03.11.09, 22:35
|
|
Profesör Baykuş
|
|
Kaydolma: 21.08.09
Erkek
- 31
Mesajlar: 2.158
Teşekkürler: 447
Üyeye 347 kez teşekkür edildi
|
|
Cevap: Zaman Yolcusu'nun Günlüğü| The Time Traveler's Diary (TANITIM)
6.Bölüm:Alone in the Dark! (Karanlıkta Yapayalnız)
Karanlık seni içine çeken bir hortum gibidir. Bir kere çekim alanına girdin mi çıkmak zordur. İçindeki bütün iyiliği yer bitirir ve seni tamamen siyaha boyar. Bütün beyazlığın gidiverir, içinde kalan son bir damla beyaz seni kurtarmaya yetecektir ama sen artık simsiyah olmuşsundur bile. Karanlık ile kötülük kardeştirler beraber çalışır, beraber ilerler ve düşmanını beraber öldürürler.
Paul karanlık ve kötülüğün içine sürüklenmişti. Karanlıkta yapayalnız kalmıştı ışığı göremeyen yapayalnız bir çocuk gibi karanlık ve kötülüğün ortasında sessiz bir yerde.
* Paul karşısındaki kişinin bir vampir olduğundan habersiz onunla konuşmuştu. Şimdi ise onun bir vampir olduğunu öğrendi. Bu onu epey bir şaşırmıştı ve biraz da korkutmuştu. Yine de teklifini kabul etmekten başka bir seçeneği yoktu.
Gizemli adam ofisten ayrıldıktan sonra Paul karanlıkta tek başına kaldı. Bunu düşünmesi için en iyi zamandı. Gözlerini kapadı ve saçlarını ellerinin arasına alarak sıkmaya başladı.
İçindeki kötü olan ses “Richard’ı bulursan her şey değişir, onu bulmalısın Micky’i onlara teslim etmelisin.” Diyor.
Diğer iyi olan ses ise “Hayır sakın onlara Micky’i verme, Onu öldürmeyeceklerini nereden biliyorsun, belki de daha beterini yaparlar” diyordu.
Paul içindeki sesten birini dinlemek zorundaydı. Ya iyi olanı ya da kötü olanı mutlaka birini seçmeliydi.
* Dişlerini ayın ışığıyla beraber çıkardı ve Richard’ın ısırdığı yerden kanı temizlemek için dişlerini kızın boğazına götürdü. Birden dişlerini geri çekti ve vazgeçti. Çünkü zehir artık Isabel’i vampire dönüştürmüştü.
Zehir bedenini sardığında acıyla haykırdı, ormanda bir yankı oluşturdu. Deborah’ın kollarında ölü bir şekilde yatıyordu. Deborah yapması gerekeni yapmak zorundaydı. Isabel’i yaratıcısına geri götürmek zorundaydı. Richard’ın kanından bir parça içmezse ölecekti kız. Kızı kollarına alarak arabaya geri döndüler. Richard’ı gözleri yaşlı bir şekilde James’i azat edişini izlediler. James arabayla beraber gözden kaybolduktan sonra Deborah kollarındaki kızla beraber Richard’ın önünde dikilmeye başladı. Kollarındaki kızı Richard’a uzatarak geri çekildi ve ormanın derinliklerine karışarak gözden kayboldu.
Kızın yüzüne Richard’ın kanlı gözyaşları damlıyordu. Ay ışığını üzerlerinde gezdirince belli belirsiz bir hareket oldu. Richard ısırdığı kolundan akan kanla Isabel’i beslemeye çalışıyordu. Isabel kanla dolu gözlerini açtı yavaşça, karşısında Richard’ı gördüğü için biraz ürkmüştü. Richard’ın kollarından ayrıldı ve ayağa kalkmayı denedi. Yeni doğan çarpık ayaklı bir zürafa gibi düşe kalka bir iki adım ilerledi ve yüz üstü yere kapaklandı. Richard sessiz bir şekilde ortadan kayboldu. Bir yaratıcı yeni bir vampir yaratırsa onu mutlaka tek başına bırakmak zorundaydı. Isabel artık karanlıkta yapayalnızdı.
