürdü. Şeytani varlıkları aradı ve bulduğu yerde onları yoketti. Çağlar geçtikçe, Sargeras fiziksel evrende güç ve egemenlik kazanan 2 güçlü şeytani ırkla karşılaştı.

Eredarlar, şeytani sihirbazlardan oluşan bir ırk, warlock büyülerini sayılı dünyaları istila etmek ve köleleştirmek için kullandılar. Bu dünyalardaki yerel ırklar Eredarların zarar verici büyüleri yüzünden değişime uğradılar ve şeytani varlıklara dönüştüler. Sergeras’ın neredeyse sınırsız güçleri bu şeytani ırkı yoketmeye fazlasıyla yeterdi ama o yaratıkların saflıklarının bozulması ve kötülük dolmaları karşısında sorunlar yaşadı. Bu kadar yozlaşmayı içinden atamayan yüce Titan gitgide artan bir depresyonun içine girdi. Artan isteksizliğine rağmen Sergeras warlockları Sapmış Aşağı’nın bir köşesine hapsederek evreni onlardan temizledi.

İçindeki karmaşa ve üzüntü derinleşirken Sergeras Titan’ların düzenini bozmakta ısrar eden başka bir grupla başetmeye zorlandı, Nathrezimler. Bu vampirimsi iblislerden oluşan kötülük dolu ırk (Aynı zamanda Korku Efendileri(Dreadlords) olarakta bilinirlerdi.) sayılı dünyayı, üzerlerinde yaşayanları ele geçirip, onları gölgeye çevirerek ele geçirdi. Yozlaşmış korku efendileri içgüdüsel bir güvensizlik ve nefret aşılayarak ırkları diğer ırklara düşman ediyorlardı. Sergeras, Nathrezimleri’de kolayca altetti ama Nathrezimlerin yozlaşması onu derinden etkiledi.

Sergeras umutsuzluk ve şüphe duygularını baskın hissederken sadece görevine değil, Titanların düzenli bir evren görüşüne olan bütün inancını da kaybetti. Sonunda düzenin içeriğinin bile yanlış olduğuna, karanlık ve yanlız evrende keşmekeşin mutlakiyet olduğuna inanmaya başladı. Dostları Titanlar onu bu konuda hatalı olduğuna ikna etmeye ve öfke dolu duygularını yatıştırmaya çalıştılar fakat o bu iyimser inançlarının kendi çıkarlarına hizmet eden hayaller olduğunu söyleyip, dediklerine kulak asmadı. Sergeras Titanlar’ın saflarından sonsuza dek ayrılıp, evrende kendi yerini arayışa girdi. Pantheonlar bu ayrılığın ardından üzülselerde, kayıp kardeşlerinin ne kadar ileri gidebileceğini tahmin bile edemezlerdi..

Sergeras’ın deliliği, kahraman ruhundan geriye kalan son parçaları tükettiği sırada Titanlar’ın yaratılıştaki hatadan sorumlu olduklarına inanmaya başladı. Onların evrendeki işlerini tersine çevirmeye karar verdiğinde, en sonunda karar verebilmişti, fiziksel evreni yokedicek durdurulamaz bir ordu oluşturmaya karar verdi.

Sergeras’ın Titan formu da bir zamanlar soylu olan yüreğini istila eden yozlaşma yüzünden bozulmaya başladı. Gözleri, saçı ve sakalı ateşin içinde eridi, metalimsi bronz teni bitmek bilmeyen alev alev nefretini gösterebilmek için parçalanarak açıldı.

Hiddetli bir şekilde, Sergeras, Eredarlar ve Nathrezimleri hapseden hapishaneleri parçaladı ve şeytani yaratıkları serbest bıraktı. Bu zeki yaratıklar kötü Titan’ın öfkesi karşısında diz çöktüler ve yapabilecekleri bütün kötülükler ile ona hizmet etmeyi önerdiler. Sergeras güçlü Eredar saflarından şeytani yokedici ordusunu yönetmesi için 2 tane destekleyici seçti. Yanıltıcı Kil’jaeden (The Deceiver), evrendeki en kötü ırkları bulması ve onları Sergeras’ın saflarına katması için seçildi. 2. destekleyici Yozlaştıran Archimonde (The Defiler) kudretli Titan’ın isteklerine boyun eğmiyeceklere karşı şeytani orduyu savaşa sürmesi için seçildi.

Kil’jaeden’in ilk hareketi vampirimsi korku efendilerini korkunç gücü altında kölesi yapmak oldu. Korku efendileri; onun kişisel ajanları olarak ilkel ırkların yerlerini, efendilerinin onları yozlaştırması için, tespit etmek ve kendi saflarına çekmek için hizmet ettiler. Korku efendileri arasında birincil olan Karartan Tichondrius’tı (The Darkener). Tichondrius Kil’jaeden’e mükemmel bir asker olarak hizmet etti ve Sergeras’ın nefret dolu isteklerini evrenin en uç ve karanlık yerlerine götürmeyi kabul etti.

Kudretli Archimonde’da kendine ajanlar buldu. Şeytani çukur efendilerini (Pit Lordları) ve onların barbar liderlerini, Yokeden Mannoroth’u (The Destructor), çağırıp, bütün yaşamları ve yaratılanları yerle bir edicek seçkin savaşçıları biraraya getirmeyi umuyordu.

Sergeras ordularının toplandığını ve her emrini yerine getireceklerini gördüğü zaman kötülük dolu güçlerini Büyük Karanlık’ın uçsuz bucasız yerlerine yolladı. Sürekli büyüyen ordusuna Burning Legion adını verdi. Şu an bile onların evrenin her yerine yaptıkları yozlaşmış seferlerinde kaç dünyayı yakıp yıktıkları tam olarak bilinemez.

Eski Tanrılar ve Azeroth’un Düzenlenmesi

Sergeras’ın; yaptıkları sayısız işleri tersine çevirme görevinden habersiz Titanlar, bir dünyadan diğerine uygun gördüklerini şekillendirerek ve düzenleyerek ilerlediler. Bu yolculukları sırasında küçük bir dünyaya rastladılar ki üzerinde yaşıyacak olanlar ona Azeroth diyeceklerdi. Titanlar bu el değmemiş dünya üzerinde hareket ederken, sayılı düşman elemental varlığa rastladılar. Bu elementallar, ki onlar Eski Tanrılar olarak bilinen şeytani varlıklardan oluşan bir ırka tapıyorlardı, Titanları geri püskürtmeyi ve kendi dünyalarını onların metalimsi iyilik meşalesinden korumayı başardılar.

Pantheonlar, Eski Tanrılar’ın kötülüğe karşı olan heveslerinden rahatsız bir şekilde, elementallara ve onların kötü efendilerine savaş açtılar. Eski Tanrılar’ın ordusu gelmiş geçmiş en güçlü elementallar tarafından yönetiliyordu: Ateşin Efendisi Ragnaros(The Firelord), Taşların Anası Therazane(The Stonemother), Rüzgarın Efendisi Al’Akir(The Windlord) ve Dalga Avcısı Neptulon(The Tidehunter). Bu kötülük timsali güçler dünyanın üzerinden devasa Titanlara akın ettiler ve onlarla çarpıştılar. Elementallar ölümlülerin aklının alabileceğinden daha güçlü olsalar da onların birleşmiş güçleri kudretli Titanlar’ı durdurmaya yetmedi. Birer birer elemental komutanlar düştüler ve orduları dağıldı.

Pantheonlar Eski Tanrılar’ın kalesini yıktılar ve 4 şeytani Tanrı’yı dünyanın yüzeyinin altında zincirlediler. Coşkuyla yanan ruhlarını fiziksel dünyada tutan Eski Tanrılar’ın güçleri olmadan elementaller aşağı dünyalara defedildiler, ki orda sonsuza kadar birbirleriyle kapışıcaklardı. Elementallerin gidişiyle, doğa sakinleşti, dünyada mükemmel bir uyum kuruldu. Titanlar tehtidin gittiğini gördü ve işlerine koyuldular.

Titanlar dünyayı düzenlemelerine yardımcı olmaları için sayılı ırklar oluşturdular. Dünyanın altındaki dipsiz mağaraları oysunlar diye büyülü, yaşayan taştan cüce benzeri Toprağımsıları (Earthenları) oluşturdular. Denizlerin altını ortaya çıkarmak ve derinlerdeki toprağı kaldırmalarına yardımcı olmaları için devasa fakat narin deniz devlerini yarattılar. Yıllar boyunca, tek ve mükemmel bir kıta oluşturuluncaya kadar, Titanlar dünyayı şekillendirdiler. Kıtanın ortasına kendi orijinal enerjilerinden oluşan bir göl oluşturdular. Gölün, ki ona Sonsuzluğun Gölü(Lake of Eternity) diyorlardı, dünyadaki yaşamın kaynağı olmasını sağladılar. Gölün enerjisi dünyanın kemiklerini tekrar canlandıracaktı ve hayatı bu zengin topraklarda köklenmesi için güçlendirecekti. Zamanla her türden bitkiler, ağaçlar, canavarlar ve yaratıklar el değmemiş kıtada yaşamaya başladı. İşlerinin son gününde, karanlık çökerken, Titanlar bu kıtaya Kalimdor, Sonsuz Yıldız Işığının Ülkesi, ismini verdiler.

Ejderha Türlerinin Görevi

Küçük dünyanın düzenlenmesinden ve işlerinin bitmesinden tatmin olan Titanlar, Azeroth’u terketmeye hazırlandılar. Yinede, gitmeden önce, herhangi bir gücün onun mükemmel bütünlüğünün tehdit etmesi olasılığına karşılık Titanlar dünya üzerindeki en harika ırkı Kalimdor’a göz kulak olma işiyle görevlendirdiler. O zamanlar bir çok ejderha türü vardı. Yinede kendi türlerinden olanlara egemenlik sağlayan 5 tane ejderha türü vardı. Titanlar’ın yeni yeşeren dünyanın çobanlığını yapmaları için tuttuğu beşli bu beş ejderha türüydü. Pantheon’un en yüce üyeleri kendi güçlerinin birazını bu türlerin liderlerine verdiler. Bu ulu ejderhaların her biri Yüce Özellikler(Great Aspects) veya Ejderha Özellikleri(Dragon Aspects) olarak bilinmeye başladılar.

Aman’Thul, Pantheon’un Büyükbabası(The Highfather of the Pantheon), uzaysal güçlerinin bi kısmını devasa bronz ejderha Nozdormu’ya bahşetti. Büyükbaba, Nozdormu’ya zamanı ve sürekli ilerleyen kaderin yolunu koruması için güç verdi. Hissiz, onurlu Nozdormu Zamansız Olan(Timeless One) olarak bilinmeye başladı.

Eonar, bütün yaşamın Titan patronu(The Titan patron of all life), kendi güçlerinin bir kısmını kızıl deve verdi, Alexstrasza’ya. Ondan sonra Alexstrasza dünyada yaşayan bütün canlıları korumak için çalıştı ve Hayat-Bağlayıcı(Life-Binder) olarak bilinmeye başlandı. Üstün bilgeliği ve bütün canlılara gösterdiği sınırsız şefkat sayesinde, Alexstrasza Ejderhakraliçe olarak taçlandırıldı ve türündeki diğerlerine egemenlik sağladı.

Eonar; aynı zamanda Alexstrasza’nın genç kız kardeşi olan yeşil ejderha Ysera’yı da, doğanın etkisinin küçük bi parçasıyla kutsadı. Ysera Yaratılış Rüyasını(Dream of Creation) oluşturmak sonsuz soyutlanmaya girdi ve Hayalperest(Dreamer) olarak bilinmeye başladı. O, yeşil evreninden büyümekte olan yeşil dünyayı izleyebilecekti, Zümrüt Rüyasından(Emerald Dream).