James eve geldiğinde hemen duşa girdi. Hem yorgundu hem de üstü başı kan içindeydi. Duşa girerken içi rahat etmiyordu Isabel’i vampirlerin elinde bırakmak onu korkutuyordu. Bu vampir kardeşi bile olsa güvenmiyordu. Duştan çıktıktan sonra hemen yatak odasına üstünü değiştirmek için gitti. Yatağın üstünde kardeşinin kanını görünce o an aklına geldi. Sinirlendi ve çarşafı hırçın bir şekilde toplayarak çamaşır makinesine soktu. Üstünü değiştirerek televizyonun başına geçti. Televizyon izlerken karşına bir vampir filmi çıktı. Filmdeki dövüşçüler vampir kanı içiyor ve maçların bütün hepsini kazanıyorlardı. Vampir kanı onları güçlendiriyordu.
James çarşaftaki Richard’ın kanlı gözyaşlarını hatırladı ve çarşafı makineden çıkararak. Üzerindeki kanı yalamaya başladı. Bir filmde gördüğü olayın ne kadar gerçek ne kadar sahte olacağını aklına bile getirmemişti. Yaladıktan sonra çarşafı tekrar makineye attı. Biraz bekledikten sonra güçlendiğini kontrol etmek için dışarı çıktı. Garajda duran arabanın yanına giderek onu kaldırmaya çalıştı. İlk başlarda zorlansa da başarmıştı. Nerdeyse 1 tonluk arabayı kaldırmayı başarmıştı.
Micky ile Ashley arasındaki konuşma hala devam ediyordu. Micky sanki Ashley’i sorgular gibi sürekli ona soru yönetiyordu.
“Richard nerede?”
Ashley soruyu cevaplarken biraz tereddüt etti ama cevapladı.
“Bilmiyorum, o bir vampir.”
“Bruno’nun hareminde olduğunu düşünüyoruz.”
“Hayır, oradan çıkalı uzun zaman oldu. Richard bütün vampirler tarafından tanınıyor artık. Bruno’ya karşı gelmesi onu ünlü yaptı bizler için.”
“Bruno’da kimin nesi?”
“O kraliçenin ilk vampiri. Kraliçenin oğlu da diyebiliriz. Kraliçe onu gerçekten önemsiyor. Herksin ondan korkmasını sağlamak için uzun bir süre uğraştı ama sonunda başardı. Bruno ayrı zamanda bir eşcinseldir. Kraliçe’de bir eşcinseldir. Onu vampir yapması da zaten bu yüzden oldu.”
“Bir eşcinsel tarafından yönetilmek zoruna gitmiyor mu?”
“Siz insanlar bizi ilkel görüyorsunuz ama sandığınız gibi ilkel değiliz. Dünya gündemini, modayı, sanatı her şeyi takip ediyoruz. Bizler sizin gibi kendi ırkımızda ayrımcılık yapmayız.”
“Bir vampiri takdir edeceğim aklıma hiç gelmezdi. Son bir soru sormama daha izin veriyor musun?”
“Peki, son soru olsun ama” dedi gülerken.
“Günlük nerede? Sende mi?”
“Evet, bütün sayfalarıyla beraber”
“Son soru olduğunu biliyordum ama sormazsam meraktan çatlarım. Sende ne işi var?
“Çaldım.”
“O zaman başın büyük belada.”
“Hayır, değil.”
“Bir soru daha sormayacağım artık, istediğin kişiyi sen benden daha çabuk bulabilirsin Ashley.”
“Hayır, sen bir vampir avcısısın Micky. Eğer onu ben arayıp bulursam vampir dünyası bunu konuşur ama sen onu bulursan onun senin için bir av olduğunu kabullenip bu işin üstüne gitmezler. Unutma ki vampir mahkemesi diye bir şey var Mike.”
“Gerçekten onu sana bulacağım eğer ki Paul konusunda haklıysan.”
“Acele etmelisin Mike. Ondan intikamımı almak için sabırsızlanıyorum.”
“Onun sana ne yaptığını sormak istemiyorum. Belki de başka sefere yanıtlarsın” dedi ve gülerek hızlı bir şekilde kayboldu.”
“İçeri gelmiyor musun Sam.”
“Geliyorum, son hazırlıklarımı yapıyorum ”
“Sabırsızlıkla bekliyorum”
“Az kaldı birazdan koynunda olacağım”
2 sevgili bu ıssız ormana bir macera aramak için gelmişlerdi. 20–21 yaşlarında olan ili geç hafta sonlarını bu ormanda kamp yaparak geçireceklerdi ateşin başındaki çadırın içinde saatlerce sevişerek. Hem romantik hem de korkutucu idi bunu yapmak.
Sam ateşi alevlendirdi ve çadırın fermuarını açarak içeriye girdi. İçeri girdikten sonra fermuarı kapatarak kızın yanına uzandı. Kızda çocuğun yanına uzanarak başını çocuğun göğsüne yasladı. Çadırın tepesi şeffaf olduğu için yıldızlar görünüyordu. Beraberce birkaç dakika yıldızları izlediler. Sam bir anda yana dönerek sevgilisi Lucy’e;
“Seni çok seviyorum ”
“Bende seni seviyorum Sammy, deliler gibi hem de”
Sam sevgilisini sanki kaybedecekmiş gibi özlemle bakıyordu.
“Sana bir şey olmasına izin vermem Lucy, sen benim her şeyimsin. Sana bir şey olursa yaşayamam.”
“Bana bir şey olmayacak ki Sam, yanımda sen varsın çünkü” dedi ve çocuğu dudağının kenarından öptü.
Sam doğrularak kızın dudağından öpmeye çalıştı ama kız onu durdurdu.
“Daha erken değil mi?”
“18 yaşındayız Lucy çok geç bile kaldık.”
“Evet, haklısın birkaç dakika daha bekleyecek halim kalmadı zaten.” Dedi ve çocuğun öpmesine izin verdi.
Sam kızı hiddetli bir şekilde öpmeye başladı. Kızın üstündeki elbiseleri çıkardı. Kızın üstünden çekilerek kendi elbiselerini de çıkardı ve bir kenara koydu. Şimdi ikisi de çırılçıplaktı. Sam yere uzandı ve kızda onun üstüne çıktı. Dışarıdan çadıra baktığında ateşten dolayı Sam ve Lucy’nin bedenleri görünüyordu. Sam kızı zorlamaya çalışıyordu bu arada kızda bağırıyordu.
Bu sesleri duyan Isabel ise ormanın derinliklerinden geldi. Kana susamış bedeni bu çiftin kokularını alıyordu. Çadıra yaklaşırken bastığı dal bir çıtırtıya yol açtı. Çift bu sesi duydular ama önemsiz bir şeydir diye fazla üstünde durmadılar. Isabel çadıra yaklaştığı sırada Sam çadırın dışında birinin dolaştığını fark etti. Ama artık çok geçti çadırı bir anda yırtıp geçen bir şey Lucy kaptığı gibi uzaklara götürdü. Sam korkudan ne yapacağını şaşırdı ve pantolonunu hızlıca giyerek şehre doğru hızla koşmaya başladı.
Üstü çıplak bir şekilde şehre girdiğinde bütün gözler ondaydı. Yolda onu fark eden bir adam onu arabasına aldı. Sam’e neler olduğunu sormadan onu hemen bir hastaneye götürdü. Hastane’de ona muayene ederlerken onu hastaneye getiren adam polisi aradı. Polis kısa bir süre sonra geldi ve Sam’i hastaneye getiren adama ayaküstü birkaç soru sordular.
“Adınızı alabilir miyim beyefendi?”
“Benim adım James Steen.”
Bu arada Isabel kızı alarak ormanın derinliklerine gitti. Kız Isabel’in kucağında çığlıklar atıp duruyordu. Isabel onu susturmak için bir ağaca fırlattı. Çarpmanın etkisi ile Lucy oracık da bayıldı. Isabel’in ilk yemeği olacaktı bu, ilk insan kanı içişi onun için sabırsızlanıyordu. Açlığa bürünen gözleri daha da büyüdü ve sivri dişlerini çıkararak kızın boynundan ısırdı. Aç bir köpek gibi ağzı sulana sulana kızın kanını içiyordu. Kızın bütün kanını kuruttu kızda tek bir damla kan kalmayıncaya kadar emdi. Bütün vücudunu saran doygunluk duygusu ile beraber kızın bedenini kazdığı toprağa gömdü. Artık beslenmiş ve güçlenmişti, ne yapacağını bilmiyordu. Ormanın karanlığında yapayalnız kalmıştı ki bir anda yaratıcısı Richard çıkageldi ve kolundan tutarak onu karanlığa doğru sürükledi.
James ise bu sırada hastane’de polisin sorduğu cevapları yanıtlıyordu.
“Çocuğun nerede buldunuz?”
“Yolun ortasında yarı çıplak bir şekilde koşuyordu. Arabama aldım ve buraya getirdim. Bir yerine bir şey olabileceğini düşündüm.”
“Şuan muayenede olan şahıs sizin neyiniz oluyor?”
“Tanımıyorum. Yolda öylece koşarken buldum.”
“Hmm. Koştuğu sırada yüzündeki ifadeyi görebildiniz mi?