Norgannon, Titanlar’ın bilgelik saklayanı ve usta büyücüsü(The Titan lore keeper and master magician), mavi ejderha, Malygos’u gücünün bi kısmıyla donattı, O zamandan itibaren Malygos Büyü-Yayan(Spell-Weaver), sihirin ve gizli bilgilerin koruyucusu, olarak bilinmeye başladı.

Khaz’goroth, Titanlar’ın şekillendirici ve yaratıcı(The Titan shaper and forger of the world), kudretli siyah ejderhaya, Neltharion’a, güçlerininn bir kısmını bahşetti. Yüce kalpli Nelthraion’a, daha sonra Dünya-Koruyan(Earth-Warder) olarak bilinicekti, dünya ve dünyanın derin yerleri üzerinde egemenlik verildi. O dünyanın gücüne güç kattı ve Alexstrasza’nın en büyük destekçisi oldu.

Güçlendirilmiş 5 Yüce Özellik, Titanlar’ın yokluğunda dünyanın savunmasından sorumlu hale getirildi. Ejderhaların yarattıklarını korumaya hazır olduklarının bilincinde Titanlar, Azeroth’u sonsuza kadar terketti. Ne yazıkki Sergeras’ın yeni doğmuş dünyanın varlığını öğrenmesi an meselesiydi..

Dünyanın Canlanması ve Sonsuzluğun Gölü

Orclarla insanların İlk Savaş(First War)’ta çarpışmasından 10.000 yıl önce Azeroth dünyası denizler tarafından çevrelenmiş tek bir kıta halindeydi. Bu toprak kütlesi, ki Kalimdor adı verilmişti, uyanmakta olan doğaya ve zorlu doğal etkenlere rağmen canlılığını devam ettirmek isteyen çok sayıda değişik ırk ve yaratığa ev sahipliği yapıyordu. Karanlık kıtanın merkezinde ışıldayan gizemli bir göl vardı. Göl, daha sonra Sonsuzluğun Gölü olarak bilinecekti, dünyadaki sihirin ve doğal güçlerin gerçek kaynağıydı. Göl, enerjisini dünyanın ötesindeki sınırsız Büyük Karanlık’tan alıp, aslında gizemli bir fıskiye olarak görev yapıyordu, mükemmel formlardaki hayatları beslemek için dünyanın üzerine yayıyordu.

Zaman içinde, insanımsı yaratıklardan oluşan ilkel bir kabile, büyüleyici büyülü gölün sınırlarına doğru dikkatli bir şekilde yakınlaşmaya başladı. Vahşi, göçebe insanımsılar, ki Göl’ün garip enerjisi onları cezbetmişti, derme çatma evlerini Göl’ün sakin kıyılarına yapmaya başladılar. Zamanla Göl’ün uzaysal gücü kabileyi etkiledi; onları güçlü, bilge ve neredeyse ölümsüz yaptı. Kabile, onların yerel dilinde “Yıldızların Çocukları” anlamına gelen Kaldorei ismini benimsedi. Kökleşen topluluklarını kutlamak için gölün yakınlarına büyük yapılar ve tapınaklar yaptılar.

Kalderoiler, daha sonra Gece Elfleri(Night Elves) diye bilineceklerdi, ay tanrıçası Elune’a tapıyorlardı ve onun gündüz vakitleri Göl’ün ışıldayan derinliklerinde uyuduğuna inanıyorlardı. İlk gece elfi rahip ve kahinleri Göl’ü, bilinmeyen sırlarını ve güçlerini açığa çıkarmak için tatmin edilemez bir merakla incelediler. Toplulukları büyüdükçe, gece elfleri Kalimdor’u boydan boya keşfetmeye ve diğer yerlilerle karşılaşmaya başladılar. Onlara duracakları yeri gösterenler sadece eski ve güçlü ejderhalar oldu. Bu kadim sürüngenimsi yaratıklar genelde kendi başlarınaydılar ama bilinen toprakları olabilecek tehlikelere karşı korumak için de ellerinden gelenleri yaptılar. Gece elfleri; ejderhaların, dünyalarının ve kendilerinin koruyucuları olduklarını anladılar. Onları taşıdıkları ve korudukları sırlarıyla beraber rahat bırakmak konusunda hemfikir oldular.

Zaman içinde gece elflerinin merakı güçlü varlıklarla tanışmalarına ve dost olmalarını sağladı, ki bu varlıkların en güçlüsü Cenarius’tu, el değmemiş ormanlarda yaşayan kudretli yarıtanrı. İyi kalpli Cenarius bilgiye aç, meraklı gece elflerine ilgi göstermeye başladı ve zamanının çoğunu onlara doğanın iç dünyasını öğreterek geçirdi. Kaldoreiler toplu olarak Kalimdor’un yaşayan doğasına ilgi ve sevgi duymaya başladılar. Doğayla uyum içinde yaşamayı öğrendiler.

Neredeyse sayısız yıllar geçtikçe gece elflerinin uygarlığı gerek toprak sınırları gerek kültürel açıdan gelişti. Tapınakları, yolları, barınakları karanlık kıtada boylu boyunca uzandı. Azshara, gece elflerinin güzel ve yetenekli kraliçesi, sevdiği hizmetçilerine barınak olarak Göl’ün kıyısına devasa, mücevherlerle döşeli bir saray yaptırdı. Onun hizmetçileri, ki onları Quel’dorei ya da “Yücedoğanlar”(Highborne) diye çağırır, onun her emrini büyük memnuniyetle yerine getirdiler. Kendilerinin, ırklarının geri kalanından daha yüce olduklarına inanıyorlardı. Kraliçe Azshara bütün halkı tarafından eşit sevilse de Yücedoğanlar geri kalan gece elfleri tarafından içten içe kıskanılıyordu ve sevilmiyordu.

Rahiplerin Sonsuzluğun Gölü’ne karşı hissettiği merakı paylaşan Azshara, Yücedoğanlar’a Göl’ün dünya üzerindeki gerçek amacını ve sırlarını ortaya çıkarmalarını emretti. Yücedoğanlar işlerine koyuldular ve Göl’ü hiç durmadan incelediler. Zaman içinde Göl’ün uzaysal enerjilerini kontrol etme yeteneklerini geliştirdiler. Deneyler yapıldıkça, Yücedoğanlar yeni keşfettikleri güçlerini istekleri doğrultusunda yapıcı veya yıkıcı yönde kullanabileceklerini farkettiler. Dikkatsiz Yücedoğanlar ilkel sihire rastgelmişlerdi, ve şimdi de kendilerini uzmanlaşmaya adayacaklardı.. Hepsi, sorumsuzca kullanılırsa, sihirin gereğinden fazla tehlikeli olabileceğini kabul etmelerine rağmen, Azshara ve Yücedoğanlar büyücülüğü fütursuzca çalışmaya başladılar. Cenarius ve gece elfi bilgeleri sihir sanatlarıyla oynamanın sadece felaketle sonuçlanacağı konusunda onları uyardılar. Yinede Azshara ve takipçileri inatla yeni güçlerini geliştirmeye devam ettiler.

Güçlerine güç kattıkça, Azshara ve Yücedoğanlar belirgin şekilde değiştiler.Bu kibirli ve seviyeli yüksek sınıf üyeleri, gece elfi dostlarına karşı artan şekilde duygusuzca ve zalimce davranmaya başladılar. Azshara’nın bir zamanlarki destansı güzelliği giderek artan kara bir kötülük tarafından maskelenmeye başlanmıştı. Sevdiği şeylerden kaçmaya ve sadece güvendiği Yücedoğanlar hariç kimseyle görüşmemeye başladı.

Zamanının çoğunu ilkel tabiat büyücülüğüne(Druidism) adayan genç öğrenci Malfurion Stormrage korkunç bir gücün Yücedoğanları ve çok sevdiği kraliçesini yozlaştırdığından şüphelenmeye başladı. Kötülüğün, gelen kötülüğün ne olduğunu anlayamasa da gece elflerinin hayatlarının yakın zamanda sonsuza kadar değişeceğini biliyordu.

Ataların Savaşı
(Warcraft 1’den 10.000 yıl önce)

Yücedoğanlar’ın tutarsızca büyü kullanımı Sonsuzluğun Göl’ünden Büyük Karanlığın ötesine güç dalgaları yaymaya başladı. Bu sürekli enerji dalgaları korkunç canavarlar tarafından hissedildi. Sargeras – Bütün hayatların en büyük düşmanı, dünyaların yokedicisi – da güçlü dalgaları hissetti ve uzakta da olsa gücün kaynağı tarafından çekildi. Azeroth’un el değmemiş topraklarını gözetleyen ve Sonsuzluğun Gölü’nün sınırsız enerjilerini hisseden Sargeras tatmin edilemez bir açlık duymaya başladı. İsimsiz boşluğun zalim ve kadim tanrısı yenidoğmuş dünyayı yoketmeye ve onun enerjilerini kendine katmaya karar verdi.

Sargeras Burning Legion’ı topladı ve hiç bir şeyden haberi olmayan Azeroth’un dünyasına doğru yola çıktı. Lejyon, evrenin en ücra köşelerinden toplanmış 1 milyon lanetlenmiş iblisten oluşuyordu, ki onlar yeni yerleri fethetmenin açlığını çekiyorlardı. Sargeras’ın destekleyicileri, Yozlaştıran Archimonde ve Yokeden Mannoroth, cehennemi yaratıklarını saldırmaları için hazırladı.

Kraliçe Azshara, ki büyüye duyduğu korkunç bağımlılık onu ele geçirmişti, Sargeras’ın durdurulamaz güçlerine yenik düştü ve ona kendi dünyasına açılan girişi bahşetmeyi kabul etti. Yücedoğanlar bile sihirin getirdiği kaçınılmaz yozlaşma karşısında aciz kaldılar ve Sargeras’a tanrıları olarak tapmaya başladılar. Lejyona minnetlerini gösterebilmek için Yenidoğanlar, kraliçelerinin Sonsuzluğun Gölü’nün diplerinde devasa bir geçit açmasına yardımcı oldular.

Bütün hazırlıklar yapıldığı zaman, Sargeras Azeroth’un istilasına başladı. Burning Legion’ın savaşçı-iblisleri Sonsuzluğun Gölü’nün içinden Azeroth’un topraklarına akın ettiler ve gece elflerinin hazırlıksız olan şehirlerini kuşattılar. Archimonde ve Mannoroth tarafından komuta edilen Lejyon, Kalimdor’un topraklarını yakıp, yıktı; geriye sadece küller ve derin acılar bıraktı. İblis warlocklar cehennemin ateşini çağırdılar, öyle ateş ki Kalimdor’daki zarif tapınakların üstüne düşen cehennemi göktaşlarını andırıyordu. Bir grup şeytani, kana susamış katil, ki onlar Kıyamet Muhafızı(Doomguard) olarak nam salmışlardı, Kalimdor’un topraklarında ilerlediler ve önleri çıkan herkesi katlettiler. Vahşi ve şeytani cehennem tazısı(Felhound) sürüsünün ülkeye getirdikleri yıkım konusunda rakipleri yoktu. Cesur Kaldorei savaşçıları eski vatanlarını savunmak için çaba gösterseler de Lejyon’un gerçek katliamı başlamadan önce topraklarını karış karış vermeye zorlandılar.