“Korkmuş gibiydi sanki bir şeyden kaçıyordu.”
“Onu arabaya aldıktan sonra neyden kaçtığını veya adını sordunuz mu?”
“Hayır, korkmuş olduğunu görünce bir şey sormak istemedim.”
“Peki, teşekkürler Mr. Steen.”
James ile polis konuşurken Sam muayene’den çıktı ve polis onuda sorguya çekti. Sam polis’e şunları anlattı;
“Hafta sonunu sevgilim Lucy ile beraber ormanda kamp yaparak geçirmek istiyorduk. Ateşimizi yaktık çadırımızı kurduk ve içeriye girerek sevişmeye başladık. Bir anda dışardan bir çıtırtı geldi. Önemli bir şey değildir diye dikkate almadık ama sonra bir kişinin çadıra doğru yaklaştığını gördüm. Bir anda hızlı bir şekilde çadırın üstünden geçerek sevgilim Lucy’i aldı ve götürdü ve telaştan ne yapacağımı şaşırdım. Pantolonumu giyip hemen şehre doğru koşmaya başladım. Şehre kadar 150 metre çıplak ayakla koştum. Şehre girerken herkes beni seyrediyordu ama bu beyefendi beni arabasına aldı ve hastaneye getirdi.”
“Ebeveynlerin burada değiller mi?”
“Hayır, benim annem ben küçükken ölmüş. Babam ise 1 yıl önce trafik kazasında öldü. Bir ağabeyim vardı o da birkaç hafta önce parkta biri tarafından vahşice öldürüldü. Bir vampirin yaptığı söylentileri çıkmıştı hatta.”
“Vampirler gerçek değildir evlat” dedi polis yüzünde ufak bir tebessümle.
“Biliyorum, ama bugünden sonra onların var olduklarına inanıyorum.”
“Yoksa Lucy bir vampirin kaçırdığını mı düşünüyorsun” dedi James arkadan.
“Evet, çok hızlıydı. Vampirlerin çok hızlı hareket ettiklerini duymuştum ve bir ölü gibi kokuyordu ve sanırım kızdı.”
James onun Isabel olabileceğin düşündü bir an ama bunu aklına bile getirmek istemiyordu. Polis sorgusunu bitirdikten sonra çocuğu rahat bıraktı.
Sam ile James hastane’den beraber çıktılar. Hastaneden çıkarken James ile Sam konuşuyordu.
“Çok soğukkanlısın evlat.”
“Sende benim yaşadıklarımı yaşasaydın sende benim gibi olurdun.”
“Benim neler yaşadığımı bilmiyorsun ki.”
“Anlatırsan dinlerim benim zamanım var.”
“Benimde bir kardeşim vardı. Ağabeyim annem ve babam öldükten sonra ikimiz beraber kaldık ve hayata karşı direndik. Fakat bir kız yüzünden aramız bozuldu. Ayrıca onunla zaten bir daha görüşemezdim o bir vampir olmuştu.”
“İnanmıyorum, bir vampir mi? Vampirler gerçekten aramızdalar mı?”
“Evet, evlat, hem de yakınımızdalar.”
“Ağabeyinin vampir olduğunu ne zaman öğrendin.”
“Bugün, Birkaç saat önce sizin kamp yaptığınız ormanda. Sevgilim Isabel’i kaçırdı ve onu da ısırarak bir vampire dönüştürdü. İntikamını ondan böyle almaya çalışıyordu.”
“Sana bir şey yapmadı mı?”
“Vampirde olsa o hala benim kardeşim evlat.”
“Isabel sevgilin yeni vampir oldu dedin. Yoksa Lucy öldüren o mu?”
“Bende sana bunu söyleyecektim evlat sanırım o.”
“Eğer ona bir şey yaptıysa vampir olduğuna bakmam canına kıyarım.”
“Gerçekten cesursun evlat. Seninle konuşmak güzeldi görüşmek üzere”
“Görüşmek üzere James.”
James arabasına binerken çocuğun gidecek bir yeri olmadığını düşündü.
“Gidecek bir yerin yoksa bana gelebilirsin Sam.”
“Aslına bakarsan kocaman evde tek başıma kalmak canımı sıkıyor.”
“Atla bakalım evlat.”
James Sam’e güvendi ve onu evine davet etti. Beklide Sam’de kendini gördü. Karanlıkta yapayalnız kalmış bir James’i.
Bu mesaj; Walter Bishop tarafından '03.11.09 - 22:44' tarihinde değiştirildi.
|