Malfurion Stormrage çaresiz durumdaki ırkına yardım etmesi gerektiğini farketti. Illidian, Malfurion’un kardeşi, Yücedoğanlar’ın sihirlerini çalışmıştı ve yüksek sınıfın içindeki artan yozlaşmadan nasibini almıştı. Illidian’ı bu tehlikeli saplantısından vazgeçiren Malfurion, Cenarius’u bulmak ve direnişçi bir kuvvet oluşturmak için yola koyuldu. Genç ve güzel rahibe Tyrande; kardeşlere, Elune’un adına, eşlik etmeyi kabul etti. Malfurion ve Illidian’ın ikiside bu idealist rahibeye karşı aşk duysalar da Tyrande’nin kalbi sadece Malfurion’a aitti. Illidian, kardeşinin Tyrande’yle kökleşen ilişkisine katlanmak zorundaydı, ancak biliyorduki aşk acısı büyüye olan bağımlılığının verdiği acı yanında hiçbir şeydi..

Sihirin güçlü enerjisine bağlanan Illidian, kendini ele geçeriren Göl’ün enerjilerini tekrar kullanma açlığına karşı direnmeye çabaladı. Neyseki, Tyrande’nin de sabırlı desteğiyle, kendini kontrol etmeyi başardı ve kardeşine yanlız yarıtanrı Cenarius’u bulmasında yardımcı oldu. Uzaktaki Hyjal Dağı’nın(Mount Hyjal) Ayaçıklıklarında(Moonglades) yaşayan Cenarius eski ejderhaları bulup, gece elflerine yardım etmeyi kabul etti. Kızıl dev Alexstrasza liderliğinde ejderhalar, türleriyle beraber iblisler ve şeytani efendileriyle çarpışmayı kabul ettiler.

Cenarius, büyülü ormanın ruhlarını çağırarak, eski ağaç-adamlardan oluşan bir orduyu, ki gerçekten muazzam bir kara saldırısı olmuştu, lejyonun üstüne sürdü. Gece elfi müttefikleri Azshara’nın tapınağı ve Sonsuzluğun Gölü’nün olduğu yerde kesiştiği zamanki görüntü savaş dışı bir vahşetti. Yeni kurulmuş müttefiklerin gücüne rağmen Malfurion ve yandaşları Lejyon’un saf kuvvetle yenilemeyeceğini farketmişlerdi.

Muazzam savaş Azshara’nın başkenti çevresinde devam ederken; sapmış kraliçe, Sargeras’ın gelişini beklemekteydi. Lejyonun Efendisi, Sonsuzluğun Gölü’nden harap haldeki dünyaya geçmeye hazırlanıyordu. Onun varolamayacak kadar devasa olan gölgesi coşkulu gölün yüzeyine yaklaştıkça; Azshara, en güçlü Yücedoğan takipçilerini topladı. Sadece onların sihirlerinin beraber odaklandığı bir büyü Sargeras’ın geçebileceği kadar büyük bir geçit açabilirdi.

Savaş Kalimdor’un keşmekeş halindeki topraklarında devam ederken, korkunç olaylar zinciri başladı. Olayların detayları zaman içinde kaybolsa da Neltharion’un, Toprağin Ejderha Özelliği,(Dragon Aspect of the Earth) Burning Legion’la tehlikeli bir çarpışma sırasında aklını yitirdiği apaçıktı. Alev ve öfke koyu derisinden akarken; o, diğerlerinden ayrıldı. Kendine Ölüm Kanadı(Deathwing) adı veren hiddetli ejderha kendi yandaşlarına karşı geldi ve 5 ejderha türünü de savaş alanının dışına sürdü.

Ölüm Kanadı’nın ani ihaneti o kadar yıkıcı oldu ki 5 tür de bir daha tam olarak toparlanamadılar. Yaralanmış ve sarsılmış bir şekilde olan Alexstrasza ve diğer soylu ejderhalar ölümlü müttefiklerini terk etmek zorunda kaldılar. Malfurion ve yandaşları, şimdi umut kırıcı şekilde sayıca az, gelecek olan katliamda zar zor hayatta kaldılar.

Malfurion; Sonsuzluğun Gölü’nün, iblislerin fiziksel dünyayla tek bağlantıları olduğuna ikna olmuş şekilde; Göl’ün yokedilmesi konusunda ısrar etti. Yandaşları; Göl’ün, kendi güçlerinin ve ölümsüzlüklerinin kaynağı olduğunu bilerek; bu ani fikir karşısında dehşete düştüler. Yinede Tyrande, Malfurion’un fikrindeki bilgeliği gördü. Cenarius ve yandaşlarını Azshara’nın tapınağına baskın yapmaya ve Gölü, her ne pahasına olursa olsun, yoketmeye ikna etti.

Dünyanın Parçalanması

Göl’ün yokedilmesinin, bir daha sihir kullanamayacağı anlamına geldiğini bilen Illidian, bencil bir şekilde grubunu terketti ve Yücedoğanlar’ı Malfurion’un planı hakkında uyarmak için yola koyuldu. Sihire olan bağımlılığının ve kardeşinin Tyrande’yle olan ilişkisinin verdiği dayanılmaz acı yüzünden delirmenin eşiğine gelen Illidian, Azshara’yla yanındakilere katılmaktan ve kardeşi Malfurion’a ihanet etmekten hiç pişmanlık duymadı. Aksine, Illidian Göl’ün güçlerini her ne pahasına olursa olsun koruyacağına and içti.

Kardeşinin gidişinden büyük üzüntü duyan Malfurion, yandaşlarına Azshara’nın tapınağının merkezine kadar önderlik etti. Ana salonu bastıkları zaman; Yücedoğanlar’ın, son kara büyülerini yapıyor olduklarını gördüler. Topluluk halinde yapılan büyü Göl’ün çalkantılı derinliklerinde güç dolu, kararsız bir girdap(Vortex) oluşturdu. Sargeras’ın lanetli gölgesi yüzeye yaklaştıkça, Malfurion ve yandaşları saldırmak için hamle yaptılar.

Azshara, ki Illidian’ın uyarısını almıştı, onlar için her zamankinden fazla hazırdı. Malfurion’un neredeyse bütün yandaşları sapmış kraliçenin gücü karşısında hayatlarını kaybettiler. Tyrande, Azshara’ya arkadan saldırmayı deniyecekti, kraliçenin Yücedoğan korumaları tarafından hazırlıksız yakalandı. Tyrande onları mağlup etse de onların ellerinden acı dolu yaralar aldı. Malfurion aşkının yığıldığını görünce öfkeden deliye döndü, adeta cinnet geçirdi, ve Azshara’nın yaşamını sona erdirmeyi hayattaki tek amacı haline getirdi.

Tapınağın içinde ve dışında savaş devam ederken, Illidian ulu Göl’ün kıyısının yakınlarında, gölgelerin içinde belirdi. Özel yapım şişeler yapan Illidian; eğildi ve her şişeyi Göl’ün parıldayan sularıyla doldurdu. İblislerin gece elflerinin uygarlığını yokedeceğine ikna olmuş bir şekilde, kutsal suyu çalmayı ve güçleri kendine saklamayı düşünüyordu.

Malfurion ve Azshara arasında süregelen çarpışma Yücedoğanlar’ın dikkatlice hazırlanmış büyü işini keşmekeşe sürükledi. Göl’ün derinliklerindeki kararsız girdap patladı ve dünyayı sonsuza kadar parçalara ayıracak felaketler zincirini başlattı. Muazzam patlama tapınağı derinden salladı ve işkence görmüş dünyada devasa zelzeleler oluşmasını sağladı. Lejyon ve gece elfleri müttefikleri arasında devam eden korkunç savaş harabe halindeki başkentin çevresinde devam ederken, Sonsuzluğun Gölü kendi içine çöktü ve yıkıldı.

Felaket patlama sonucunda dünya parçalara ayrıldı ve gökyüzü toprakla kirlendi.

Göl’deki patlama ve artçı sarsıntılar, dünyanın omurgasını ve yapıtaşlarını salladılar; denizler dünyanın üzerinde oluşan göçüğüı kapamak için hücum ettiler. Kalimdor’un toprağının neredeyse %80’i parçalanarak ayrıldı, geriye sadece yeni coşkulu denizi saran bir avuç kıta bıraktı. Yeni denizin merkezinde, ki bir zamanlar orda Sonsuzluğun Gölü yeralmaktaydı, öfkeli dalgaların ve keşmekeş enerjilerin karıştığı bir fırtına kopmaktaydı. Bu korkunç göçük, daha sonra Maelstrom olarak anılacaktı, öfkeli dönüşünü asla durdurmayacaktı. Bu korkunç felaketin - aynı zamanda sonsuza kadar kaybolmuş mükemmel bir çağın - anısı olarak her zaman orada kalacaktı.

Yinede, çok gariptir ki, kraliçe Azshara ve seçkin Yücedoğan üyleri patlamadan sonra hayatta kalmayı başarmışlardı. Onlar ki yarattıkları güç tarafından işkence gördüler ve saptırıldılar, Göl’deki patlama yüzünden öfkeli denizin derin sularına gömüldüler. Lanetlenmiş – değiştirilmiş – yeni şekilleriyle nefret dolu sürüngenimsi Nagaları oluşturdular. Azshara’nın öfkesi ve nefreti giderek arttı, öyleki iyice canavarlaşmaya başladı. Her zaman kalbinin derinliklerinde saklı olan kötülüğü ve yozlaşmayı dışarı yansıttı.

Orada, Maelstrom’un dibinde, Nagalar kendilerine yeni bir şehir yarattılar, Nazjatar, eski güçlerini geri kazanmayı umarak. Nagalar’ın dünyaya varlıklarını göstermeleri ise 10.000 yıl alıcaktı..

Hyjal Dağı ve Illidian’ın Armağanı

Korkunç patlamadan sağ kurtulan az sayıda gece elfi çaresizlik içinde biraraya geldi. Birlikte sallar yaptılar ve görünürdeki tek toprak parçasına doğru yola koyuldular. Nasıl olduysa, Elune’un takdiri olsa gerek, Malfurion, Tyrande ve Cenarius da Muazzam Parçalanma’dan(Great Sundering) sağ kurtuldular. Bitkin düşmüş kahramanlar hayatta kalan dostlarına öncülük etmeye ve onlar için yeni bir vatan yaratmaya karar verdiler. Sessizlik içinde seyahat ederlerken, dünyalarından kalan yıkıntıları incelediklerinde, hepsi tutkularının onlara sadece yıkımı getirdiğinin farkına vardılar. Göl’ün yokedilmesiyle, Sargeras ve lejyonu dünyalarından silinmiş olsa da Malfurion ve yandaşları zaferin getirdiği ağır bedeli ödemek zorunda kaldılar.

Bu afetten zarar görmeden kurtulan birçok Yücedoğan da vardı. Onlar da diğer gece elfleriyle beraber yeni toprakların kıyısına doğru yola koyuldular. Malfurion Yücedoğanlar’a güvenmese de Göl’ün gücü olmadan gerçek bir sorun oluşturamayacaklarının tatmini içindeydi.

Yorgun gece elfi topluluğu yeni toprakların kıyılarına ayak bastığında, kutsal dağ Hyjal’ın afetten etkilenmediğini gördüler. Kendilerine yeni bir ülke kurucak yer arayan Malfurion ve gece elfleri Hyjal’ın yamacından tırmanmaya başladılar ve rüzgarın süpürüp, hüküm sürdüğü Dağ’ın doruğuna ulaştılar. Ağaçlık bir çukurluğa doğru inerlerken, ki dağın göğü delen uçurumları arasına yuvalanmıştı, küçük ve durgun bir göl buldular. Sanki onların inadına, bu gölün sularının da sihir tarafından kirletildiğini farkettiler.

Illidian, Muazzam Parçalanma’dan o da kurtulmuştu, Hyjal Dağı’nın doruğuna Malfurion ve diğer gece elflerinden çok daha önce ulaşmıştı. Dünyadaki sihirin akışını yeniden düzenleme saplantısı içinde, ki bu saplantıdan çok deliliğe dönüşmüştü, Sonsuzluğun Gölü’nün değerli suyunu taşıyan şişelerdeki sıvıları dağın gölüne dökmüştü. Göl’ün canlı enerjileri çabucak suyla kaynaşmıştı ve yeni bir Sonsuzluğun Gölü’nü oluşturmuştu. Yeni Göl’ün gelecek nesillere bir armağan olduğunu düşünen kıvanç içerisindeki Illidian, Malfurion onu yakaladığı zaman şaşkına döndü. Malfurion kardeşine sihirin varoluşundna beri içten içe kötü olduğunu, kullanımının kaçınılmaz olarak yozlaşmaya ve kirlenmeye yol açağını açıkladı. Yinede Illidian büyüsel güçlerinden vazgeçmek istemedi.

Illidian’ın kendini bilmez hareketlerinin nelerle sonuçlanacağını bilen Malfurion, güç delisi kardeşiyle bir daha uğraşmamasını sağlayacak bir çözüm bulmaya karar verdi. Cenarius’un da yardımıyla, Malfurion Illidian’ı yeraltında büyük bir mağara içindeki hapishaneye kapattı, ki orada zamanın sonuna kadar zincirlenmiş ve güçsüz bir şekilde kalacağını planlıyordu. Kardeşinin mahkumluğunu güvenceye almak isteyen Malfurion genç bir gözetmeni(Warden), Maiev Shadowsong’u, Illidian’ın kişisel muhafızı olarak görevlendirdi.

Yeni Göl’ü yoketmenin daha da büyük bir felaket getirebileceğinden endişelenen gece elfleri onu kendi halinde bırakmaya karar verdiler. Yinede, Malfurion gece elflerinin bir daha asla sihir sanatlarına çalışmayacaklarını açıkladı. Hepsi, Cenarius’un gözetmenliğinde, yıpranmış dünyalarını iyileştirmelerine ve Hyjal Dağı’nda bulunan yurtlarındaki sevgili ormanlarını oluşturmalarına olanak sağlıyacak tabiat büyücülüğünün(Druidism) eski sanatlarını çalışmaya başladılar.

Dünya Ağacı(World Tree) ve Zümrüt Rüyası
(Warcraft 1’den 9000 yıl önce)

Sayısız yıllar boyunca gece elfleri eski yurtlarından neler yaratılabiliyorsa usanmadan yapmaya çalıştılar. Yıkılmış tapınaklarını ve yollarını doğaya terk eden gece elfleri yeni yurtlarını yemyeşil ortamı ve gölgeli tepeleri ile Hyjal Dağı’na kurdular. Zamanla ejderhalar da, Muazzam Patlama’ya rağmen hayatta kaldılar, saklandıkları inlerinden çıktılar.

Kızıl Alexstrasza, yeşil Ysera ve bronz Nozdormu doğa büyücülerinin(Druid) sakin açıklıklarına doğru alçaldılar. Malfurion, gücü son derece görkemli olan bir yüksek-doğa büyücüsü(Arch-druid) olmuştu, kudretli ejderhaları selamladı ve onlara yeni Sonsuzluğun Gölü’nün yaratılışını anlattı. Kadim ejderhalar bu kötü haberi duyunca kaygıya düştüler ve Göl varlığını sürdürdükçe bir gün Lejyon’un geri dönüp, bu toprakları yeniden istila etme ihtimalinin olduğunu beyan ettiler. Malfurion ve 3 ejderha Göl’ü güvende tutma ve Burning Legion’ın askerlerinin bir daha asla bu dünyaya geri dönememesi gerektiği konusunda fikir birliğine vardılar.

Alexstrasza, Hayat-Bağlayıcı, Sonsuzluğun Gölü’nün merkezine bir tane sihirli tohum dikti. Tohum, coşkulu ve büyülü sulardan enerjisini alarak, devasa bir ağaç olarak dünyaya geldi. Kudretli ağacın kökleri Göl’ün sularına yerleşirken, ağacın yemyeşil dalları sanki göğü deliyordu. Devasa ağaç, gece elflerinin doğayla olan bağını ebediyen simgeleyecekti ve hayat veren enerjileri sayesinde dünyanın geri kalanını zaman içinde iyileştirecekti. Gece elfleri Dünya Ağacı’na kendi dillerinde “Cennetin Tacı”(Crown of the Heavens) anlamına gelen yeni bir isim verdiler, Nordrassil.

Nozdormu, Zamansız olan, devasa ağaç güvenle ayakta durdukça etkisini gösterecek bir büyü yaptı, öyle bir büyüydü ki gece elfleri bir daha asla ne yaşlanacaklardı ne de herhangi bir hastalığın pençesine düşeceklerdi.

Ysera, Hayal-Perest, da Dünya Ağacı’nı kendi boyutuna, ki dünyevi olmayan bir boyuttu ve Zümrüt Rüyası olarak biliniyordu, bağlayan bir sihir yaptı. Zümrüt Rüyası, ruhu sürekli değişen büyük bir boyut, fiziksel dünyanın sınırlarının dışındaydı. Ysera Rüyasından, doğanın düzensizliğiyle akışını ve dünyanın evrimleşme yolunu düzeltti. Malfurion’un da içinde bulunduğu gece elfi tabiat büyücüleri Dünya Ağacı sayesinde Rüya’ya bağlandılar. Ruhani bir fikirbirliği sonucunda, tabiat büyücüleri yüzyıllar boyunca dünyadan soyulanmayı(Hibernation) kararlaştırdılar, ki böylece ruhları Ysera’nın Rüyası’nın sonsuz yolunda ilerleyebilecekti. Tabiat büyücüleri hayatlarının çok uzun bir bölümünü maddi olarak soyutlanarak geçirmekten keder duysalar da Ysera’ya verdikleri sözü kendilerini düşünmeden tuttular.

Yüce Elflerin Sürgünü
(Warcraft 1’den 7300 yıl önce)

Yüzyıllar geçti, gece elflerinin yeni uygarlığı, Küllerin Vadisi(Ashenvale) adını verdikleri kökleşen ormanlarında genişledi ve güçlendi. Muazzam Patlama’dan önce sık sık görmeye alışık oldukları yaratıklar ve ırklar, misal kürklübolglar(Furbolgs) ve tüylüdomuzlar(Quillboars), yeniden ortaya çıktı ve topraklara bereket getirdiler. Gece elfleri, tabiat büyücülerinin düzgün önderliği sayesinde daha önce yaşanmamış barışın ve rahatın hüküm sürdüğü bir çağ yaşadılar.

Yinede, asıl Yücedoğanlar’ın birçoğu sakin duramamaya başladılar. Kendilerinden önceki Illidian gibi, çok sevdikleri büyülerini kaybetmenin verdiği acının kurbanı oldular. Sonsuzluğun Gölü’nün enerjilerini kullanmanın ve büyü sanatlarını çalışmanın dayanılmaz arzusu içindeydiler. Yücedoğanlar’ın adından bahsedilmeyen, aceleci önderi Dath’Remar, kendi haklarının olduğunu iddia ettiği sihiri kullanmayı reddettikleri için, tabiat büyücülerini korkaklıkla suçlayarak toplum içinde aşağılamaya başladı. Malfurion ve tabiat büyücüleri Dath’Remar’ın tartışmalarını kaale almadı ve Yücedoğanlar’ı herhangi bir büyü kullanımının ölümle cezalandırılacağı konusunda uyardı. Aşağılayıcı ve sapkın bir şekilde, tabiat büyücülerine koydukları yasayı kaldırmaya ikna etme denemesinin ardından Dath’Remar ve takipçileri Küllerin Vadisi’ne korkunç büyülü bir fırtına gönderdiler.

Tabiat büyücüleri kendi ırklarının bu kadar büyük bir kısmını katletletmeyi kabullenemediler ve haddini bilmez Yücedoğanlar’ı topraklarının dışına sürgüne gönderdiler. Dath’Remar ve takipçileri, en sonunda gelenekçi kuzenlerinden kurtulmanın verdiği memnuniyetle, sayılı özel yapım gemiler yaptılar ve denizde yola koyuldular. Hiçbiri, onları coşkulu Maelstrom’un sularının ardında nelerin beklediğini bilmese de hepsi büyük bir heves içinde kendi yurtlarını kurmayı planlıyorlardı, ki orada çok sevdikleri büyü sanatlarına gönül rahatlığıyla çalışabileceklerdi. Yücedoğanlar ya da Quel’dorei, Azshara’nın onlara yıllar önce verdiği isim, doğudaki topraklarda yaşayanların Lorderon adını verdikleri yere ayak basıcaklardı. Burda büyülü krallıklarını, ki Quel’Thalas adını vereceklerdi, kuracaklardı. Gece elflerinin aya tapma gelenekleri ve geceleri sürdürdükleri hayatlarını reddedeceklerdi. Sonsuza kadar güneşe tutunacaklardı ve Yüce Efller(High Elves) olarak bilineceklerdi.

Gözcüler(Sentinels) ve Uzun Nöbet

Aklına buyruk kuzenlerinin gidişiyle, gece elfleri bütün ilgilerini büyülü yurtlarını güvende tutmaya verdiler. Tabiat büyücüleri, yeniden kendilerini soyutlama zamanlarının geldiğini hissederek, sevdiklerini ve ailelerini geride bırakarak soyutlanma için hazırlandılar. Tyrande, Elune’un yüksek rahibesi(High Priestess of Elune) olmuştu, aşkı Malfurion’un Ysera’nın Zümrüt Rüyası için onu terketmemesini rica etti. Fakat Malfurion, değişen Rüya yollarına onurlu bir şekilde giderken, rahibeye veda etti ve gerçek aşkı içinde tuttukları sürece bir daha asla ayrılmayacaklarına yemin etti.

Kalimdor’u yeni dünyadan gelebilecek tehlikelerden koruma görevinde yanlız kalan Tyrande, gece elfi kız kardeşleri arasından güçlü bir savaşçı birliği oluşturdu. Kendilerini Kalimdor’un savunmasına adamış olan korkusuz, iyi eğitimli savaşçı kadınlar “Gözcüler”(Sentinels) olarak nam saldı. Onlar Küllerin Vadisi’nin gölgeli ormanlarında tek başlarına devriye gezmeyi tercih etseler de acil durumlarda çağırabilecekleri birçok yandaşları vardı.

Yarıtanrı Cenarius Hyjal Dağı’nın Ayaçıkların’da kaldı. Oğulları, Koruluğun Koruyucuları(Keepers of the Grove) olarak bilinirlerdi, gece elflerine yakından göz kulak oldular ve gözcülere topraklarda barışı sağlayabilmeleri için düzenli olarak yardım ettiler. Hatta Cenarius’un utangaç kızları, dryadlar, gitgide artan bir sıklıkta görülmeye başlandı.

Küllerin Vadisi’nin gözetmenliğini yapmak Tyrande’i bayağı meşgul etti, fakat Malfurion onun yanında değilken çok az şey onu neşelendirdi. Tabiat büyücülerinin uykusunda uzun yüzyıllar geçtikçe, Tyrande’in 2. bir şeytani istila korkuları arttı. Oralarda bir yerde, gökyüzünün Büyük Karanlık’ının ötesinde, Burning Legion’ın, ki gece elflerinden ve Azeroth’un dünyasından intikam alma planları yaptığı gün gibi aşikardı, olabileceği tedirginliğini bir türlü üzerinden atamadı..

Bölüm 2: Yeni Dünya


Quel'Thalas'ın Kuruluşu
(Warcraft 1'den 6800 yıl önce)


Dath'Remar'ın öncülük ettiği yüce elfler Kalimdor'u arkalarında bıraktılar ve Maelstrom'un fırtınalarına meydan okudular. Donanmalarıyla dünyadan kalan harabelerde yıllar boyunca gezindiler, yolculukları sırasında türlü gizemleri ve kaybolmuş krallıkları keşfettiler. Dath'Remar, Güneştegezinen(Sunstrider) ismini almıştı(Ya da gündüzleri gezinen), kendi ırkı için yeni bir yurt kurabileceği kadar gücü içinde barındıran yeşil yerler aramaktaydı.

Donanması, sonunda, insanların daha sonra Lordaeron adını vereceği krallığın kumsallarına vardı. İç bölgeleri arayan yüce elfler sakin Tirisfal Açıklıkları'nın (Tirisfal Glades) içinde bir yerleşim alanı kurdular. Birkaç yıl sonra birçoğu delirmeye başladı. Derler ki dünyanın o bölgesinde bilinmeyen büyük bir kötülük yatardı, ama söylentilerin doğruluğu asla kanıtlanamadı. Bu yüzden yüce elfler yerleşim yerlerini daha kuzeyde olan ve doğadan gelen enerjilerinin hüküm sürdüğü başka zengin topraklara taşıdılar.

Yüce elfler Lordaeron'un engebeli ve dağlık topraklarını geçtikçe seyahatleri daha da tehlikli bir hal almaya başladı. Bağlarını Sonsuzluğun Gölü'nün hayat veren enerjilerinden tamamen kopardıklarından beri, birçoğu soğuk iklim koşulları yüzünden hasta oldu ya da açlıktan öldü. Ama onları en fazla hüsrana uğratan değişim ise, artık ölümsüz ve doğanın unsurlarına(elements) karşı etkilenmez olmadıkları gerçeğiydi. Aynı zamanda nedense boy olarak da küçüldüler ve derileri menekşemsi rengini kaybetti. Bu kadar zorluğa rağmen, Kalimdor'da daha önce görmedikleri birçok harika yaratıkla karşılaştılar. Aynı zamanda eski ormanlarda avlanan ilkel insan kabilelerine de rastladılar. Yinede, karşılaştıkları en büyük tehdit Zul'Aman'ın aç ve kurnaz orman trolleriydi.

Bu yosun renkli troller kaybettikleri uzuvlarını tekrar oluşturabiliyorlardı, ciddi fiziksel yaralanmalarını iyileştirebiliyorlardı ve vahşi, kötü bir ırk olduklarını kanıtlamışlardı. Amani imparatorluğu Lordaeron'un kuzeyinin büyük bir bölümünü kapsıyordu ve troller bu istenmeyen yabancıları sınırlarından uzak tutmak için çok çetin savaşıyorlardı. Elfler, vahşi trollere karşı derin bir nefret beslemeye ve onları karşılaştıkları her yerde öldürmeye başladı.

Birçok uzun yıldan sonra, yüce elfler Kalimdor'u hatırlatan bir yer buldu. Kıtanın kuzeyindeki ormanların derinliklerinde Quel'Thalas krallığını kurdular ve onu Kaldorei kuzenlerininkini gölgede bırakacak kadar kudretli bir imparatorluk yapacaklarına yemin ettiler. Yüce elfler kısa bir süre sonra Quel'Thalas'ı, ne yazıktır ki, trollerin kutsal saydığı eski bir troll şehrinin yakınlarında kurduklarını farkettiler. Akabinde, troller bir bütün halinde elflerin yerleşim yerlerine saldırdılar.

İnatçı elfler, yeni topraklarından vazgeçme niyetinde değillerdi, Sonsuzluğun Gölü'nden kazandıkları büyüleri kullanmaya başladılar ki bu vahşi trolleri durdurmaya yetti. Dath'Remar'ın önderliğinde yüce elfler, Amani savaşçı topluluklarını, ki sayıca yüce elflerin 10 katı kadarlardı, yenilgiye uğrattılar. Kaldorei'nin eski uyarılarını dikkate alan bazı elfler büyüyü kullanmanın bu topraklardan defedilmiş Burning Legion'ın ilgisini çekebileceğini hissettiler. Herhalde bundandır ki, yüce elfler topraklarını, içinde büyülerine çalışabilecekleri, koruyucu bir engelle maskelemeye karar verdiler. Quel'Thalas'ın çevresindeki bazı noktalara büyülü engelin sınırlarını belirleyen bir dizi sütun halinde büyütaşları(Runestones) diktiler. Büyütaşları sadece elflerin büyülerini dünyevi olmayan boyutlardan gelebilecek tehditlerden saklamakla kalmadı, batıl inançlı troll savaşçı topluluklarını da korkutup, kaçırdı.

Zaman ilerledikçe Quel'Thalas, yüce elflerin çabası ve büyülü güçleri sayesinde mükemmel bir krallık haline geldi. En güzel yerleri Kalimdor'un eski salonlarının mimari özellikleriyle yapılandırılsa da yörenin doğal yüzey şekilleri ile uyum içerisindeydi. Elflerin şekillendirmek için uzun uğraş ve çabalarından sonra Quel'Thalas adeta parıldayan bir mücevhere benzedi. Güneştegezinen Hanedanlığı(Sunstrider Dynasty) orta seviyede politik bir güç oluştursa da Quel'Thalas'a asıl hükmeden güç Gümüşayın Meclisi(Convocation of Silvermoon) idi. 7 en önemli yüce elf efendilerinden oluşan meclis, elf topraklarının ve ırkının güvenliğini sağlamak için çalıştı. Büyülü engel tarafından çevrelenen yüce elfler Kaldorei'nin eski uyarılarını kaale almadan büyüyü fütursuzca hayatlarının her alanında kullanmaya devam ettiler.

Neredeyse 4.000 yıl boyunca yüce elfler krallıklarının yalnız güvenliğinde barış içinde yaşadı. Yinede kinci trollerin o kadar kolay pes etmeye niyetleri yoktu. Ormanların derinliklerinde yıllarca intikam planlarını hazırladılar ve savaşçılarının sayısının artmasını beklediler. Sonunda muazzam bir troll ordusu gölgeli ormanlardan akın etti ve Quel'Thalas'ın sırtlarına kadar gelip, Quel'Thalas'ı kuşatma altına aldı.


Arathor ve Troll Savaşları
(Warcraft 1'den 2800 yıl önce)


Yüce elfler trollerin acımasız saldırısından hayatlarını kurtarmak için savaşıyorlardı; Lordaeron'un dağılmış, göçebe insanları ise kabilelerini tek çatı altında birleştirmek için. Aslında ilk insan kabileleri birbirlerinin yerleşim alanlarını birleşmek ve onur adına yağmalamıyorlardı. Yinede bir kabile, ki Arathi olarak bilinirdi, trollerin önem vermelerini gerektirecek kadar büyük bir tehdit haline geldiklerini gördü. Arathi, troll savaşçı topluluklarına karşı tek bir güç haline gelebilmeleri için bütün kabileleri kendi boyundurluğu altında birleştirmek istiyordu.

60 yıllık bir süreç içerisinde, kurnaz Arathiler diğer kabileleri bir bir altetti. Bütün zaferlerinden sonra Arathiler, fethettiği yerlerdeki insanlara barış ve eşitliği önerdi; bu sayede, yendiği kabilelerin sadakatini de kazandı. Sonunda Arathi kabilesi birçok ayrı kabileyi birleştirdi ve ordularının saflarını genişletti. Kendilerini troll savaşçı topluluklarına karşı koruyabilecekleri konusunda kendinden emin olan, hatta öyle ki gerekirse o sadece kendilerini düşünen elflere de derslerini verebileceklerini de düşünüyorlardı, Arathi savaş efendileri Lordaeron'un güney bölgesine kudretli ve büyük bir kale inşa etme kararı aldılar. Bu Strom adındaki eyalet-şehri bütün Arathi ulusunun, Arathor adını almışlardı, başkenti haline geldi. Arathor geliştikçe, uçsuz bucaksız kıtanın her yerinden insanlar, Strom'un korumasına ve güvenliğine gelmeye başladı.

Tek bir bayrak altında toplanan insan kabileleri güçlü ve iyiliği temel alan bir kültür geliştirdiler. Thoradin, Arathor'un kralı, kuzeydeki gizemli elflerin, trollerin süregelen kuşatması altında olduğunu biliyordu; fakat insanlarının güvenliğini bu yanlız yabancıların savunması için tehlikeye atmak istemiyordu. Elflerin beklenen yenilgilerinin haberleri, asılsızca, kuzeyden gelirken birçok ay geçti. Ancak Quel'Thalas'tan gelen bitkin elçiler Strom'a ulaştığı zaman Thoradin trollerin oluşturduğu tehdidin büyüklüğünü anladı.

Elf elçiler Thoradin'e troll ordularının neredeyse sayısız olduklarını ve trollerin Quel'Thalas'ı yokettikten sonra güneye akın edeceklerini söylediler. Çaresiz elfler, askeri desteğe muhtaç olduklarından, savaşçı topluluklara karşı verilecek yardıma karşılık, belli seçilmiş insanlara büyü kullanmayı öğretmeyi istemeden, acele bir şekilde kabul ettiler. Thoradin, büyünün her haline hiçbir şekilde güvenmiyordu, o anki şartlar gerektirdiğinden elflere yardım etmeyi kabul etti. Akabinde, elf büyücüleri Arathor'a geldiler ve bir grup insana büyü yapmanın yollarını gösterdiler.

Elfler, insanların büyüyü kullanmada doğuştan bir beceriksizliği olduğunu ama buna rağmen ona karşı çabucak, doğal bir şekilde, büyük bir ilgi beslediklerini gördüler. Elflerin büyülü sırlarının temelleri sadece 100 insana öğretildi: Trollerle çapışmalarında yardıma yetecek kadar insana, daha fazla değil. İnsan öğrencilerinin mücadelede kendilerine yardım edebileceğine kanaat getiren elfler, Kral Thoradin'in kudretli ordularıyla beraber Strom'u terketti ve kuzeye doğru yola çıktı.

Birleşmiş elf ve insan orduları ezici troll savaşçı topluluklarıyla Alterac Dağları'nın (Alterac Mountains) yamacında çarpıştı. Muharabe günler boyunca sürdü, fakat Arathor'un yorulmak bilmez orduları asla yılmadı ve trollerin şiddetli saldırılarına rağmen toprakların bir karışını bile onlara vermediler. Elf efendileri büyünün güçlerini düşmanın üzerine bırakma zamanının geldiği konusunda hemfikir olunca, 100 insan sihirbazı ve çok sayıda elf büyücüsü cennetin hiddetini çağırdılar ve troll ordularını yaktılar. Bu unsursal(elemental) ateş trollerin, yaralarını iyileştirmelerini engelledi ve onların acınacak haldeki bedenlerini mahvetti.

Troll orduları dağılıp, kaçmaya başlayınca; Thoradin'in orduları onları peşlerinden kovaladı ve troll askerlerinin hepsini teker teker katletti. Troller bu bozgundan sonra asla toparlanamayacaklardı, ve tarih trollerin tek bir çatı altında güçlendiklerine asla tanık olamayacaktı. Quel'Thalas'ın yıkımdan kurtarıldığından emin olan elfler, Arathor ulusu ve onun hanedan kralı Thoradin'le bağlılık ve arkadaşlığa dayalı bir antlaşma yaptı. İnsanlar ve elfler gelecek yıllar içinde barış içinde iyi ilişkiler kuracaklardı..

Lich Kingin Doğumu

Nerzhul ve takipçileri Twisting Nethere girdiler.Ancak Kiljaeden ve onun İblisleri orada onları bekliyorlardı.Kiljaeden, Nerzhuldan bu başkaldırışın intikamı olarak yaşlı şamanın vucudunu parça parça yok etti.Ancak Ruhunu tutarak onun acı içinde kıvranmasını sağladı.Nerzhul artık dayanamayacak durumdaydı ve İblisin onu öldürmesini istedi ancak, Kiljaeden eski Kan Antlaşmasını göstererek halen ona itaat etmek zorunda olduğunu söyledi.

Orclar Azerothun Özgür Irklarını yenememişti.Bu yüzden Kiljaeden yeni bir ordu kurmak istedi.Bu ordu, Orclar gibi birbirlerine düşemeyecek kadar akılsız ve mantıksız olmalıydı.Bu sefer bir aptalın yüzünden tüm planları suya düşmemeliydi.Bu sefer Sargeras yenilgi kabul etmezdi.

Nerzhulun şerefli askerleri İblisin gücü ile donatıldılar ve bunların her birinin vucutları elinden alınarak eski bir ırk olan Lichlerin iskeletlerinde yeniden doğdular.Böylece Ölüm Ordusu oluşmuş olmuştu.Bundan sonra Ölümde bile Kiljaedene hizmet edecek bir ordu vardı artık.Kendisini bir Donmuş Kaksın içine hapsedilmiş bulan Nerzhulun gücü binlerce kat arttı.Eski Irkın halen güçlü iskeletleri arasında İblislerin kaotik güçlerine sahip olan Nerzhul artık yokedilemeyecek bir güç olmuştu.Bu noktadan sonra, Nerzhul adı ile bilinen orc sonsuza kadar gitmişti.

Lich King Doğmuştu.

Zamanı geldiğinde,Kiljaedan Lich Kingi de yaratmasının nedeni olan görevi açıkladı.. Nerzhul Azerotha veba yayacaktı.Böylelikle insan ırkı tamamen ortadan kalkacaktı. Vebadan ölen herkes Undead olarak tekrar dirilecek ve ruhları Nerzhula bağlı kalacaktı.. Kiljaedan başardığı takdirde Nerzhula üzerindeki laneti kaldırmayı ve sağlıklı bir vücut vermeyi vaad etmişti.

Nerzhul görevini yapmak için hazır olsa da Kiljaedan tedbiri elinden bırakmayacaktı. Aynı zamanda Lich Kingi de gözetimi altında tutmaktaydıBu noktada Kiljaedan elit iblis gardiyanını Nerzhulun görevini tamamlasını sağlaması için çağırdı. Tichondrius, dreadlordların en güçlüsü; vebanın şiddetine ve Lich Kingin durdurulamaz kıyım gücüne hayran kalmıştı.

Icecrown ve Frozen Throne

Kiljaeden Nerzhulun buzdan kristalini Azerotha geri yolladı.Kristal gece göğünü yarıp Northrende düştü. Donmuş kristalin içinde Nerzhulun ruhu yatmaktaydı.

Frozen Throneun sınırlarını aşan gücüyle Nerzhul Northrenddeki canlılara kendini hissettirmeye başladı.. Küçük bir eforla Buz Trolleri ve Wendigoları kendi karanlığına çekti. Psijik güçleri neredeyse sınırsızdı;ve bu gücünü küçük bir ordu kurmakta kullandı. Lich King kendi güçlerinde uzmanlaşırken Dragonblightda insan yerleşimi buldu. Ve gücünü insanlar üzerinde denemeye karar verdi.

Nerzhul veba yaymaya başladı. Kontrolündeki vebayı insan kasabasının üstüne saldı. Üç gün içinde herkes ölmüştü,ölen herkes zombi olarak tekrar canlanıyordu. Nerzhul onların ruhunu kendi içinde hissedebiliyordu. Ölen insanların gücü Nerzhula daha da güç vermekteydi. Zombileri kontrol etmek onun için çocuk oyuncağıydı.

Aylarca Northrenddeki tüm insanlara vebayı yaydı.. Undead ordusu geliştikçe,gerçek testin yaklaştığını hissedebiliyordu.

Grim Batol Savaşı

Bu sırada güneyde dağılmış Hordelar soylarını devam ettirebilmek için savaşmaktaydı.. Grom Hellscream ve Warsong klanı çatışma kazansa da,Deadeye ve Bleeding Horrowları Lordaeron güçleri tarafından kuşatılmıştı.

Bu sırada,Alliance tarafından bilinmeyen,büyük bir orc birliği Khaz Modanın kuzeyinde konuşlanmıştı.. Dragonmaw klanı,Nekrosun öncülüğündeydi.Ejder Kraliçesi,Alexstraszayı kontrol etmek için Demon Soul kullanıyorlardı.. Ejder Kraliçesinin desteğiyle Nekros Grim Batolun bazıları için lanetlenmiş- kalesi Wildhammerda gizli bir ordu kurdu. Kızıl Ejderlerini ve ordusunu Allianceın üzerine yollamayı düşünen Nekros,Azerothu işgalinin devamını planlamaktaydı.Planları gerçekleşmedi çünkü Rhonin adlı bir büyücü önderliğindeki küçük bir direnişçi grup Demon Soulu yok etmeyi başardı.Böylelikle Ejder Kraliçesi serbest kaldı.

Serbest kalan Alexstraszanın ejderhalar Grim Batola ve Dragonmaw klanına saldırdılar. Nekros ve klanı Alliance güçlerinin de gelmesiyle ağır bir yenilgiyle karşılaştı.

Orclardaki Bitkinlik

Aylar geçtikçe daha çok orc hapsedildi. Sayı arttıkça Alliance yeni kamplar kurmak zorunda kaldı.. Masrafları karşılayabilmek için Kral Terenas yeni bir vergiyi Alliance ülkelerine zorunlu hale getirdi. Sinirler gerginken gelen bu vergi,Allianceı rahatsız etti.. En karanlık zamanlarda insanlar ve müttefikleri ayrılmanın eşiğine gelmişlerdi.

Zaman geçtikçe Orcların kamptan kaçma girişimleri yada kendi aralarındaki kavgaları büyük ölçüde azalmıştı. Orclar zaman geçtikçe çok daha sakinleşiyordu. İnanması zordu ama Azerothdaki en hırçın ırk,artık içindeki savaşma arzusunu kaybetmişti. Bu durgunluk Alliance liderlerini yüreklendiriyordu.

Kimileri bunun bir hastalık olduğunu düşünüyordu. Ama Dalaranlı Arch Mage Antonidas başka bir hipotez ortaya koydu.. Orc tarihini araştıran Antonidas,onların nesillerce iblis güçlerinin etkisi altında kaldığını öğrendi. Azerotha ilk saldırıdan önce de bu güçlerin etkisi altında olduklarını öne sürdü. İblislerin Orcları agresifleştirdiği açıktı.

Antonidasın teorisi,orclardaki bu durgunluğun hastalıktan çok iblisvari güçlerin etksinin azalmasından kaynaklandığı yönündeydi.Olay açık olmasına rağmen Antonidas bu durumu düzeltecek bir şey bulamadı. Birçok büyücü ve Alliance lideri orcları tedavi etmenin riskli olabileceği konusunda hem fikirdi.. Orcları bu durumlarıyla yalnız bıraktılar.

Yeni Horde

Toplama kamplarından sorumlu Aedelas Blackmoore,Durnholdedaki tutsak orcları gözetliyordu.. Bir orc ilgisini çekmekteydi.Blackmoore Thrall adında genç bir köleyi yetiştirdi. Blackmoore orca filozofi,savaş teknikleri ve taktiklerini öğretti. Thrall bir gladyatör gibi yetişti. Bu zaman çerçevesinde kamp şefi orcu bir silaha çevirmişti.

Güçlü,çevik Thrall büyüdükçe,esir hayatının kendisi için uygun olmadığını gördü. Büyüdükçe toplama kamplarında hiç tanışma fırsatı bulamadığı kendi halkını tanıdı. Konuşulanlara göre Orc lider Doomhammer Lordaerondan kaçmış ve saklanıyordu. Sadece bir casus klanı Allianceın gözünden uzak kalmıştı.

Thrall kararını vermişti,kaçıp kendi ırkından olanları bulacaktı. Köle olduğu dönemde Thrall toplama kamplarında bulunmuş ve ırkının bitkinliği gözlerinden kaçmamıştı. Bulmayı umduğu efsanevi savaşçıları bulamayan Thrall hayal kırıklığı içinde yenilmemiş tek Horde şefini bulmaya karar verir,Grom Hellscream.

Hellscream Alliance karşısındaki mücadelesine devam ediyordu.Fakat hiçbir zaman tutsak orcları kurtarmak için bir yol bulamadı. Hellscreamin fikirlerine hayran kalan Thrall,Hordeun savaşçı kişiliğine güçlü bir empati beslemeye başlamıştı.

Thrall kuzeye efsanevi Frostwolf klanını aramaya gitti. Thrall Guldanın ilk savaş sırasında Frostwolfları sürdüğünü öğrendi.. Ayrıca,Frostwolf klanının gerçek şefi Durotanın oğlu ve gerçek varisi olduğunu öğrendi.Durotan yirmi yıl önce vahşice katledilmişti.

DrekThar sayesinde Thrall halkının eski şamanistik kültürünü öğrendi.Bu kültür Guldanın baskıcı rejimi karşısında unutulmuştu. Zaman içinde,Thrall güçlü bir şaman haline geldi ve Frostwolf klanının şefi oldu.

Gezileri sonunda Thrall yaşlı savaş şefi Orgrim Doomhammerı buldu.Orgrim yıllardır yalnız yaşamaktaydı. Doomhammer,Thrallın babasının yakın dostuydu.Bu yüzden genç orca destek oluptutsak orcları serbest bırakmasında ona yardım etmeye karar verdi. Birçok veteran savaş şefinin desteğiyle Thrall halkını serbest bıraktı.

Ama galibiyet uğruna bazı bedeller ödenmişti.Doomhammer savaşta hayatını kaybetti.

Thrall Doomhammerın efsanevi savaş çekicini ve zırhını alarak Hordeların yeni şefi oldu.Sadık dostu Grom Hellscreamden aldığı cesaretle halkının bir daha köle olmaması için çalışmaya başlar.

Örümceğin Savaşı

Thrall Lordaeron'da kardeşlerini kurtarırken, Ner'zhul güç merkezini Northrend'de kurmaya devam etti. Ner'zhul'un sayıca gitgide artan ölüm lejyonu, Icecrown Buzullarının üstüne, dev bir kale yerleştirdi. Kıta üzerinde etkisini genişletirken Lich king, gücüne karşı koyan karanlık bir imparatorlukla yüzyüze geldi. Sinsi bir insanımsı-örümcek ırk tarafından kurulan kadim Azjol-Nerub krallığı, elit savaşçılarını Icecrown'a saldırı için yolladı. Ner'zhul'u şaşırtan ise, bu karanlık Nerubluların hem salgın hastalığa hem de Ner'zhul'un telepatik güçlerine karşı bağışık olması, etkilenmemesiydi.
Nerublu spider-lordlar sayıca büyük güçleri komuta ediyorlardı ve Nerubluların neredeytse Northrend'in yarısında tüm yeraltını kaplayan tünel ağları vardı. Vurkaç taktikleri Lich King'in işini gereğinden fazla zorlaştırıyordu. Ancak en sonunda, Ner'zhul savaşı yıpratma taktiğiyle kazandı. Dreadlordların ve sayısız ölü savaşçının yardımıyla Lich King Azjol-Nerub'u istila etti ve tapınaklarını Spider-lord'ların üstüne yıktı.
Nerublular Ner'zhul'un salgınına bağışık olduğu halde, Ner'zhul'un büyüyen Necromantic güçleri Spider-lordları da aynı ölüler gibi kaldırmasına izin verdi. Bir de üstüne Ner'zhul, Nerubluların mimari anlayışını kendi bina ve yapılarına uygulamaya başladı. Sonunda krallığını önünde engelsiz yönetmeye bırakılan Lich King, dünyadaki gerçek görevi için hazırlanmaya başladı. İnsan topraklarına engin benliğiyle uzanan Lich King, kendisini dinleyecek her karanlık ruha fısıldamaya başladı..

Kel'Thuzad ve Scourgein Oluşumu

Tüm dünya üzerinde Lich Kingin Northrendden gelen fısıltısını duyan farklı güçlü kişilikler vardı. Bunlardan en önemlisi Dalaranın konseyinin üst yetkili bir üyesi olan Archmage KelThuzaddı. Yıllar boyu yasaklanmış büyücülük olana necromancerlığın gizli sırlarını öğrenmişti. İçi büyücülükle ilgili tüm gizli kalmış bilgileri öğrenmekle yanıyordu. Northrendden gelen güçlü çağrıyı duyan archmage, tüm benliğini bu sesi anlamaya ve onunla iletişim kurmaya verdi. Kirin Tor2un engin büyücülük bilgilerini öğrenebilmesi için ona yeterli kaynağı sunamadığını düşünen KelThuzad, yeni potansiyel bilgi kaynağı Nerzhulu denemeye karar verdi.

Servetini ve politik yerini bırakıp Kirin Torun yolunu ve Dalaranı sonsuza kadar terk eden KelThuzad, Lich Kingin güçlü sesi aklının içinde, tüm mallarını sattı ve malvarlığını sakladı. Tek başına karada, denizde binlerce mil yol katedip en sonunda Northrendin buz tutmuş kıyılarına ulaştı. Icecrowna ulaşmak için Archmage, Azjol-Nerubun yıkıntıları arasından geçtiği sırada ilk kez Nerzhulun gerçek gücünün etkisini gördü ve onunla müttefik olursa gücünün katbekat artacağına inandı.

Aylar süren arayışı sonunda, Archmage Icecrowna ulaştı. Lich Kingin karanlık kalesine ulaştığında gardların, sanki bekleniyormuşçasına, tek bir şey söylemeden geçmesine izin vermesine şaşırdı. KelThuzad sessizce Icecrownun derinliklerine inen yolu buldu ve ruhunu Frozen Throneun önünde, Lich Kinge sundu.
Lich King ise bulduğu bu son müttefikten oldukça memnundu. KelThuzada ölümsüzlük ve sonsuz güç vaat etti. Karanlık bilgi ve güç peşindeki KelThuzad, ilk misyonunu kabul etti. Misyonu insanlığın arasına girip, Lich Kingi tanrı olarak kabul eden bir din yaymaktı.

Lich King, Archmagee misyonunda yardım etmek için insanlığını onda bıraktı. Yaşlanmış ama halen karizmatik olan Archmage, ilüzyon ve ikna yeteneklerini kullanarak Lordaeronluları Lich Kinge çekti.
KelThuzad Lordaerona üzüntüyle geri döndü. Sonraki üç yılda, servetini ve zekasını kendi fikirlerini benimsettiği insanları bir araya getirip toplamak için kullandı. Kardeşlik, The cult of the Damned (Lanetlilerin birliği), yandaşlarına Nerzhula hizmetleri ve sadıklıkları karşısında Azerothda ölümsüz hayat vaat etti. Aylar geçtikçe, KelThuzad Lordaeronun yorgun ve dertlerine çare arayan halkı arasından kendine birçok gönüllü buldu. Görevi düşündüğünden de basit olmuştu: Kutsal Işığa inananların inançlarını Nerzhulun kara gölgesine çekmek. Cult of the Damned, sayıca büyürken ve Lordaerondaki etkisi artarken, KelThuzad, örgütün çalışmalarının Lordaeron otoritelerinden gizli kalmasını sağlıyordu.

Kelthuzad Lordaeronda başarılı oldukça,Lich King de son hazırlıklarını yapmaya başlamıştı. Veba salgınının enerjisini Veba-Kazanlarına koyan Nerzhul,KelThuzada kazanları Lordaerona götürmesi için emir verdi. Tapınanlar tarafından korunan kazanlar vebayı yaymakta ana görevi üstleniyordu.

Lich Kingin planı mükemmel işledi. Lordaeronun kuzeyindeki köylerin hemen hemen hepsi anında düştü. Aynen Northrendde olduğu gibi ölen insanlar Lich Kingin kölesi olarak yeniden dirildi.Veba yayıldıkça daha çok zombi dirildi,ordu git gide büyüdü.. Kelthuzad Lich Kingin bu büyük ordusuna Scourge adını verdi, kısa sürede Lordaeronun kapıları savaş nidalarıyla yankılanıyor olacaktı.

Allianceın Parçalanaşı

Topraklarında yayılan vebanın farkında olmayan Alliance halklarının liderleri, toprak paylaşımları üzerine ve politik açıdan birbirlerine olan etkilerini azaltmak üzerine tartışıp duruyorlardı. Lordaeron Kralı Terenas, halkların en karanlık dönemlerinde kurulmuş olan kırılgan birliğin fazla dayanamayacağına inanmaya başladı. Terenas, zamanında Alliance liderlerini, Stormwind krallığının, orcların Azeroth'u işgali sırasında yıkıma uğrayan güney kesiminin yeniden inşa edilmesi için para ve işçi yardımında buşunmaya ikna etmişti. Bunun yol açtığı yüksek vergiler, zaten yönetimi çok zor olan, orcların göz hapsinde tutuldukları kampların giderleriyle beraber, birçok lideri - özellikle Gilneaslı Genn Greymane - krallıklarının Alliance'tan ayrılmasının kendilerinin lehine olduğuna inanmaya zorladı.
Tüm bunlar yetmezmiş gibi, Silvermoonlu High Elfler, ikinci savaş sırasında ormanlarının yanmasının nedeni olarak insanların yetersiz liderliklerini ortaya koyup, Alliance'a olan bağlılıklarını kabaca feshettiler. Terenas sinirini komtrol altına alarak Elflere, yüzlerce gönüllü insan savaşa katılmasaydı Quel'Thalas'tan geriye birşey kalmamış olacağını hatırlattı. Elfler ise, inatla kendi yollarına gitmeye karar verdiler. Elflerin ayrılığıyla beraber, Gilneas ve Stromgarde de bağlılıklarını açıkça feshettiler. Alliance'ın dağılıyor olmasına rağmen, Kral Terenas'n hala güvenebileceği müttefikleri vardı. Kul tiras'lı Admiral Proudmoore ve Azeroth'un genç kralı, Varian Wrynn, Alliance'a bağlı kaldı. Yine Archmage Antonidas'ın önderliğinde Kirin Tor'lu büyücüler, Dalaran'ın Terenas'a bağlılığına destek verdiler. Belki de bu desteklerden en önemlisi, Ironforgelu cücelerin, sonsuza dek Alliance'a bir onur borcu olduğunu söyleyen kudrettli kral Magni Bronzebeard'ın yeminiydi..

Lordaeron'un Laneti...

Aylar süren hazırlıklardan sonra KelThuzad ve onun lanetli tapınanları Lordaeron üzerine gönderdikleri veba ile ilk hamlelerini yapmış oldular.Uther ve onu izleyen şövalyeler vebadan etkilenmiş bölgeleri incelediler.Bir çözüm bulmayı umuyorlardı.Tüm çabalarına rağmen veba hızla yayılmaya devam ediyordu,bu da birliği bozma tehdidi taşımaktaydı.Undead orduları Lordaeronu silip süpürürken,Teranasın tek oğlu Prens Arthas bu felakete karşı savaşmaya başlamıştı.Arthas KelThuzadı öldürmeyi başardı ama buna rağmen Undead orduları toprağını savunan her askerin düşüşüyle daha da büyüyordu.Arthas,durdurulması neredeyse imkansız gibi görünen orduyu fethetmek için çok önemli adımlar attı.Sonunda Arthasın generalleri onu insanlığını kaybetmeye başladığı konusunda uyarmaktaydı.

Burning Legionun Dönüşü
Lordaeronun Felaketi

Warcraft3:Reign of Chaos

Arthasın korkusu ve azmi bunun nihai yıkım olacağını gösterir gibiydi.Tehlikesini sonsuza kadar ortadan kaldırmak için vebanın kaynağını Northrende kadar takip etti.Fakat Prens Arthas,Lich Kingin olağanüstü gücüne yenik düştü.Halkını kurtaracağına inanarak,lanetli kılıç Frostmourneu aldı.Kılıç ona büyük bir güç vermesine rağmen aynı zamanda ruhunu da ondan alıp Arthası Lich Kingin en güçlü süvarisi yaptı.Ruhu hapsedilmiş,akli dengesi tahrip edilmiş bir şekilde,Arthas kendi halkı karşısında savaşmaya başladı.Sonunda Arthas kendi babası Kral Terenası öldürdü ve Lordaeron Lich Kingin ayakları altında ezildi.

Sunwell QuelThalasın Düşüşü

Arthas,düşmanı olarak gördüğü herkesi yenmesine rağmen hala KelThuzadın hayaleti tarafından rahatsız edilmekteydi.Hayalet Arthasa Lich Kingin bir sonraki planı için kendisini canlandırması gerektiğini söyler.Onu canlandırmak için;Arthasın KelThuzadın kalıntılarını mistik Sunwelle götürmesi gerekmektedir.Sunwell,high elflerin ebedi krallığı QuelThalasta gizliydi.

Arthas ve ordusu QuelThalasa saldırdı.Elflerin kolayca geçilebilen defansı kuşatmaya alınmıştı.Sylvanas Windrunner,Silvermoon Generali,cesurca savaştı,fakat Arthas High Elf ordusunu yoketti ve Sunwellin içlerine girmeyi başardı.Ezici üstünlüğüne ek olarak,Sylvanasın yenilmiş vücudunu kendisine hizmet etmesi için ruhu ele geçirilmiş bir şekilde yeniden canlandırdı.

Sonunda Arthas KelThuzadın kalıntılarını Sunwelldeki kutsal sulara batırdı.Edebiyetin kudretli suları bu hareketle kirlendi ve KelThuzad lich olarak geri döndü.Çok daha güçlü bir varlık olarak canlandırıldıktan sonra KelThuzad Lich Kingin bir sonraki planını açıkladı.Bu zaman diliminde Arthas ve ordusu güneye yöneldi,QuelThalasta bir tane yaşayan elf bırakılmadı.Elflerin 9000 seneden daha uzun süredir evi olan bu görkemli yer artık yoktu

Archimondeun Dönüşü ve Kalimdora Uçuş

KelThuzad tekrar döndükten sonra Arthas ve ordusu güneye,Dalarana yöneldiler.Orada Lich Medivhin güçlü büyü kitabını elde edebilir,böylece Archimondeu tekrar dünyaya döndürebilirdi.Bu noktadan sonra Archimonde Lejyonun son saldırısını gerçekleştirebilirdi.Kirin Torun büyücüleri bile Arthasın kitabı ele geçirmesine engel olamadı,ve kısa sürede KelThuzad büyüyü gerçekleştirmek için her şeye sahip olmuştu.10.000 yıl aradan sonra güçlü iblis Archimonde ve ordusu tekrar Azerothda ortaya çıkmıştı.Dalarandan sonra Kiljaedenin emriyle Archimonde ve takipçileri Undead ordusunu izleyerek Kalimdora gitti.Amaçları Dünya Ağacı Nordrassili yoketmekti.

Tüm bu kaosun ortasında gizemli bir öncü ölümlü tüm ırklara yol göstermek için ortaya çıktı.Bu öncü Medivhden başkası değildi.Son gardiyan geçmişteki günahlarının bedelini ödemek için geri dönmüştü.Medivh,Horde ve Alliancea karşı karşıya oldukları tehlikeleri haber verip onları birleşmeye çağırdı.Nesillerdir gelen nefretle Orklar ve İnsanlar birleşmeyi reddettiler.Medivh iki ırkla da teker teker ilgilenmek zorunda kaldı.Kehanet ve hilelerle onları efsanevi Kalimdora geçirdi.Orklar ve İnsanlar Kaldoreinin uzun süre gizli kalmış topraklarında karşılaştılar.Thrallın önderliğindeki Orklar Kalimdordaki Barrensde bazı zorluklarla karşılaştılar.Cairne Bloodhoof ve onun güçlü Tauren savaşçılarıyla dost olmalarına rağmen birçok Ork yıllardır onları zehirleyen şeytani hastalığa karşı koyamadı.Thrallın en önemli yardımcısı Grom Hellscream bile bu hastalığa yenilerek Hordea ihanet etti.Hellscream ve sadık Warsong savaşçıları Ashenvale ormanlarına sinsice girdiklerinde,Night Elf Sentinelleriyle çarpıştılar.Orklar savaşçı kişiliklerine tekrar büründüklerinde Cenarius onları geri yollamak için döndü.Hellscream ve orkları nefret ve kızgınlıklarıyla Cenariusu öldürmeyi başardı.Daha sonra Grom Hellscream onurunu Thrallın Mannarothu yenmesine yardım ederek kazandı.Mannaroth orkları lanetleyen iblis lorduydu.Onun ölümüyle orkların kan laneti sona ermiş oldu.

Medivh,insanlar ve orkları birleştirmek için çaba sarfederken;Night Elfler de kendi gizli yöntemleriyle Lejyonla savaşmaktaydı.Tyrande Whisperwind,Night Elf Sentinellerinin ölümsüz şifacısı;iblisleri ve undeadleri Ashenvaleden uzak tutmak savaştı.Daha sonra yardıma ihtiyacı olduğunu anladı ve Night Elf Druidlerini bin yıllık uykularından uyandırdı.Ölümsüz aşkı Malfurion Stormragei de yanına alan Tyrande defansını güçlendirmeyi başarıp Lejyonu geri sürdü.Malfurionun yardımıyla doğa Lejyonu ve Undead ordusunu yenmeyi başardı.

Uyandırılmayı bekleyen daha fazla Druid ararken,Malfurion kardeşi Ilidanı tutsak ettiği hapishaneyi buldu.Ilidanın kendilerine Lejyon karşısında yardım edeceğini düşünen Tyrande onu serbest bıraktı.Ilidan onlara belli bir süre yardım etti fakat zamanla kendi istekleri ön plana çıkmaya başlamıştı.Night Elfler Burning Legionla büyük bir kararlılıkla savaştılar.Lejyon hiçbir zaman Well of Eternity yi,Dünya Ağacının güç kaynağını ele geçirme arzusundan vazgeçmedi.Eğer planları gerçekleşecek olsaydı,iblisler dünyayı parçalara ayırabilecekti.

Hyjal Dağı Savaşı

Medivhin önderliğinde Thrall ve Jaina Proudmoore- Kalimdordaki insanların lideri- farklılıkları bir yana bırakmanın doğru olacağını gördüler.Tyrande ve Malfurion liderliğindeki Night Elfler de Dünya Ağacını korumak için birleşmek gerektiğini kabul ettiler.Azerothun ırkları Dünya Ağacının güçlerininden yararlanmaya başlamışlardı.Son savaş Kalimdoru köklerine kadar titretti.Well of Eternityden güç alamayan Burning Legion güçlü ölümlü orduları karşısında parçalandı.

Hainin Yükselişi
Warcarft 3X:The Frozen Throne

Lejyonun Ashenvalee saldırısı sırasında Ilidan onbin yıldır zindandan çıkarılmıştı.Başta savaşmasına rağmen daha sonra ihanet etti.Skull of Guldan isimli güçlü Warlock tılsımını kullandı.Bunu yaparak iblisvari özellikler ve inanılmaz bir güç kazandı.Guldanın bazı eski anılarını da öğrenmiş oldu özellikle Sargerasın mezarındakileri.

Güç tutkusuyla yanıp tutuşan Ilidan kendi yerini bulup planlarını yapmak için çalışmaya başladı.Fakar planları Kiljaedan tarafından bozuldu.Kiljaedan,Ilidana geri çeviremeyeceği bir teklif yaptı.Kiljaedan Hyjal dağı savaşında Archimondeun yenilgisine kızgındı;ama çok daha büyük endişeleri vardı.Kendi yarattığı Lich Kingin kontrol edilemeyecek kadar güçlendiğini düşünen iblis lordu Ilidana Nerzhulu öldürmesi ve Undead ordusunu yok etmesini emretti.Karşılığında Ilidana doğaüstü bir güç ve kendisi için Burning Legion lordlarının kalıntılarının da ardında bir yer teklif etti.

Ilidan bu teklifi kabul etti ve Frozen Throneu yok etmek için çalışmalarına başladı.Frozen Throne Lich Kingin ruhunun bulunduğu buzdan kristaldi.Ilidan Frozen Throneu yok etmek için çok güçlü bir tılsıma ihtiyacı olduğunu biliyordu.Guldanın anılarından bildikleri doğrultusunda Sergerasın mezarını aramaya ve Dark Titanlarının kalıntılarını bulmaya karar verdi.Ilidan kendisine yardım etmeleri için denizin dibindeki karanlık mağaralarından Nagaları çağırdı.Naga Ladysi Vashjın yardımıyla Ilidan Dağılmış Adaları buldu,burası Sargerasın mezarının bulunduğu yerdi.

Ilidan burada Warden Maiev Shadowsong ile karşılaştı.Maiev Ilidanı yakalamak arzusuyla yanıp tutuşuyordu fakat Ilidan onu yenmeyi başardı.Sonunda Sargerasun Gözüadlı tılsımı almayı başarmıştı.Kontrolündeki bu tılsımla Ilidan büyücü şehri Dalarana yöneldi.Şehirden aldığı güçle tılsımı Lich Kingin Nortrenddeki buzdan şatosuna karşı kullandı.Ilidanın atağı Lich Kingin defansını kırmayı başardı.Ilidanın yok edici saldırısı son anda Maievi iyileştirmeye gelen Malfurion ve Tyrande tarafından engellendi.

Başarısızlığının Kiljaedan tarafından olumlu karşılanmayacağını bilen Ilidan Outlands adlı bölgeye sığındı.Burası Draenor yani orkları anavatanından arta kalan son yerdi.Burada intikam planlarına başladı.Ilidanı durdurmayı başardıktan sonra Malfurion ve Tyrande Ashenvale ormanlarına geri döndü.Fakar Maiev bu kadar kolay vazgeçmeyecekti.Ilidanı Outlandse kadar takip etmeyi başardı.

Blood Elflerin Yükselişi

Bu sırada Undead ordusu Lordaeron ve Quelthalası zehirli Plaguelandse çevirdi.Sadece bir kaç direnişçi grup kalmıştı.High Elflerin bulunduğu,Sunstrider hanedanlığının son üyesi Prens Kaelthas tarafından yönetilen bir grup bulunmaktaydı.Ana vatanlarını kaybeden high elfler hayatını kaybeden insanları için kendilerine Blood Elfleri demeye başlamışlardı.Undead ordusunu uzak tutmaya çalışırken,güç aldıkları Sunwell ile bağlarının koparılmasından çok çekmekteydiler.Bu sorunun üstesinden gelmeye çalışan Kael beklenmeyeni yaptı.Ilidan ve nagalarıyla birleşen Blood Elflerin amacı beslenebilecekleri yeni bir büyü kaynağı bulmaktı.Diğer kumandanlar ise Blood Elfleri hain olarak gösterdi ve onları ortadan kaldırmanın en doğrusu olacağına karar verdi.

Gidecek yeri olmayan Kael ve Blood Elfler Outlande kadar Lady Vashjı takip ettiler.Burada Ilidanı Maievden kurtarmaları gerekmekteydi.Düzenli Naga ve Blood Elfler Maievi yenip Ilidanı serbest bırakmayı başardılar.Outlandde Ilidan Lich King ve onun şatosu Icecrowna ikinci darbeyi indirmek için hazırlıklara başlamıştı.

Plaguelandsde İç Savaş

Nerzhul,Lich King,zamanının kısa olduğunu biliyordu.Kiljaedanın güçlerini kendisini öldürmek için göndereceğini düşündü.Ilidanın büyüsü Frozen Thronea büyük hasar vermişti ve Lich Kingin gücünün gün geçtikçe azalmasına neden oluyordu.Kendisini kurtarması için sadık hizmetkarı Arthası yanına çağırdı.Arthas,gücü Lich King gibi gün geçtikçe azalmasına rağmen Lordaerondaki iç savaşa katıldı.Banshee Slyvanas Windrunner undeadlerin içinde isyana neden olmuştu.Daha sonra Arthas Lich King tarafından çağrıldı.Komutayı da KelThuzada vermek zorunda kaldı.Savaş ise Plaguelandsin her bir yanına yayılmaktaydı.

Sylvanas ve Forsaken grubu Lordaeronu ele geçirmeyi başardı.Şehri kendi imkanları için geliştiren Forsaken Scourge ve KelThuzadı o diyarlardan uzaklaştırmayı başardı.

Güçsüz,ama efendisini kurtarmak isteyen Arthas ise bu sırada Nortrende varmıştı.Fakat orada kendisini Naga ve Blood Elflerin beklediğini gördü.Kendisi ve müttefikleri Icecrowna ulaşıp Frozen Throneu korumak için büyük çaba sarfettiler.

Lich Kingin Zaferi

Güçsüz olmasına rağmen Arthas,Ilidanı alt edip Frozen Thronea ilk ulaşan oldu.Kılıcı Frostmourneu kullanarak Lich Kingin tahtını kıran Arthas,Lich Kingin miğferi ve zırhını elde etti.Arthas gücü tarif edilemez miğferi başına geçirdi ve yeni Lich King oldu.Artık Nerzhul ve Arthasın ruhları tek bir bedende birleşmişti,tıpkı Nerzhul en başından beri planladığı gibi.Ilidan ve güçleri ise Outlande yenilginin verdiği hüzün ve utanç ile geri dönmek zorunda kaldı.Arthas dünya üzerindeki en güçlü varlıklardan biri olmuştu.

Şuan Arthas,yeni ve ölümsüz Lich King,Nortrendde Icecrownu yeniden yapılandırmakta.Güvenilir kumandanı KelThuzad ise Plaguelandsdeki Scourgea kumanda etmekte.Slyvanas ve Forsakenları ise sadece Trisfal Glades isimli küçük bölgeye sahip.

Not:ALINTIDIR

Bu mesaj; NoMaD tarafından '29.11.09 - 21:52' tarihinde değiştirildi. Sebep: Üst üste birden fazla mesaj yazamazsınız.
Alıntı ile Cevapla
Sponsor